İnsan, aklını muharebe alanının dışına çıkarıp, savaşın genelin bakınca, bazı yapıların ve olayların şekil, bazı şekillerin de renk değiştirdiğini görür gibi oluyor.
"İkinci Dünya Savaşı" diye adlandırılan ve bir maçın ikinci devresi özelliğini taşıyan kapışmadan sonra, paylaşmanın bittiği ve yaraların sarıldığı bir güç toplama döneminin içinde doğan bizler için, öğrendiğimiz ve alıştığımız koşulların, bilgilerin, doğruların değiştiğini farkedebilmenin başka da bir yolu yok galiba.
Eskiden okuyacak kitap bulmakta zorlanırken, şimdilerde içeri girince kendimizi şekerci dükkanında dolaşan çocuk gibi hissettiğimiz kitapçılarda, her konuda büyük bir bolluğun içinden seçme şansını yakalamanın faydalarını görmeye artık başlamamız lazımdı zaten.
Birçok konuda önemli bir bilgilenme ve bilinçlenme yaşarken, bana göre öğrendiğimiz en değerli bilgi, herşeyin göründüğünden veya söylendiğinden farklı, hatta tam tersi gibi olabileceği şeklindeki bilgidir.
Anlaşılan, tüm zamanımızı Batı'ya ayırırken unuttuğumuz kendi kültürümüzde çok eski ve önemli bir yer tutan bu bilgi, bundan sonra bizim en sağlam güvenlik sigortamız olacak.
Çok acil bir şekilde bu sigortanın kapsamına almamız gereken ciddi bir gelişme, özellikle son iki yılda hız ve yoğunluk kazanarak önemli bir tehlike haline geldi ;
Amerika'dan gelen Türkiye yorumlarına bakınca "Kırmızı çizmeleri ayağımıza, kırmızı donu mavi taytımızın üstüne giydirdiler. Şimdi göğüsümüze bir 'S' yazıp pelerinimizi de taktıktan sonra, bunlar bizi nereye uçurmak istiyorlar acaba ?" diye düşünmeden edemiyor insan.
Süpermenin, Süperboy olduğu çaylaklık dönemini yaşarken, heyecanla uçup oraya buraya çarparak kafamızı gözümüzü yaralamamak için, bu yolculuğun rotasını ve hedefini çok iyi bilmemiz lazım.
Projeyi yapanlar "Biz onları kırmızı donlu uçan adamlarla, pijamalı böcek adamlarla büyüttük. Ne dersek inanırlar" diye düşünüyorlar galiba ama, bölgemizdeki petrol bitene kadar bekçi, bittikten sonra da zaptiye yapılmak istendiğimizi anlayabilecek kadar aklımız hala başımızda duruyor.
Bu aşamada muhalefetin en yararlısı, yüksekten uçtukça sarhoşlayan iktidarın ayaklarını yere indirecek şekilde yapılanıdır bence.
Esasoğlan kılığına sokulduğumuz bu "Mahalle Kabadayısı, Süperkeloğlan" filminin senaryosunda, en rahatsız edici bölüm şu ;
Bir yandan Türkiye'nin çok kuvvetlendiği ve bir süper güce dönüştüğü bilgisi Amerika tarafından dünyaya pompalanırken, bir yandan da, gene aynı yerden kaynaklandığı anlaşılan, Türkiye'nin gücünü meydana getiren maddi ve manevi bütün yapılarına saldıran, hepsinin içini boşaltıp etkilerini azaltmayı amaçlayan bir çalışma, hiç ara vermeden bütün hızıyla devam ediyor.
İlk bakışta birbiriyle çelişkili gibi görünen bu iki taktik uygulamanın, aslında stratejik seviyedeki hedefe ulaşma yolunda birbirini tamamladıkları anlaşılıyor. Tek cümle ile açıklamak gerekirse, ABD'nin güçsüz fakat kullanışlı bir Türkiye'ye ihtiyacı var.
Tezkereleri geri çevirmeyecek, hiçbirşeye itiraz edemeyecek ve bütün planlara koşulsuz katılacak kadar zayıflatılmış ama, parlatılan imajıyla bölgede tepki görmeden kabul edilecek kuvvetli bir etki sahibi, stratejik seviyedeki hedeflere ulaşma yolunda iyi ve faydalı bir araç olarak kullanılabilecek yapıda bir ülkeye dönüşmemiz isteniyor.
AKP'nin kuruluş ve iktidara getiriliş amacının, Türkiye'ye bu şeklin verilmesi olduğundan hiç şüphemiz yok artık.
Bütün vatandaşlarımızın gururunu okşayan süperliğin propaganda oluşunu ve işin Keloğlanlık kısmının da her halükarda çok büyük sakıncalar yaratacağını görebilecek ölçüde aklı başında olan bir kişinin, gelişmelerden rahatsızlık duymaması mümkün değildir.
Bu durumu anlatarak herkesi uyarmaya çalışan duyarlı ve akıllı kişilere "Peki ama ne yapalım ?" karşılığını veren insanlara, BOP'un Türkiye'deki eşbaşkanına, yazının sonundaki soruyu sorarak işe başlamalarını önerebilirim ;
2010 yılında, Türkiye İş Kadınları Derneği tarafından İstanbul'da düzenlenen "ANNELER ŞİDDETE KARŞI" isimli konferansa, ABD'nin Irak'a bomba yağdırmaktan sorumlu eski Genel Kurmay Başkanı Colin Powell, ONUR KONUĞU !!! sıfatıyla katılmış ve George W. Bush döneminde uygulanan politikalar hakkında "İNGİLTERE İLE CIA BİZİ KANDIRDILAR, HATA YAPTIK" demişti.
Bush döneminde, sonradan hata dedikleri politikalarla ilgili bizden talepleri vardı. İsteklerini yapmamız için büyük baskı uyguluyor ve yapmadığımız zaman çok öfkeleniyor, bize hakaretler, tehditler yağdırıyorlardı.
O politikalara katılsaydık, biz de hata yapmış olacaktık. İslam dünyasında ve şimdilerde hamiliğine soyunduğumuz bütün mazlum milletlerin gözünde çok değersizleşecek, bugün verilen görevi yapabilecek durumda olmayacaktık.
"Biz değiştik artık" diye ortaya çıkmış, farklı ve yeni olduklarını iddia ettikleri politikalarla ilgili, farklı ve yeni olduklarını iddia ettikleri isteklerle, gene kapımızı çalıyorlar. İstediklerini yapmazsak, gene çok kızacaklar tabi.
Yeni isteklerini karşılamanın da hatalar yaptırmayacağından emin olmalı ve garanti istemeliyiz çünkü, bugünkü isteklerin sonuçları çok farklı.
Türkiye'de "Analar Ağlamasın" sloganıyla, anayasadan başlayıp heryere yayılarak köklü karakter değişikliklerine yol açacak bir yeniden yapılanmayı dayatıyor, etnik ve din mezhebi temelinde oluşturulacak bir federasyon düzeniyle, Anadolu Beylikleri dönemine kadar geri giderek herşeye baştan başlamamızı istiyorlar.
Kötüye kullanıldığını o kadar çok gördük ki, içinden anne geçen her mühendisliğin arkasında mutlaka başka bir niyetin gizlendiğini düşünür hale geldik artık.
Eğer bizi telafisi bulunmayan hatalarla değiştirip, geri dönüşü olmayan yollara, çıkmaz sokaklara soktuktan sonra, bu sefer de DEĞİŞİMCİ OBAMA eski başkan ünvanıyla, iş kadınlarımızın yapacağı "ANNELER DEĞİŞİME KARŞI" isimli poğaça yeme günlerine ONUR KONUĞU sıfatıyla katılarak, "KUSURA BAKMAYIN BİZİ GENE KANDIRDILAR, GENE HATA YAPTIK" derse, ne olacak ?
Bu yeni zayıf ama kullanışlı halimizle, bizi daha da kötü olan başka projelerde kullanmak isteyen başka güçlere karşı, kendimizi nasıl koruyacağız ?
Selçuk Tınaz