YALAMA
Yalama olduk. Hani çocuğu, olur olmaz döversin, azarlarsın, sonunda yapılanlara aldırmaz olur, öyle.
17 Aralık’ta önce bir sarsıldık. Bitti dedik, bu iktidarın işi bitti. Bir gün bile kalamazlar yönetimde. Suçüstü edildiler, başka seçenekleri kalmadı, çekilecekler… Aynı gece yarısı muhalefet partileri, milletvekillerini acele toplantıya çağırdı. Ortalık hareketlendi derler ya, işler bir parça kızışınca, tepki verilir gibi olunca, öyle oldu. Görünüşte sabaha her şey değişecekti… Ertesi günü beklenenler olmadı ama işler en baştaki “Oğlan”a doğru uzanınca kimsenin içinde en küçük bir şüphe kalmamıştı. Bitti, denmişti.
Tam tersi oldu. Her şey yeniden başladı. Başka bir döneme girdi ülkemiz. Yargı, kör topal yürürken iyice kötürüm edildi. O oraya o oraya alındı, atıldı, polis, savcı, yargıç atamaları gündemden inmedi. Kimsenin ne iş güvencesi, ne yarın güvencesi kalmıştı. Gece gündüz denmeden binlerce görevlinin yerleriyle uğraşıldı. Pamuk atılır gibi atıldılar. Böyle durumlarda, bir soruşturmada görevli tek bir kişiye bile ilişilemezken, yargıya müdahale ediliyor denmesi en büyük suçlama sayılırken bu nokta aşıldı. Yargıya karışıldı, her gün yargı bir parça daha ortadan kaldırıldı.
Şu an tam yalamayız. Kayıtsız, duygusuz, sırıtık oturup duruyoruz. Seyirciyiz…
24 Şubat’ta en son sarsıldık. “Paraların eritilmesi” sözüyle akıllar karıştı. Bunca paranın evlerde toplanmasına, arabalarla emanetlere taşınmasına, bu para gözlülüğe akıl sır erdirilmezken, bunlara bir de, devlet katında ağırlanan, iktidarın hayırseveri(!), kollara saat takanı, çantalarla para taşıyanı ünlü İranlı rüşvetçinin kadın pazarlama kayıtları ekleniverince, belki duyularını yitirmeyenlerin şöyle bir başları döndü, içleri bulandı…
Sonra kös dinlemeye başladık. Bak, “Kucağa oturtulanlar…" Bu, “ Yargıçların durumu…” “ Emir kulu bakanlar…” “ Spora karışılmasının belgesi…” “ Ağlayan(ağlak) işadamı zavallı ak saçlımız…” “Alevileri ayırma- ikilik kaseti…” “Gazeteci kovdurma…” İşte, “İş verme (ihale), iş vermeyi bozma, televizyonlara karışma, rüşveti beğenmeme, para pazarlığı, gemicik alma…” Ses dinlemeler, buna her gün eklenenler, böyle sürüp gidiyor.
Komşunun oğlu, geçen gün baktım açmış böyle bir kaseti bilgisayarında, bir adam yolma, para çalma kasetini, dinliyor, dinlerken çay kahve içiyor. Keyif veriyormuş, dalga geçiyormuş kendince böyle, çalanlarla…
Aldıran, konuyu yargıya taşıyan, işlem başlatan, bu kayıtları açıklayan, çürüten, tam tersine hepsi doğrudur, belgedir diyen yok. Gençler ne yapsın? Yeni yetişenler bunlara nasıl akıl sır erdirsin!
Sahte seçmen kayıtları, olmayan evlerde binlerce seçmen adı her Allah’ın günü haberlerde. Seçmen sayısının kaç katı oy pusulası. Elli milyon seçmen, yüz kırk bir milyondan fazla basılmış oy pusulası. Daha önceden iktidar partisi için evet basılmış gizliden dağıtılan, kontrol edilen oy pusuları. Terör örgütünün seçimdeki korkutmaları, istediğini baskıyla seçtirmesi, sahte seçmen listeleri…
Hepsi bize vız geliyor! Şöyle bir göz atıp habere, omuz silkiyoruz.
Ta Muş’taki seçim mitingine Kayseri’den çağrılan polislerden dördünün Ankara yolunda kaza yapan otobüste ölmeleri. Devletin üst katı bile gitmedi cenazelere. “Kayseri’den Muş’a iktidar mitingine polis gönderme, bu ne iş!” denmedi. Kimse sesini yükseltmedi, gözyaşını anaları eşleri akıttı yalnız…
Sabah, Berkin Elvan öldü yazdı gazeteler. Gezi olaylarından beri hastanede bilinçsiz yatan, dokuz ay önce bitkisel yaşama giren çocuk. O andan sonra da tepkiler arka arkaya, gösteriler birbirinin peşi sıra…
Olana bitene, ülkemizin dönüştürülmesine, din kurallarıyla yönetilen kabile devletine sokulmasına, soyulmasına, satılmasına, ses bayrağının indirilmesine hiç ses etmeyen, aylardır değil, çok uzun yıllardır terör şehitlerine tepkisiz olan toplum, bu haberle bir düğmeyle yönlendirilmiş görüntüsü vererek birden karıştı.
Türkçenin ölüm fermanının oy birliğiyle milletin meclisinden geçirilmesiyle hiç ilgilenmeyenler, Türkçe yer adlarının bile tehlikeye girmesini, adlarımızla bölünmeyi, isteyenin istediği adı takmasının, dilimizde olsun olmasın, istediği harfi kullanmasını, dille bölünmeyi, Türk alfabesinin korumasız bırakılmasını duymazdan bilmezden gelenler bir anda değiştiler. Bölücülerin azgın sözlerine, tehditlerine, katil başıyla açıktan görüşülmesine, yurdumuzun göz göre göre bir bölümünden iktidarın devleti çekmesine, yurdun bir bölümünün terör örgütünün insafına bırakılmasına, kamuda tabelaların bile değiştirilmesine… hepsine hepsine suskun olan üniversiteliler bile ayaktalarmış buna.
On dakikada bir, Sokak adlı yeni açılan televizyon yayını, entel dantellerin pek sevdiği kanal, “Ninni çocuk, uyu çocuk” şarkısı çalıyor. Açılımcı, eli kanlı bölücü destekçisi “Sam” döktürüyor… Ulusal kahraman(!) edilen çocuğun bin bir resmiyle...
Hiçbir şehit haberinde görmediğimiz duymadığımız eylemler sahnede… Kanalın sunucusu niyeti ağzından kaçırdı: “Hırant Dirk’in cenazesi gibi bir cenaze daha göreceğiz yarın!” dedi.
Anımsayın: Bir günden bir güne Türk olamayanların “Hepimiz Ermeniyiz!” dediği cenaze.
Herkes ayakta. Ölüm acıdır. Bir çocuk öldürüldü, başından gaz fişeğiyle yaralanarak bilincini yitirdi. Acı çektire çektire ailesine, aylar içinde öldürdüler onu. Böyle bir ölüme yanılmaz mı? Yanılır. Tepki verilmez mi? Verilir. Burada durum değişik. Yapılanlar inandırıcı değil. Bir oyun kuruluyor. Sunucu Özlem:
"Ölümü haksız bulanlar ayakta!" diyor.
Sözün garipliği insanı ürkütüyor. Ölümü haksız bulma… Şimdiye dek sessiz kalmalar, ölümleri, şehitleri duymazdan gelmeler ölümü haklı bulmaktanmış mı diyeceğiz? İşin rengi yavaş yavaş çıkıyor. Cemevine getirilmiş cenaze, bu bahaneyle bir bölünme yaratma. Dini, inancı, Aleviliği kullanma.
Bölücü örgüt kanlı çaputlarıyla çoktan oyunda sıraya girmiş. Tepkiler, yurtdışına bile taşmış. Londra’da yürüyüş varmış. ABD bile dikkatli olun demiş ülkemizdeki gezgin vatandaşlarına. Daha önce Gezi’de öldürülenlere, gözleri çıkarılanlara hiç bir şey dememişlerdi. “Gül” üzülmüş. Milletvekilleri, her partiden ayırımsız, üzüntülerini demiş sırayla. CHP’li İnce şiir bile okumuş. Madem böyle beceriniz vardı şehitlere neden bir kez bile ağıt yakmadınız bunca yıl?
Ulusal bir yas başlatılmış neredeyse… Güzel de şehitlere neden sustunuz, nerelerdeydiniz, onlarınki can değil miydi? Silivri’de cezaevlerinde ölenler neydi desek ayıp mı olur acaba? Daha kaç gün önce Uludere’de PKK bombası 28 yaşındaki askerimizi (Musa Somay) aldı götürdü yaşamdan. Dün, Muş yolunda Kayseri'den keyfi göreve gönderilen dört polis öldü. Geçen yıllarda PKK kurşunlarıyla canından olan, kapısının önünde sırtından vurulan genç askerlere, öyle bakıldı... Karakol baskınlarında, vatan nöbetinde sıra sıra can veren askerlerimize bir gün olsun yas tutuldu mu?
Binlerce askerin, on binlerce sivilin ölümüne neden olan terör örgütünün siyasi temsilcisi şu an bile tehditlerini sürdürüyor. Terör örgütünün siyasi partisini ilçelerinde istemeyenlere, olay çıkaranlara aklınca gözdağı veriyor. Böleceğini açık açık söylediği, bir bölgenin özerkliğini çoktan ilan ettiği vatanımızda bunu konuşturuyorlar. Demirtaş: “Bu ülkenin her karış toprağı ortak vatandır. Fethiye kimsenin babasının malı değil!” diyor çıkıp ortaya. Yine bunların başka bir vekili, Sinop’ta geçen yıllarda olay çıkaran, kapılar ardına sığınıp dışarı çıkamayan bölücü, tabutla korkutacak aklınca milleti. Tehdit yazıları yazmış PKK- BDP’li Önder:
“Siz bizi kentinize kabul etmezseniz yarın kapınıza bir başçavuş gelecek ve başınız sağ olsun diyecek.”
Artık ölümüze - dirimize de sahip değiliz. Her olayın bir de perde arkası var.
Cuma gecesi, eski Genelkurmay Başkanı’nın Silivri’den çıkması, hazırlanan kürsüde beklenen konuşması, gazetelerde birdenbire Başbuğ Cumhurbaşkanı olsun kampanyası, kendini içeri atan, attıran tüm kişilerin, kurum başkanlarının daha o geceden kutlama yarışına girmesi, yandaş yayınların bu olaya, konuşmaya geniş yer vermesi… Aynı gece hapishane önüne toplanan kalabalık, oradan canlı yayın, ertesi günden sonra salıvermeler (tahliye)… Daha önce katillerin çıkarılması. Bazı çıkanların sözleriyle insanı şaşırtması. Akıllara, bu çileyi çekenlerin arasına karıştırılmış adamları mı varmış bu iktidarın dedirtiyor…
Bu olaylar "Pazar, Pazartesi" gündemde. Sonra birden gündeme Gezi olaylarında bilincini kaybeden çocuk getiriliyor. Her yerde on altı kiloya düştüğü haberleri yayılıyor, çocuk gündemde tutuluyor bütün gün, herkese konu, tekrar tekrar anımsatılıyor. Sabah bir bakıyorsunuz aynı çocuğun ölüm haberi, nasıl rastlantıysa bu… İşi yönetenler akıllı. Düşünün bunu duyan liseliler derse girmiyor, boykot yazmışlar koca kartonlara, bahçedeler.
Yüce önderimize, geçen Kasım ayında, okul tatil o gün diye, okullarda saygı duruşunun yapılamadığı, Andımız’ın sabahları okunmasının yasaklandığı, liselilerin ise olana bitene tek bir tepki göstermediği ülkemizde oluyor bunlar. Liseli kızlar, bayramlarının kaldırılmasına bile kayıtsız kalabilenler, böyle bir olayda ayaklanıyor eğer inanırsanız…
Kim bunlar? Kim yaptırıyor bunları? Baş yöneticisi kim bu işin?
Şu an Beşiktaş’ta çok büyük bir kalabalık Taksim’e doğru yürüyormuş. Ateşler yakılmış. Polis su sıkıyor. Herkes dışardaymış. Yarın daha büyük eylemler yapılacakmış…
CHP şarkıyı türküyü yasaklamış bugün. Tiyatrolar susmuş. DİSK adlı bir sendika varmış meğer ülkemizde. Genel sekreteri Arzu Çerkezoğlu, canlı yayına bağlanıp yarınki eylemlerine insan çağırıyordu. Bütün Türkiye’de 12’de iş bırakacaklar, ayağa kalkacaklar, Berkin’i uğurlayacaklarmış… Melda Onur CHP vekiliymiş, ağlamış. Ağla ağla da canına kıyılan herkese, hiç ayırmadan ağla be vekilim! Sendikacıyım diyenler, saygı duruşunu da önce vatan için canına kıyılan şehidimiz, bir askerimiz için yapaydınız, örnek olaydınız! Niye böyle bir eylem, onlarca askerimizin bir anda öldürüldüğünde, mayından ölen çoban çocuklarında, katledilen korucu çocuklarında, yakılan kızlarda, kurşunlanan bebelerde gösterilmedi?
Türkçeyle oynarlarken, Türk Ulusu’nun yüreği, beyni, canı Türkçeye kıyılırken neredeydi üniversiteliler? Şimdi polisle “oyunculuk” oynarken, konu mankeni edilirken acınacak durumdasınız!
Yazık ediliyor ülkemize… Gözü dönmüşlerin eli her yerde…
Kantarın topuzu kaçtı.
Ya vur deyince öldürüyoruz! Ya duymazdan bilmezden geliyoruz…
Yoksa yalama olmadık da, olmuş gibi mi yapıyorduk çaktırmadan… Yalnızca algımızı mı tutsak ettiler?
Yalama olan, iyi bir eğitimle düzelebilir.
Algısı tutsak edilen, kendini kullandıran da düzelir mi ki?
İkiyüzlülerle nereye?
Feza Tiryaki, 12 Mart 2014