Yeni Enerji Jeopolitiği / Cem GÜRDENİZ

Kitapları bu bölümde tanıtabilirsiniz.

Yeni Enerji Jeopolitiği / Cem GÜRDENİZ

İletigönderen Balasagun » Cum Mar 14, 2014 11:34

Yeni Enerji Jeopolitiği

Resimİkinci Dünya Savaşı’nın sonundan, Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989 yılına kadar yaklaşık yarım asır süren küresel güvenlik dengesinin ortadan kalkmasının artçı şokları, 11 Eylül sonrası çok daha büyük fay kırılmalarını tetiklemişti. Bu karmaşada asıl neden ekonomikti. Birçok akademisyen, ABD’nin Afganistan ve Irak müdahalelerinin nedenleri arasında azalan hidrokarbon kaynakları ve ABD’nin küresel enerji ekonomisini kontrol etme ihtirasının önemli rol oynadığını savundu. Sorun, küreselleşme sayesinde bir yandan tüketim körüklenirken, diğer yandan başta enerji, su ve gıda kaynakları [1]  olmak üzere küresel kaynakların tükenişinin kontrol dışına çıkmasıydı. Bu kaynaklar emperyal güçlerin kontrolü altında tüketilmeliydi.

Soğuk Savaş esnasında Doğu Bloku’nda asgari tüketim seviyesinde hayatını idame eden birkaç yüz milyona yakın iki nesil, Berlin Duvarı’nın molozları ardında, tüketimin din kadar etkili olduğu liberal/kapitalist sistemle tanıştı. Asya Pasifik bölgesinde Çin [2]  ve Hindistan’ın uyanışı daha görkemli oldu. Toplam nüfusları 3 milyara yaklaşan bu iki devletin, tüketim kervanına katılması ile Soğuk Savaş’ın dengeli üreten ve tüketen dünyasının yerini, yeni üretim ve tüketim merkezlerinin her geçen gün çoğaldığı bir dünya aldı. Sorun, endüstriyel medeniyetin kontrol dışına çıkmasıydı. Bu alanda en çok dikkat çeken, endüstriyel medeniyetin vazgeçilmez unsuru olan petroldü. Kısaca petrol azalıyordu. Türkiye’nin de üye olduğu Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) 2000’li yıllarda yaptığı çalışmalarında 2030 yılına kadar dünya enerji talebinin %45 artacağı tahmin ediliyordu. 2009 yılında 85 milyon varil civarında olan günlük tüketim 2030 yılında 106 milyon varile yükselecekti. Bu yükselişte en büyük pay OECD dışı Çin, Hindistan ve Ortadoğu ülkelerine aitti. Sorun bu açığın ne şekilde kapatılacağıydı.

IEA’ya göre bu açığı kapamak için bugünün şartlarında yedi Suudi Arabistan’a ve yaklaşık 16,2 trilyon dolarlık yatırıma ihtiyaç var. Diğer taraftan halen Ortadoğu’nun ispat edilmiş ham petrol rezervleri 742, Rusya’nın 80, Hazar havzasının 48 milyar varil civarında. Ülke bazında Suudi Arabistan tek başına 266, İran 136, Irak 115 ve Libya 46 milyar varil petrole sahip.

Başta elektrik üretimi ve konutlarda kullanılan doğalgazda ise durum daha farklıydı. Yeni yüzyıl başında Ortadoğu’da 74, Rusya’da 48, Hazar havzasında 9 trilyon m3 rezerv mevcuttu. Bu şartlar altında küresel ekonominin yaşam enerjisinin kaynaklarının ezici çoğunluğunun Ortadoğu bölgesinde olması ve 2030 yılına kadar arz talep dengesinin olağanüstü boyutlarda değişeceği gerçeklerinin örtüşmesi, başta ABD olmak üzere küresel güçlerin bölgeye hangi gözlükle baktığını ortaya koyuyor.

Özellikle dünyanın en büyük doğalgaz pazarlarından birisi olan Avrupa’nın beslenmesi, bazı Amerikalı düşünce kuruluşlarına göre 21. yüzyılın yeni “Büyük Oyun”u [3]  olacak. Bu değerlendirmelere göre, Türkiye de özellikle doğu-batı ekseninde uzanan coğrafyası nedeniyle Avrupa-Atlantik yapının tercih ettiği enerji transit ülkesi konumuna dönüşmüş durumda.

Kömür ve petrol yüz milyonlarca yıl içinde oluştu. 10 bin yıl öncesinden bu yana yerkürede medeniyet kuranlar bilmeden ve kullanmadan her iki kaynağı son 250 yıl içinde yaşayacak büyük büyük torunlarına miras bıraktılar. ABD başta olmak üzere, küresel güçler bu mirasın bir gün biteceğini, bir kez bitti mi geri gelmeyeceğini de biliyorlar. O nedenle “Kaynaklar tükendiğinde ne olacak?” sorusunun cevabı bugün yaşanan siyasi mücadele ve paylaşım kavgasının da anahtarı oluyor. Infinity’s Rainbow isimli kitabında Amerikalı araştırmacı Michael Byron bu konuyu son derece eleştirel bir görüşle değerlendirmiş. Byron şöyle yazıyor: [4] 

“Halen yüksek enerji tüketen endüstri, bu gezegende yeni bir enerji kaynağı bulunana kadar bir kez yaşanabilecek bir tecrübe. Bugün hidrokarbon enerji kaynakları endüstrilerin, araba, gemi ve uçakların asıl enerji kaynağı ve evlerimizin ve işyerlerimizin ana ısıtma aracı olmaya devam ediyor. Diğer yandan tarımda kullanılan gübreler de hidrokarbon kaynaklarını kullanıyor. Tarım o kadar hidrokarbon yoğun bir duruma geldi ki, gıdada yaratılan her bir kalori için, yerine bir daha koyamayacağımız on kalorilik hidrokarbon kaynağı harcanıyor. Biz aslında hidrokarbon enerjisi yiyiyoruz.

“Buna paralel olarak, hidrokarbon enerji tüketimi sonucunda sera gazları artıyor ve küresel ısınma yüzünden iklim dengeleri de altüst oluyor. Bilimsel tahminlere göre hidrokarbon enerji kaynaklarını hızla tüketiyor ve artık tükeniş dönemine geçiyoruz. Bu noktada bugüne kadar tüketilen miktara eşit miktarda kaynak kalıyor. Yakın gelecekte artık bir önceki yıla nazaran daha az petrol, daha az benzin ve petrol türevlerinin üretildiği bir döneme gireceğiz. Bu duruma petrolcüler zirve petrolü adını veriyorlar. Söz konusu durum küresel petrol ihtiyacının senede %2 oranında artması ve Çin ile Hindistan gibi kalabalık devletlerin süratle endüstri toplumuna dönüştüğü bir dönemde ortaya çıkıyor.

“Talepteki artış hızı o kadar süratli ki, bunun gezegenimizin barış ve dengesine yönelik ciddi sonuçları olacak. Aynı durum doğalgaz için de geçerli. Sadece on yıl sonra doğalgaz da inişe geçecek. Dünyada kömür rezervlerinin çok olduğu bir gerçek. ABD bu konuda en zengin ülke. Ancak kömür petrolün yerini pek çok alanda tutmuyor. Yoğun kullanım ile birkaç on yıl sonra o da bitmeye mahkûm. Ayrıca küresel ısınmayı hidrokarbonlar arasında en çok zorlayan, en kirli yakacak da kömür. Diğer yandan ABD’deki politik sistem, ekonomi politikasını hidrokarbon enerjilerine dayamış muazzam kâr eden çokuluslu şirketlerin etkisi altında. Bu şirketlerin hükümetler üzerindeki etkisi asla küçümsenemez. Unutulmamalıdır ki, bu şirketlerin hükümetlere etkisi insanlığın çıkarlarını yükseltmek için değil kârlarını yükseltmek içindir. Bu nedenle hükümetler büyüyen ve adi çözüm bekleyen bu sorunun çözümünün değil, sorunun büyük bir parçası haline gelmiştir.”

Byron’un değerlendirmelerine eklenecek bir husus, dünyanın bilinen ve ispat edilmiş ham petrol rezervlerinin %74’ü, aslan payı ile Türkiye’nin etrafındaki coğrafyadadır. ABD’nin bazı kaynaklara göre bilinen rezervler çerçevesinde anavatanındaki hidrokarbon kaynaklan petrol için 11 yıl, doğalgaz için ise dokuz yıl yetecek seviyededir. [5]  Ancak ABD’de varlığı yıllardır bilinen ancak kullanılabilmesi için teknolojinin yeni geliştirildiği kaya gazı (shale gas) potansiyeli dünyanın en zengin rezervleri arasındadır. Bu kaynaklar tam kapasite ile kullanıldığı takdirde ABD’nin 21. yüzyılda enerji ithal eden değil enerji ihraç eden bir ülke olacağı beyan ediliyor. Ancak kaya gazı çıkarılmasının çevreye ve atmosfere verdiği büyük zararlar [6]  nedeniyle bu durumun kısa bir süre içinde gerçekleşmesi beklenmiyor.

Diğer taraftan, eriyen buzullar nedeniyle çıkarılması olanaklı hale gelen ve dünya rezervlerinin %30’una yakın bir potansiyele sahip olduğu iddia edilen Arktik (Kuzey Buz) Okyanusu da önemli çıkar çatışma alanına dönüşmektedir.

Rusya Başbakanı Medvedev Arktik Okyanusu’nun 2020 yılı itibarıyla Rusya’nın “Ana Stratejik Kaynak Üssü” olabileceğini ifade etmiştir. Bu enerji yatağına sınırı olan ABD, Kanada, Norveç ve Danimarka gibi devletler de bu paylaşımdan şüphesiz pay alma mücadelesine girmiştir. Bölgede yürürlükte olan 1920 tarihli Svalbard Antlaşması Arktik Okyanusu’na nüfuz etmek isteyen ülkeler için önemli bir enstrüman. [7]  Bu bölge sadece büyük denizci devletler değil, Svalbard Antlaşmasına taraf olan tüm ülkelerin gelecekte çıkar çekişmesine neden olabilecek potansiyele sahip. ABD eski başkam George Bush tarafından yayımlanan ulusal güvenlik direktifinde, “ABD’nin askeri ve ticari gemilerinin Arktik Okyanusu’ndaki seyir serbestisinin korunmasına yönelik” metin [8]  de Arktik Okyanusu’nun yeni çıkar çatışmalarına gebe olacağını ve bölge devletlerinin yeni gözdesinin kuzey suları olduğunu göstermektedir.

Enerji olmadan jeopolitik oyuncu olunamıyor. Küresel güç olmanın temel unsuru da, aynen deniz ticaret rotaları ve deniz düğüm noktaları kontrolünde olduğu gibi enerjiyi kaynağından itibaren kontrol altında tutabilmeye dayanıyor. Enerjiyi kontrol eden güç, yükselen güçleri kontrol edebilir, örneğin, Çin günde sekiz milyon varile yakın petrol tüketiyor ve bunun %80’i deniz yolu ile ithal ediliyor. Dolayısıyla ABD ve diğer güçler, enerjiyi kontrol edebilmek için Ortadoğu’yu kontrol etme mücadelesi veriyorlar. ABD savunma bütçesinin dünya savunma bütçeleri toplamının yüzde 40’ı olan 650 milyar dolar olması, 60 ülkede 800 üs bulundurması, 11 uçak gemisi grubu ile Tomahawk füzesi taşıyan onlarca muhrip, kruvazör ve nükleer hücum denizaltılarının dünya okyanuslarının her tarafında yayılmış olmalarının temelinde yatan gerekçe budur. Bu arada bir yan etki olarak da Amerikan dolan enerji ticaretinin ana para birimi olmaya ve Amerikan ekonomisi batsa bile dolar dünyayı yönetmeye devam ediyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda Alman orduları sadece çılgın bir liderin kötü kararlarına yenik düşmedi; petrolsüzlüğe de yenik düştü. Japonya’yı aynı savaşta yok olacaklarını bildikleri halde ABD’ye saldırmaya iten temel neden petrol ambargosu idi. 1956 Süveyş Krizi’nde İngiltere’yi dünya kamuoyunda küçük düşürten ve ABD’yi, artık Batı’nın tartışmasız tek lideri konumuna sokan, İngiltere’nin enerjide dışa bağımlı olmasıydı.

Yaşadığımız dönemde bırakalım karasal kaynakları deniz dibi petrol kaynaklarının varlığı bile binlerce kilometre kare topraktan çok daha kıymetli. Norveç 1969 Noeli’nde, Kuzey Denizi’nde bulduğu zengin petrol kaynakları sayesinde refah sıçraması yaparak dünyanın en zengin ülkeleri arasına girebilmişti.

Bugün bizler, 2010 yılındaki Balyoz tertibine kadar denizlerden temin edilecek enerji kaynaklarını çocuklarımız ve torunlarımız için korumuyor muyduk? Ege’deki, Doğu Akdeniz’deki bilek güreşinin temelinde bu gerçek yatmıyor mu? 2010 yılından itibaren sahte delillere dayanan, sözde Balyoz davası ile Cumhuriyet döneminin en büyük amiral tasfiyesinin yapılmasının arkasındaki temel neden, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları değil mi? Özellikle Cumhuriyet Donanması’na 2009 yılından sonra çeşitli davalar üzerinden uygulanan asimetrik psikolojik harp ve hukuk saldırılarının asıl hedefi, onu ulusal çıkar odaklı bir güçten, emperyal güçlerin ileri karakol ve tören donanmasına dönüştürmek değil mi?

21. yüzyılda petrolün yanma eklenen doğalgazda öne çıkan aktörlerden birisi şüphesiz Rusya Federasyonu. 82 yıllık kapasiteyle bu ülke, doğalgazın Suudi Arabistan’ı sayılabilecek zenginliğe sahip. Rusya Federasyonu doğalgazda 48 trilyon m3 ispatlanmış rezervler ile 21. yüzyılın doğalgazdaki bir numaralı kaynak ülkesi oldu.

Günümüzde Ruslar doğalgazı stratejik bir silah gibi kullanmakta, önce ülkeleri kendi gazına bağımlı hale getirmekte daha sonra vanaları politik, ekonomik ve stratejik çıkarları ekseninde açmakta, kısmakta ya da kapamaktadır. Bu kapsamda Ukrayna ve Gürcistan gibi yakın çevre kuşaktaki ülkeler, Rus gazına tam bağımlı hale geldiğinden, iktidarların Rusya’ya muhalif politikalar uygulaması halinde, anında cezalandırma operasyonları başlatılmaktadır.

Rus doğalgaz devi Gazprom [9]  artık Rusya’nın yakın çevresindeki ülkelerde caydırıcı Rus gücünün simgesi oldu. Diğer bir deyişle Kızıl Ordu’nun yerini aldı. Gazprom ile elektrik ve enerji devi UES şirketleri artık Avrasya coğrafyasının en güçlü enerji aktörleri oldular. Gazprom dünya rezervlerinin üçte birine sahip. 2006 yılında G-8 dönem başkanlığını üstlenen Putin, bundan sonra Rusya’nın ana güç enstrümanının silahlar değil, enerji olacağını açıkça beyan etmişti. Genelde elektrik üretiminde kullanıldığı için doğalgaz gelecekte petrol, kömür ve özellikle nükleer santrallerin yerini alacak. Toplam 28 ülkeye doğalgaz ihraç eden Gazprom 2004 yılında toplam 590 milyar m3 (BCM) gaz üretmişti. [10] 

Diğer taraftan 1998 yılında varili on dolar olan petrol fiyatlan, her sene artarak 2008 yılına kadar 150 dolar sınırını aşınca, doğalgaz ile birlikte enerji sektörünün Rusya Federasyonu’nun milli gelirindeki payı %25’lere çıktı. Kömürde dünya ikincisi olan Rusya Federasyonu ayrıca petrolde 72 milyar varil kapasite ile dünya yedincisiydi. [11]  Her ne kadar rezervler açısından dünya yedincisi olsa da, ham petrol üretimi ve ihracatında Suudi Arabistan’dan sonra dünya ikincisi durumunda. Tüm rezervler kullanılırsa IEA, Rus petrolüne 21 yıl ömür biçiyor. Bu süre Ortadoğu için 82 yıl. Bu arada ABD ve Çin’den sonra dünyada en çok enerji tüketen üçüncü ülke olduğu da göz önünde bulundurulmalı.

Dolayısı ile Rusya Federasyonu 21. yüzyıla dünyanın en büyük kara parçasına sahip, nükleer bir güç olmaktan öte gerçek anlamda dünya dengelerini altüst edebilecek bir enerji devi olarak girdi. Rusya’da enerji sektörü Yeltsin döneminde başlatılan özelleştirmeden az etkilenmiş, özellikle toplam uzunluğu 60 bin kilometreyi bulan petrol ve 153 bin kilometrelik doğalgaz boru hatları özelleştirilmemişti. Bu durum Kremlin’e enerjiyi, özellikle doğalgazı siyasi güç olarak kullanma seçeneğini sunmuştu. Rusya Federasyonu 2011 yılında petrol ihracından 263 milyar dolar, doğalgazdan ise 63 milyar dolar gelir elde etti. [12] 

2020 yılında doğalgaz ihtiyacının %70’ini ithalat ile karşılayacak olan AB ülkeleri bugün, bu ihtiyacın %26’sını Rus gazı ile karşılamaktadır. Batı ekonomileri, 15-20 yıl içinde tükenecek Kuzey Denizi petrollerinin kaybım dengeleyecek kaynak olarak Rusya Federasyonu ve Hazar havzası kaynaklarım görüyor. ABD, Rusya Federasyonu’nun petrol ve doğalgazdaki tekelini kırabilmek ve NATO ülkeleri başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin Rus petrolü ve gazına bağımlılığını azaltmak için alternatif boru hattı projelerini devreye soktu. Ancak Almanya ile Rusya Federasyonu arasındaki “Kuzey Akım Doğal Gaz Hattı” projesi bu gayretleri boşa çıkardı.

Rusya Federasyonu’nun Baltık sahilindeki Vyborg kasabasından, Almanya’nın Grefswald şehrine Baltık Denizi altında döşenen 1224 kilometrelik boru hattı ile Avrupa’ya yılda yaklaşık 30 milyar m3 doğalgaz götüren bu proje ile 2011 yılı sonundan itibaren Avrupa’da 25 milyon haneye doğalgaz, Almanya üzerinden verilmeye başlandı. Bu şekilde, halen %35 olan AB’nin Rus gazına bağımlılık ortalaması %50’lerin üzerine çıkıyor. Bu proje Almanya’nın konumunu güçlendirirken bugüne kadar Avrupa’ya sevk edilen doğalgaz üzerinde kilit rol oynayan Ukrayna’nın durumunuysa zayıflatıyor. Rus gazına AB ülkeleri içinde en çok bağımlı olan iki ülke %79 ile Yunanistan; %65 ile Avusturya.

2001 yılında Afganistan müdahalesi sonrası dönemde, ABD ile yakın işbirliğine giren Rusya Federasyonu’nun yeni bir Houston olacağına ve çoğunluğu Arap ülkelerinden oluşan OPEC’e alternatif yaratarak, Batı ekonomilerini Ortadoğu petrollerine bağımlılıktan kurtaracağına olan Amerikan inancı, 24 Mayıs 2002 tarihinde Başkan Bush ile Başkan Putin’in Moskova’da imzaladıkları Stratejik Enerji İşbirliği Antlaşması ile somutlaşmıştı.

Bu işbirliğinde, Kazak ve Azeri petrolleri ile Rus petrolü birleşince, OPEC’in tekel gücünün kırılabileceği düşünülmüştü. Bu kapsamda Yukos’un ABD’ye günde bir milyon varil ihracatı gerçekleştirebileceği ilan edilmişti. Ancak Rus enerji devi Yukos’un patronu Yahudi işadamı Khodorkovsky’nin Amerikan Rockefeller ailesine ait Exxon Mobil ve Chevron Texaco ile birleşme görüşmelerine başlarken 2003 yılı ortasında tutuklanması ile balayı sona ermiş, hatta Yukos’un Aralık 2004’te devletleştirilmesi ile büyük darbe yemişti.
Bu durum, enerji altyapısı için orta ve uzun vadede bir trilyon dolara ihtiyacı olan Rusya Federasyonu’nun, ülkeye yabancı sermaye çekmede önündeki en büyük engel olmaya devam edecek görünmektedir.

Rusya Federasyonu aslında Yugoslavya’dan farklı bir yapıda değil. Yüzlerce etnik kimliğe sahip bir uluslar topluluğu. Özellikle hidrokarbon kaynaklarının bulunduğu Çeçenistan ve Dağıstan gibi özerk yönetimlerin olduğu Kuzey Kafkasya bölgesinde durum oldukça hassas. Rusya’nın ayrıca ciddi nüfus sorunu var. Mevcut 140 milyon nüfusunun, 2050 yılında 100 milyona düşeceği tahmin ediliyor. Bu nüfusun yaklaşık %70’i Urallar’ın batısında yaşıyor, ancak yüzölçümünün de %70’i Urallar’ın doğusunda. Bu asimetriyi gelecekte düzeltmesi onu 21. yüzyılda süper lige taşıyabilecek. Diğer yandan ulusal gelirinin yarısından fazlası tamamen enerji ihracatına bağımlı. Savunma Sanayi ürünleri de bu gruba dahil edilebilir. Doğalgazda en az 80 yıllık rezervleri var ancak petrolde bu süre 20 yıl civarında. Dolayısıyla diğer alanlarda üretime dayalı ekonomik modele geçmesi kaçınılmaz görünüyor.

Diğer yandan, Çin ve Hindistan’ın enerji tüketiminin her sene tahminlerden öte katlanarak büyümesinin küresel enerji arzı ve güvenliği için oluşturduğu yeni tablo 21. yüzyılın jeopolitiğini belirleyecek.

Dipçe:
 [1]  Dünyada enerjide olduğu gibi ekilebilir toprakların dağılımında da bir asimetri söz konusu. Örneğin Çin, dünya nüfusunun %20’sine sahip iken, ekilebilir alanlar için payı sadece %8. Hindistan’ın durumu da Çin ile hemen hemen aynı. Bu nedenle Çin ve Hindistan diğer ülkelerde ekilebilir alanları ya satın alıyor ya da kiralıyor.
 [2]  2002 ile 2003 yılları arasında Çin’de otomobil artışı %70 oranında yaşandı. 8u dünya ekonomi tarihinde bir rekor oldu. 2005 yılında Çin günde 6,6 milyon varil petrol tüketti. Bu miktarın 2020’de 12,7 milyon varil olması bekleniyor. 2020 yılında Çin dünyada üretilen enerinin %17’sini tüketecek. (Kaynak: Kutay Karaca, Güç Olma Stratejisi: Çin, IQ Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 80).
 [3]  CFR Independent Task Force Report No: 69, s. 33.
 [4]  Michael E Byron, Infinity’s Rainbow: The Politics of Energy, Climate and Globalization, Algora Publishing, New York, 2006, s. 2-8.
 [5]  Kutay Karaca, Güç Olma Stratejisi: Çin. IQ Kültür Yayıncılık, Ocak 2008, s. 71.
 [6]  Kaya gazı yeryüzüne çıkarılırken önce rezervin bulunduğu katmana yüksek basınçlı su ve kimyasallar enjekte ediliyor. Daha sonra kabaca üç ay içinde kayalar kınlıyor ve kayagazı su ve kimyasallarla birlikte yeryüzüne çıkıyor. Bu işlemlerin çevreye zarar verdiği biliniyor.
 [7]  Bu okyanusta Kuzey Kutbu’na 1.000 km mesafede bulunan 62 bin km2 genişliğindeki Svalbard takımadaları Norveç’e bağlı. Kömür zengini bu adalarda 2.500 kişi yaşıyor. Bu adaların hukuki statüsünü belirleyen Svalbard Antlaşması 9 Şubat 1920 tarihinde imzalandı. Antlaşmaya Afganistan ve Suudi Arabistan bile tarafken Türkiye taraf değil. Bu antlaşmaya taraf olunmakla Svalbard Adaları’nın karasularına giriş ve oturma hakkı ile ticari ve endüstriyel madencilik faaliyetlerine katılma hakkı tanınıyor.
 [8]  Brzezinski, s. 117.
 [9]  Gazprom’un personeli 300 bin kişi. 153 bin km uzunluğunda dünyanın en uzun boru hatlarına ve toplam depolama kapasitesi 60 milyar m3 (BCM) olan yeraltı gaz depolarına sahip olan Gazprom devlet vergi gelirlerinin dörtte birini tek başına sağlamaktadır. Cenk Pala, “Ayı ile Dans: Kutsal Gazprom İmparatorluğu ve Türkiye”, Dördüncü Uluslararası Sempozyum Bildirileri, Güvenliğin Yeni Boyutları ve Uluslararası Örgütler, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2O07, s. 104.
 [10]  Age, s. 103.
 [11]  Age, s. 105.
 [12]  Ali Mercan, “Avrupa Rusya’nın Bağımlısı Oluyor”, Aydınlık, 6 Haziran 2012.


Cem GÜRDENİZ, “Hedefteki Donanma”, s. 256~263
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Kitap Tanıtımları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x