
Sık sık yazıyor, vurguluyorum. “Kopyacı aydınlarımız” vardır bizim. Çoğunlukla medyada, siyasette, üniversitelerde konuşlanmışlardır. Ülkemize büyük zararlar verir bunlar. Neden? Çünkü Batı’nın aydını kendi halkı için, kendi devleti için fikir üretir; kavram ortaya atar, teori ve politika geliştirir. Bizim kopyacılarımız ise, aşırmacılığa gider, bunları olduğu gibi alıp kendi toplumlarına itelemeye kalkışırlar. Bu kritik sorunumuz, doğal olarak başka yazarların da dikkatini çekmiştir, Attila İlhan örneğin… “Türk aydını Batı’nın mânevî ajanıdır” sözü ona aittir. Tabii bu tutumlarında menfaat sağlama kaygısının da payı vardır.
Son defa da iki yazarın, Cüneyt Ülsever ile M. Akpınar’ın yazılarında da benzer eleştirilere rastlayınca, konuya yeniden dönme ihtiyacı hissettim. Bundan önceki yazılarımdan birinden alıntı yaptıktan sonra, adı geçen yazarların makalelerinden[i] özetler sunacağım size.
I) Bizim çoğu “aydın”ımız, özellikle şu “solcu-liberal” diye bilinenler, sapına kadar kopyacı, sapına kadar aşırmacıdır. Serdar Turgut’un bu “Rokoko entelektüeller”i hakkında Soner Yalçın şu tespiti yapıyordu: Bizim “solcu-liberaller Osmanlı’daki Tercüme Odası’nda çalışan memurlara benzer. Fikir olarak ortaya attıkları sadece çeviridir, tercümedir. Bunlar New York Neo-Con’larının söylediklerini, yazdıklarını evirip çevirip yeniymiş, kendi görüşleriymiş gibi yazıp söylerler.”
Bu bizim en köklü sorunlarımızdan biridir, bizim şu Batı kopyacılığı hastalığımızdır. Biz Türkler Batı’dan bir şey alırken, gözü kapalı, kendi koşullarımızı hesaba katmadan, olduğu gibi alıyoruz. Uluorta bir bağlılık, kör bir biat söz konusu; “Batı ne düşünürse, ne derse, ne yazarsa doğrudur, ne yaparsa iyidir”, zihniyet ne yazık ki budur. Ancak hemen belirtmeliyim ki Batı ikidir, iki Batı vardır: Ben Batı derken, “Güzel Batı”nın hemen yanı başında duran “Çirkin Batı”yı kast ediyorum.
Evet, Batı; şu “Çirkin Batı”; hangi kavramı, hangi görüş veya teoriyi ileri sürmüşse, Türkiye’de -en başta üniversite hocaları olmak üzere- okumuşlar arasında gözü kapalı savunucuları, uygulayıcıları ortaya çıkmakta gecikmez. Örneğin, küreselleşme Batılı “bilim adamları”nın, tamamiyle Emperyalizm’in çıkarlarına uygun olarak oluşturdukları bir ideolojidir. Bir politika olarak “Vaşington Uzlaşması” da öyledir. Bizim sözde aydınlarımız sanki bilimin zorunlu bir ürünüymüş gibi gözü kapalı atlamışlardır bu “maksatlı fabrikasyonlar”ın üzerine.
Batı kopyacılığımızda demokrasi kavramının ayrı bir yeri vardır. Demokrasi elbette gerekli bir kurumdur, ancak bugün tatbik edildiği şekliyle Türkiye’nin koşullarına uygun değildir. Bu yüzden, bizden çok Batı’nın çıkarlarına hizmet etmektedir. Batı’nın, kendi çıkarlarına göre manipüle ettiğine inandığım bir kavram da “azınlık” kavramıdır. Bu kavramın içi; ABD’nin, Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinin (Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin) ihtiyaçlarına göre boşaltılıp yeniden dolduruluyor. Emperyalizmin uydurduğu, bizim yarı aydınların yine üzerine balıklama atladıkları bir diğer kavram da “çok-kültürlülük”tür, “mozaik” yutturmacasıdır. Emperyalizm bununla “farklılıkları ayrılıklar haline getirme”ye, bu yoldan da “Ulus Devlet”imizi zayıflatıp çökertmeye çalışmaktadır.
II) Gelelim şimdi iki yazarımızın yorumlarına. Önce Cüneyt Ülsever[ii]… Bu yazarın bizim solcu-liberaller hakkındaki nitelemesi hayli ilginç: Cukka Liberalleri!... Ülsever bunların paracı yönlerine dikkat çekiyor. Değerlendirmeleri şöyle:
AKP Hükümeti “Türk aydını”nın kaç paralık aydın olduğunu doğru çözmüştür. “Türk aydını”nın zaaflarını geçmiş hükümetler de kullanırlardı ama, hiçbiri bu hükümet kadar başarılı olamadı.
Sözüm İslamcı gelenekten gelen ve hâlâ 10 sene evvel giydiği ceketi giyenlere değil. Sözüm zamanında pratik çalışmalar ile Marksist olan, 80’li yıllarda Marksizm gözden düşmeye başlayınca kulaktan dolma bilgilerle liberalliğe devşirilen, “üç günlük dünyanın” tadını tattıktan sonra da “Para nerede ben oradayım!” şiarı ile “Gelen ağam giden paşam” politikalarını benimseyen “cukka liberalleri”nedir.
2002 senesinde iktidar olana kadar Recep Tayyip Erdoğan’dan öcüden korkan veletler gibi kaçan anlı şanlı Prof.’lar, duayen gazeteciler, mahdumlar, sonradan yetme taifesi, vb. küçük çıkarlar uğruna Hükümet’i son dönemde cansiperane savunmaya başladılar. Bunların çoğu, zannedilenin aksine, büyük ödemelerden ziyade Hazine’den (TMSF) ufak transfer paraları aldılar, Hükümetçi TV’lere, gazetelere sığındılar, hiç seyredilmeyen “devlet” (Cine-5) kanallarında program yaptılar, TRT’nin attığı ufak yemlere razı oldular. Kimileri de refikalarını belirli mevkilere getirerek paylarını aldı.
Hükümet yandaşı Hüsnü Mahalli bile “yalakalar” hakkında bakın neler yazıyor: “(1 Mart tezkeresi dönemi-CÜ) O sıralar ben AK Parti hükümetinin dış politikasını desteklerken, bazı ‘liberal demokrat gazeteci ve aydınlar’ bu politikalar ile alay ediyor, dalga geçiyor ve hakaret ediyordu. Bugünse bu kişilerin bazıları AK Parti’nin tüm politikalarına ‘arka çıkıyor’ ve karşılığında çok büyük maddi ve manevi çıkar sağlıyorlar.”
III) İkinci yazarımız, Sayın A. Metin Akpınar ise, “Sabah’ın liberal yazarlarının bir bölümünün sağlık durumu hiç iyi değil” diyerek başlıyor yazısına ve şöyle devam ediyor:
Kim mi bunlar? Engin Ardıç, Emre Aköz, Hasan Bülent Kahraman… Sadece Sabah’ta mı var böyle sağlıksız yazarlar? Hayır! Star’da, Hürriyet’te, Milliyet’te, Radikal’de, Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Taraf’ta bu tür yazarlardan bol miktarda var.
Bunların ortak özellikleri; Batılı yazarların, tarihçilerin, siyasetçilerin, ya da emekli CIA ajanlarının Türkiye hakkında yazdıkları her tezi Tanrı'nın emriymiş gibi doğru kabul edip var güçleriyle savunmaları,Türkiye’nin Batı dünyası ile çelişen her politikasıyla da dalga geçmeleridir. Bunu yaparken de, Türkiye’nin tezini savunanları, konu tarihse, “resmi tarihçi”; konu siyasetse veya ekonomiyse, “statükocu” olmakla suçlarlar.
Emperyal ülkeler kendi çıkarlarına uygun dış politika, ekonomi politikası uygular, tarihi de kendi emperyal çıkarlarına uygun olarak yorumlarlar. Bizim liberaller bu gerçeği bir türlü göremezler, ya da görmek istemezler. Bizim liberaller bütün bu olaylara (Mesela Ermeni tehciri, Kıbrıs meselesi, Kürt sorunu, Irak sorununa, … ) Batı’nın emperyal penceresinden bakarlar.
İstiklal Savaşı’nı, Batı bir türlü içine sindiremedi. Ne tuhaftır, bizim o dönemin liberalleri de sindirememiş, Kurtuluş Savaşı’nı sürekli aşağılamış, hatta önderlerinin idam edilmesini dahi istemişlerdir. Bugünkü liberaller de İstiklal Savaşı’nı küçümser, o savaşı yöneten önderleri halkın gözünden düşürmeye çalışırlar.
Eski CIA ajanı büyük düşünürler cemaatlerin denetiminde ılımlı İslam rejimini Türkiye için uygun görmüşler ya, artık bizim liberallere göre de Türkiye için en uygun rejim budur. Batı, Türkiye’yi dinlere ve ırklara göre bölmek mi istiyor, sabahtan akşama sadece dinler ve ırklar konuşulmalıdır. Sırası mıdır sömürüyü, yolsuzluğu, işsizliğe konuşmanın!...
Her olaya emperyal güçlerin gözlüğünden bakmak, son derece hastalıklı bir ruh halidir. Samimî olarak bunların ruh halini hiç iyi görmüyorum. Mehmet Altan her zaman söyler zaten: “Biz kendimiz bir şey yapamayız, bizi ancak AB adam eder” diye. Türkiye kurtulsun diye günde beş vakit küresel güçlere dua eder bunlar.
Hatırlarsınız, Mehmet Altan bir zamanlar AB üyesi Yunanistan’da adam başına düşen gelirin ne kadar yüksek olduğunu hatırlatır dururdu bize. Neymiş, AB üyeliği Yunanistan’ı abat etmiş, bizi de edecekmiş. Sadece Yunanistan değil, AB bütünüyle yerlerde sürünüyor şu günlerde.
Bizim liberallerin muzdarip olduğu hastalığın bir adı var aslında: Oryantalizm… Oryantalizm, Batı’nın Doğu’ya sadece kendi değerleriyle bakıp, onu yeniden şekillendirme, yani sömürgeleştirme disiplinidir.
***
Sıra yazımın sonucuna geldi.
Ey okur! medyamız, gazetelerimiz, TV kanallarımız, siyasetçilerimiz, bildiğin gibi değildir.
Dikkat et, hep aynı kişiler, hep aynı konular, hep aynı laflar…
Kendilerinden farklı düşünenleri birer birer susturdular.
Çirkin Batı yalnız hükümetten değil, bu yazarlardan da pek memnun…
-O Çirkin Batı ki Türkiye’yi parçalama planından asla vazgeçmedi-
Ellerini oğuşturarak, “Devam edin, devam edin” diyor.
Bu yüreklendirme, sana hiçbir şey anlatmıyor mu?
8 MAYIS 2010
Cihan DURA