
Alıştık, alıştırılıyoruz. Ne dense eyvallah. Ne yaparlarsa biraz aramızda “car car car…” O kadar.
Bu akıllar bu fikirler, imam okullarında okumuş, ezber eğitimle kafalarını doldurmuş, tarih bilmez, ilim bilmez, irfan bilmez insanların işi olamaz.
Bunun başında, hinoğlu hin bilirkişiler, dünyaya parmak atmış yöneticiler, araştırmacılar var. Bizi öldürmeye yemin etmiş, bu yolda her şeyi yapmaya hazır düşmanlarımız var.
Katilbaşı yargılanırken hiç unutmam, hep etrafıma sorardım, niye seviniyorsunuz, bunu katillikten yargılamıyorlar, cinayetlerini sormuyorlar, her bir cinayetine ömür boyu hapis vermiyorlar. Bunun suçunu ben anlayamadım, neden devlete karşı suçlardan yargılanıyor, neden adi suçları, caniliği konu edilmiyor?
Nedeni çıktı: “Devlete karşı suçlar affedilebilirmiş!” Bunu duyunca şaşırdınız mı? “Yok ebenin örekesi!” dediniz mi?
Eğer dedinizse bu sözü, bu söz artık ağzınızda sakızdır. İnanılmayacak ne varsa hepsi oluyor! Denmeyecek ne varsa hepsi deniyor!
Katilbaşının doğum günü her yerde kutlanacakmış. Terör suçsa, katillik suçsa, asker kanı, polis kanı, vatandaş kanı dökmek suçsa, bu suçları işleyeni değil kutlamak adını bile andırmazlar. Demek ki bizde, suç suç değil! Şaka yollu bunu kutlayan yazarlarımız var, caniye şakacı şakacı takılıyorlar.
Ne diyeceksiniz bunlara?
Olmayan suçlardan insanımız hapiste. Hem de ömür boyu hapisleri istenerek. Tek bir cinayet işlememişler, içerdeler, ömür boyu hapisten yargılanıyorlar.
Bir önceki Genel Kurmay Başkanı tutuklu yargılanıyor, teröristmiş.
Teröristler salıveriliyor, işe bakın hele, meğer onlar terörist değilmiş.
Bunlar şaka olsa gülün geçin. Acı yanı bunların hepsi doğru. Her gün bunların üstüne yenileri ekleniyor.
“Aaa! Deme!” “ Ne! Olamaz!” “ “Bak sen, doğru söyle!” “ Çüş! Bu kadar da değil!” “ Vay canına!” “ Aman Allahım!” “İşin ucunu kaçırmışlar!”
Kimi böyle söylüyor, şaşkınlıktan ağzını kapayamıyor, kimi öyle her denene, her olana kayıtsız, tepkisiz durup duruyor…
Elimizden çıkan çıkana, alınan alınana… Kimliğimizi, devletin özünü almaya kadar iş ilerledi… Kimse işi gizli saklı götürmüyor, korkacakları bir yasa, yaptırım kalmadı önlerinde.
En üste oturan, “Türklük önemli değildir”. demiş son olarak. Bir altındaki, “Ben Türk değilim.”demişti, ta ne zaman. Gürcü’ymüş… Avrupa’ya güvence vermiş, sevindirmiş, orada bir yemekte demiş önceki yıl: “Anayasanın Türklük vurgusu yapan ilk üç maddesine ihtiyaç kalmadı.”
Bunu diyen, partilerinin başkan yardımcısı: “Biz diyoruz ki BDP’ye (yani pkk’ya), gelin A. Öcalan’ın bütün fikirlerini Meclis’te söyleyin.”
Bu Öcalan dediği, belki bilmeyen vardır, duymayan vardır, bir yabancı okur da anlamaz ne değimizi, bu, Meclis’te fikirlerini söyleyin denilen kişi 54 binin katili olan katilbaşı. Ne, şaka, ne, eşek şakası. Fikir suçlusu, okumuş, bilge birinden söz ediliyor gibi geldi size değil mi? Bir iktidar partisinin başkan yardımcısı dediğine göre bilmediğimiz bir ilim adamları var, cezalı ama fikirleri ülke için önemli, böyle anlarsınız değil mi? Katilbaşından böyle söz edilmesine bir muz cumhuriyeti vatandaşı bile akıl sır erdiremez.
Erbakan için hazırlanan bir yasa varmış, o yasayla katilbaşını da eve alacaklarmış. Her denilen sonra olduğuna göre, bu iğrenç haber de gerçekleşebilir mi?
Vatan gazetesinin bir ulusalcı yazarı yazdı, bir sürü konu arasına şöyle sıkıştırıvermiş, sanırsınız küçük bir dedikodu yazıyor. Dediğini başka bir ülkede diyecekler, örneğin Yunanistan’da Yunan’a diyecek biri, ülkeleri yerinden oynar. Kıyamet kopar.
“Bu anlayışın, devletimizi yıkıp yerine kuracağı (karnında Barzani’nin piçini taşıyacak, kırk yamalı bohça şeyin) sözde devletin adı belliymiş. “Anadolu Birleşik Devletleri “ diyeceklermiş, ağababaları Amerika’dan esinlenerek.
Ulus adı, kimliği olmayanın, dili de Türkçe,Türklerin dili olmaz değil mi? O zaman keyifler tam keka…Trakya, İstanbul için de bir bildikleri varmış… Zamanı gelince öğrenirmişiz.
Hem farkında değil misiniz iktidarın İstanbul’a taşınma, orayı başkent yapma çığlıkları çoktan kesildi. Oradan ellerini eteklerini çektirdiler büyükleri. Sessiz sedasız Ankara’da saray yaptırıyorlar Atatürk’ün ulusa armağan ettiği, ulusun çiftliğinde. Binlerce ağacı keserek, doğayı bozarak, taşa, betona çevirerek…
Bilim adamları, millîyetçilik üzerine araştırma yapmış, sonuç şuymuş: Millîyetçilik, bir ulusa ait olma duygusu, vatanını ulusunu sevme, öğretilen bir duyguymuş. Bu duygu, ulusal bayram kutlamalarıyla, ders kitaplarındaki anlatımla, şiirle, yazıyla, resimle, sinemayla, tiyatroyla desteklenir, sık sık tazelenirmiş. Eğer böyle yapılmazsa unutulur gider, yetişen gençlik bu duyguları bilmeden ot gibi büyürmüş. Kim kullanırsa kendini onun uşağı olurmuş. Yayılmacı ülkelerin emrine giren, paranın satın alacağı, onursuz biri durumuna düşermiş.
Bizde bayramları kaldırmalarının ana nedeni bu olmalı. Ders kitaplarını değiştirmelerinin, “Millî Güvenlik” dersini kaldırmalarının, “Kurtuluş Savaşı” müzesindeki “Kurtuluş Savaşı” adının kaldırılmasının, önce Ziraat Bankası’nın sonra Sağlık Bakanlığına bağlı kurumların adındaki Türkiye Cumhuriyeti (TC) simgesinin kaldırılmasının, Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiirinin bile birilerinin bir yerlerine batmasının, bayrağa kadar dil uzatılmasının nedeni hep bizi kimliksiz yapmak…
Televizyonda bir izlencede “Kelime Oyunu” yarışması var. Sorulan soruya harf alarak yanıt verebiliyorsun. Her aldığın harf ama sana puan kaybettiriyor.
Bu yarışmada üniversiteli bir kızımız yarışıyordu geçen akşam: Gülsevin. Beyazlar giyinmiş, beyaz yüzlü, gözlerinin içi gülen, kelebek gibi güzel bir kız. Sorularda yabancı dilden gelen “Hologram”ı bile biliyor. Tıkır tıkır her soruya yanıt veriyor. Soru:
“Atatürk ilkelerinin birlik beraberlik ve ortak amaç bilinciyle ilgili olanı?”
Sunucu, Atatürk ilkelerinden birini soruyor.Yanıt dokuz harfli olacak. Dokuz boş kare ortada duruyor. Yarışmacının düğmeye bastıktan sonra otuz saniye daha süresi var. Doğru yanıtı bulana kadar istediği kadar sözü söyleyebilir. Doğruyu dediği anda, dediği söz karelere yazılır, puan alır.
Bu dünyalar güzeli kızımız, tek bir yanıt verebildi, o da kekeliyerek, ağzının içinde döndürerek: “Ülkücülük.” “Yok değil dendi, sayın Atatürk ilkelerini, hepsi altı tanedir bunların, dendi. Dokuz harflisini deyin, tamam, dendi.
İnanır mısınız tek bir tanesini bile sayamadı, bekledi öyle kaldı, doğru yanıt “Halkçılık” oraya yazılana kadar.
Yüksek öğretimde, “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi” dersi zorunlu dersti, okutulurdu. Her Türk genci tarihini, geçmişini, ulusunun değişmez yasalarını bilirdi. Şimdi boş boş bakınılıyor. İnanmak zor ama geldiğimiz nokta böyle. “Laiklik” ilkesiyle yetişmiş, “Cumhuriyetçilik” ilkesinin nimetlerinden yararlanmış, “Millîyetçilik” ilkesiyle, “Ne Mutlu Türküm Diyene!” diyerek, kendi kimliğine, diline, örfüne sahip olmuş, devlet halk içindir diyen “Hakçılık” ilkesiyle vatandaş olmuş, “Devletçilik” ilkesiyle ülkesi ekonomik dengeyi sağlamış, refaha erişmiş, bağımsız duruşunu korumuş, “Devrimcilik”le (inkılapçılık) ülkesi çağdaş uygarlık seviyesine erişmiş, kendisi çağdaş birey olarak yetişmiş bir Türk çocuğu, Türk’ü Türk yapan, Türkiye’ye Türkiye dedirten ilkeleri bilmiyor.
Yeraltında , devletine kinle nefretle doldurularak yetişenlere kızmayın. Kendi yetiştirdiklerimize bakalım.
Başımıza sarılan belâdan kurtulmak istiyorsak, şaşmayı, şaşılacakları birbirimize saymayı en önemli işimiz saymayalım.
Ortaya saçılan insan görünüşlü, içleri Türk ulusunu yoketmeye yeminli hainleri, halkımızdan bir güzel ayıralım. Bilmeyene, kapılarını çalarak bıkmadan usanmadan bunları anlatalım.
Nerede terör örgütü sevicisi, Kürt ırkçılığı yapan, devletine, değerlerine söven, kandırıcı, ulusuna yabancı, Yahudiliğe, Amerika’ya göbeğinden bağlı, onların isteklerini yerine getirmeye yeminli azılı vatan haini varsa, böyle kim varsa toplamışlar. Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Padişah Hükümetinin kurdurduğu heyet (Heyet-i Nasiha)gibi, işgali benimsetmek, direnişi kırmak için,Yahudi simgesi bir sayıyla, yedili gruplarla vatana dağılacaklarmış. Gelin direnmeyin, teröriste teslim olun, onların dediklerini yapın, devletçiklere bölünmeye, Cumhuriyeti yıktırmaya razı gelin diyeceklermiş…
Bunlar, yıllarca sinemada, televizyon ekranında, sahnelerde bol bol göründüler; başka seçenek olmadığı için, toplum bunlarla aldatıldığı için, hep bunlar öne sürüldüğü, desteklendiği için, mecburen ulusun gözünde gönlünde yer aldılar… Şimdi aldıkları emirle, film çevirir gibi o sahte buğulu bilmem neli seslerini, alışılan görüntülerini ama yılların harabeye çevirdiği yaşlı- çökmüş, acınası gövdelerini kullanarak vatandaşı kandıracaklar.
Alıştık, alıştırılıyoruz…
Daha bu sabahın haberi: “ Bu işin sonu ne olacak?”
Hangi işin mi? Uludere kaçakçılarının işi. 120 katırla kaçakçılığa çıkmışlar. Dönüşte asker engel çıkarmış. Sonunda BDP (pkk) ile anlaşılmış, asker o bölgeden çekilmiş, sınır boşaltılmış. Kaçakçılar kaçak petrolleriyle, katır yükü varilleriyle evlerine rahat rahat gitmişler. Devlet yok olmuş, çadır devleti devletin yerini almış.
Akıllı adam seçilen Mahçupyan adlı kişi, pkk’ya, sakın silah bırakmayın diye akıl veren kişiymiş.
Maraş’a askerî kışlaya Alman, bayrağını çekmiş.
Bir reklam gördüm demin:
“Tüylere by by desene.” Utanmasalar veya herkes İngilizce anlasa Türkçeyi çoktan bırakacaklar. Bunlara ancak bir yasa gücü karşı koyabilir. Ama nerede Türkçeyi seven, ulusunun dilini seven?
Hürriyet’te bir kadın yazar(!) köşe yazısında yazmış:
Dört kocası olsaymış… Hepsi uzun boylu ve fit olsunmuş. Kendisi için: “Ben uzun boylu ve fitimdir!” diye yazmış. Benim bildiğim fit, araya fit sokmaktan, fitneden gelen bir sözdür. Kışkırtma anlamında. Bunlarınki neceyse? Yazdığı konu ise evlere şenlik. Denecek söz yok!
Danimarka, Türkiye’nin yapmadığını, yapamadığını oradaki teröristlere yapmış. Kürtçü orada yargılanıyormuş. Anadilde -Kürtçe(!)- tercüman istemiş. Savcı ise hakimle birlikte,Türkçe tercüman verdirmiş, şöyle yüklenmiş bu yalancılara:
“Avukatınızla Türkçe konuşuyorsunuz. Köşe yazılarınızı Türkçe yazıyorsunuz. Aranızda Türkçe anlaşıyorsunuz. Sizin diliniz Türkçe. Türkçe tercüman kullanabilirsiniz yalnızca.”
Bizdeki kürtçülerin Kürtçe(?) bilmemesi, aralarında Türkçeyle anlaştıkları gibi. Kürtçe bilmeyen katilbaşı:
“Bir damla kan akmasın!” mesajı yayınlamışmış bugün…
Önceki kanlarının hesabını soran yok; bir katilden barış meleği yaratılmak isteniyor ya, ulus bir tuzağa çekiliyor, vatanı elinden masa başında alınıyor ya, artık neye şaşacaksınız…
Tepkisiz duranlara mı? Alıştırmaya çıkan onlarca seçilmiş yılana çıyana mı? Vatan millet düşmanlarının sesinin bu kadar gürleşmesine mi? Neye?
“Yok ebenin örekesi”ne geldik dayandık.
Sessiz çoğunluk yanımızda.
Yeni umacılar kafalara girmeden, ayınanı yeniden uyutmadan bu şerefsizler, 8 Nisan’da yollara düşelim mi?
Kapıları tek tek çalalım mı?
Feza Tiryaki, 4 Nisan 2013