YÖK MÜ, YOK MU?
Suay Karaman

ABD yönetiminin, 12 Eylül 1980 darbesini yapan kuvvet komutanlarından ufak bir istekleri olmuştu: “Darbeyi yaparsanız yeni rejimi hemen tanırız. Ancak darbeden sonra sizden bazı kişileri değerlendirmenizi istiyoruz. Bunlar; Başbakanlık müsteşarı Turgut Özal ile Hacettepe Üniversitesi eski rektörü İhsan Doğramacı’dır.” Bu istek hemen yerine getirildi; Turgut Özal başbakan yardımcısı yapıldı, İhsan Doğramacı ise 12 Eylül rejimi tarafından kurulan Yükseköğretim Kurulu’nun başına getirildi.
Üniversitelerle ilgili olarak 1933, 1946 ve 1960 yılında çıkarılan ve hepsinin adı “Üniversiteler Kanunu” olan yasa, 1981 yılında Yüksek Öğretim Kanunu olarak değiştirildi. 12 Eylül faşizminin 6 Kasım 1981 tarihinde çıkardığı yeni yasa ve kurduğu YÖK kurumu ile birlikte İhsan Doğramacı’nın üstün çabalarıyla, YÖK diye diye çağdaş ve özerk üniversite yok edildi. Çıkarılan bu YÖK yasası, Ocak 1981 tarihinde Şili’deki faşist cuntanın çıkardığı yasanın kötü bir kopyasıdır. Şili’de yaşananların hemen hemen aynısı, hatta fazlası, Türkiye üniversitelerinde yaşanmıştır. YÖK yasasıyla birlikte üniversitelerde toplu tasfiyeler başlamış, öğrencilere disiplin cezaları verilmiştir. Özerklik tamamen ortadan kaldırılmış, yöneticiler atamayla gelmiştir. Üniversite harçları arttırılmış ve eğitimin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Okutulacak dersleri ve programları YÖK belirlemiş, sakıncalı bulduğu kitaplara yasak getirmiştir. Üniversitelerde suskunluk ve korku hüküm sürmeye başlamıştır. YÖK yasasındaki çok anti demokratik hükümlerin bazıları, aradan geçen 29 yılda ayıklanmıştır ama hala yasanın özü korunmaktadır.
YÖK’ün 59. maddesine göre, öğretim elemanlarının dernek kurmaları ve kurulmuş derneklere üye olmaları yasaklanmıştır. Bu derneklere üye olmaları da, rektörün iznine bağlanmıştır. Ancak aynı üniversitede akademisyen dışında devlet memuru olarak çalışanlar için böyle bir yasak yoktur. Bu uygulama Şili’deki yasada bile yoktur ve dünya bilim tarihinde bir ilktir. Bu madde ancak on altı yıl sonra kaldırılabilmiştir.
Başbakanlık tarafından 4 Şubat 1983 tarihinde Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’na gönderilen “çok gizli” bir yazıyla, üniversitelere alınacak akademik personel için “başbakanlık kanalıyla güvenlik soruşturması yaptırılması” gerekli görülmüştür. Bu yazıyla faşizm üniversitelerde tam anlamıyla açığa çıkmıştır.
1994 yılında Erciyes Üniversitesi’nin açılışını Diyanet İşleri Başkanı yapmış ve şunları söylemiştir: “İlim ve akıl, dini teyit eder. İlmi öğrenin, yayın; gizleyip günaha girmeyin.” Gelinen bu nokta bilimi ve üniversiteyi derinden yaralamış, küçük düşürmüştür.
YÖK’ün 1982-1987 yılları arasında ODTÜ Rektörü olarak atadığı Prof. Dr. Mehmet Gönlübol, 23 Ocak 1990 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yazdığı “Özgün Değil, Özgür Üniversite” başlıklı makalesinde şu görüşlere yer vermiştir: “Türkiye’de çoğunluk, YÖK gibi bir kurumun varlığına değil, YÖK’ün çalışma biçimine, yaptıklarına veya yapamadıklarına karşıdır. Eğer YÖK sistemi değiştirilmek isteniyorsa, ilk yapılması gereken, sistemi şimdiki keyfi yönetimden kurtarmaktır… YÖK sisteminde üniversitelerde ‘bilim’ ile doğrudan ilgili konular daima ikinci, hatta üçüncü plana itilmiştir… Ülkedeki tüm üniversiteleri ‘okullaştırdıktan’, öğretim üyelerini ders verme makinelerine dönüştürdükten sonra, devlet bütçesinden destekli, ‘sözde özel’ bir üniversiteyle (Bilkent Üniversitesi), bilimin kalitesini yükseltmeye çalışmak, en hafif bir deyişle, kişilerin kaprisine tüm üniversiteleri kurban etmektir.”
YÖK’ün 1982-1987 yılları arasında İTÜ Rektörü olarak atadığı Prof. Dr. Kemal Kafalı, 1989 yılında yayınladığı “Üniversitelerimiz Nereden, Nereye Geldi” adlı kitabında; “…Tek seçiciye dayalı, özerk düşünceyi ret eden bir sistemi, siz nasıl olur da demokratik bir ülke için reform diye tanımlarsınız*” diyerek, YÖK sistemini eleştirmiştir.
Prof. Dr. Kemal Kafalı, 9 Kasım 1990 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yazdığı “Üniversiteler Cezalandırıldı” başlıklı makalesinde şu görüşlere yer vermiştir: “… Sayın Doğramacı şahsen değişik yetenekleri olan enteresan bir insan. Kanaatimce üniversitelerin sevk ve idaresine o getirilmemeliydi. Getirilmiş olması talihsizliktir. Dokuz yıllık YÖK uygulamaları, ülke için, üniversiteler için, geleceğe yönelik bilimsel ve teknolojik gelişmeler için büyük talihsizliktir… Üniversitelerde bir tek özerklik vardır. O da Doğramacı’nın özerkliğidir. Bunun dışındakiler, özerkiz diyemezler… YÖK kargaşa getirdi, kalite düşüklüğü getirdi, üniversiteleri, üniversite olmaktan çıkardı, fena meslek yüksek okulları haline getirdi, öğretim üyelerini üniversiteye küstürdü.”
Ankara ve İstanbul Teknik Üniversitelerine YÖK tarafından atanan bu iki rektörün söyledikleri çok önemlidir ve gerçekleri olanca açıklıkla gözler önüne sermiştir. Ancak bu iki rektör, YÖK tarafından tekrar rektör olarak atansalardı, acaba bu gerçekleri söyleyebilirler miydi?
YÖK, 29 yıldır üniversiteler için çok olumsuzluklar getirmiştir. Ancak bunca yıldır hiçbir siyasi iktidar, YÖK’ü değiştirmeye ya da kaldırmaya yanaşmamış, bu olumsuzlukları kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmemişlerdir.
Eğitim-öğretim vermek, araştırma yaparak bilgi üretmek ve bilgiyi topluma yaymak gibi işlevleri olan üniversitelerin, bu işlevlerini yerine getirmek için özel düzenlemelere gereksinimleri vardır. Bunun için düzenleme ve planlama yapan bir üst kuruluşun olması zorunluluktur. Ancak bu kuruluşun tüm üyelerinin üniversitelerden yetişmiş, üniversiteyi tanıyan, bilen ve seçimle gelmeleri en doğru olanıdır. Böylece sorunların azalacağı ve bilimsellikte yol alınacak bir sürece girilecektir. YÖK, YOK olduğu zaman, hem üniversitelerimiz, hem de ülkemiz aydınlık günlere kavuşacaktır..
Suay Karaman/Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri
