YÜREK ACITAN DAMLALAR

YÜREK ACITAN DAMLALAR

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Eki 12, 2018 14:42

YÜREK ACITAN DAMLALAR


“Anıtkabir’de neden Kur’an okunmuyor?” diye 5 Ekim’de bir yazı yazılmış Star adlı gazetede. Bilgiağında, tanıtımda gördüm, okudum. Her bölümü baştan sona saçmalama, kötü niyetli, sevgisiz, saygısız böyle bir yazıya ne denebilir bilmiyorum. Kimsenin ciddiye alıp yanıtlamaması, beklediği ilgiyi görmemesi yeter yazan Tosun’a ama yine de iç kanatan, akıl durduran bu yazıdan söz etmeden duramayacağım. Başımıza ne çoraplar örülmek isteniyor, sırada ne var duymayanın duyması için.

Yazan kişi, önce Anıtkabir’in ne olduğunu bilmiyor. Biliyordur da böylesi işine geliyordur, o başka. Kabir anıtlarla, camileri - kiliseleri, mezarlıkları karıştırmış. Bilmeyeni, algısı tutsağı yoksa nasıl kandıracaklar?

Anıt mezar, ibadet için yapılmaz, tarihte de böyle, günümüzde de. Oradaki büyük insanı anmak, unutturmamak, saygıyla anısının önünde eğilmek... Ülkelerin, büyük adamlarına, ulusal kahramanlarına anıt dikmelerinin nedeni ulusça duyulan derin saygıdır, sevgidir, övünçtür... Bu işler zorlamayla, özentiyle olmaz. Olsaydı Turgut Özal’a dikilen o sözde “anıt mezar” böyle unutulup gitmezdi, yok sayılmazdı... Mendereslerinki de öyle. “Topkapı Anıt Mezarı” koydulardı adını. Demirel’e de böyle bir mezar yapıldığı söyleniyor doğduğu yerde. Anıtkabir’den sonra Türkiye’nin ikinci büyük anıt mezarı olacakmış. Yakında açılacakmış, açsınlar, boylarının ölçüsünü alsınlar...

“Anıtkabir”, bizim için yalnızca bir anıt mezar değildir hem. Tarih müzesidir, görsel şölendir gelene gezene... Orası, Kurtuluş Savaşı’nı simgeleyen heykel grupları, kabartmalarla bezelidir. Türkiye’yi Türkiye yapan Türk Devrimleri’nin bu güzel, etkileyici görüntüleri, taşa duvara yazılı Atatürk’ün ünlü sözleri, konuşmaları bir tarih dersine götürür kişiyi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun heyecanını yeniden yaşarsın, duygulanırsın, onur duyarsın geçmişinden, sevgiyle, saygıyla, gönül borcuyla (şükranla) eğilirsin tüm bunların önünde...

24 Türk boyunu anlatan 24 Aslanlı (Anadolu Hitit Aslanı) “Aslanlı yol” ile başlar Anıtkabir yolculuğu. Yol boyu başın hafif öne eğik saygı duruşuyla yürürsün çünkü Aslanlı Yol’a döşenen taşların durumu gereği istesen de kazık gibi yürüyemezsin, öyle düzenlenmiştir taşları, bu anıtı yapan, planlayan bilim insanlarınca, daha yolun başında saygını göstereceksin... yoksa hiç gitme oraya, gereği yok...

Anıtkabir’e gitmek, Atatürk’ün manevi huzuruna çıkmak, Cumhuriyeti’nin kurucusuna, Kurtuluş Savaşı Başkomutanı’na, O’nun silah arkadaşlarına, ulusuna, geçmişine duyduğun gönül borcu nedeniyledir. Dosta düşmana göz dağıdır orayı ziyaret, dünya durdukça Türkiye Cumhuriyeti’nin de duracağını duyurmaktır, sevgini, saygını göstermektir, geçmişi unutmayan kuşaklar yetiştirmeye, göze gönüle yerleşen yüce Önderimizin anısını yaşatmaya devam edeceğiz sözü vermektir.

“Yatırlara bez bağlayıp yatırdan dilekte ve istekte bulunmak ne kadar akla mantığa bilime ve dine uygunsa, bir kabre çelenk koyup, boru çalmak, saygı duruşunda bulunmak ve kabirdekine hitaben konuşma yapmak da o kadar akla mantığa bilime ve dine uygundur.”

Bu sözlerle başlamış yazı. Akla mantığa, bilime ve dine uygunluk arıyor. Nerede? Saygı duruşunda bulunmada. Saygı duruşuna karşı anlayacağınız. İnsanlığın evrensel kuralları işlemiyor bu zihniyete... Tıpkı yobazların, dini kullananların bildik sözleri, tavırları. Bu sözleriyle kendini hemen ele veriyor zaten, saçmaladığı, gönlünün ne kadar bilinçsiz bir düşmanlıkla doldurulduğu açığa çıkıyor.

Akıl, insanın düşünme, anlama yetisi, bellek.

Mantık, gerçeği ararken, doğruyu yanlışı gösteren bilim.

Bilim, deneyle, gerçekliğe dayanarak yükselen bilgi türü.

Aradığı uygunluğa bakınız, akıl-mantık-bilim ve din. Üç değişken, hep yenilenen kavram, ve bir değişmeyen, olduğu gibi kabul edilen olgu.

Üstelik, “Bizim dinimiz akla en uygun ve en tabii bir dindir.” sözü de Atatürk’ün sözüdür.

‘‘Din vardır ve lazımdır. Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkán yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. (Atatürk, 1930)” sözünü de bilmezden gelebilmiş.

Dinimizi özgürce Atatürk sayesinde yaşadığını unutarak bir de, anıtlara çelenk koymaya bile dil uzatmış...

Sonra örnekleri başlıyor. İç acıtan örnekler. Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu’nun, geleneksel Anıtkabir ziyaretini, bu yıl, üç gün arayla dağıttığı ikinci duyuruda kaldırması hepimizi üzmüş, düşündürmüştü. Bunu yazısına şöyle almış:

“Geçen hafta Türk Tarih Kurumu (TTK) davetiyesine Anıtkabir ziyareti yazmadığı için dine mesafeli kesim tepki koydu.”

Yeni bir tanımlama, “Dine mesafeli kesim.” Türkiye’nin laik bir devlet olduğunu, dinle devlet işlerinin birbirinden çok çok uzun yıllar önce ayrıldığını birilerinin anımsatması mı gerekiyor ne? TTK, Türk tarihinin bilimsellikle araştırılması için kurulmuş bir devlet kurumu. Bu kurumun dinle ne ilgisi olabilir?

“Öte yandan bazı akademisyenler de TTK’ya tepki olarak Anıtkabir’i ziyaret ettiler, mozeleye çelenk koydular ve özel deftere düşüncelerini yazdılar.”demiş ardından. Üç yıldızlı aradan sonra ise yazdıkları tüyler ürpertici, itici, üzücü... Kim olduğu iyi bilinen, ciddiye de hiç mi hiç alınmayan birinin saçmalamalarına hak veriyor, onaylıyor, yerden göğe kadar haklıdır diyerek de bunun diyenin saygısızlığına ortak oluyor. Yazı yanlışlarıyla kopyalıyorum:

“Bu ritüeli ‘Herhalde Atatürk de gece kakıp o yazılanları okuyordur!’ mealindeki ifadelerle tiiye alan Engin Ardıç yerden göğe kadar haklıdır. “

Bu kadar saygısızlık yeter mi dersiniz? Yetmiyor. Kaç kez ölü, ölmüş, sözleriyle sonsuza kadar Türk ulusunun gönlünde yaşayacak olan yüce Önderimizi aklınca küçümsüyor:

“Ölmüş birinin ne oraya konacak çelenkten ne söylenecek sözden ne de yazılacak yazıdan haberinin olmayacağı, dolayısıyla bu yapılanların ölüye bir fayda sağlamayacağı, ölünün de onlara bir faydasının dokunmayacağını o işi yapanlar da pekâlâ bilirler.”

Sonra ders vermeye başlıyor mezar üzerine. Bu yazıdaki amacı da ortaya çıkıyor bu arada.

Dincilerin (dini kullananların) hedeflerinde Anıtkabir. Önce orayı anıt yapıdan çıkaracaklar, türbeye çevirecekler... Sıradan bir mezarlık durumuna düşürülecek Anıtkabir. Sonrası sen sağ ben selamet. Talan, yıkım...

“Bu yapılanların dinde de yeri yoktur. Evet kabir ziyareti vardır. Ölümden ders almak için.”

Bunları derken yine kafası karışmış. Kabir ile Anıtkabir’i birbirinden ayıramamış.

“... Ama hiçbir dini kaynakta çelenk koymak, boru çalmak, saygı duruşunda bulunmak ve ölüye hitaben yazı yazıp okumak diye bir şey yoktur. “

Gördünüz mü yine dini kaynaklar. Sıradan bir mezarlık ziyaretinde aklı. Sonra lütfediyor:

“Anıtkabir ziyaret edilemez demiyorum.” Hemen de açıklıyor neden saygı duruşunda bulunulamaz, neden özel deftere yazı yazılamaz, yazılsa da yüksek sesle okunamaz, bu toplum bilimci, akılcı (?) kişilik:

“Edilir ama ilme akla ve dine aykırı ritüeller Müslüman bir toplumda kabul görmez. Yapanlar da inandıkları için değil yerleşik düzenin tepkisinden çekindikleri için yaparlar.”

“Yerleşik düzenin tepkisinden çekinmek” sözü de pek yeni bir söz. Yerleşik düzen hangi düzen ki? Yerleşik olmayan düzen ne, yerleşik düzen ne? Bazı terimler çok üstükapalı canım, bu kadar içinizi dökmüşsünüz, bu kadar gemi azıya almışsınız, ne bu çekingenlik?

Anıtkabir törenlerini tanımlanmış:

“Yeni bir dinin ritüelleri gibi durmaktadır.”

Kıyaslamaya, benzetmeye, cahili kandırmaya bakınız. Böyle diyecek ki, dini vicdanında yaşaması engellenen, kendini kullandıran cahil, kafa sallayacak.

“... Ama doğrudan ‘Atam’ diye başlayan hitap kabirdeki ölüye yapıldığı için mantıksızdır, bilime akıl ve dine aykırıdır.”

Yine saçmalanıyor. Sonsuzluğa göçen yüce Önderimize “Atam” diye seslenme bile batıyor. Böyle seslenme bilime, akıla ve dine aykırıymış. Yine çorba yapılmış kavramlardan. Filistinli yetim kızların ölen babalarına yazdıkları, “Baba!” “Baba neredesin?” diye başlayan mektuplarına ağlarsınız; size bağımsız, çağdaş bir ülke bırakan, yazdığınız yazı, konuştuğunuz temiz Türkçe bile O’nun armağanı olan yüce kişiliğe devlet katında Atam denmesini çok görürsünüz...

Yazının burası saçmalama denip geçiştirilemez, bir tümcede neler denmiş neler?

“Milletin ortadan kaldırdığı vesayet sisteminin ritüellerinin sürmesi gibi bir şeydir.”

Millet neyi ortadan kaldırmış? Neymiş o vesayet sistemi? Vesayet Arapça bir söz, Türkçesi aracılık, vekillik demek. Kim kime, neye aracıymış? Neyin vekilliğiymiş? Bu aracılık ne zaman kalkmışmış? Meclis’in önemsizleştirildiği yeni sistemden mi söz ediliyor burada? Bayramlardaki, okullardaki, devlet törenlerindeki, Atatürk’ü anma, saygı duruşları da kaldırılmalı demenin bir başka şekli değil mi bu sözler?

Tam burada ağızdaki bakla çıkıyor:

“Resmi tören olarak devam eden bu ritüellerin yerine toplumun değerleriyle barışık yeni düzenlemeler getirilmelidir.”

Yazının başlığına bir gönderme bundan sonrası. Karındakini çıkarma:

“Ziyaret esnasında boru çalmak yerine Kuran okunur, ziyaret edenler de bildikleri ve istedikleri duayı okurlar en azından toplumun değerleriyle çelişkili ritüeller son bulmuş olur.
Bir Müslüman Anıtkabir’i ziyaret ediyorsa dini vazifesi neyse onu yapmalıdır, başka ritüellere iltifat etmemelidir.
Bence Reis de taziye evlerinde okuduğu gibi orada da Kuran okumalı/okutmalı ve yeni bir çığır açmalıdır”


Yazının zamanlaması müthiş. Yarın salıverilecek ABD'li rahip için nasıl alıştırma yaptırıldıysa basında yayında, bu dinciliğin son noktası yazı da aynı. Bu yazıdan üç dört gün sonra ne rastlantıysa şu haber ortalığa saçıldı:

“Anıtkabir'de Atatürk'e hakaret eden kadının cezası belli oldu.”

Yüzünde tek görünen yeri olan gözleri abartılı boyanan, gözlerine kalın sürmeler çekilen, tarikat türbanlı kadının avukatının dediklerini okumalısınız, tam olarak neler oluyor anlamak için:

“İnci'nin avukatı savunmasında, "Müvekkilim Atatürk'ü sevmeyen mütedeyyin (dindar) bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Allah ve Peygamber'e bile küfredilen bir ülkede bu ceza sayılmazken, bir insanı sevmeye zorlamak ve bu nedenle cezaevine atmak akıl almaz bir durumdur" dedi.”

Cumhuriyet okullarında okumuş, adam olmuş, Atatürk’ün armağanı o eşsiz, dilimize uyan, dilimizi geliştiren, bugünkü güzelliğe eriştiren Türkçe Abece'yle okuyup yazmış, bu nedenle Batı'daki meslektaşlarından aşağı kalmamış, dünyada başı dik gezebilmiş, saygı görmüş bir avukat söylüyor bu sözleri. Dinci (dini kullanan, yobaz, kaba sofu) ve dindar (Farsça, dinine bağlı) sözlerinin arasındaki ayrımdan habersiz sanki.

Sonrası daha da can yakıyor. Sözde ceza veriliyor kendini bilmeze. Ardından tahliye, yani salıverme...

“Kararını açıklayan hakim, İnci'nin "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret" suçundan 2 yıl 6 ay hapse çarptırılmasına karar verdi. Hakim, hükümle birlikte İnci'nin tahliyesine karar verdi.”

İçi belki de gelecek şifreleriyle dolu şu sözünü de unutmamalı avukatın:

“İnci’nin sözlerinde de geçen, Türkiye’yi Atatürk’ün kurtarıp kurtarmadığıyla ilgili sözlerin tarihçilerce de tartışılmaya devam ettiğini söyleyerek savunma yapan...”

Avukat açık ve net söylemiş, kendi tarihini inkar etmiş:

“Türkiye’yi kurtarıp kurtarmadığı cümlesiyse zaten profesyonel tarihçilerin tartıştığı bir konudur.”

Bu sözler de yargıdan, dinsel sözlerle, geçen günlerde genç yargıçlar uyarıldı:

“Hakimler Savcılar Kurulu Başkan Vekili Mehmet Yılmaz, adalete güveni sağlamak için hukukçuları böyle uyardı. “Kıyamet günü Allah’ın gölgesinde tarafsız hüküm verenler olacak” dedi.”

Daha ne desinler, hepsi denmiş...

Sorunumuz, denileni anlamamak da direnmek, anlamazdan gelmek, rahatım bozulur diye korkmak değilse söyleyin nedir?

Feza Tiryaki, 11 Ekim 2018
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x