
Zavallı, acınacak durumda olan. Biz toplum olarak zavallılara çok acırız. Minik kuşa, yavru köpeğe, anasız eniğe, öksüze, yetime, kimsesize, düşküne, yolda kalmışa, eli ayağı tutmaz yaşlıya, evsize, parasıza, deliye, densize… Acırız acımasına da, bu durumları kendimize yakıştıramayız. Zavallı başkasıdır. Biz asla öyle olmayız! Zavallı duruma düşmeyi hiç mi hiç istemeyiz. Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin, kimseye el açtırmasın, kimseyi bu durumlara düşürmesin, deriz…
Yine de bir açık kapı bırakırız, kaderciliğe göz kırparız: “Düşmez kalkmaz bir Allah!”
Belki de o duruma düşmediğimiz, kendimizi daha iyi durumda gördüğümüz için zavallıya çok acırız.
Acırken, “Merhametten maraz (dert) doğar” demeyi de unutmayız.
Onurlu kişi kendine acınmasını istemez.
Bize zavallı deseler, aklımız başımızdan gider, onurumuz kırılır, aşağılandığımızı biliriz. Biz, birine zavallı derken bunu aklımıza getirmeyiz.
Zavallı, güçsüz kişiye denir. Gücünü yitirene, aklını oynatana, eski iyi durumu değişene de zavallı derler. Akıl fikir noksanlığı, yüksek duygularını yitirme en büyük zavallılıktır. Kimse güçsüzlüğü, acizliği, miskinliği kendine yakıştırmaz. Sevdiklerini de böyle görmek istemez!
Hele ülkesinin, hangi yurtsever zavallı duruma düşmesini ister?
Kim, ülkesine daha kötü olsun, beter olsun, diyebilir işbirlikçi değilse?
Kim, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşasın, dünyada saygıyla selamlansın, yükselsin, çağdaş uygarlık yolunda hiç durmadan ilerlesin demez, söyleyin?
Biz demedik.
Uyuduk, uyutulduk, kandırıldık, boş verdik, bu devran (düzen) hep sürecek sandık…
Hainler besledik koynumuzda.
Bu yüksek kültürü, yüce Atatürk’ün emaneti Cumhuriyeti düşmanlarının gözünde zavallı konumuna düşürdük.
Biz düşürdük… Başka kimse değil…
Yargısı olmayan, yasaları işlemeyen, kurumlarının içi boşaltılmış, kurucu ilkelerinden uzaklaşmış, bağımlı, güdümlü, kendini yıkmaya yeminli bir anlayışa kaleleri teslim edilmiş bir ülke görünümünde artık ülkemiz.
Güneş balçıkla sıvanmaz. Türkiye Cumhuriyeti kanla irfanla kurulan bir cumhuriyet! Güneş yine parlayacaktır.
“Alıcı (yırtıcı) kuşun ömrü az olur.” demiş atalarımız. Haksız, hukuksuz saldıran, yurduna düşmanlık eden onmaz, cezasını bulur. Yüzlerce yılda varılan sonuç: “Kaynayan kazan kapak tutmaz.”
Her gün ülkemizdeki zavallıları seyrediyoruz. Zavallı durumda öyle çok kişi var ki… Ülkemizi zavallılar sarmış. Hep beraber, gözü gören, kulağı duyan, yüreği atan, duygularını yitirmemiş, beyin sağlığı yerinde olan, nefes alıp verebilen herkes, ülkesinin düşürüldüğü zavallılığı, bunu yapan zavallıları eksiksiz seyrediyor…
Şu türkü değil miydi bir zamanlar hepimizin gözlerini yaşartan? Ozanımız sazıyla çalmış, söylemiş. Ana baba öğüdü, alçaklardan uzak durma, zavallı durumuna düşürülmeme…
Kadir Mevlâ’m senden bir dileğim var/ Beni muhannete (alçak, kötü) muhtaç eyleme.
Eğer muhannete muhtaç edersen / Kara topraklara gark eyle (koy) beni.
Muhannetin suyu dolanır akar / Aktığı yerleri sel olur yıkar
İyilik etmeden başına kalkar (kakar) / İşte böylesine muhtaç eyleme.
Şu günlerde, her yönden kafamıza kafamıza vuruyorlar. Ne düşüneceğimizi, ne yapacağımızı şaşırttılar. Bir gün konu o, ertesi günü bu. Ne verirlerse elimize, onun türküsünü çığırıyoruz. Gizlenen cambazı gözden kaçırtıyorlar. Bir örnek verirsek, tek derdimiz buymuş, bu sorun sanki dünyanın da sorunu değilmiş, başka derdimiz kalmamış gibi, Irak’taki, Suriye’deki dinci teröristlerin toplum baskısı, kadınlara eziyeti konu ediliyor, sosyal paylaşımlarda. Ne kadar hainmişler, kadınlar köleymiş, yok kızları sünnet ederlermiş, yok çarşafa bularlarmış, insana nasıl kıyarlarmış… Bakan duyan basıyor küfrü. İçini bir rahatlatıyor. Haydi aynı konuyu başkalarına gönderiyor. Dön baba dönelim… Hacılara gidelim…
Aynı örgütlerin Türkmen kıyımı görmezden geliniyor, sınırlarımızdan içeri alınmayan, geri döndürülen Türkmenler… Ne toplumu mitinge çağıran, cami çıkışları Türkmenler için yardım çağrısı yapan, ne bu konulara eğilen, soydaşlarımızın yanında olan büyük siyasi partilerimiz var… Bu konular hep ikinci planda. Nerede gaz alıcı yayın var, onlara ışıktaki pervane gibi yapışıyoruz…
Cambaza bakarken de olanlar oluyor.
İşte bir zavallılık: Özgür bir ülkenin, tapusunu şehit kanlarıyla kazanmış, eline almış bir ülkenin askerini öldürene, aynı ülkede ödül veriliyor. Nerede oluyor bu? Türkiye’de. Atatürk Cumhuriyeti’nde. Asker, silahlı gücüdür ülkelerin. Olmazsa olmazı, caydırıcı, koruyucu, savunucu gücü. Dağa çıkan, devletine başkaldıran bir grup hain, bundan otuz yıl önce, şu an İmralı’da yatan ömür boyu hapse mahkum hükümlünün emriyle toplanıyor, karakolda görevi başında duran askerine durduk yerde, keyfi istedi, öyle emir verildi diye baskın yapıyor, silah atıyor, nöbetteki askerini öldürüyor, yedi askerini yaralıyor, yaralılardan biri de beş gün sonra can veriyor.
Ne bu? Büyük suç! Silahlı başkaldırı. Asker öldürme! Bilerek isteyerek öldürme! Dünyanın her yerinde, devlete karşı işlenen suçların en büyüğü.
Sonuç? Otuz yıl sonra bunca acıdan, bunca, vatan uğruna can veren vatan evladımızdan sonra geldiğimiz nokta: Bu askerimizi öldüren, nöbetteyken, vatan görevinin başındayken, peygamber ocağının bir neferiyken öldürülen askerimizin katili, kaç yıl önce kahraman ilan ediliyor. Bununla da kalınmıyor. Bir mezarlıkta anıtı(!)dikiliyor, elinde askerimizi öldüren silahı, ayaklarını iki yana açmış, hah öyle bakıyor!
Öyle bir duruşla dikmişler ki, ilk duygun bunu dikenlere acımak oluyor. “Zavallı!” diyorsun. Kahramanı bu! Gösterebildiği, bulabildiği elindeki malzeme bu!
Zavallı, bir kahramanı olmayan bölücü hainler…
Lider diyorlar, bakıyorsun, on binlerin katili. Kendi insanını öldüren biri. Devletinin askerinin, polisinin, korucusunun, kendi halindeki köylüsünün, bebenin, dedenin… katili. Acıyorsun. Ağzından tek, “Zavallı” çıkıyor.
Anıt dikmişler kahramana(!), kahraman dedikleri, bir adi katil, nöbetteki askere kurşun sıkan, kendi vatanında, öz yurdunda hem de. Ne düşman var ortada, ne öldürmede bir amaç?
“Dilimiz var bizim, dilimizde eğitim, Anayasa’da iki dil olsun!” diyorlar. Bakıyorsun yok öyle bir şey. İkinci bir dil yok! Dil denecek, Türkçeye eş olacak dil yok ki Anayasa’da olsun! Kaç çeşit ağız, birbirini anlamayan; birine (Kurmanç), milleti kandırarak böyle bir dil varmış gibi Kürtçe demişler ortak dil bulmak isteyenler. Bu dili zorla öğretmek, tek ağızda bölgeyi birleştirmek, ileriki bölücü planlar için de iktidardan yardım almışlar, iktidar eliyle bu Kuzey Irak’ ta konuşulan ağzı, Kanal 6 adlı kanalla yaygınlaştırmaya çalışmışlar. Olmuş size:” Kürtçe Kanal.”
2009’dan beri yayında. Bir Doğulu vatandaşımızın şu sözünü hiç unutmadım, yazmıştım, o yıllarda duymuştum: “Ne güzel sabahları radyodan “Yurttan Sesler” dinlerdik, yurt türküleri dinlerdik. Bizi neden özümüzden ayırdılar? Türkülerimizi, şarkılarımızı elimizden aldılar. Bizi böldüler. Kürtsünüz, bu kanalı, bu kanalın radyosunu dinleyeceksiniz artık!” dediler.”
Yine ortaya çıkan bir zavallılık. Bölücülüğe kılıf arıyorlar, yok! Buldukları kılıf orasından burasından yırtılıp, sökülüp dökülüyor! “Yerel ağızdan eğitim dili istemeleri.” Bunun olamayacağını, bunun için bir “kültür” diline gereksinim olduğunu pek iyi biliyorlar. Bu zavallılara, Kuzey Irak yönetimi, Araplardan, Arapçadan ayrılınca, neden Kürtçe(?) ile eğitim yapamadı da el dili İngilizceye döndü diye sorun, kimse yanıt veremiyor!
Bunlar yayılmacıların dayattıkları oyunlar. Bunu biliyoruz. Herkes biliyor. Yine de herkes oyunda. Kim kimi kandırıyor belli değil. Bölücülük her yanı sarmış. Zavallılık almış başını gidiyor… Kandırılanlar ayrı zavallı… Algıları tutsak… Boğazından tutsak… Can korkusundan tutsak… Bilerek bu oyuna katılanlar da zavallı. Gözlerini kin bürümüş, aldatılmış, soyuna sopuna, atasına, aydınlık geleceğine, kültürüne ihanet eden zavallılar…
Doğan Haber Ajansı bir haber yayınladı ayın on altısında. Bölücülerin mezarlığa o şeyi diktiklerini duyduğumuz gün.
Üç polisin trafik kazasında ölmeleri haber değil de, ölen polislerin bir şarkıcının korumaları olması haberdi. Şarkıcı kadının ağır makyajlı, sahne giyimli resmiyle haberi vermişlerdi. Haberde bölücülük tavan yapmış. Türkiye Cumhuriyeti’nin, merkez basını diye ünlenen bir gazetesinin (Hürriyet) muhabiri yazıyor haberi:
“Kürt sanatçı Rojin’in korumalığını üstlenen üç polis memuru, Diyarbakır- Mardin karayolunda meydana gelen trafik kazasında şehit oldu.”
Haberin birkaç yerinde “Kürt sanatçı” diyor. Bir yanı kaşıyor, bir yana bölücülüğü benimsetiyor. Siz şimdiye kadar vatanda doğup büyüyen, Türk vatandaşı olan birine, kökeni başkaysa, annesi babası, ikisi veya biri başka ülkeden olsa bile, örneğin ülkemizde anası İngiliz bir tiyatrocuya İngiliz sanatçı, babası Çerkezse, Çerkez sanatçı, Gürcü kökenliyse, Gürcü sanatçı denildiğini duydunuz mu? Azınlık vatandaşa, Rum'a bile kendi istemezse Rum denmez. Hepsi Türk’tür. Ünlü oyuncu Yıldız Kenter’in annesinin İngiliz olduğunu daha yeni duyduk. Bu ırkçılık akımında onları bile araştırıp işe kattılar. Ne değişti? Hiç. O hep bizden, hep bizim, hep Türk. Ansiklopedileri açın bakın, Türk sanatçı derler hepsine. (Sanatçı sözü de burada hiç uymuyor, şarkıcıya şarkıcı denir o ayrı konu.) Amerika’da, örneğin İtalyan asıllı Amerikalı bir artiste İtalyan sanatçı denebilir mi? Bu hanıma gazetecimiz böyle demiş: “Kürt sanatçı.” İtiraz etmediğine göre buna şarkıcı, benimsiyor bu sözü demek. Sanırsınız bu adla bir halk var, halkı bu adla anılan bir yer var dünyada, bu kişi de oradan gelme, oranın vatandaşı, Türkiye’ye gezmeye gelmiş, gidecek, bu yüzden öyle deniyor. Tuhaflık bu kadar da değil. Bu hanım koruma istemiş.
Nedeni şuymuş: “Rojin, TRT’nin Kürtçe(!) kanalı TRT 6’da program yaptığı gerekçesiyle PKK tarafından tehdit edildiğini belirterek, koruma talebinde bulunmuştu.” Rojin’in yanındaki yoldaşı Pelin Batu, bir zamanların, bir Türk Büyükelçisi’nin artist kızı, demiş bunu.
Akla ziyan durumlar şunlar:
Bu TRT 6 Kürtçe(!) yayın yapıyor, bölgede yaşayan Türk vatandaşlarını Türkçeden ayrıştırma, ayrı bir dilde bütünleştirme görevini, Türk devleti, yani devleti yönetenler üstlenmiş. PKK buna neden karşı çıksın? Dil için silahlanmışlar ya hani, bunun için katliamlar yapmışlar, yandaşları öyle diyor aptallara, her şeye inanan saflara. İşte dil. Devlet eliyle. 24 saat. İstediğini yap, istediğini çal söyle. Meydan sizin. Bu hanım da orada yayına çıkıyormuş. Neyle? Kürtçeyle(!)
“PKK kızıyor bana, kanala çıkıyorum, Kürtçe(!) söylüyorum diye!” demiş Rojin Hanım, korunma istemiş. Valilik vermiş. Kaç tane? Üç! Üç koruma!
O gün sınıra, Silopi’ye Ezidileri görmeye gidecekler bu hanımlar. Durumu merak etmişler sınırdaki, yardım edecekler sığınmacılara. Radyoevine, televizyon stüdyosuna falan gidilmiyor, sınıra gösteriye gidiliyor. Pelin Batu da başrollerde, pek de konuşkan, acar... Valilik üç sivil polisi hemen arkalarından göndermiş. Neden? ( PKK kızıyor ya canım, ne anlamaz şeysiniz. Kızıyor işte kızıyor, karışmayın… Fazla soru sormayın!)
"Sahipsiz eve it buyruk!"
Gerisi şöyle olayın: Polis aracı kaza yapıyor, üç polisimiz de hemen oracıkta can veriyor. Daha doğrusu ters yöne giren bir araç polislerin aracına çarpıyor. Arkalarından gelen, kazaya kurban giden aracın, bunlar (Rojin’le Pelin), kendilerine gönderilen polislerin aracı olduğunu bile bilmiyorlar, Pelin Batu’ya göre.
Hanım kızımız, “Kürt sanatçı” Rojin, olayın ertesinde, Cumhuriyet gazetesinin resimli haberine göre tivitter (twitter) hesabından şunları yazmış:
“Korumayla gezmeyi ben istemedim ben talep etmedim.”
Ne demek bu şimdi? Kendi istememiş. Talep etmemiş. Yalan diyecek değil ya koskoca “Kürt” sanatçı?
Bu da resmi açıklama:” TRT 6’da program yapan Rojin, TRT’nin Kürtçe kanalı TRT6’da program yaptığı gerekçesiyle PKK tarafından tehdit edildiğini belirterek koruma talebinde bulunmuştur. Rojin’e sivil korumalar eşlik ediyordu.”
Pelin Batu: “Uçakla Diyarbakır’a indik. Rojin Hanım’ın İstanbul’daki koruması prosedür gereği durumu Diyarbakır’a bildirmiş.”
Ortada bir çarptırma, bir büyük yalan var ama kim yalancı, belli değil.
Akla ziyan haberler daha bitmedi. Ölümlü kazadan sonra Pelin Batu demiş:
“Pelin Batu, kaza nedeniyle Silopi'ye gitmediklerini kaydederek şöyle devam etti: "Kazadan sonra başka koruma talep edildiği yönünde haberler çıktı. Bu doğru değil, başka araç talep edilmedi.”
Ah be bir de etseydiniz kuzum. Siz birileriyle dalga geçiyorsunuz ama kimle?
“Papaz her gün pilav yemez.”
Bir gün ayınacağız, zavallı duruma düşürdüklerinizin, yapılan bu zavallılıkların hesabını soracağız ama ne zaman?
“Yüz yüzden utanır.”
Bizde artık kimse kimseden utanmıyor!
“Su aktığı yere yine akar…”
“Diken battığı yerden çıkar…”
“Türk karır (kocar), kılıcı karımaz…”
Zavallılara duyurulur…
Feza Tiryaki, 19 Ağustos 2014
https://www.youtube.com/watch?v=IhyY_DlIinU TRT Arşivi- Hacer Buluş