Zeki Müren:
Ben Sizinim! Sizlerdenim! Benimsiniz!
Cumhuriyetimiz bir insanın ömrü kadar. Uzun yaşayan birinin ömrüyle denk. Şaşırdınız mı böyle denince? Daha ne kadar genciz! Kuruluşunun üstünden bir yüzyıl bile geçmemiş devletimizin. Annem 1924 doğumluydu. Cumhuriyetle doğmuş. Bazı akranları yaşıyor. Annemin de ömrü olsaydı, otuz altısında ölmeseydi, bu günleri görebilirdi.
Sizi bilmem ama biz çocukken çok başka düşünürdük.
Cumhuriyetimiz hep varmış. Savaşlar çok çok önceden olmuş. Yunan, Bulgar, Ermeni zulümleri, Rus zulümleri hep bir masalmış…
Biz hep böyle hürmüşüz. Dilimiz, dinimiz hiç baskı, kötü günler görmemiş.
Bu hükümet konakları, belediye binaları, ilçemizdeki tekel binası, liman, iskele, evlerimiz, çarşılar, yollar, çeşmeler, okul binalarımız hep vardı, önceden beri vardı sanırdık. Bu düzen böyle gelmiş, böyle de gidecek sanırdık…
Hayat bilgisi kitaplarının yazdıklarını yalnızca ezberlerdik içimizden, inanmazdık öyle kara çarşaflar giyen kadınlar olduğuna, eciş bücüş Arap harfleriyle yazı yazıldığına, böyle okuma yazma bilinmediğine annemizden babamızdan önceki devirlerde…
Oysa ne kadar yakın tarihmiş büyüdüğümüz çağlardaki günler.
Biz annemizi evde başı açık, dışarda şık bir eşarpla, başını şöyle bir bağlar gibi yaparak, saçları yandan önden görünerek, başı omuzları dik, güvençle gezerken gördük… Babalarımız takım elbise giyerlerdi. Başlarına önemli günlerde fötr şapka giydiklerini biliriz. Babamın da böyle şapkası vardı. Bir devlet dairesine girerken, kapalı yere girerken, birini selamlarken çıkarır eline alırdı. Kasket de giyerdi. Kravatsız gezmezdi.
Halkevlerinde, daha bıyıkları terlememiş, saçları ensesinde bir yeni yetme oğlanken, takım elbiseli, düzgün giyimli gençlerin, ciddi bakışlı adamların, güzel giyimli kadınların, başları yemenili köy kızlarının arasında resimleri var.
Devlete saygı inanılmaz boyutlardaydı o zamanlar… Köylü, kentli neredeyse boynu bükük dururdu memurların karşısında. Öğretmenleri hem sever hem sayardık. Bir de onlardan çok çekinirdik, korkardık… Öğretmen demek yörenin en önemli kişisi olmak demekti. Doktor, mühendis, hakim en saygın meslek adları…
Dergiler alırlardı o zamanın büyükleri eve. Bütün Dünya, Hayat, Radyo dergisi, güldürerek yeren siyasi dergi Akbaba… Azıcık varlıklı evlerde koltuk kanepe olurdu. Radyo olurdu. Evin içinde suyu olurdu.
O dönemde radyo dinlemek, sinemaya gitmek en büyük eğlenceydi. Radyo sanatçılarını sesinden tanırlardı büyüklerimiz. Bu sanatçıların dergilerde de resimleri olurdu.
Zeki Müren, daha gencecikken, o zamanlar evlere girmiş, gönüllere yerleşmişti. 1951 yılıymış radyoya girdiği yıl.
Düşünün gencecik bir Cumhuriyet. Her konuda devrimler gerçekleştirmiş. Yeni ufuklar açmış. Kültürüne önem veriyor, sanatçılarını baş tacı ediyor.
Türk harflerinin kabulü ile Türkçemiz daha bir güzelleşmiş o zamanlar. Yerel söyleyişler, şiveler bırakılmış, okuma yazma oranının artmasıyla okuyanların dilinde Türkçemiz su gibi akıcı İstanbul Türkçesine dönüşmüş kendiliğinden…
En güzel konuşanlardan, dilimizi ezgi söyler gibi kullananlardan biri Zeki Müren. Şarkı söylemesi ayrı. Konuşması bir ayrı.
Kulağı okşayan bir sesle konuşuyor. Sözcükleri seçimi, tümcenin sözcüklerine vurgusu, sesinin iniş çıkışları bir başka.
Şarkı söylerken söylediği her bir sözü tek tek anlıyoruz. Ne bir harfi, ne bir heceyi yutuyor, ağzında boğuyor…
O zamanlar Türk filmleri de çok seviliyor. Her şarkıcıya film çevirtiyorlar. Konu önemli değil eğer ünlü bir şarkıcı başroldeyse. Baştan sona müzik dinleyerek film izlersin, yine de sıkılmazsın…
Zeki Müren’e filmler de çevirttiler. Konuşmasını, sesini, şarkı söylemesini filmlerinden daha bir sevdik…
Gazino kültürü başladı bir zaman sonra. Zenginliğe, tüketime halkın özendirildiği, yeni zenginlerin, kolay yoldan köşeyi dönenlerin türeme yılları, Amerika’nın bize el attığı, Menderesleri aracılığıyla artık bizi, belli ederek, her işimize karışarak yönettiği yıllar.
Türk müziğinin önemini koruduğu ama yavaş yavaş da olsa Batı müziğine, yabancı şarkılara, Türkçe sözlü Batı müziğine kapıların açıldığı, arabesk adıyla salya sümük ağlanarak, kollara jilet attırılarak şarkı niyetine tuhaf seslerle sızıldanıldığı, özümüzden koparıldığımız, Batı’ya her yönüyle özendirildiğimiz, hayran bırakıldığımız yıllar…
Dönüşümün ipuçlarını, çevrilen dümenleri Zeki Müren’e bakarak anlamak mümkün.
Seçimlerde nasıl ilk açılan bir sandık tüm ülkenin göstergesi olabiliyorsa, örnek sayılıyorsa, Zeki Müren de ülkemizin gidişinin, nereye gidildiğinin göstergesi…
Bir yüzüyle çağdaş Türkiye. Kendi sesine hayran, kendini seven, kendine güvenen Türkiye. Bir yüzüyle bozulmaya başlayan, kabından taşırtılan, yolunu yitiren Türkiye.
Dün akşam, iktidarın kullanmak için ilk el attığı kurum olan, Türk müziği yayınlarıyla oynanarak özü değiştirilen, dönüşümü ilk başlatılan TRT (Türkiye Radyo Televizyonu ) kurumu, TRT Müzik’te, Zeki Müren’i andı. Günlerdir duyurusunu yaptılar anma izlencesinin.
Şimdilerde TRT Müzik, müzik niyetine her bulduğunu çıkarıyor ekranlarına. Gazino şarkıcıları, meyhane şarkıcıları tipliler, konuşurken iki çift düzgün laf edemeyenler, Türk müziğinin cılkını çıkaranlar, müziğimizi bozanlar, yozlaştıranlar, bir zamanlar bu kurumun kapısından girmesine bile izin verilmeyenler, hepsi hepsi her akşam buradalar. Kimisi küfürlü, kabadayı tavrıyla halka sesleniyor. Bozuk Türkçesiyle konuşanlar ne çok… Süslü, içi boş kadınlar kalça kıvırıyor, göz süzüyor, gerdan kırıyorlar. Dansözlükten yetişme meyhane şarkıcıları büyük sanatçı diye tanıtılarak önemli günlerde hep buradalar. Üstüne bir de izlence yönettiriliyor, bu yozlaşmış, kültürümüzü temsil etmeyen şarkıcılara. Sonra her türlü dilden şarkı söylemek serbest burada. Ne serbesti, asıl amaçları bu; dilimizi bölmek, kulakları yerel ağızlara, buralardan karşılıklı yer değişimi kararıyla ülkelerine gönderilenlerin dillerine, azınlık dillerine alıştırmak… Yaşamayan dilleri bile mezarlarından çıkarıp, eskiden böyle diyordunuz, böyle bir diliniz vardı diye birilerine iki satır da olsa bunlardan okutuyorlar. Başka dilden nakarat söyletmek en büyük marifet bunlara göre.
Burası gerçek sanatçılara, düzgün konserlere, kültür hizmeti verecek türde yayınlara kapıları kapatmış ama bilinmeyen bir nedenle Zeki Müren’i pek seviyorlar. TRT radyoları, TRT Müzik Zeki Müren’in şarkılarına sanat güneşimiz diyerek sık sık yer veriyor.
Dünkü izlence buzdağının bir parçasını göstermek gibiydi. Zeki Müren’i son günlerdeki haliyle konuşturdular. Siyahlar giymiş, şişman, hasta, yorgun … Biraz daha önceki yıllarının Zeki Müren’ine şarkılar okuttular. Bakımlı, canlı, gösterişli… Bol bol da eski resimlerini, eski Türk filmlerindeki sahnelerini döndüre çevire gösterdiler.
Zeki Müren gerçeğini bilmeyen gençler, “A… sesi de güzelmiş, öyle mi giyiniyormuş, a… makyajlıymış falan demişlerdir izlerken. Sanatçının kendi sesinden dinledikleri bir iki cümleyle verilen acı yakınmaları anlamamışlardır, arkada gizlenen acılı öyküyü sezmemişlerdir bile.
Besteci, şair, desen sanatçısı, tasarımcı, yorumcu, oyuncu Zeki Müren’i tanıdık sanmışlardır peş peşe dinletilen şarkılarından başı dönenler, duygulananlar…
Sanatçının ölümündeki trajediyi anlatmadılar ki, gerçeği bilmeyenler onu TRT’nin dolaylı olarak öldürdüğünü nerden bilsinler. Ölümüne TRT’nin neden olduğunu, şu anda TRT’de müzik izlencelerinde başrolleri oynayan bir şarkıcı kadının kaprisiyle yaşamını kaybetttiğini… Bu şarkıcı kadınla sevgilisinin allem edip kallem edip son altı yıldır ortalarda görünmeyen, şarkı söylemeyen, bunalımdaki sanatçıyı kandırdığını, kendi çıkarları, ünleri için onu Bodrumdan, törenle ödül verilecek bahanesiyle bir minibüse koyup İzmir'e getirdiklerini, yolların zaten hasta olan sanatçıyı hırpaladığını, onu yanlarında bir sağlık görevlisi olmadan karga tulumba getirdiklerini ne bilecekler. Aynı gece İzmir’de törende de can verdiğini, kalbine yenik düştüğünü… Sana radyoda ilk okuduğun mikrofonu vereceğiz demişler. Sanki o mikrofon sanatçının ayağına getirilip, sanatçının yaşadığı kentte, yerde verilemez. Bunları anlatmadılar. Göz boyayan, sanatçıyı, öven değil aslında küçük düşüren görüntülerle andılar dün gece.
Posta gazetesinin Karnaval ekinde de epeyce alay eden bir yazı yazmışlar aynı gün.
Sahne giyimine takılıp kalmışlar. Başı fesli oynadığı bir filminde tırnağı ojeli, elleri manikürlü, takma bıyıklı mevlit okuması çok koymuş bunlara. İğneleyici sözlerle yeriyor, Harp Okulu’nda 1955 yılında müziğinin çalınması da( Beklenen Şarkı) içlerine sinmemiş, argo bir dille, bir gecede Türkiye’yi salladı diyorlar.
Adam olmayı bıyıkta, sert tavırlarda, efelenmelerde görüyorlar bunlar herhalde. Vatana bir kuruş hayrı dokunmama, vatanı talan etme, yolsuzluklara karışma, özel yaşamını ortaya pislikleriyle serme, kendini beğenme iyi meziyetler olmalı bunların gözünde. Demek adam böyle olunuyor bu anlayışa göre. Türkçenin başını gözünü yararak konuşanlar, bölücü terör örgütünü kollayanlar, kadın dövenler, bu halktan kazandıkları bütün paraları istifleyip yalnızca kendi canları için harcayanlar, edindiği mallarla (arabalarla, evlerle, takılarıyla) gösteriş yapanlar, parasını yalnızca kadına kıza, çoluğuna çocuğuna yedirenler, ailesine bırakacak olanlar, adam…
Halktan aldığını halkına geri vermek ise bunlar için önemsiz. Vatanı talan etmek, çalmak çırpmak normal.
Tüm mal varlığını, yaşamı boyunca kazandıklarını yine halkına geri verme gibi yüce bir davranışı görmezden geliyorlar.
Ne bu gazete ekindeki yazıda, ne TRT’deki anma izlencesinde bu konudan tek söz edilmiyor.
Zeki Müren tüm mal varlığını devletine bıraktı. Devletin en önemli iki kurumuna. Devleti ayakta tutan, yaşatan damar eğitim kurumu ve devleti koruyan, varlığının güvencesi asker kurumu. Türk Eğitim Vakfına ve Mehmetçik Vakfına kaldı bütün kazancı, edindiği bütün mallar Zeki Müren’in.
Bu yaptığından daha yüce bir davranış var mıdır?
Şu güne kadar 2251 üniversite öğrencisi Zeki Müren’den burs alarak okumuş.
Zeki Müren’in elli altmışlı yılları Türkiye’nin o yıllarıyla özdeştir.
Cumhuriyet benimsenmiş; bağımsızlığımızı, devletimizi bir gün yitirecebileceğimiz akıllara gelmiyor. Yüzümüzü iyice Batı’ya çevirtmiş o günlerin siyasetçileri. Amerikan hayranlığı, Batı hayranlığı en üst noktada. Yeşilçam filmleriyle uyutuluyor, Amerikan filmleriyle avutuluyoruz. İngiliz’in dili belli etmeden bizi sarıyor sarmalıyor. Kolejler açılıyor. Okullarda İngilizce dili başı çekiyor. Kendi özümüzü bırakıp Batı’ya özendirildiğimiz, onlar gibi yaşamayı bir şey sandığımız günler… Eğitimdekiler bir Yunan medeniyeti tutturmuş gidiyorlar… Kore’ye asker gönderme o yıllarda. Her türlü şaşkınlık yapılıyor. Daha bölücülük yok, ikilik çıkaran yok ama birileri fitili ateşliyor. Önce Ermeni Asalası. Sağ sol kavgaları başlayacak sonradan. Atatürk ilkelerini bırakıp başka ülkelerin liderlerine lider diyenler çoğalacak. Halklara özgürlük diyecek kendini aydın sanan aldatılmışlar…
Zeki Müren de sahnede yaptığı değişiklikleri, daha şaşırtıcı görünmeyi bir atılım sanacak. Her geçen gün daha da değişimlere uğrayacak… Yıpranacak, başkalaşacak…
Ülkemiz de öyle değişecek.
Sonra sanatçının bunalımlı yılları başlayacak . Yaşlanınca çevresini boşaltacak fırıldaklar. Vasiyetini duydukları için belki de kopacaklar çevresinden. Buradan bize pay gelmeyecek, bir şey koparamayacağız diyecekler…
Aynısı bizim de başımızda değil mi? Terörün - teröristin temsilcisinin toplandığı bölücü kuruluşun adına parti dediler. Devleti yıkmak için başa geldiler. Atatürk’ün partisini değiştirip dönüştürüp kuşa çevirdiler…
Atatürk devrimlerini benimsememiş kadrolar devleti ele geçirdiler. Devrimlerimizi ortadan kaldırıyorlar. Kara çarşaf okullara sokuldu. Bölücü teröristler yaptıklarının bedelini ödemiyor, vatanda özgür dolaşıyorlar, ellerinde silahla gitmelerine bile izin verildi.
Zeki Müren’in son altı yılını yaşıyoruz. Her yanımız karanlık.
Zeki Müren bunalım geçirmiş son yıllarında. Kendi sözleriyle:
“ Bir yatak odası… Yavaş yavaş başlayan bunalım… Günde 34 ilaç, iki insülin iğnesi. Ve bununla yaşayan yapayalnız bir Zeki Müren!”
Bizim durumumuz daha da beter:
Teröristle anlaşan, katil başına siyasetçi gibi davranan, onunla görüşen, katil başının her istediğini tek tek onaylayan Türkiye.
Dilinin tehlikede olduğu Türkiye. Kimliğinin tartışıldığı Türkiye. Neredeyse tüm sanatçılarının, şarkıcılarının, film oyuncularının, bu ülkenin okullarında okumuş, vatanın havasını solumuş, suyunu içmiş ekmeğini yemiş ama aydın olamamış kişilerin, hepsinin ama hepsinin açılımcı olduğu, bölücülerle kol kola olduğu, vatana ihanet edenlerin utanmazca ortalıkta gezinebildiği Türkiye…
Eyaletlere, şehir devletlerine, ufacık parçalara bölünmek istenen ülke. İngilizcenin neredeyse resmi dil görevi gördüğü, okullarını sardığı Türkiye. Okullarının İmam Hatip’e dönüştürüldüğü Türkiye.
Karanlıklara gömülen ülkesine aldırmayan yandaş basın yayın. Yalnız bırakılan yalnız kalan ülkemiz.
Zeki Müren’i ödül vereceğiz kandırmacasıyla ölüme götürdüler…
Bizi de öyle yapmalarına izin vermeyelim.
Son sözleri, vedası şöyleydi Zeki Müren’in:
“Bütün beni unutmayanlara sesleniyorum:
Ben sizinim, sizlerdenim. Benimsiniz!..”
Biz de vatan millet sevdalılarına seslenelim:
Bu güzel, eşsiz ülke hepimizin.
Ödül kandırmacalarına, oy avcılıklarına karşı duralım.
Bu ülke, bu vatan bizim.
Feza Tiryaki, 26 Eylül 2013