Zimmetli Demokrasi! / İbrahim TÜRKEŞ

Tartışma Alanı

Zimmetli Demokrasi! / İbrahim TÜRKEŞ

İletigönderen TÜRKK » Cmt Eki 02, 2010 0:19

ZİMMETLİ DEMOKRASİ!


İbrahim TÜRKEŞ Hukukçu, Felsefeci

Son yapılan halkoylamasının sonucuna bakıp “demokrasi kazandı” diyenler de bilmektedir ki, kazanan aslında demokrasi değil, “okyanus ötesi”dir. Bütün teşekkür ve temennaların oraya yönlendirilmesi de bunun kanıtıdır. Sayın Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabına konu olan ve “duyum” bilgisine değil, yaşanmış gerçeklere dayalı olaylar zinciri de birlikte değerlendirildiğinde, Türk demokrasisinin artık tevil götürmez şekilde “okyanus ötesi”ne zimmetli olduğu açık ve seçik ortadadır.

Demokrasiyi kendisi için bir “zillet” olan bu “zimmet”ten sıyırmak şimdilik olanaklı değildir. Çünkü demokrasiyi zimmetleyenle kendisine zimmetlenen arasında bir “eylem” birliği olup, bu yüzden demokrasiyi zimmete geçirme suçu kovuşturulamayacak, suçlu da cezalandırılamayacaktır. Kaldı ki, başta yoksulluk, işsizlik, bilgisizlik olmak üzere sosyo-ekonomik ve psikolojik bütün koşullar, zimmetli demokrasinin devamından yanadır. Demokrasi, “özgür irade” ve “bilinç-li tercih”in ürünüdür. Oysa yoksulluk ve bilgisizlik, özgür iradenin ve bilinçli tercihin önündeki en büyük engeldir.

Çünkü yoksulluk ve çaresizlik, bağımlı ve baskı altında olmayı içerir. Bu yüzden aç ve yoksul insanın tercihi saptırılmaya, iradesi çarpıtılmaya, bütünüyle insani varlığı istismara açıktır. Cemaat bu koşulları iyi değerlendirmekte, yalnız ve çaresiz insanı içten manevi, dıştan maddi bağlarla sarıp sarmalayarak, sosyolog Max Weber’in deyimi ile “iktidarın erkânı harbiyesi” olmaktadır. Yoksulluğun, bilgisizliğin kol gezdiği toplumlarda demokrasi için en büyük tehlike, seçmen tercihinin saptırılması ve bu çarpık iradenin “milli irade” olarak efsaneleştirilmesidir. Bu yüzden ısmarladığı anayasanın kabulü için Kuran’dan ayetlerle propaganda yapan 12 Eylül paşasının tarikat ve cemaatleri siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları kıldığı ülkemizde, son halkoylaması sonucu ortaya çıkan çoğunluk tercihinin hangi yollardan ve nasıl ortaya çıktığı konusunda yapılacak bir sosyolojik ve siyasal analiz, seçmen tercihinin nasıl saptırıldığını da ortaya koyacaktır.


Sorunun kökeni

Atatürk dönemini sinerek geçirmiş dinci akımların “anayasa gerisi” bir güç olarak örgütlenip Türk siyasal hayatında iktidarı belirleyen baş aktör haline gelmeleri, 1950 karşıdevrimi ile başlamıştır.

DP, büyük kitlenin dini duygularına, gelenek ve göreneklerine dayanmayı seçmenin güvenin kazanma ve iktidar olmanın vazgeçilmez öğesi olarak görmüş, bu nedenle toplumun duyarlılığını tahrik ve din duygularını istismarda hiçbir ölçü tanımamıştır. Türk demokrasisi o gün bugündür dince kutsal kavramların iktidar uğruna kullanıldığı bu ray üzerinde yürümektedir.

Ancak Cumhuriyet tarihimizde ilk kez bugün, sayısız cemaat ve cemaatlerin anası Fethullah örgütü, devlet bürokrasisinde “İslami ideoloji” ile egemenlik kurmuştur. “Adliye-mülkiye-harbiye” olarak sıralanan hedefin kalbine nafiz cemaat hareketleri sessiz ve derinden dalga dalga yayılmış, şimdilik “harbiye” hariç diğerlerinde etkili bir “yarma” harekâtı gerçekleştirilmiştir. Sayın Avcı’nın kitabı, cemaatin devlet bürokrasisindeki egemenliğinin zirveye koştuğu tam da bugünlere denk gelen bir panoramik tasvir, bir anatomik “teşrih” (açma, şerh etme) işlevi görmüştür. Bir muktedir el bu halkoylamasında bir kez daha yukarı kalkmış, bir kez daha hedef ve yön belirlemiştir.

Amaç, cemaatin devlet bürokrasisinde sağladığı egemenliği, şimdi yeniden yapılandırılacak Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na da taşımaktır.


Şimdi gelinen nokta

Din derslerini zorunlu kılan 12 Eylül Anayasası’na ve onun kabulü için Kuran’dan okuduğu ayet ve hadislerle propaganda yapan 12 Eylül paşasına övgüler düzen Hocafendi’nin şimdi “ehli kubur”dan (ölüler) bile “evet” isteyen desteği, yalan makinesine dönüşen kamuoyu oluşturucularının söylediğinin aksine, küçümsenecek ya da ihmal edilebilecek bir destek değildir. Cemaatin halkoylamasına müdahil olmasının “evet” oyları üzerinde ihmal edilemeyecek bir etkisi olmuştur. Ancak kimi sosyolog, siyaset bilimci ve kamuoyu araştırmacısı kendinde apriori (önsel) var olan düşünceleri kaleme aldığı konu diline yansıtmaktan kendini alamadığı için, öznel sonuçlara varabilmekte, bu etkiyi ihmal edilebilir göstermeye çalışmaktadır.

Kaldı ki cemaatin halkoylamasından da önce gelen bir süreç içinde devlete damgasını vurduğu, devlet bürokrasisine egemen olduğu örnekleri ile ortadadır. YÖK üzerinden üniversitelerin, YAŞ üzerinden ordunun hesabı görülürken, “Hocafendi’nin okullarında çalışan öğretmenler para için değil, sadece rıza-i ilahiye sebep olacak bir amelimiz olabilir mi diye çalışıyor” diyen valiler, Cumhuriyete başkaldırı arenasına dönüşen “Abant Platformu”ndan alınıp kamu yönetiminin başına getirilirken, cemaatin izdüşümünü görmemek, olsa olsa bakmakla görmenin aynı şey olmadığını doğrulayan bir örnektir.

Cemaat ve kendisine teşekkür eden iktidar için sıra şimdi “yargı”nın hesabını görmeye gelmiştir. Yargının da hesabı görüldükten sonra iktidar açısından artık önümüzdeki genel seçimlerde Atatürk’ün Cumhuriyeti ile tümden hesaplaşmanın önünde hiçbir engel kalmamış olacak, Türkiye, birbirini değilleyen biri yüzde 42’lik, diğeri yüzde 58’lik iki Cumhuriyetli bir yapıda sarkaç gibi sallanacaktır.


Sonuç

Tarihsel iklim ve sosyolojik realite, bugün ulaştığı düzey itibarıyla cemaat hareketinin yalnız devlet bürokrasisinde değil, sosyal yapının tüm katmanlarında egemen olması için elverişli koşulları taşımaktadır.

Bugün Türkiye’de siyasal iktidarı devletten bezmiş, düzenden yılmış, sol’da umduğunu bulamamış, sonunda çareyi cemaate sığınmada bulmuş milyonlar belirlemektedir. İster Türk, ister Kürt olsun bu milyonları “devlet” ve “iktidar”la buluşturan ortak kanal, “İslam” kanalıdır.

Bu yüzden İslamcı Türk’ten de İslamcı Kürt’ten de iktidara oy yağmaktadır.

Bu kitle üzerinde Doğu ve Güneydoğu’da sıradan insanları şeyh, şıh, tanrı mertebesine yükselten feodalitenin, Orta ve Batı kesimlerde “İslami sermaye”nin denetim gücü ve baskı mekanizmaları vardır. Buna kamuoyunu etkileyen araçlar üzerindeki mutlak iktidar baskısı da eklenince, çok partili sistemin ve seçimin var olmasının bu ülkede demokrasi vardır demeye yetmediği görülecektir. Demokrasinin önü, devletten bezmiş, düzenden yılmış çaresiz insanları “sosyal devlet”in kimsesi kılmakla açılacaktır.

Bu çaresiz, yılgın, ümitsiz insanlar sosyal devletin kimsesi kılınmadıkça, cemaatin önceden kurulmuş saat gibi oy veren “mekanik insan” olmaktan kurtarılıp demokrasinin “siyasi insanı” yapılmadıkça, çapı gören düşünce açıları “ağa olunca soğanın cücüğünü yeme”nin ötesine geçecek derecede büyütülmedikçe Türkiye’de demokrasi, “istersen var bin hacca, ha bir kuru emektir. ”

Demokrasinin önünü açmada tarihsel görevin Cumhuriyet Halk Partisi’ne düştüğü ise, tartışmasızdır.



İBRAHİM TÜRKEŞ, Cumhuriyet, 1 EKİM 2010
Kullanıcı küçük betizi
TÜRKK
Üye
Üye
 
İletiler: 152
Kayıt: Sal Mar 09, 2010 20:44

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x