Zurnanın “zırt!” dediği bir yer vardır; zurnaya teğet geçmiş çoğu insan bilir…
Hani yanık bir peşrevin yüreğinize kuş kondurduğu zorlu bir ses ırmağının kıyıcığında sazın inim inim inlediği bir yer vardır ya... Hani yani, eğer bir de yolun ve yordamın acemisi iseniz, izlenen ezginin dışında seyran eyleyen dar bir oluk gibi… Ya da zapt edilen bir çığlık gibi bir şey... İşte bu kavşaktır zurnanın “zırt!” dediği yer.
İnsan beyni, [nedense hep ve her zaman] zurnanın “zırt” dediği yerleri bulup, çıkarır yaşamın yüzeyine…
Siyasetin zurnası da bir başka telden çalar, bunu da bilirsiniz…
Hükümetin icra ettiği yaylı sazlar cümbüşünün “zırt” dediği yer, Türkiye’nin bağımsızlığının ortadan kaldırıldığı; ülkenin bölünme aşamasına geldiği ve tüm sosyal, ekonomik ve mali kıymetlerimizin yabancılara pazarlandığı noktadır.
Biz sade vatandaşların elindeki zurnanın “zırt” dediği yer ise, evin kirası, çocuğun okul masrafları, beslenme ve sağlık giderlerinin karşılanıp, karşılanamayacağı sorusunun her ay verilmek zorunda olunan yanıtında saklıdır.
Türkiye’de diledikleri gibi at oynatma yetkileri ile donatılmış yabancıların, ülke içindeki ensesi kalın işbirlikçileri için zurnanın “zırt” dediği yer ise, ulusal ekonomimizi koruyan önlemleri birer birer kaldıran hükümet icraatlarının her bir kilometre taşına sıralanmıştır.
Çocuklar için zurnanın “zırt” dediği yer, karnelerin alındığı ve yaz tatilinin başladığı andır.
Gördüğünüz gibi [ya da daha doğrusu, okumakta olduğunuz gibi] zurnaları çoğalttıkça, çoğalan zurnaların “zırt” dediği yerler de kendiliğinden artıyor.
Çünkü ülkemiz, türlü çeşitli zurnalar memleketidir.
Ve eğer biraz düşünülürse her zurnanın “zırt” dediği öznel ve diğerlerinden tam bağımsız bir yer bulunabilir.
Sanıyorum, böyle bir ortamda soluk alan biz insanlar ya da yurttaşlar veya vatandaşlar ve örneğin bireyler için önemli olan, zurnaların “zırt” dediği an, nokta ya da yerleri, iyi tespit edip; taşı gediğine iyice yerleştirebilmektir.
Taş gediğine yerleştirildi mi, zurnacının bilinci yerleştirilen gediğin içinde [ya da içeriğinde] yeşerir ve “zırt”lama potansiyeli, çok değerli bir kinetik enerjiye dönüşür.
İşte diyor Einstein, potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüşmesi süreci, evrenin temelinde yer alan “hareket” denen olguyu yaratır; EM-CE-KARE denen şey de bunun [sıkıştırılmış] fotoğrafıdır.
Ancak bu fotoğraf, dijital değildir.
Öyle önünüze gelen bir düğmeye rast gele basıp, çağın sınırsız teknolojik bilgi birikiminin itici gücünü arkanıza alarak, kafanızdaki sübjektivitenin, objektif baskı suretini elde edemezsiniz...
Böyle bir yağma yoktur bilim katında.
Hatta bilim denen serüvenin zemin katında dahi yoktur yağma... Ve yağmalama!
Düğmeye “zırt” diye basacaksınız; makinenizin objektifi “zart” diye açılıp, kapanacak ve tüm öznelliğiniz, düttürdüğünüz deklanşör aracılığı ile, ekran üzerinde, “hart!” diye nesnelleşecek... Yağma yok!
Hayır, kat’iyyen yağma yok!
Ayrıca yağma Hasan’ın böreği de değildir teknoloji.
“Han-ı Yağma” hiç değildir.
Eloğlunun dijitali ile gerdeğe girmekten başka bir şey değildir sözünü ettiğimiz şip/şak deklanşör basıcılığı...
“Zırt”çılıktır.
Aşırıcılıktır.
Ve bizatihi, hırsızlıktır!
Kafa hırsızlığı, düşünce aktarıcılığı, teknoloji aşırıcılığı ve hortumculuğudur...
Siz iyisi mi, boş verin bütün bunları.
“Zırt” girin denize; “zart” çıkın denizden; ve başınızı kurulamayı [sakın ola ki] unutmayın.
Kafayı üşütmek, diye bir deyim var, biliyorsunuz.
Sonra, maazallah, “zırt” diye üşütüverirsiniz bu en nazik “hokka”nızı...
Hapşurur, durur; hapşurur, durursunuz, ele güne karşı.
Ve bu salya/sümük hapşırık anaforuna kaptırmaya görün nazik bedeninizi, çok yaşayamazsınız, müsterih olun!...
Faruk HAKSAL, 13 Eylül 2011
farukhaksal@superonline.com
LÜTFEN “TIK”LAYINIZ:
http://www.soryusormak.com
http://www.kitlecizgisi.com
http://www.dnm-ler.com