“19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı“ Kutlu Olsun!
19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan Bandırma vapuru ile hareket edip „Millî Mücadele“yi başlatmak için Samsun’a geldiği gündür.
19 Mayıs 1919, Türk Millî Mücadelesi’nin yani Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç günüdür!
Her yıl 19 Mayıs günü, Gençlik ve Spor Bayramı olarak yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır.
19 Mayıs’ta, yurdumuzun her yerinde izciler, öğrenciler ve gençler spor gösterileri yaparlar.
19 Mayıs’ın Kısa Tarihçesi:
1914′de başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu pek çok cephede zafer kazanmasına, hele Çanakkale’de Türkler’in düşmana karşı destan yaratmalarına, Mustafa Kemal komutasındaki Türk birliklerinin düşmana geçit vermemelerine, düşmana „Çanakkale Geçilmez!“dedirtmelerine rağmen, Osmanlı ordusu ile bu savaşta birlikte olanlar yenilince Osmanlı’da yenilmiş sayıldı.
Savaş sonunda Mondros Ateşkes Andlaşması imzalandı.
Buna göre Fransızlar Adana ve Hatay’a; İngilizler Urfa, Mardin ve Merzifon’a; İtalyanlar Antalya’ya asker çıkardılar...
Düşmanlar, birer bahaneyle yurdumuzun dört bir köşesini sırayla işgal ettiler...
15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar İzmir’e girdi.
Böylece yurdumuz düşmanlarca paylaşıldı. Ordularımız dağıtıldı, İstanbul Boğazı’nı düşman gemileri sardı. İstanbul’a asker çıkardılar...
Memleketin düştüğü bu durum üzerine Mustafa Kemal yurdumuzu kurtarmak için Anadolu’ya geçmeye karar verdi. Bu yüzden kendisine önerilen 9. Ordu müfettişliği görevini sevinçle kabul etti. Bu görevi bahane ederek, yanına aldığı güvendiği arkadaşlarıyla birlikte 16 Mayıs günü İstanbul’dan Bandırma Vapuru ile Samsun’a doğru hareket etti. 19 Mayıs sabahı Samsun’a çıktı.
Deyim yerindeyse Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya „bir güneş gibi „doğdu...
1927 yılında yazıp Meclis’te okuduğu Büyük Nutku’nda bu günü şöyle anlatır:
„1919 Yılı Mayısı’nın 19’uncu Günü Samsun’a Çıktım.
Durum ve genel görünüm:
Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, genel savaşta yenilmiş, Osmanlı Ordusu her yanda zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes imzalanmıştı. Büyük savaşın uzun yılları zarfında millet yorgun ve yoksul bir durumda. Milleti ve memleketi genel savaşa sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve halifelik yerini işgal eden Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını güvenceye alabileceğini umduğu alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki Hükümet âciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız padişahın iradesine uyruk ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
Anlaşma Devletleri ateşkes hükümlerine uymayı gereksiz görüyorlar. Birer vesile ile her taraf işgal ediliyor. Yunanlılar İzmir’e çıkmış, ülkedeki Hıristiyanlar devleti iyice çökertmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu durum karşısında bir tek karar vardı: O da milli egemenliğe dayanan ,kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak. Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şu idi:
Esas, Türk Milleti’nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa malik olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve iyiyaşar olursa olsun , bağımsızlıktan yoksun bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden daha yüksek bir işleme lâyık olamaz.
Halbuki Türk’ün haysiyet, şeref ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa mahvolsun, daha iyidir!
O halde ya bağımsızlık ya ölüm…”
İşte Mustafa Kemal Paşa, bu mantıkla Samsun’da çalışmalara başladı.
Bu çalışmaları ve mücadelesi hiç bitmedi…Vatanın kurtuluşuna, tam bağımsız bir “Türk Devleti” kurulup dünyaya ilân edilene kadar devam etti…Daha sonra da yine hiç dinlenmedi, boş durmadı.
Kurduğu bu bağımsız devleti”Türkiye Cumhuriyeti’ni gerçekleştirdiği devrimleriyle çağdaş bir ülke yaptı…
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa bir hafta sonra Havza’ya geçti.
Oradan Amasya’ya. Orada Amasya Genelgesi’ni yayınladı. 22 Haziran 1922.
Amasya Genelgesi Türk Tarihi açısından çok önemlidir. Genelge şöyle başlar:
„ Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti galip devletlerin etkisi altında bulunduğundan yüklendiği sorumlulukların gereğini yerine getirmemektedir. Bu durum, milletimizi yok olmuş tanıtıyor. Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.“
Mustafa Kemal, Amasya’da yayınladığı genelge ile ulusu, ülkenin bütünlüğünü, bağımsızlığını kurtarmak için birlikte çalışmaya çağırdı. İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın bu çalışmalarından rahatsızdı. Mustafa Kemal’in milli bir hareketi hazırlamaya kalkışması İstanbul’da korku ve telaş uyandırdı. Görevden alındığı bildirildi. Harbiye Bakanı, Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağırdı. Vahdettin bir telgrafla Mustafa Kemal’den şunları istiyordu. Kısaca:
“Durumun umutsuz olduğunu , herhangi bir harekete geçmesinin işgal devletlerini daha da kızdıracağını, İstanbul’a gelmek istemezse, istirahate çekilmesini, hiç bir işe kalkışmamasını, “ istiyordu.
Bu telgrafa Mustafa Kemal oyalayıcı bir cevap verdi.
3 Temmuz 1919 günü halkın coşkulu gösterileri arasında Erzurum’a vardı.
Amasya Genelgesi’nin ne kadar önemli olduğunu İstanbul Hükümeti’nin, Padişah’ın tepkisinden anlamak mümkündür. Ama Erzurum Kongresi daha da önemli bir adımdır:
Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu’daki direnme güçlerini birleştirecektir.
7-8 Temmuz gecesi Mustafa Kemal’e görevinden alındığını bildiren bir emir geldi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa padişaha telgraf çekerek askerlikten çekildiğini bildirdi. Böylece Osmanlı Hükümeti ile bütün ilişkileri kesilmiş oluyordu.
Silah arkadaşları için de, artık askerlik yetkisi kalmamış Mustafa Kemal Paşa’nın buyruğuna girmek ve birlikte mücadele etme kararı vermek çok önemli bir olaydır. Ordu komutanları ve silah arkadaşları da tarihteki yerlerini böylece almışlardır.
Erzurum Kongresi kararları çok önemlidir:
„Milli sınırlar içindeki vatan bir bütündür. Bu bütün içinde bulunan Doğu İllerimiz yabancı işgaline karşı tüm milletle birlikte hakkını savunacaktır.
Doğu İllerinin ve bütün vatanın bağımsızlığını Osmanlı hükümeti sağlayamazsa, bunun gerçekleşmesi için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümeti de milli bir kongre seçecektir. Bunun için gerekli girişimler yapılacaktır.“
Yani Erzurum Kongresi’ yle yeni bir devletin kurulması kararı belirmiş, Doğu İllerimizde birlik sağlanmıştır. Amasya Genelgesi de kabul edilmiştir.
Sivas Kongresi 4-11 Eylül’de toplanmış , ortaya atılan „manda „(Amerikan Mandası’nın güdümüne girmek) fikirlerine karşı bağımsızlık ve bütünlük savunulmuştur.
Manda ve güdüm yanlıları susturulduktan sonra, yurttaki dağınık bir durumda bulunan düşmana karşı direnme kuruluşları, dernekler de birleştirilmiştir.
Böylece tek bir dernek oluşturuldu : “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti “
Bu cemiyet aracılığıyla kurtuluş mücadelesinin yürütüleceğine karar verildi.
Ayrıca milleti temsil eden bir “ Mebuslar Meclisi “nin de bir an önce toplanması karara bağlandı.
Bütün bu işleri yürütmek için oluşturulan Temsil Kurulu’nun başkanlığına da Mustafa Kemal seçilmiştir.
Bunlar olurken Damat Ferit Hükümeti’nin durumunu, ne yaptığını anlatmadan olur mu?
Damat Ferit daha Mustafa Kemal İstanbul’dayken, 10 Mart 1919’da Osmanlı Hükümeti’nin başına geçirilmişti.
Damat Ferit, beceriksiz, işgal güçlerinin adamı olan biriydi. Tek bir şey biliyordu : İşgal güçlerinin buyruklarına kayıtsız şartsız uymak !
Ona göre yurdun parçalanmasına engel olmak imkânsızdır. Bize ne bırakılırsa onunla yetinmek gereklidir.
İşgalcilere karşı yapılan her direniş ancak onları kızdırır ve isteklerini artırır…
İzmir ve dolaylarının Yunanlılar’a verilmesine de ses çıkarmamıştır. İşgallere sessiz kalmıştır…
İşte değerli okurlar, Samsun’dan başlayarak Kurtuluş Savaşımızın başlangıç sürecini kısaca anlatmaya çalıştım…
Şimdi gelelim günümüze.
19 Mayıs 2011’de “ Türkiye’nin Durumu”:
Şu yaşadığımız günleri de pek çok yazarımız, tarihçimiz, kanaat önderimiz , siyasetçimiz Atatürk’ün Samsun’a çıktığında anlattığı duruma ve şartlara benzetiyor…
Zamanımızın Damat Feritleri’nin kim olduğunu bilmek de zor olmasa gerek…
Yine başamızda dış güçlerin, işgalci güçlerin her dediğini yapmaya meyilli, vatanın birliğini, bütünlüğünü dert etmeyen, örneğin, Rum Patrik’inin başımıza dert açmasına , Lozan’a aykırı devlet içinde devlet kurmasına hiç düşünmeden izin verebilecek, bundan rahatsız olmayan, kendi ifadeleriyle ecdatları başka insanlar var…
Kürt, Ermeni, Rum,Yunan açılımlarıyla tarihi tersyüz edecek, bağımsızlığımızı tehlikeye atacak siyasetçiler var…
Bunların hain kalemleri, şakşakçıları, vatana millete garezi olan, mandacı, milliyetsiz, Türk Milleti düşmanı aydın bozuntularımız var…
Bilgisiz bırakılmış ve olanlardan habersiz yoksullaştırılmış halkımız var…
Neredeyse, elinde kalan tüm Cumhuriyet kurumları, yer altı yer üstü varlıkları, suları, madenleri, dağı taşı…güdümlü anketçilerce yeniden seçimi kazanacağı ilân edilen AKP eliyle satılmış veya kalan kurumları ve varlığı da yabancılara satılacak, bölünüp parçalanacağı saklanmayan sanki kasabın bıçağı boynuna dayanmış gibi duran bir ülkemiz var.
Bu iktidara karşı muhalefet partilerimizin durumu da şöyle:
Cadı kazanı gibi kaynatılan, dış ve iç müdahaleye uğramış bir anamuhalefet partimiz var.
Bu partinin başına kaset düzeni ile yani bir oldu bittiyle getirilen, Onur Öymen’in deyişiyle, daha ABD’nin 2008 raporlarında adı geçen, Deniz Baykal’ın indirilip onun yerine geçirilmesi plânlanan bir kişi var. ” Bu vatanın kurucusu büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘e dair ne düşündüğünü tam bilmediğimiz, Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okuna ne kadar sadık olduğu tartışılabilen bir parti başkanı var…
Daha başkan seçilmediği, partide bir birey olduğu günlerde, TV’lerdeki tartışma programlarında askere, bu Cumhuriyeti kuran iradeye yani Atatürk’e küfredilirken, bütünlüğümüz sorgulanırken susup bakan, bunlara sessiz durabilen,soğukkanlı, varsa yoksa aklını yolsuzluklara takmış, en büyük yolsuzluğun vatana ihanet olduğunu bilmeyen veya siyasi nedenlerle bilip de şimdilik susan bir CHP başkanı var.
Şahin Mengü, yeni dönemde partisinden dışlanmasına karşı, CHP’yi son çıktığı ”Politikanın Nabzı “ programında şöyle savunuyordu:
“CHP’nin yenisi olmaz!
Genel Başkan herhalde yönetimden söz ediyor. Her siyasi partinin tüzüğü vardır.
Atatürk’ün kurduğu, Cumhuriyet’ten evvel var olan kökü Müdafaa-i Hukuk cemiyetine dayanan bir siyasi partide böyle her şeyler değişmez ; CHP’ye, Yeni CHP demek haksızlık olur.
CHP çağa uyarken devletin temel değerleri tartışılmaz!”
Alman hakim, dün, 2. Deniz Feneri davasını açabilmek için suçlanan iki kişinin hemen tutuklanmasının gerektiğini ama bunun yapılmayacağını gördükleri için davayı açmaktan vazgeçebileceklerini söylüyor.
Bu yeni bilgiyi halka duyurmak yerine Başbakanla lâf dalaşına girmeyi tercih eden bir CHP var karşımızda. İktidarın ipliğini pazara çıkaramayan, olanı biteni dosdoğru anlatamayan...İktidarın neden tek oy bile almaması gerektiğini halka duyuramayan...
Yine düzme kasetlerle sallandırılmaya çalışılan, Türk Milliyetçiliğini ve Cumhuriyeti savunan MHP var. Bu sabah duyurulan Erdal Sarızeybek katılımıyla başka bir anlam kazanan MHP var.
Atatürk Cumhuriyetini ve Atatürk ilkelerini savunmak için de Cumhuriyet Güçbirliği adayları seçime katıldılar.
Silivri cehenneminden çıkmak, Silivri tertibini, düzenini yıkmak, askere uzanan elleri kırmak için…
Diğer vatansever bazı partilerimiz ise birleşemedikleri için seçim barajı engeline karşı savunmasız olarak meydanlardalar…
Bölücü terör örgütünün uzantısı parti ise artık işi öyle ileriye götürdü ki askerimize silah çekerken, pusu kurarken, devletine baş kaldırırken yakalanıp öldürüleni kahraman ilân edebiliyor, büyük katılımlı cenaze törenleri düzenleyebiliyor.
Devletin televizyon ve radyosunu denetlemesi için kurulan RTÜK bazı topraklarımıza Kürdistan denmesini yasal bulmuş. Soruşturmaya gerek görmemiş. “Burası Türkiye Kürdistanı. Burası Anadolu değildir. Bu sözlere alışacaksınız. Kemalist zihniyet inkarcıdır “diye konuşan adama, RTÜK arka çıkmış. Şiddet çağrısı içermeyen ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir, Kürdistan , özerklik, ayrı devlet gibi ifadelere yönelik şikayetler için, cezaya yer yok, demiş.
Kürtçe seçim konuşması da serbest bırakıldı, yani yasak değil…
Geçen gün 12 terörist sınırdan geçerken öldürüldü. Bir yazarımız,(Güngör Mengi)“Sınırdan sızmaya çalışan silâhlı terör gruplarına karşı görevini yapan askerler iftiralara hedef yapılmaya başladı. Askerin bir çatışmada zayiat vermemesi adetâ suç oluyor. Çıldırdık mı biz?“ diyor bugünkü yazısında.
Üç TRT yöneticisine hapis istemi ile dava açılmış.
Savcı, “TRT'nin tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamasını ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamasını” düzenleyen kanuna aykırı yayın yapıldığını savunmuş.
Bu haberi de dün bilgiağı (internet) gazetelerinde görünce gözlerime inanamadım.
Haber şöyle:
„Migros Ticaret A.Ş, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nda, Türk Bayrağı’nın renkleri olan kırmızı beyaz kıyafetlerle mağazalara gelenlere yüzde 10 indirim yapacak.
En büyük bayramımızda, Millî Mücadele’nin başladığı bu büyük günde milletimizin duygularını kullanmak...Neyle? Bayrak rengimizle!
Neyin aracılığıyla? Bir alışveriş zincirinin. Küresel bir zincirin. Daha doğrusu Yunan ortaklığının…
Satın aldığı bu kuruluşun parasını da Türk bankaları finansa etmiş bu Yunan’ın. Bunu o zaman Yunan gazeteleri yazdı. Bizde haber olmadı.
Bu şirket artık Türk değil, bir Yunan ve İngiliz ortaklığı! Ekonomiye müdahale edecek güçte. Satılma sürecinde şöyle denmişti: Migros'u alan Türkiye'de ciddi bir güç olacak. Herhangi bir üretici firmaya 'ben senin malını almıyorum' dese, o üretici iflasın eşiğine gelebilir.
Şimdi denmez mi? „Haydi 50 lira ve üzeri alışveriş yapın, müsamere çocukları gibi kırmızı beyaz giyinin! Onları ihya edin! Küreselcileri kendinize güldürün!”
Buna en başta, bir millî hükümetimiz olsaydı o karşı çıkardı!
Bu iş, bayrağımızı kullanma işidir! Tıpkı dinimizi siyasette kullanmaları gibi!
Halkımızı, şirketlerini kurumlarını satın almış, bir güzel soyuyorlar. Ülkemiz artık üretmiyor, tüketiyor bu iktidar sayesinde!
Ufuk Söylemez(eski Bakan) hafta sonunda Ulusal Kanal’da bir programda açıklıyor :
“İktidar için “Hedef 2023’müş.
Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız…2023’e kadar Tayyip Erdoğan kaldıysa ölmüşüz biz!
Sanki gitmemek üzere gelmiş gibi davranıyor.
Sen Mübarek misin?
Kredi al tüket! Ne tasarruf, ne üretim.
120 milyar dolar açık, ülke için bir millî güvenlik sorunudur!
Bu toplum üretmiyor.
İthal mal al!..Kredi al !.. Bu nereye kadar?
Bir yerde kıyamet kopacak!“
Kılıçdaroğlu Kahramanmaraş’ta seslendi:
“Gençler size özgürlük vâdediyorum.
Demokrasiyi bütün Türkiye için vâdediyorum.
Kardeş kavgasını sonlandıracağım.. Bedeli ne olursa olsun !”
Bedeli ne olursa olsun? Seçimden önce bunu bir soran olsa…Bu bedeli öğrensek…
Başka bir yerde ise hâlâ şunları söylüyor:
“Bunu söylüyorum. Karşıma gel bakalım kim çırak, kim usta, ben sana göstereceğim:
Kendine güveniyorsan Recep Tayyip Erdoğan, karşıma çık!”
Bu da günün son haberi.
Sömürgeleşmemiz tam hız sürüyor. İktidar 40 bin yabancı İngilizce öğretmeni(misyoner) getirtme kararından sonra nihayet baklayı ağzından çıkarmış. Yerel bir lehçeden, Arapçadan sonra İngilizce devlet kanalı:
„TRT İngilizce haber kanalı kuruyor.“
„Bülent Arınç, TRT'nin İngilizce haber kanalının yıl sonuna kadar yayına gireceğini söyledi.“
Bütün bu şartlarda bile, yine de iyi günlerin geleceği, milletimizin bu güç şartlardan da kendi gücü ve iradesiyle kurtulabileceği inancıyla :
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun!
Atatürk’ten Türk Gençliğine:
“ Gençler, cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız. “
“Rica ile, merhamet dilenmekle bir millet ve devletin şeref ve istiklâli kurtarılamaz. Türk milleti, gelecek nesiller için bunu unutmamalıdır.”
Gençler, yani yeni Türkiye’nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.”
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel (uluslararası) vaziyete göre, böyle bir savaşın gerektirdiği ruhi unsurlarla mücehhez(donanmış) olmayan fertlere ve bu fertlerden mürekkep (meydana gelmiş) cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur.
“Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz…“
“Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Feza Tiryaki, 18 Mayıs 2011