Muhtıranın tam Türkçe metni:MEMORANDUMKİME: Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
KİMDEN: Sayın Ayla BAKKALLI
TARİH: 02 Temmuz 2001
KONU: Küreselleşme: Türkiye'de politika, "çözümün" mü,
yoksa "sorunun"mu bir parçası?
CC: Sayın Muammer SAKA
Sayın Süleyman KAYA
Saygıdeğer destekçileriniz Sayın Muammer SAKA ve Sayın Süleyman Kaya tarafından, 1,5 yıl kadar önce İstanbul'da tertiplenen kısa tanışıklığımız ile başlayan ve devam eden profesyonel diyalogumuz sonucu, iş bu memorandumu masanıza getirdi.
Hatırlayacağınız gibi, ben insan Yerleşim Komitesi üyesiyim.! Bu komite, Birleşmiş Milletlere danışmanlık yapar, bu da Çevre ve Gelişme Konferansının 21 No. Gündemi ve Habitat gündemindeki taahhütlerin yerine getirilmesini genel olarak denetlemektedir. Bu kuruluşun, şehirleşen bir dünyada, yeterli barınma ve desteklenebilen insan yerleşimlerini iyileştirme işleri vardır. Biz, aynı zamanda 6-8 Haziran 2001 de Newyork'da toplanan İstanbul X 5. HABİTAT konferansına ev sahipliği yapan komite idik; ben de "iyi yönetim konusundaki konuşmacı olarak, İstanbul Belediye Başkanlığı döneminizde, İstanbul bölgesindeki gecekondu yerleşimi konusundaki yaklaşımınızı ve liderliğinizi dile getirdim. Ben ayrıca, ABD, Kanada ve Türkiye arasında kurulan kamu ve özel ortaklıklar için, bu ortaklıklara; "yükselen pazarlar stratejik emlak danışmanlığı' hizmeti veren bir firmanın da başkanıyım. İnsan yerleşimi konusunda, kamu sektörünün yükünü hafifleten özel sektör rolünü biçimlendiriyor, Türkiye ile uluslararası toplum arasında; B.M. / Uluslararası ve Ulusal Standartlara uygun olarak stratejik çözümler ve bağlantılar sağlıyorum.
Türkiye'de. 21.YY'a girmeye 6 ay kala, Ankara'nın, küresel olarak karşılıklı bağlantılı ve karşılıklı-bağımlı bir dünyayı algılaması sonucu, Türkiye'nin sorunlarının konvansiyonel yollarla çözümü artık geçerli ve kabul edilebilir olmadığı anlaşılmıştır. Dünya, küresel olarak gittikçe daha çok karşılıklı-bağımlı hale geldikçe, kurumlaşmış bir demokratik sistem olmadan, istikrar olamayacağına dair bir fikir birliği (consensus) oluştu. Gelişmekte olan / geçiş dönemindeki ekonomilerde, fakirliği yenebilmek için temelde demokratik yönetim esastır. Demokrasi için artan istek ve hükümetlerin merkezi yapıdan uzaklaşması arasındaki ilişki; ilk olarak kaynakların harekete geçirilmesi ve ikinci olarak yerel yönetimlerin kendi meselelerini kendilerinin yönetmesi açısından güçlendirilmeleri ile, merkezi hükümeti yerel endişelerden kurtarabilir. Ankara'ya yeni konseptler sunan küreselleşme sürecinin etkileri ile başa çıkabilmek için geliştirilmesi gereken yeni mekanizmalara duyulan ihtiyaç yanında, Ankara; bu süreci aynı anda hem anlamaya çalışıp hem de dinamitlediği için, halkına bir vizyon vermekte zorlanmaktadır.
Ankara, sadece kendi ihtiyaçları üzerine bina ettiği bir şekilde ayakta kalamayacağını fark etmeye başlamaktadır. Küreselleşme, hiçbir ülkenin bir «ada» olmasına izin yermez. Entegre bir ilişkide bir çok aktöre, sivil toplum örgütlerine, topluluklara, özel sektöre, yerel otoritelere ve milli hükümetlere, bunların hepsine; milli yasa, mevzuat ve standartların yollarını tıkamasına karşı birlikte çözüm oluşturacakları bir işbirliği içinde yer almalarına ihtiyaç vardır. Bu reformlar, tabandan yukarı doğru dinamik bir yaklaşım gerektirirler. Hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerin tecrübeleri, milli ve yerel otoriteler tarafından yukarıdan aşağı empoze edilen yaklaşımın başarısızlığa uğradığını göstermiştir. Demokratik süreçlerin başarılı olduğu yerde takım çalışması / ortaklık da başarıya ulaşmıştır.
Türkiye gerçekten global bir oyuncu olmayı arzu etmekte ve dünya toplumu içinde daha büyük bir rol istemekte, ancak lider bir role sahip olmak için geçirmesi gerekli köklü değişiklikleri bütünüyle anlamakta başarısız olmaktadır. Türkiye, bir liderlik rolünü düşünmek için bile, önce karşı karşıya olduğu çürümüşlük, zayıf yönetim, etkisiz hükümet, çevresel bozulma, fakirlik, eşitsizlik, adaletsizlik, toplumdaki bütün sektörlerin katılımı gibi konularda somut çözümler üretmek zorundadır.Uluslararası kurumların Türk vatandaşlarına, demokratik bir ortamda şikayetlerini dile getirmek için bir platform sunması, kaderin garip bir cilvesidir. Türkiye'nin AB adaylığı, Türk vatandaşlarına, kendi adalet sistemlerine güvenmedikleri bir ortamda bir çıkış yolu, bir alternatif vermektedir. Bu uluslararası avantajı kullanan Türk vatandaşları, Ankara aleyhine 2000'in üzerinde dava açmışlardır.
Liderlik yeteneği ve küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini yürütebilme kapasitesi olan bir siyasi temsilci, yapıcı ve ileri görüşlü oluşu dolayısıyla, yalnız milli düzeyde seçmen desteğini almakla kalmayacak, Türkiye'ye yaşadığı politik ve mali krizde destek olan güçlü uluslar arası topluluğunca da kabul görecektir.
Türkiye, Allah'ın lütfü olan jeostratejik konumu ile, uluslar arası toplumdan politik ve mali destek almaktadır. Ankara, bağımlı bir politika oluşturmamak ve stratejik öneminden dolayı, Türkiye'ye gerçekten var olan değeri nedeniyle Washington merkezli bir dış politikanın, kendisine her zaman gereken vakit, dikkat ve deneyimi sunacağına dair bir inanca kendini kaptırmamak hususunda dikkatli olmalıdır. Amerikan hükümeti görevlilerinin, her zaman Türkiye'nin karmaşık durumunu tam olarak anlayacak düzeyde deneyim, bilgi ve cesarete sahip olacaklarından her zaman emin olunamaz.
Son 25 yıldır Türkiye, ABD Dışişleri Bakanlığında Avrupa masası (EUR) bünyesinde; daha önce Yakın Doğu masasındaydı (NEA). Türkiye ile ilgili temel meseleler, geleneksel olarak, EUR kapsamında NATO ve SSCB ile; NEA kapsamında ise Arap-İsrail anlaşmazlığı çerçevesindeydi. Bu da şunu yansıtmaktadır:
Türkiye, Coğrafi paradigması olan Doğu-Batı, Avrupalı - Asyalı (ve aynı zamanda Orta Doğulu), Müslüman ve Laik, Demokratik ve Otoriter, Pazar ekonomisine dönük ve Devletçi ikilemleri ile baş edebilecek derinlemesine tertipli profesyonel bir kadroyu geliştirmekte ve dolayısıyla sofistike / girift bir dış politika oluşturmakta başarısız olmuştur.AB, Türk milleti için iyi tanımlanmış bir dış politikayı ihmal ettiğinden, Ankara'nın tek gayreti, AB ile aynı safta olmak ve görünmektir. Kendi potansiyelini anlamak ve Türkiye'nin çıkarları için diğer ülkelerin dış politikalarına dayanmamak ve güvenmemek gereğinin farkına varmak, sadece Türkiye'nin sorumluluğudur. Kendi kimlik ve kişiliğini yalnız Türkiye bilebilir ve anlayabilir. Türkiye, Türkiye'yi geliştirmek durumundadır. Türkiye, uluslar arası sahnede daha yenidir. İhtiyaçlarını ve meselelerini bir "Türk" içeriği ile anlatmak için oldukça yüksek derecede girift bir iletişim yeteneği geliştirmek ve Türkiye'yi anlamaları için diğer devletlerin dış politikalarına bel bağlamamak durumundadır, çünkü gerçekten anlayamazlar da!
Gelişmekte olan ekonomilerin artan orandaki riski, fakir ile zengin arasındaki farkı daraltabilme kabiliyetine bağlıdır. Bu farkın, küreselleşme olgusunun, bilgi tabanlı endüstrileri yaratması dolayısıyla açılması beklenmektedir. Arayı kapatamamak, gelecekteki Türk Liderlerin karşı karşıya kalabilecekleri en büyük engel olacaktır. Bu nedenle, Ankara'nın, reel sektör istese de istemese de, küreselleşmenin gerekliliğini anlaması şarttır. Bu konuda dünyada geçerli kurallara uyum sağlaması, uygulamak istediği kuralları seçip, kendi gündemine uymayanları reddetmesinin mümkün olmadığını anlaması gerekir.
Küreselleşmenin bir' diğer adı da şehirleşmedir, bu kavramlar el ele giderler. Medeniyet, bundan önce, bugünkü kadar, şehirlerdeki farklı unsurların böylesine bir arada yaşamak zorunda kaldıkları bir durum hiç yaşamadı. Bu şehirleşme eğilimi, mevcut şehir ve kasabalar üzerinde, önceden kestirilmeyen etkiler yaratmaktadır. Açıkça görülmektedir ki, küreselleşme; gelişmekte olan ülkelerdeki şehirler, kasabalar ve köylerdeki insan yerleşim sorunlarını şiddetlendirmiştir. Hükümetler, geçmişteki edinilen tecrübe ve alınan derslerin bugüne uygulanamadığı, bu günkülerin de artık geleceğe de uygulanamayacağı bilinmeyen bir alana girmektedirler.
Şehirleşme merkezlerini bekleyen sorunların; aşırı kalabalıklaşma, fakirlik hastalıkları, belediye mali yatırımlarının yetersiz kalışı, hizmet sunumunda eksiklikler ve bunların sonucunda ortaya çıkacak eşitsizlik ve suç oranındaki artış olduğu söylenebilir. Eğer şehirleşme alanları etkin bir biçimde yönetilemezse, bu da, farklılığın tanımını , yalnızca maddesel değerlerden yoksun olmanın ötesinde, kişisel emniyet yokluğu ve güçsüzlük duygusu ile perçinleyecektir.
Şehirlerin artan önemi ve yerel yönetimlerin artan rol ve sorumluluğu
Ankara'yı şehirleşme sorunlarına daha anlayışlı bir yaklaşımı içeren yeni bir şehirleşme stratejisi geliştirmek üzere güçlü bir şekilde motive etmelidir. Bu konuda bir örnek olarak, Türkiye'de şehirlerdeki gecekonduların tahliyesi gibi, dengesiz ve değişken bir sorun verilebilir. Eşitsiz arazi dağıtımı ve Ankara'nın hızlı şehirleşme karşısındaki yetersizliği, halkın büyük ölçüde yer değiştirmesi ve toprakla bağ kuramadan "Çadır"laşması ile sonuçlanmıştır. 1858 tarihli Osmanlı toprak kanunu, herhangi bir vatandaşın, kullanılmayan devlet arazisini talep etmesine ve kullandığı sürece de burayı işgal etmesine izin veriyordu. Kırsal alanlardan gelen göçmenler, büyük şehirlere gelince, doğal olarak, geleneksel bir yaklaşımla yasaya karşı geldiklerini dikkate almadılar. Yerel otoriteler de, feshedilmemiş tarihsel bir yaklaşım ve uygulamanın, işgalcilerin davranışına bir ölçüde meşruiyet kazandırdığını dikkate alıp, bir şehirleşme politikası izlemekte başarısız oldular. Şurası kesin ki, bunlar, son derece karmaşık sorunlardır,
merkezi hükümetin esnek ve elastik politikalarına ve bu politikalar sonucu oluşacak yerel yönetimlere otonomi devri ve milli hükümet fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkaracak düzenlemelere ihtiyaç gösterirler.Türkiye de yaşanan kriz; politik, ekonomik ve sosyal süreci, derinlemesine tahrik etmiştir. Ankara, karşısına çığ gibi çıkan sorunlarla boğulmuş durumdadır. Bilgi ve politik irade eksikliğinin, iç sorunlarını çözmekteki en büyük engel olduğunu kanıtlamıştır. Şurasını işaret etmek gerekir ki, bugün politik başarı; büyük ölçüde liderlerin, bilgi ve teknoloji ile şehir ve yerel yöntemler, milli hükümetler, sivil toplum, akademisyenler, araştırma kurumları, medya ve özel sektör arasındaki bağ kurabilme kabiliyetine bağlı olacaktır.
Bilgi, şu anda dünyadaki üretim vasıtasıdır, küresel olarak rekabet edebilmek ve fakirliği yenebilmek için anahtar faktördür. Yalnız bilgiye ulaşmak yetmez, bunun yanında, oldukça pahalı bir hammadde olan ve ülke nüfusunun büyük ölçüde eğitimli olmasını gerektiren bilgiyi üretme fırsatları da o kadar önemlidir. Türkiye'deki özel ve kamu sektöründe, araştırma ve geliştirme alanda yapılması gereken yatırımların mevcut olmayışı, çatışma ve kriz durumlarında etkin bilgi kullanımı imkanlarını ortadan kaldırmıştır. Bu husus, Türkiye'nin son birkaç krizinde görüldüğü kadar açık biçimde, hiç bir yerde görülmemiştir. Gelişen ekonomilerde ileri çıkan liderleri bekleyen en büyük sorun; bilgiyi yaratma, yönetme, dağıtma ve toplumun bütün sektörleri ile paylaşma sorunudur.
Dünya şu anda, hükümetlerden, uluslararası topluma olduğu kadar kendi halklarına da verdikleri sözleri tutmalarını istemektedir.
Burada "sopa", uluslar arası sansür/denetim; "havuç" ise meşruiyet ve saygıdır.Sayın Saka, Sayın Kaya ve ben, bu memorandum için göstereceğiniz ilgi ve dikkat için takdirlerimizi sunarız.Saygılarımızla,
Ayla Bakkalli, Bakkali Şirketinin Başkanı 445 ParkAvenue Süite: 1040
New York City, New York 10022
E-Mail: Ayve@.Candide.net
Telefon: 917-886-9105 Faks: 917-322-2105Ali ÖZOĞLU, Şifre Çözüldü kitabından