AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

Genel & Güncel Konular

AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen Türk-Kan » Cum Ağu 14, 2009 23:23

Teoman Alili gözaltına alınmadan önceki son programında çok önemli bir gerçeği açığa çıkarmıştı.

Kamuoyu, Tayip Erdoğan ve Abdullah Gül’lerin açtığı yolda, Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos’ta açıklayacağı sözümona yol haritasına odaklandığı bir sırada, merkezi ABD’de bulunan American Kurdish İnternational Network ya da bilinen adıyla AKİN isimli düşünce kuruluşunun açıklamaları yayınlanıyor.

Bu açıklamada Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos’ta açıklayacağı muhtemel talepler sıralanmaktadır.

İşte açıklamadan bu taleplerin bazı başlıkları:

Operasyonların durdurulması, dağdan inen kadrolara siyasi haklar verilmesi, Belediyelerin bölgedeki yer altı ve yer üstü kaynaklardan yararlanmasının sağlanması, Kürt halkının iradesinin tanınması…

AKİN, (American Kurdish İnternational Network) Türkçe açılımıyla Kürt Amerikan İletişim grubu’nun başında ise PKK’nın ABD temsilcisi olarak bilinen Kani Gulam var..

Sık sık parçalanmış Türkiye haritaları yayınlamasıyla tanınan AKİN aynı zamanda ABD’de bir kamu kuruluşu olarak görülüyor. Türkiye’nin talebi üzerine ABD makamları Kani Gulam’ı sözümona yargıladı ve “400 saat kamu hizmetinde çalışma cezası verdi” . Ancak mahkeme kararına göre bu kamu cezası AKİN kuruluşunda yapılacaktır.

Apo’nun muhtemel taleplerinin bu kuruluştan sızması, “Kürt açılımı”nın nerede pişirildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.




Ayrica, Bülent Arinc ve itbasi Öcalan'in nasil ayni dili kullandigini izleyin:

Iste Teoman Alili'nin gözaltina alinmadan bir gün önce hazirlayip sundugu 10 Agustos tarihli Haber Masasi'ndan önemli bir kesit:

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen KaraHan » Cmt Ağu 15, 2009 11:13

Ilginc
Amerikada bir de ATIN.org (Mehmet Eymur) vardi demi ?
Simdide AKIN'imiz oldu ehhh gozumuz aydin.......
Kullanıcı küçük betizi
KaraHan
Üye
Üye
 
İletiler: 49
Kayıt: Pzr Kas 02, 2008 0:03
Konum: Danimarka

Re: AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Ağu 15, 2009 14:17

Öcalan'dan Erdoğan'a tavsiye: Bu işlerde risk alacaksın!

"Kürt Açılımı" tartışmaları yapılırken Amerikan Büyükelçisi James Jeffrey'in partileri ziyaret etmesi ve DTP'nin ABD'de temsilcilik açacak olması tepki çekti. Kamuoyu aynı zamanda Abdullah Öcalan'ın 15 Ağustos'ta ortaya atacağı taleplerini merak ediyor. Ulusal Kanal konuyla ilgili önemli bilgilere ulaştı. Bilgilerin kaynağı Amerika Birleşik Devletleri....

Abdullah Öcalan'ın 15 Ağustos'ta İmralı'dan bir açıklama yapması ve bu açıklamasında bazı taleplerini aktarması bekleniyor. Kürt Açılımı çerçevesinde başbakan Erdoğan'a hitaben Fırat Haber Ajansı'nda yer alan ifadelerinde Apo, risk alınması gerektiğini söylemiş ve şu vurguları yapmıştı:

Bu işlerde risk alacaksın. Bu iş öyle risk alınmadan ben şurayı kaybederim, şurayı kazanırım kaygısı taşıyarak yapılamaz. Bu büyük bir sorundur. Risk alınarak, çözüme yönelik kararlı tavır ve davranış içerisinde olunarak sorun çözülebilir. Cesur olunmalı, yoksa bu Ergenekoncu zihniyet hepsini bitirir. Ya darbecilerden, Ergenekoncular'dan yana tavır alacaksınız ya da demokratikleşmeden yana tavır alacaksınız.”

İşte saflaşmayı bu kadar net biçimde ortaya koyan Apo'nun 15 Ağustos'ta neler isteyeceğine yönelik bilgiler American Kurdish Internatıonal Network yada bilinen adıyla AKIN isimli düşünce kuruluşundan sızan bilgilerle ortaya çıktı. Adında anlaşılacağı gibi AKIN, Kürt Amerikan İletişim Örgütü. Örgütün başında ise PKK'nın ABD temsilcisi olarak bilinen Kani Gulam var.

İşte Apo'nun 15 Ağustos'taki muhtemel talepleri :

- Operasyonların durdurulması...

- Koruculuk ve özel harekat birimlerinin dağıtılması...

- Dağdan inen kadrolara siyasi haklar verilmesi.

- Kendisi için olmasa bile PKK için genel bir affın çıkarılması.

- Kendisinin hapishane koşullarının iyileştirilmesi...

- Irkçılık temelinde işlenen suçların cezalandırılması.

- Bölgede yaşanan faili meçhuller ve diğer kontr-terör faaliyetlerinin yargılanması...

- Belediyelerin yetkilerinin arttırılması...

- Belediyelerin, bölgedeki yeraltı ve yerüstü kaynaklardan yararlanmasının sağlanması...

- Bölgede yaşayanların dini ve etnik haklarının genişletilmesi...

- Özel dil eğitimi yapan kuruluşlarının denetiminin hafifletilmesi...

- 12 Eylül Anayasası'nın değiştirilmesi...

- Kürt halkının iradesinin tanınması...

- PKK'nın üst düzey yöneticilerinin Kuzey Avrupa ülkelerine gönderilmesi...

Kürt - Amerikan İletişim Örgütü'nden Apo'nun 15 ağustos'taki muhtemel talepleri olarak sızan bilgilerde en dikkat çeken bölüm ise sona saklanmış...

Şöyle deniyor:

"Bütün bu hakların verilmesinden sonra denetlemenin uluslararası kurumlar tarafından denetlenmesi ve yapılacak düzenlemenin uluslararası hukuktan doğan haklar dikkate alınarak uygulanması"

Diyeceksiniz ki; bu ne cürret... Türkiye'nin parçalanması hangi uluslararası hukuk dayanak gösterilerek garanti altına alınabilir. Küçük bir hatırlatma yapalım; Türkiye, 15 Ağustos 2000 tarihinde New York'ta Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri'ni imzaladı. Söz konusu sözleşmenin iki maddesi çok önemli. Zaten Apo'nun 15 Ağustos'taki muhtemel taleplerine bakıldığında BM İkiz Sözleşmeleri'nden güç aldığı da farkediliyor.

Sözleşmenin şu maddeleri oldukça önemli:

1 - Etnik azınlık grubu mensuplarının kültürlerinden faydalanma, dinine inanma ve bunu öğretme ve dilini kullanma hakkı gibi hak ve özgürlüklerdir.ekran yazısı

2 - Halkların self-determinasyon (halkların kendi kaderlerini belirlemesi) hakkı ile kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanma hakkı.

ABD'den sızan bilgilere göre Apo'nun taleplerine bakıldığında BM sözleşmelerinde yer alan maddeler dikkat çekiyor.


Kaynak: http://www.ulusalkanal.com/




Arınç: "Risk alıyoruz ve buna değer"

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Bu konuyu (demokratik açılım) netleştirmek ve bir yol haritasını açıklamak üzere son hazırlıklarımızı yapıyoruz. AKP iktidarı böyle bir projeyi hayata geçirmekle aslında risk almaktadır, ama bu iş için bu riske de değer" dedi.


Devami: http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/08/ ... index.html
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Ağu 15, 2009 14:31

BM İkiz Yasaları Nasıl İmzalandı?

BM İkiz Sözleşmeleri'nin yürürlüğe girme süreci nasıl yaşandı? 15 Ağustos 2000 tarihinde sözleşmelerin New York'ta imzalanması için en büyük çabayı MHP Lideri Devlet Bahçeli göstermişti. 4 Haziran 2003'te AKP ve CHP oylarıyla yasalar Meclis'ten geçmişti. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, sözleşmelerin Türkiye'nin parçalanmasına neden olacağını belirterek dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den yasayı veto etmesini istemiş ve Sezer'le 16 Haziran 2003'te görüşmüştü. Ancak Sezer, yasayı 18 Haziran 2003'te onaylamıştı. AKP Hükümeti'nin Dışişleri ise Genelkurmay Başkanlığı'nın talebine rağmen Türkiye'yi koruma altına alacak bir parafı sözleşmelere eklememişti. İşte süreç...

Devlet Bahçeli'nin Başbakan Yardımcısı olduğu Bakanlar Kurulu, Türkiye'de halklara ayrı devlet kurma hakkı dahil; bilinen azınlık haklarını tanıyan bu sözleşmeyi hükümet adına imzalaması için, Birleşmiş Milletler Daimi Delegesi Volkan Vural'a talimat verdi.15 Ağustos 2000 tarihinde 'Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme' ile 'Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme' işte bu talimatla imzalandı. Ancak Bakanlar Kurulu'nun ve Bahçeli'nin bu büyük suçu, yine hükümetin kararıyla gizli tutulmaya çalışıldı.

Newyork'ta atılan imzaların ardından 3 yıl geçti. Tarih 4 Haziran 2003... İktidarda A.K.P. Hükümeti var. Hükümet değişmiş, zihniyet aynı Birleşmiş Milletler sözleşmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden alelacele, AKP ve CHP’nin oylarıyla yangından mal kaçırır gibi geçirildi.

BM İkiz Sözleşmelerine karşı Türkiye'de en kararlı mücadeleyi İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek yaptı. Perinçek, 16 Haziran 2003 günü dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile bir görüşme yaptı 4 Haziran'da TBMM tarafından kabul edilerek onay için Köşk'e gönderilen ikiz uluslararası sözleşme üzerine konuştu. Perinçek, Sezer'de sözleşmeleri onaylamaması yönünde talepte bulundu.

İşçi Partisi Lideri özetle Sezer'e şunları söylemişti: 'BM İkiz Sözleşmeleri, Türkiye'yi etnik, ekonomik ve toplumsal olarak parçalamayı, yabancı devletlere müdahale hakkını, Atatürk devrimlerine öldürücü darbeyi indirmeyi, Anayasayı ve Lozan'ı delik deşik etmeyi amaçlıyor.'

Ancak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 'BM Medeni ve Siyasi Haklar' ile 'Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar'a ilişkin uluslararası sözleşmeleri Perinçek'le görüşmesinden iki gün sonra 18 Haziran 2003'te onayladı. Oysa Sözleşme TBMM'de görüşülürken, Genelkurmay ve Dışişleri Bakanlığı temsilcileri arasında da tartışmaya neden olmuştu. Genelkurmay, sözleşmenin onayı sırasında ülkenin bölünmesi yönünde yorumlanamayacağı beyanı ile hareket edilmesini isterken, AKP Hükümeti'nin Dışişleri 'sözleşmenin, BM şartının ülkelerin bölünmezliğini vurgulayan birinci maddesi çerçevesinde onaylandığını' gerekçe gösterip, Genelkurmay'ın talebine karşı çıkmıştı.

Sözleşme, Meclis'ten de Dışişleri'nin görüşü doğrultusunda sözkonusu beyan konulmadan Sezer'in onayına sunulmuştu. Yani Türkiye bazılarının iddia ettiği gibi sözleşmelere kendini koruyan bir paraf eklememişti...

İşte bugün Kürt Açılımı tartışılırken başımıza bela olan BM İkiz Sözleşmeleri'nin kabul hikayesi böyle gerçekleşti....


Kaynak: http://www.ulusalkanal.com/
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Ağu 15, 2009 15:16

'Apo'nun Yol Haritası'nı önce AKP okuyacakmış!

Yol haritasına AKP tedbiri

Yol haritasının önce Ankara’da inceleneceği, sakınca görülmezse açıklanacağı öğrenildi.


Eruh baskınının yıldönümü olan 15 Ağustos’ta açıklanacağı iddia edilen ve uzun süredir tartışılan “yol haritası” için dün gözler İmralı’daydı. Akşam saatlerinde Öcalan’ın avukatları yazımın sürdüğünü söyledi. Ancak, yol haritasının önce Ankara’da inceleneceği, sakınca görülmezse açıklanacağı öğrenildi

ERUH ve Şemdinli baskınlarından 25 yıl sonra, bugün tüm gözler İmralı’dan gelecek mesaja çevrilmişti. DTP Siirt Milletvekili Osman Özçelik’de öğle saatlerinde VATAN’a, çatışmalı dönemin Eruh’da başlaması nedeniyle Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gelecek mesajının Eruh’ta açıklanacağını söyledi. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İrfan Dündar ise Öcalan’ın avukatları ile görüşmesinin sürdüğü saatlerde İmralı’dan gelecek mesajın açıklanma yerinin de Öcalan tarafından belirleneceğini söylemişti.

İmralı’ya giden Öcalan’ın avukatlarının dönüşü gün boyunca merakla beklendi. Avukatlar, saat 09.30’da gittikleri İmralı’dan akşam saat 19.30’da döndüler.

Yol haritasını önce Ankara inceleyecek

Gazetecilerin merakla bekledikleri avukatlar, Abdullah Öcalan’ın yol haritasının yazımını henüz tamamlamadığı açıklamasını yaptı. Yol haritasını üç gün sonra alabileceklerini belirten avukatların Çarşamba veya Cuma günü hava muhalefeti olmadığı takdirde İmralı’ya giderek yol haritasını teslim almaları ve Öcalan’ın kararına bağlı olarak hangi tarihte ve nerede açıklanacağını duyurmaları bekleniyor. Ancak avukatların “yazımı bitmedi” dedikleri yol haritasının tamamlanmasının ardından önce devletin ilgili birimleri tarafından incelenmesi ve uygun bulunduğu takdirde avukatlara teslim edilmesine izin verilmesi bekleniyor. Bu sürecin kaç günde tamamlanabileceği konusunda bir netlik bulunmuyor.

’Bugün Eruh’ta açıklanacak’ denilmişti

Öcalan’ın barışa dönük yol haritasının ne zaman ve nerede açıklanacağının da henüz netleşmediği belirtiliyor. Tarihin, yol haritasının açıklanmasının uygun bulunmasından sonra kesinleşeceği ifade edilirken, açıklamanın nerede ve kim tarafından yapılacağı konusunda da İmralı’dan gelecek mesajın belirleyeceği olacağı kaydediliyor.

1984 yılında gerçekleşen Eruh baskınının yıldönümü nedeniyle bugün için planlanan yol haritası açıklamasının Eruh’ta yapılması bekleniyordu.

DTP Siirt Milletvekili Osman Özçelik Vatan'a, çatışmalı dönemin Eruh’da başlaması nedeniyle Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gelecek mesajının Eruh’ta açıklanacağını söyledi.

Özçelik, yol haritasının haftaya kaldığı belli olmadan önce yaptığı açıklamada, DTP Genel BAşkanı Ahmet Türk’ün özel bir programı nedeniyle gelemeyeceği Eruh’a, DTP Eş Başkanı Emine Ayna ve diğer DTP’li milletvekillerinin bugün öğle saatlerinde ulaşacaklarını bildirdi. Özçelik, “Çatışmalı dönem Siirt Eruh’ta başlamıştı. Bu nedenle Sayın Öcalan’ın mesajının buradan verilmesi çok önemli” dedi.

Özçelik, Öcalan’ın açıklaması nedeniyle, il, ilçe ve belde başkanlarının da Eruh’a geldiklerini ifade etti. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İrfan Dündar ise avukatların İmralı’da Öcalan ile görüşmede oldukları saatlerde, “Sayın Öcalan’dan gelecek açıklamanın içeriğini bilmiyoruz. Ancak açıklanacak yer de Sayın Öcalan tarafından belirlenecek. Yani arkadaşlar döndükten sonra açıklama olup olmayacağını, ya da yerine ilişkin detayları öğreneceğiz” dedi.

Ancak İmralı’ya giden Öcalan’ın avukatların yol haritasının haftaya kaldığını söylemesinden sonra açıklamanın nerede yapılacağı ile birlikte ne zaman yapılacağı da belirsizliğe büründü.


Gerçek Gündem
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Ağu 15, 2009 15:34

İş inada bindi: "Bedeli ne olursa olsun çözeceğiz!"

Başbakan Tayyip Erdoğan, Kürt açılımı konusunda CHP Lideri Baykal ile MHP Lideri Bahçeli’ye çağrısını yineleyerek, "Bu devlet politikası olacak. Kapılarınızı kapatmayın, sürecin dışında kalmayın. Bedeli ne olursa olsun bu meseleyi inşallah çözüm yoluna koyacağız" dedi.

Erdoğan dün partisinin 8. kuruluş yıldönümünde genişletilmiş il başkanları toplantısında şunları söyledi:

Şimdi tam zamanı, prangadan kurtulalım

Türkiye bu meseleyle artık yüzleşmeli, ayağına pranga olan bu meseleden kurtulmalı. Şimdi artık bu meseleyi kökten çözmenin tam zamanı, kurtulmanın tam zemini diyoruz. Bu meseleyi artık uyanmamak üzere tarihe gömmek için tam bir irade, istek olduğunu müşahade ediyorum. Halkımızda bu istek, talep var. Bedeli ne olursa olsun adımlarımızı attık, atıyoruz ve atacağız. Bedeli ne olursa olsun verdiğimiz sözü gerçekleştirecek, bu meseleyi inşallah çözüm yoluna koyacağız.

Bu siyaset üstü milli bir mesele

Böyle bir milli ve bir siyaset üstü meseleyi, günlük siyasi çekişmelere alet etmek istemiyorum. Ancak bir gerçeği de paylaşmak istiyorum. Hani bunlar bu ülkede uzlaşmacıydı. Kabul et, otur, konuş da ondan sonra ’Biz bu şartlarda yokuz’ de. Ama bizim kapımızı herkese açık, kim bizimle görüşmek isterse görüşmek isteriz.

Yine Bahçeli’yi hedef aldı

MHP Lideri’nin, ’tabanı’ demiyorum, Sayın Bahçeli tam bir panik ve hezeyan havasında. Haddini aşarak, nezaket kurallarını hiçe sayarak son derece çirkin bir üslupla bana, partime, bakanıma yönelik pervasızca saldırmasını milletimin takdirine bırakıyorum. Böyle ciddi bir mesele hakkında konuşacaksanız çok rica ediyorum bu ülkenin yakın ve uzak tarihiyle ilgili birkaç kitap okuyunuz.

Mustafa Kemâl’i alet etti

Alparslan, Anadolu’nun kapılarını açtı, ama Malazgirt ismine dokunmadı. Siz Alparslan’dan daha mı milliyetçisiniz? Malazgirt Ermenice bir kelime. Rahmetli Ertuğrul Gazi, Bilecik ismine dokunmadı, Bilecik Bizans dönemindeki Belekoma’dan geliyor. Rahmetli Osman Gazi, Bursa ismine dokunmadı, Bursa Yunanca’dan geliyor. Atatürk, Ankara ismini değiştirmedi. Ankara kökeni itibarıyla Latince Ankyra’dan geliyor. Siz Gazi Mustafa Kemâl’den daha mı milliyetçisiniz?

Gönüllerini almaya çalıştı

Sayın Bahçeli ve Sayın Baykal, gelin kapılarınızı kapatmayın, bu sürecin dışında kalmayın. Bu meselede mutabakat olmayacak da hangi meselede olacak? Slogan atarak bu mesele çözülseydi bugüne kadar çoktan çözülmüş olurdu. Baykal, ’Biz cumhuriyetten daha eskiyiz’ diyorsun, haydi eskiliğinin gereğini yap. Bahçeli, MHP’nin eski bir parti olduğunu söylüyor, haydi gereğini yap, siz duayensiniz.

Devlet ve hükümet politikası olacak

Bugün sorumlu siyaset, büyük düşünme günüdür. Biz bu süreci politik polemiklere kurban edecek bir süreç olarak görmüyoruz. Bu süreç toplumsal mutabakat sürecidir. Uygulanacak politikalar da devlet ve hükümet politikası olacaktır. Bugün cesur ve kararlı olmazsak bundan milletimiz kaybeder. Bugün sorumsuzca davrananlar yaşanan ve yaşanacak olumsuzlukların vebalini üstlenirler.

Bir rica, bir talimat DTP’ye, "DTP’ye de seslenmek istiyorum. Aralarından bazı temsilcilerin tahrik edici, kışkırtıcı, süreci bulandıran açıklamalardan, tavırlardan kaçınmalarını rica ediyorum." Teşkilata, "Tüm teşkilatlarımdan rica ediyorum; çözüm sürecine katkı vermeyenlerin hangi kirli çıkar ilişkileri içinde olduklarını anlatalım."

Yılsonunu bulmayız, Anayasa değişikliği var

BAŞBAKAN Erdoğan, "Kürt açılımı" ile çalışmalar için süre öngörmediklerini açıklarken, "Yıl sonunu falan bulamayız, o kadar rahat değiliz" dedi. Erdoğan, açılımda Anayasa değişikliği de olacağını dile getirdi ve "Ama mümkün olduğunca kolayı seçeceğiz. Mümkün olduğunca uygulanabilirliği olanlardan işe başlamamız lazım" diye konuştu. Ak Parti’nin 8. kuruluş yıldönümü nedeniyle parti genel merkezinin teras katında dün akşam verilen resepsiyona katılan Başbakan Erdoğan gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan, "Kürt açılımı" ile ilgili sorularına özetle şu yanıtları verdi: "Bu işin koordinatörü İçişleri Bakanı. Bütün bilgiler onda toplanmış vaziyette. O gidip bilgileri verecek. Bu beyefendiler (Baykal ve Bahçeli) hep genel başkanlarla mı görüşüyorlar."


Kaynak
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Tuğluk: Ayrılmayı tartışabiliriz

İletigönderen Türk-Kan » Sal Eyl 01, 2009 13:36

Tuğluk: Ayrılmayı tartışabiliriz

DTP'li Tuğluk, Bakan Atalay'ın açıklamalarının hayal kırıklığı yarattığını belirtti.


DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, demokratik açılım sürecinin tıkanması halinde Kürtlerin ayrılmayı tartışmaya başlayabileceğini söyledi. Tuğluk, "Kürtler haklarının güvence altına alınmasını istiyor. PKK sadece silahlı bir örgüt olarak değerlendirilmemeli. PKK'nın kitle gücü var. Akıllı devlet, Öcalan'ı sürece katar" dedi.

DTP'nin Diyarbakır'da bugün düzenleyeceği miting öncesi, dün gece 'barış çadırı'nın kurulduğu Sümerpak'ta gazetecilerle sohbet eden Aysel Tuğluk, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın Kürt açılımıyla ilgili açıklamalarını değerlendirdi.

Atalay'ın açıklamalarının Kürt sorununu çözecek adımlar içermediğini belirten Tuğluk, "Güven sorunundaki kaygılar biraz daha arttı. DTP olarak bu sürecin içerisinde olmayız. PKK'yı silahsızlandırmak ancak çözümle birlikte ve kendiliğinden gelişir. PKK'yı sürecin başında silahsızlandırmayı isterseniz, süreci tıkarsınız. AKP bu konuda güven tazelemeli" dedi.

İmralı'da Öcalan'ın dışarıdakilerle görüşmesinin önünün açılması, tutuklanan 300 DTP'linin serbest bırakılmasının süreci kolaylaştıracağını söyleyen Tuğluk, "Teslimiyet dayatması veya pozisyonuna sokulmasını, Kürtler kabul etmeyecektir. Oyun var, çözüm yok. Ancak sürecin ilerlemesi içinde çaba sarfedeceğiz. Bir süre sonra ise bu süreci değerlendirmek zorunda kalabiliriz. Tartışıp, çekilebiliriz de ve gidip halka anlatırız. Bir daha çatışma süreci başlarsa Türkiye'ye yazık olur. Umutlar kırılırsa ne olacak? 'Biz çözüm istiyorduk, ancak bunlar istemiyorlar' noktasına getirilmesine de izin vermeyeceğiz" dedi.

Çabalarının süreceğini söyleyen Tuğluk, "Oysa ölümleri durdurabilirdik. Anayasal değişiklik zorunludur denilmeliydi. Bu nedenle hayalkırıklığı yarattığı kesindir" dedi.

"Muhatap meselesinde cesur adımlar atılmalı" diyen DTP'li Tuğluk, "Öcalan ve PKK dolaylı olarak çözümün bir parçası haline getirilmeli. Komplekse girmeye gerek yok. Siz PKK ve Öcalan'ı muhatap almazsanız, DTP'nin misyonu buna yetmez. DTP üzerinden sorun götürülemez, çözülemez. DTP önemi bir aktör olabilir ve bir yere kadar getirebilir. Ancak Öcalan ve PKK çözümün parçası haline getirilmeli. Biz, çözümün güçlenmesi için rol oynayabiliriz. DTP'nin gücü bir yere kadar. PKK, sadece silahlı bir güç olarak değerlendirilmemeli. Kitle gücü vardır. Akıllı devlet Öcalan'ı sürece katar" diye konuştu.

Ayrılma

Tuğluk, Türkiye'nin üniter yapısı, bayrağı ve diliyle bir sorunlarının olmadığını söyledi.

Tuğluk, "Bunlarla birlikte bu halkın, halk olmasına saygı istiyoruz. Evrensel ilkeler çerçevesinde haklarının güvence altına alınmasını istiyoruz. Genelkurmay ile İçişleri Bakanı'nın açıklamasında bir parelellik var. Etnik tanımlanmadan arındırılmış bir vatandaşlık tanımlaması, ana dilde eğitim. Dilin gelişiminin önü açılmalı. Bu süreç tıkanırsa ayrılmaya kadar tartışılabilir. Bu bir öngörü olarak söylüyorum" dedi.


Gerçek Gündem
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: AKP, Apo'nun Yol Haritası, BM İkiz Yasaları

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Mar 20, 2011 23:50

Konuyla ilgili Teoman Alili'nin gözaltına alınmadan bir gün önce hazırlayıp sunduğu 10 Ağustos 2009 tarihli Haber Masası'ndan önemli bir kesit:





BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKİZ SÖZLEŞMELERİ VE “SELF-DETERMİNATİON İLKESİ”

“Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri ve Self Determination İlkesi”; Türk Hukuk Dergisi, Aralık 2003, s.8-13.

I. GİRİŞ

İkinci Dünya Savaşının bitmesinden sonra 1980’li yılların sonuna kadar Dünya siyasetinde iki kutuplu bir sistem egemen oldu. Avrupa ise bu iki süper devlet olan ABD ile SSCB arasında ikiye bölünmüştü. İki Almanya’nın varlığı ve Berlin Duvarı ile Nato ve Varşova Paktları bu bölünmüşlüğün simgeleri idi. Bu iki süper güç arasındaki ilişkiler uzlaşmacı değil, güç yarışması ve çatışma temeline dayalı idi. Bir yandan kapitalist dünya bir yanda komünist blok ekonomik, siyasal ve ideolojik bir kavgaya tutuşmuşlardı. Bu nedenle bu döneme ‘Soğuk Savaş’ adı verildi. Bu iki süper güç arasındaki çatışma Dünyanın çeşitli bölgelerinde kriz bölgeleri yarattı ve küçük çaplı savaşlar, silah pazarı yaratma çabalarının da bir sonucu olarak yaşandı. Ancak bu iki süper güç arasında sıcak ve Dünya savaşına dönüşme ihtimali olan bir savaş yaşanmadı. Bunun nedeni yoğun ve güçlü kitle imha silahlarının iki taraf arasındaki dengeyi sağlamasıdır. SSCB’nin yıkılmasıyla Nato paktı, varlık nedenini büyük ölçüde yitirdi. Artık Nato Avrupa’yı ABD güdümünde ya da kontrolünde tutma amacındadır. SSCB’nin dağılmasıyla ortak düşmanını kaybeden ABD ve Avrupa ise artık aynı safta yer almamaya başladı. Avrupa Devletleri, Avrupa Birliği sürecini hızlandırarak, ortak para birimine geçti. Ve tek bir Avrupa Birleşik Devletleri daha çok zikredilmeye başladı. 1990 yılı Kasım ayında Paris’te toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİK) zirvesinde 21 Kasım 1990 tarihinde 34 devletin Başkanları veya Başbakanları tarafından imzalanan “Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı” ile artık bölünme ve çatışma döneminin sona erdiği ve demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkelerine dayanan yeni bir işbirliği döneminin başladığı ilan ediliyordu. Türkiye’de Paris Şartını imzalamıştır. Üretim alanındaki rekabet ABD’nin Avrupa karşısında rekabetini önemli ölçüde azalttı. Avrupa’da birleşen Almanya kıtanın büyük gücü olarak yükselmeye başladı. SSCB’nin dağılması ve Komünist baskının ortadan kalkmasıyla, balkanlarda da yeni gelişmeler yaşandı. 1789 Fransız İhtilalinin ilham verdiği ulusçuluk akımı, Balkanların yeniden yapılanmasına neden oldu. Yugoslavya, Birleşmiş Milletler Antlaşması ile uluslararası hukukun iki temel ilkesi olan “Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme (Self-Determination ilkesi) ve “Ülkelerin Toprak Bütünlüğünün Dokunulmazlığı” ilkelerini karşı karşıya getirdi. Sonuçta, “Halkların kendi geleceğini tayin hakkı” galip gelerek, Yugoslavya parçalanmıştır. Bu gelişme hiç şüphesiz Türkiye için de yeni bir Dış Politika ve Milli Güvenlik Politikası gereğini ortaya koymuştur. Son olarak Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşmalarından ‘İkiz Sözleşmeler’ diye bilinen sözleşmeleri 4 Haziran 2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile kabul etmiştir. Onaylanan sözleşmeler 18 Haziran 2003 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştır.

II. BM ANTLAŞMASI VE İKİZ SÖZLEŞMELER

Birinci Dünya Savaşının ardından Dünya Barışını tesis etme amacıyla kurulan ‘Milletler Cemiyeti’ bu amacına ulaşamamış ve II. Dünya Savaşının çıkmasına engel olamamıştı. İki dünya savaşında Dünya devletlerinin büyük yıkımlara uğramasının ardından Dünya Barışını tesis etme amaçları devam etmiş ve bu amaçla 26 Haziran 1945’de San Fransisco’da Birleşmiş Milletler Antlaşması imzalanmıştır. Birleşmiş Milletler Antlaşması, insan hakları kavramına geniş yer vermiş ancak bu hakları tek tek tanımlamamıştır. Bu tanımlama eksikliği 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabul edilmesiyle giderildi.

Birleşmiş Milletler Teşkilatının başlıca kuruluş amaçlarından biri, antlaşmanın değişik maddelerinde de belirtildiği gibi, “insan haklarına ve temel özgürlüklerine karşı saygıyı sağlamak ve geliştirmek”ti. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi bu yolda atılmış ilk adım sayılır. Artık ikinci aşamada bir haklar ya da ilkeler dizisi değil, katılan devletlere uluslararası hukuki yükümlülükler yükleyen bağlayıcı nitelikte bir sözleşme ya da sözleşmelerin hazırlanması idi. Bu çalışmalar 20 yıl sürdü. Bu çalışmalar sırasında klasik haklar ile sosyal hakların aynı sözleşmede düzenlenmesi tartışıldı ancak sonuçta iki ayrı sözleşme ile düzenleme yapılmasında karar kılındı. Böylece hazırlanan metinler “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (International Covenant on Civil and Political Rights) ve “ Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” (International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights) adlarıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 16 Aralık 1966 tarihli toplantısında oylanarak kabul edildi. Ancak bu antlaşmaların yürürlüğe girebilmesi için bir on yıl daha beklemek gerekmiştir. Çünkü her iki metin de yürürlük şartı olarak en az 35 devletin Sözleşmeleri onaylayıp katılma belgelerini Genel Sekreterliğe vermesini öngörmekteydi. Bu şart, 1976 Ocak ayında yerine getirildi ve Sözleşmeler ( İkiz Sözleşmeler diye bilinir ) bu tarihte yürürlüğe girmiş oldu. Türkiye Birleşmiş Milletler Antlaşmasını 15 Ağustos 1945’de onaylayarak kabul etmiştir. Ancak ikiz sözleşmeleri imzalamamıştı. Türkiye ile sözleşmeyi imzalamayan ülkeler Antigua ve Barbuda, Bahamalar, Bahreyn, Bhutan, Birlesik Arap Emirlikleri, Brunei Sultanligi, Endonezya, Fiji, Katar, Kazakistan, Kiribati, Komor Adalari, Küba, Marshall Adalari, Moritanya, Mikronezya, Myanmar, Niue, Oman, Pakistan, Papua Yeni Gine, Saint Kitts ve Nevis, Saint Lucia, Samoa, Suudi Arabistan, Singapur, Svaziland, Tonga, Tuvalu, Vanuatu gibi çoğunluğunu pek de bilinmeyen devletlerin oluşturduğu ülkelerdir. Buna karşılık Bulgaristan, Irak, İran, Libya, Moğolistan, Peru, Senegal, Şili, Uruguay, Ürdün ve Venezüela gibi devletler de ikiz sözleşmeleri imzalamışlardır. 191 Birleşmiş Milletler Üyesi Devletten 148’i sözleşmeleri imzalamıştır. Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulan 6 temel insan hakları belgesi vardır. Bunlar “İşkence veya diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”, “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” ile birlikte sözünü ettiğimiz İkiz Sözleşmelerdir.

Türkiye İkiz Sözleşmeleri 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Ancak TBMM onayına sunulmamıştır. 2001 yılı Ulusal Programı ‘Siyasi Kriterler’ başlığı altında, İkiz Sözleşmelere taraf olunması ‘orta vadeli’ hedefler arasında yer almaktadır. Ayrıca ‘Katılım Ortaklığı Belgesi’ de sözleşmelere taraf olunması beklentisini ifade etmekteydi.

Türkiye bu sözleşmeleri 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Fakat TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe konulmamıştır. İmzalandıktan sonra 3 yıla yakın bir süre geçtikten sonra AB uyum paketleri çerçevesinde 6. Uyum Paketi içinde gündeme geldi. “Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi” Abdullah Gül başbakanlığında kurulan hükümet döneminde Aralık 2002 yılında meclise sevk edildi. “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” Nisan 2003 yılında Başbakan R.Tayyip Erdoğan döneminde meclise sevk edildi. Sözleşmeler 4 Haziran 2003 günü 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edildi. Kabul edilen sözleşmeler 17 Haziran 2003 günü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylandı. Onaylanan sözleşmeler 18.06.2003 gün ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Türkiye sözleşmeleri ‘3 beyan” ve “1 çekince” ile onaylamayı uygun bulmuştur.

İkiz Sözleşmelerin her ikisinde de birinci maddede yer alan “Self-Determination İlkesi” yani “Halkların Kendi geleceklerini belirleme hakkı” en çok tartışılan madde oldu. Bu tartışmalara geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki bu sözleşmelerde sadece ‘kendi kaderini tayin hakkı’ düzenlenmiyor. Sözleşme, temel hak ve özgürlüklerin serbest bir biçimde kullanılması ve devletlerin hukuka uygun davranması amacıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve ek protokollerine benzer hükümler getirmiştir. Bu haklar: Yaşama Hakkı (md.6), İşkence Yasağı (md.7), Kölelik Yasağı (Md.8 ), Özgürlük ve Güvenlik Hakkı (md.9), Tutulanların Hakkı (Md.10), Borç Nedeniyle Hapis Yasağı (md.11), Seyahat Özgürlüğü (Md.12), Yabancıların Sınırdışı Edilmesine Karşı Usuli Güvenceler (md.13) , Adil Yargılanma Hakkı (md.14), Kanunsuz ceza Olmaz İlkesi (Md.15), Kişi Olarak Tanınma ve Özel Hayatın Gizliliği Hakkı (Md.16,17), Düşünce,Vicdan ve Din Özgürlüğü (Md.18), İfade Özgürlüğü (Md.19), Savaş Propagandası ve Düşmanlığı Savunma Yasağı (Md.20), Toplanma ve Örgütlenme özgürlükleri (Md.21,22), Ailenin Korunması / Çocukların Hakları (Md.23,24), Siyasal Haklar/Hukuk Önünde Eşitlik (Md.. 25.26) Azınlıkların Korunması (Md.27.)Yine Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşmenin 20.maddesine göre her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden her hangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır. Diğer sözleşme olan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme de Sosyal Devlet İlkesinin ve başta sağlık, eğitim ve kültür olmak üzere hizmetlerden yararlanmada eşitlik ilkelerinin getirilmesini somut bir biçimde ele alan önemli bir sözleşmedir. Özellikle 1980’ler sonrasında tüm dünyada uygulanagelen neo-liberal politakalar altında zedelenen sosyal devlet, bu sözleşme ile net şekilde ortaya konuyor. Örneğin İlköğretimin ücretsiz olması yükümlülüğü getiriliyor ve bu kapsama, ‘okula ulaşım’, ‘yemek’, ‘ders, araç ve gereçleri’ ve ‘defter ve kitaplar’ giriyor.

III. TÜRKİYE’NİN KOYDUĞU BEYAN VE ÇEKİNCELER

“Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin ilk maddesi ile ikiz sözleşmelerin ikincisi olan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin ilk maddesi ortaktır ve ‘Halkların kendi kaderlerini tayin hakkı’ başlığı ile şöyle düzenlenmiştir.

“1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.

2. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz.

3. Kendini Yönetemeyen ve Vesayet altındaki Ülkelerden sorumlu olan Devletler de dahil bu Sözleşmeye Taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.“

Birinci beyan: Türkiye bu ilk maddeyi beyanda bulanarak kabul etmeyi uygun bulmuştur. Beyan:


“Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini BM yasası (Charter) (özellikle 1 ve 2. maddeler) çerçevesindeki yükümlülüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder.“ Sözleşmenin bu maddesi ile ilgili beyanda bulunan ülke sayısı ‘6’dır. Ülkemiz bu konuda yani “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ile ilgili beyanda bulunan yedinci ülke olmaktadır. Diğer ülkeler bu konuda bir beyanda bulunmaya gerek duymamışlardır.

Türkiye’nin atıf yaptığı Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 1. maddesi “Birleşmiş Milletlerin Amaçları’ başlığı ile düzenlenmiştir. Maddenin birinci bendi “Uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla, barışı bozmaya yönelik tehditleri önlemek, kaldırmak, saldırganlık ve öteki barış bozucu eylemleri bastırmak üzere etkin toplu önlemler almak, barışçı yollarla adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak barışın bozulmasına neden olabilecek uluslararası anlaşmazlık ya da durumların düzeltilmesi ve çözümünü sağlamak” amacını belirtmektedir. Türkiye beyanda bulunurken toprak bütünlüğü ve ulusal güvenlik esasını korumak için hareket etmiştir. Ancak birinci madde ifade tarzı ile Türkiye’nin bu endişesini gidermekten uzaktır.

Türkiye’nin atıf yaptığı BM anlaşmasının ikinci maddesi ise bu konuda Türkiye’ye birinci maddeden daha fazla güvence verir gözükmektedir. Sözkonusu ikinci maddenin dördüncü bendine göre “ Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlıklarına karşı ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla bağdaşmaz bir başka biçimde güç tehdidinde bulunmaktan ya da güç kullanmaktan kaçınır.” Yine aynı maddenin yedinci bendine göre “Bu antlaşmanın hiçbir hükmü ne özü yönünden bir devletin ulusal yetkisi içinde bulunan işlere, Birleşmiş Milletler’in karışmasına yetki verir, ne de üyeleri, bu gibi işleri, bu antlaşma gereğince bir çözme yöntemine bağlamaya zorlar; bununla birlikte, yedinci bölümde yer alan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasına bu ilke hiçbir biçimde engel olmaz.” Türkiye bu beyanlarla, “halkların kendi kaderini tayin hakkı” bahanesiyle diğer devletlerin kendi içişlerine karışmasını engellemek istemiştir. Ancak bunu bir ‘çekince” ile yapmak yerine ‘beyan’ ile yapmıştır.

İkinci Beyan:

“Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmenin hükümlerinin yalnızca diplomatik ilişkisi bulunan Taraf Devletlere karşı uygulanacağını beyan eder.” Bu beyan ile Türkiye, diplomatik ilişkisinin olmadığı ülkelere karşı bir yükümlülüğünün doğmamasını esas almıştır.

Üçüncü Beyan:

“Türkiye Cumhuriyet, bu Sözleşme’nin ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasının ve yasal ve idari düzeninin yürürlükte olduğu ülkesel sınırlar itibarıyla onaylanmış bulunduğunu beyan eder.” Bu beyan ile Türkiye, antlaşma ile ülkesel sınırları dışındaki uygulamalardan sorumlu tutulmasını önlemek istemiştir.
Türkiye her iki antlaşmaya birer tane de çekince koşmuştur.

Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme’ye konulan çekince:

“Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 27.maddesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşması ve Ek’lerinin ilgili hükümlerine ve usullerine göre uygulama hakkını saklı tutar.”

Sözleşmenin 27.maddesi azınlıkların korunması başlığı ile şu şekilde düzenlenmiştir. “ Etnik, dinsel veya dil azınlıklarının bulunduğu Devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme, ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaklardır”

Türkiye bu çekince ile ‘azınlıklar’ kavramının genişletilerek uygulanmasını önlemek istemiş; azınlık tanımı ve hakları konusunda Anayasamız ve Lozan Andlaşması’nın özellikle azınlıklar ile ilgili maddelerini saklı tutmuştur.

Türkiye Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşmeyi de bir çekince ile uygun bulmuştur.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme’ye konulan çekince:

“Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 13. maddesinin (3) ve (4). Paragrafları hükümlerini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3, 14 ve 42. Maddelerindeki hükümler çerçevesinde uygulama hakkını saklı tutar.”

Sözleşmenin sözkonusu 13. maddesi ‘Eğitim Hakkı’ başlığı ile düzenlenmiştir. İlgili maddenin Türkiye’nin çekince koyduğu 3 ve 4. maddeleri şu şekilde düzenlenmiştir.

“3. Bu sözleşmeye taraf devletler, ana babaların veya –bazı durumlarda- yasal yoldan tayin edilmiş velilerin çocukları için, kamu makamlarınca kurulmuş okulların dışında, Devletin koyduğu ya da onayladığı asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları seçme özgürlüğüne ve çocuklarına kendi inançlarına uygun dinsel ve ahlaki eğitim verme serbestliklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.

4. Bu maddenin hiç bir hükmü, bireylerin ve kuruluşların eğitim kurumları kurma ve yönetme özgürlüklerini kısıtlayacak şekilde yorumlanamaz; bu özgürlüğün kullanılması, daima, bu maddenin 1.fıkrasında ortaya konmuş olan ilkelere uyulmasına ve böyle kurumlarda verilen eğitimin Devlet tarafından belirlenebilecek asgari standartlara uygun olması gereğine bağlıdır.”

Türkiye bu maddeyi Anayasamızın 3.maddesi yani devletin bütünlüğü ve dilini düzenleyen maddeyi; 14.maddesi temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması ve 42.maddesinde düzenlenen Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi hükümleri çerçevesinde uygulamayı esas almış ve çıkabilecek olası uyuşmazlıklara karşı tedbirli olmayı planlamıştır.

Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşmenin 47. maddesine ve yine Ekonomik ve Kültürel Haklara ilişkin sözleşmenin 25. maddesine göre “Bu Sözleşme’nin hiçbir hükmü, tüm halkların doğal zenginlik ve kaynaklarından tam olarak ve özgürce yararlanma ve bunları kullanma konusunda kendiliklerinden sahip bulundukları hakları haleldar edecek şekilde yorumlanamaz.” Türkiye, bu madde ile ilgili herhangi bir çekince veya beyanda bulunmamıştır. Tüm halkların “kendiliklerinden sahip bulundukları haklar” hiçbir şekilde engellenemeyecektir. Ama “kendiliklerinden sahip bulunacakları haklar”ın kapsamı nasıl belirlenecek? “Halklar” kavramı da yine burada bir sorun olarak ortaya çıkıyor.

Son olarak Anayasamızın 90. maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş ‘Uluslararası Antlaşmaların’ geçerliliği ve bağlayıcılığını ortaya koyan 5. fıkrasına bakmakta fayda var: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa mahkemesine başvurulamaz.” Kanunlar hakkında belirli şartlar ile Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine gidilebilirken, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmalar hakkında Anayasa Mahkemesine gidilemez. Dolayısıyla uluslararası antlaşmalara hukukumuz bir nevi kanunun üstünde bir yer tanımıştır.

IV. “HALKLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI” VE “ AZINLIK” KAVRAMLARI

Sözleşmeler Türkiye tarafından Ağustos 2000’de imzalanmış fakat yürürlüğe girmesi aradan 3 yıl geçtikten sonra gerçekleşmiştir. Sözleşmelerin Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi ile kamuoyunda sözleşmelerin Türkiye’nin ulusal güvenliğine ve içişlerine karşı tehlikeler içerdiği eleştirileri yapılmıştır. Özellikle her iki sözleşmenin ilk maddesinde yer alan halkların kendi kaderini tayin hakkı eleştirilmiş ve Türkiye’nin bu madde vasıtasıyla bölünmeye doğru sürükleneceği ifade edilmiştir.

Birinci Dünya Savaşının bitmesinden sonra yoğun açlık ve sefalet döneminde yeniden kurulacak Dünya’da söz sahibi olmanın planlarını yapan ABD’de Başkan Thomas Wilson 8 Ocak 1918’de Kongre’ye gönderdiği mesaj ile ’14 Nokta’ diye bilinen ondört maddelik Wilson prensiplerini açıkladı. Wilson bu ondört madde ile Birinci Dünya Savaşından yenik ayrılan milletlerin de hakları olduğunu, Dünya Barışının tesisi için bir cemiyet oluşturulmasını ve küçük milletlerin ve sömürge altındaki Doğu Halklarının da kendi kaderlerini tayin hakkı olduğunu ifade etmiştir. Aslında burada ABD, yeni oluşacak Dünya konjontüründe, büyük sömürge devletleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya gibi devletlerin Doğu üzerindeki egemenliklerine son vererek kendisine yeni pazarlar bulma çabasındaydı. Bu amaçla da “Doğu’nun sömürge milletlerinin bağımsızlığı” fikrini işliyordu. Wilson’un katkıları ile Cemiyet-i Akvam ya da Milletler Cemiyeti oluşturulmuşsa da diğer devletlerin bu cemiyete üye olmasına rağmen ABD kongresi cemiyete üye olmayı reddetmiştir. Daha sonraki gelişmeler de ABD’nin bu fikirlerinde samimi olmadığını teyit etmiş ve İkinci Dünya Savaşı patlak vermiştir.

Wilson’dan sonra ABD Başkanı Franklin Roosevelt ünlü “dört özgürlük” demecinde bulunmuştur. Başkan Roosevelt Kongreye sunmuş olduğu 6 Ocak 1941 tarihli mesajında, insanlığın dört temel özgürlüğünün – Söz ve anlatım özgürlüğü, vicdan özgürlüğü, yoksulluktan kurtulma özgürlüğü, korkudan ve endişeden kurtulma özgürlüğü- bütün dünyada gerçekleşmesi gerektiği temennisinde bulunmuştur.

Wilson ve Roosevelt’in çabalarıyla gündeme gelen ulusların kendi kaderlerini belirleme ve yoksulluktan kurtulma özgürlükleri daha sonra Uluslararası metinlere girmeye başlamıştır. BM Genel Kurulu tarafından 1960 yılında kabul edilen 1514 sayılı “Sömürge Halklarına ve Ülkelerine Bağımsızlık Verilmesi Bildirgesi” halkların kendi kaderini belirleme hakkı olan “self-determination” hakkına yer vermiştir. İkiz sözleşmelerdeki birinci maddelerde yer alan “self-determination” hakları da sömürgeciliğin tasfiyesi amacıyla kabul edilen bildirgeden aktarılmıştır. Ancak bu hakkın bu amaçla aktarılması bu maddenin, bugün bazı kişilerce iddia edildiği gibi sadece sömürgecilikten kurtulma durumunda uygulanabileceği anlamına gelmiyor. Nitekim 1970 yılında BM Genel Kurulunda kabul edilen 2625 sayılı “Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi” self-determination hakkının ulus devletlerde kullanılmasına ilişkin esasları düzenlemiştir. Yani madde sadece sömürgeciliğin tasfiyesi ile ilgili değildir. Bu bildirgeye göre rejimin demokrasi olmadığı ülkelerde bu hak kullanabilecek. Rejimin demokrasi olduğu ülkelerde temsili demokrasinin bütün halkı temsil edebilecek mahiyette olması gerekiyor. Aksi halde yani bütün halkların temsil edilemediği temsili modellerde self-determination hakkının kullanılması sözkonusu olabilecek. ‘Self-determination’ ilkesi 1993 tarihli Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansında da aynen teyit edildi. Bu konferansta “Hiçbir ayrım yapmadan, tüm toplumu temsil eden demokratik devletlerde, self-determinasyon ilkesinden yararlanılamaz.” denilmiştir. Bu ifadeden ayrım yapan, tüm toplumu temsil etmeyen devletlerde bu hakkın uygulanabileceği fikri ortaya çıkıyor. Yani sadece sömürgecilikten kurtulmak için uygulanabileceği savı yanlışlanmış oluyor.

Türkiye’nin ikiz sözleşmelerden önce onayladığı Birleşmiş Milletler Antlaşmasının birinci maddesinin ikinci bendi “ halkların, hak eşitliği ve kendi yazgılarını belirlemeleri ilkesine saygı temeli üzerinde uluslararası dostça ilişkiler geliştirmek ve evrensel barışı güçlendirecek öteki uygun önlemleri almak” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddede “halkların kendi kaderlerini belirlemeleri ilkesine yani self-determination ilkesine saygı temeli” belirtilmiştir. Ancak bazılarının ifade ettiği gibi bu madde İkiz Sözleşmelerdeki ‘Self-Determination’ ilkesini tam anlamıyla karşılamamaktadır. Birleşmiş Milletler Antlaşması bir haklar ve ilkeler dizisidir. Katılan devletlere açıkça hukuki yükümlülükler yüklememiş, yükümlülükler açıkça tanımlanmamış ve bir denetim mekanizması öngörmemiştir. Daha önemlisi bağlayıcı nitelikte bir sözleşme değildir. Oysa İkiz Sözleşmeler denetim mekanizmalarını ve hakları açık bir dille anlatmıştır. Zaten sözleşmelerin amacı da Birleşmiş Milletler Antlaşmasının kağıt üzerinde kalmadan uygulanması ve taraflara yükümlülük yükleyerek bağlayıcılık vasfını kazandırmaktır.

İkiz sözleşmelerin ilk maddelerinde düzenlenen ‘halkların kendi kaderini tayin hakkı” ifadesi anlamlandırılırken burada geçen halk ifadesi ne anlama gelmektedir. Kimlerin kendi kaderini tayin hakkı olacaktır. ‘Halk’ tanımı hukuki belgelerde tanımlanmamıştır. Taha Akyol’a göre burada ki halk tanımı etnik grupları kapsamaz. Tamamen sömürgeciliğin tasfiyesi ile ilgili bir kavramdır. Ana ülkeyle hiçbir eşit hakka sahip olmayan, istila edilerek egemenlik kurulmuş bir “sömürge”nin halkı bu hakkı ileri sürebilir. Dolayısıyla bu hak çok uzun süre birlikte ve aynı hukuki statüde yaşamış olan ulus devletlerin vatandaşlarını etnik gruplara bölmek için kullanılamaz. Konunun uzmanlarından olan Prof. Ali Karaosmanoğlu’na göre “Kendi kaderini tayin meselesi tamamen sömürgecilikle ilgilidir. BM kurumlarının bunu doğrulayan çok sayıda kararı vardır. Türkiye’nin bu sözleşmeleri imzalamasında bir sakınca yoktur çünkü Türkiye’ye karşı kullanılamaz.” Yine Dış Politika konusunda uzman Prof.Baskın Oran’a göre bu maddede kastedilen halklar ancak bir ülkenin bitişiğinde bulunmayan sömürgeleri veya içindeki kabileleri ifade eder. Örneğin Türkiye’nin dahilindeki bir etnik grup kendisini ‘halk’ ilan ederek bu haktan yararlanamaz. Arada bir deniz veya başka bir ülke bulunmalıdır. Zaten bu madde böyle yorumlanmamış olsa 145 ülke bu sözleşmeleri onaylamazdı.

Oysa yukarıda da açıkladığımız gibi ‘2625’ sayılı BM kararı ‘halk’ ifadesini daha geniş yorumluyor. Ayrıca sözleşmelerin birinci maddesinde maddeyi sadece sömürge halkları için algılamamıza izin verici bir ifade yok. Tersine maddede “bütün halklar” ifadesi ile geniş yorumlanacağı anlamı çıkıyor.

Peki ‘halk’ kavramı ile ‘azınlık’ kavramı arasında ne fark var? Uluslararası hukuka göre azınlıkların kendi kaderini tayin hakkı yok. Oysa halkların kendi kaderini tayin hakkı var. Ayrım bu açıdan önemli. ‘Azınlık’ ülkelerin bünyelerinde barındırdıkları, kurucu ve egemen ulustan olmayan, farklı dinsel ve etnik grupları ifade eder. Lozan andlaşmasına göre azınlık kavramı sadece dini azınlıkları “Rumlar, Museviler ve Ermeniler”i kapsar. Birleşmiş Milletler’in komisyon çalışmalarında ise azınlık olarak güçlü bir bağlılık ve aidiyet duygusu, sayısal olarak çoğunluğu oluşturan halktan az olmak, etnik, dini ya da dilsel özellikler göstermek gibi özellikler ağır basmaktadır. Şubat 1995’de Avrupa Konseyince kabul edilen ve 1 Şubat 1997’de yürürlüğe giren “Ulusal Azınlıkların Korunması Sözleşmesi”ne göre azınlıkların asimilasyona karşı koruma, ayrıcalığın yasaklanması, eşit muamele ve devlet yaşamına katılımın desteklenmesi hakları var. Dikkat edileceği üzere burada “kendi kaderini tayin hakkı” yok. Uluslararası hukuk azınlıklara grup olarak kollektif haklar tanımamakta azınlıkların tek tek üyelerinin bireysel hakkı olarak biçimlendirilmesi esas olmaktadır. Oysa “halk” kavramında böyle bir sınırlandırma yoktur. “Halkların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” kollektif bir hakkı ifade etmektedir. “Kendi kaderini Tayin Hakkı” iki şekilde somutlaşmaktadır. Birincisi bağımsızlığı esas alan dışsal kaderini tayin hakkı; ikincisi ise içinde yaşadığı devlet sınırları içinde kendi kaderlerini belirleme hakkıdır. Bu ise kollektif haklar çerçevesinde politik diyalog yöntemiyle kendisine statü belirlemektedir.

V. SONUÇ

Bazı siyasetçilere göre ‘halk’ karşılığı ‘kavim’ karşılığıdır. Henüz millet haline gelmemiş etnik grupları da kapsamaktadır. Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova “Self-Determination” ilkesiyle Yugoslavya’dan koparıldılar. Bu siyasetçilere göre Türkiye büyük bir komplo ile karşı karşıyadır. İkiz sözleşmelerdeki ‘halk’ kavramı belirsiz bir kavramdır. Ancak bazı hukukçuların ifade ettiği gibi yalnızca sömürge altında bulunan halklar için uygulanabileceği fikrine katılmıyorum. Dünya’daki sömürge devletlerin yoğun olduğu dönemlerde bu fikrin zikredilmesi ve bu dönemlerde uygulanması, hep bu amaçla uygulanacağı anlamına gelmez. “Bütün halkların” ifadesi bunu ortaya koymaktadır. Önemli olan hangi hal ve şartlarda ‘halk’ kavramına nasıl anlam verileceği ve bu kavrama dayanarak Türkiye’den neleri yapmasının isteneceğidir. Bu yüzden “Sözleşmenin diğer maddeleri esasen olumlu hükümler içeriyor. Ayrıca Türkiye ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin’ yargılama yetkisini kabul ettikten sonra ve bunu da iç hukukta bir ‘yargılamanın iadesi’ sebebi yaptıktan sonra bu sözleşmelerin de onaylanması Türkiye için tehlike doğurmaz.” şeklindeki bir yaklaşım gerçeği yansıtmayabilir. Türkiye konuyu dikkatle takip etmeli ve bölgede her zaman güçlü konumunu sürdürme gayreti içinde olmalıdır. 19 Haziran 2003 tarihinde TBMM’de kabul edilen 4903 sayılı yasa ile 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4.maddesinin birinci fıkrasının dördüncü cümlesi “Ayrıca, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir.” olarak değiştirilmiştir. Ayrıca yerel yönetimleri güçlendirmeye yönelik olan ve merkezden yerele geniş yetki devirleri öngören “Yerel Yönetimler Yasası” çalışmaları son aşamaya gelmiştir. Bütün bunlar esasen doğru düzenlemelerdir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu stratejik öneme haiz topraklar ve hassas güç dengeleri gözetildiği zaman çok daha dikkatli olunması gerektiği aşikardır. Bütün bunlara bir de artık “halkların kendi kaderini belirleme hakkı” ilave edilmiştir.

. 1978 yılında Lice ilçesi Fis köyünde 25 kişinin katılımıyla kurulan yasadışı örgüt pkk, 1984 yılında devletle silahlı mücadeleye başladı. Bu tarihten itibaren 15 yıl boyunca sürekli eylemler yapmış ve pek çok kişinin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. 15 Şubat 1999’da örgütün başı terörist Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra örgüt strateji değişikliğine gitti. 11 Eylül Saldırılarının ardından Dünya Kamuoyunun yönü ‘terör’e döndü. Oysa Türkiye yıllardır terörden en çok zarar gören devlet konumundaydı. Ama Dünya Kamuoyu bunlarla ilgilenmedi. İlgilenmek bir yana sürekli Türkiye aleyhine faaliyette bulundular. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin ısrarlı çabalarıyla Brüksel’de 27 Aralık 2001’de Avrupa Konseyi terörle mücadele için özel tedbirlerin uygulanmasına dair kararını açıkladı. Bu kararla bir de ‘Ortak Terör Örgütleri Listesi’ açıklandı. Türkiye’nin uzun süredir ‘Ortak Terör Örgütleri Listesi’ne girmesi için uğraş verdiği pkk ve dhkp-c örgütleri; bu dönemde yapılan yoğun temaslara rağmen bu listede yer almadı. Türkiye girişimlerini devam ettirdiyse de 16 Nisan 2002’de terör örgütü pkk aldığı bir kararla örgütün ismini ‘Kadek’ (kürdistan özgürlük ve demokrasi kongresi) olarak değiştirdi. Tam da Türkiye’nin AB nezdinde terör örgütleri listesine girmesi için girişimlerini hızlandırdığı bir zamanda yasadışı örgüt ismini değiştirdi. Ne gariptir ki; terör örgütünün ismini değiştirmesinden sonra Brüksel’de ‘pkk’nın da terör örgütleri listesine alınması kararı çıktı. Türkiye Kadek’in de sözkonusu listeye alınması için temaslarını devam ettirmektedir.

Yasadışı örgüt isim değişikliğini yaptıkları 16 Nisan 2002 tarihinden itibaren mücadelelerini demokratik zeminde sürdüreceklerini ve silahlı mücadelenin durdurulduğunu iddia etti. Belki de artık mücadelesini siyasi platformda sürdürmek istiyor. Bu yüzden böylesi bir dönemde Türkiye’nin imzaladığı ‘İkiz Sözleşmeler’ daha bir önem arzetmeye başlıyor.

Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesi ve ardından açıklanan ‘Helsinki Deklarasyonu’ Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin bünyesinde barındırdığı kültürel farklılaşmaları da birer azınlık olarak kabul etmek istediklerini ortaya koyuyor. Yani Avrupa Birliği, Lozan Andlaşmasında ki azınlık kavramını genişletmek istiyor.

Yunanistan’ın eski Kültür Bakanı Melina Mercury, ölmeden önce, bir harita yayınladı ve bunu 200 bin adet bastırarak her yere dağıttı. Bu haritaya göre Türkiye 5 bölgeye bölünmüş. Kuzeyde Pontus imparatorluğu, güneyde Araplar, Doğu Anadolu içlerine kadar uzanan İstanbul’da dahil olmak üzere Megali-İdea veya Enosis’in bir uzantısı olan bir bölge tesbit edilmiştir. Bir başka haritada ise Karadeniz Bölgesinde Karadeniz Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Doğu Anadolu’da Ermeni Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Diyarbakır’dan başlayıp Çukurova’ay kadar uzanan bölgede Kürdistan Sosyalist Cumhuriyeti; yine Çukurovadan başlayıp Konya’nın güneyine kadar olan bölgede bir Arap Halk Cumhuriyeti, Ege ile Marmara bölgelerinde ise bir Yunan Sosyalist Halk Cumhuriyeti var. Orta Anadolu bize kalmış diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz çünkü burda da bir Karaman Sosyalist Cumhuriyeti var.

Bundan 85 yıl önce yapılan Mondros Ateşkes Andlaşması şartlarına karşı direnmeyi başaran ve ardından yapılan Sevr Andlaşmasını da geçersiz kılarak Milli Mücadeleyi kazanıp Lozan Andlaşmasını imza ettiren Türkiye Cumhuriyeti Devleti için düşman uğraşmayı ve topraklarımız üzerindeki emellerini sona erdirmemiştir. İçlerindeki “Türk Düşmanlığını” devam ettirmektedirler.

Türkiye Güneydoğu Anadolu’da gerçekleştirdiği GAP projesiyle bölgeye hayat vermenin ötesinde daha büyük gelişmelerin planlarını yapıyor. Orta Doğu için su, petrol kadar önemlidir. Ve bölge için hayati bir önem arzetmektedir. Bölge için suyun önemi Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinin önemini daha da artırıyor. Ayrıca İsrail’in güvenliği ve bölgedeki hakimiyetini pekiştirmesi de Türkiye’nin güçlenmemesine bağlı. ABD’nin uluslararası hukuka aykırı olarak bölgeye ”pragmatizm temelli demokrasi ihracı” görüntüsünde ki haksız ve hukuksuz işgali ortadadır. Türkiye Devleti bölgedeki gelişmelerden bağımsız kalmak istememekte ancak Türk askeri o bölgeye gitse bile Kuzey Irak’ta bir konuşlanmaya ABD dahil hiçbir grup sıcak bakmamaktadır. Oysa bizim için önemli olan Kuzey Irak’ta cereyan edecek hareketleri kontrol edebilmek ve burada konuşlanmaktır. ABD’nin Çekiç Güç’ten beri bu bölge ile yakın teması ve alakası devam etmektedir. Bu yakın temastan Türkiye’nin ne kadar kazançlı çıktığı ise geçmişe bakıldığı zaman anlaşılacaktır. ABD’nin bölgedeki ‘Türk nüfusunu’ görmezden gelmesi ve Irak Geçici Hükümetinde yalnızca bir Türk ün yer alması anlamlıdır. Bütün bunlar geleceğin önemli gelişmelere gebe olduğunu gösteriyor. Türkiye, uzun dönemli stratejiler yapmalı ve bu kritik bölgede her zaman güçlü olmanın planlarını yapmalıdır. Ve meselelere her zamankinden çok daha fazla ehemmiyet göstermelidir.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_225.htm
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x