Lahey'in KOSOVA kararı Welcome Kürdistan / Gürbüz EVREN

Genel & Güncel Konular

Lahey'in KOSOVA kararı Welcome Kürdistan / Gürbüz EVREN

İletigönderen Başkomutan » Prş Tem 22, 2010 17:17

Resim

Kosova kararı açıklandı!


Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Kosova’nın bağımsızlık ilan etmesinin uluslararası hukuka aykırı olmadığına hükmetti.

Sırbistan’dan 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı şu ana kadar aralarında ABD, Türkiye ve çoğu AB ülkesinin bulunduğu 69 ülke tanıdı.

Mahkemenin bağlayıcı niteliği olmayan, görüş açıklaması niteliğindeki kararını açıklayan Mahkeme Başkanı Hisashi Owada, "uluslararası hukukun,bağımsızlık ilan edilmesine yönelik yasak içermediğini" söyledi.

gazetevatan.com



NATO GENEL SEKRETERİ RASMUSSEN KOSOVA'DA
Tarih:2010-05-21

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Kosova'da barışın garantisi olan NATO'nun, ülkede yaşayan herkesin güvenliğini korumakta kararlı olduğunu belirtti.
Aralarında NATO Askeri Komitesi Başkanı Amiral Gianpaolo di Paola ve Napoli'deki Ortak Mütteffik Kuvvetler Komutanı Amiral Mark Fitzgerlad'ın da yer aldığı Nato Konseyi heyetine başkanlık yapan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Kosova'da görev yapan uluslararası barış gücü KFOR'a 1 günlük incelemelerde bulundu. İncelemeler çerçevesinde yaptığı temasların ardından Priştine'deki KFOR karargahında düzenlenen basın toplantısında kameraların karşısına çıkan Rasmussen, Kosovalılara, NATO'nun
güvenlik ve istikrarı korumayı sürdüreceği taahütünde bulundu.

Kosova'da güvenlik durumu olumlu olarak niteleyen NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, NATO'nun Kosova'da görev yapan askerler sayısında azalmaya gidileceğini de açıkladı. KFOR'daki asker sayısının, siyasi ve askeri değerlendirmelere bağlı olarak azaltılacağına dikkat çeken Rasmussen, "Şu anda görevdeki 10 bin asker sayısı, yıl sonuna kadar 5 bin 700'e inebilecek. İlk aşamada, asker sayısını 10 bine indirdik, ikinci aşamada ise bu sayıyı 5 bin 700' e, üçüncü aşamada da 2 bine indirmeyi planlıyoruz" şeklinde konuştu.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.haberflash.com/haber18141.html







Amerikan bayrağıyla bağımsızlık olmaz

Sözde bağımsızlığın ortak bayrağı: ABD bayrağı

21. yüzyılda bağımsızlığını tanımış üçüncü devlet ortaya çıkıyor: Kosova.

Diğer iki devlet mi? İlki Timor’du. ABD Başkanı Clinton’un da katıldığı bir törenle bağımsızlığını ilan etmişti.

İkincisi Karadağ. Sırbistan-Karadağ federasyonundan ayrılmıştı.

Üçüncüsü ise Kosova oldu.

Yine bilindik görüntüler. Kosovalıların elinde ABD bayrakları. Neredeyse kendi ülkelerinin bayrağından çok bu bayrağı dalgalandırıyorlar.

Kosova’nın bağımsızlığını tanımak ne kadar doğru? Bu soruyu yanıtlamak için önce bu doğrunun altını bir çizelim: Son 15 yılda bağımsızlığını ilan eden ülkelerin neredeyse tümünde ABD bayrakları dalgalanıyor. Sıralayalım bir:

Çekoslovakya ikiye bölündü Çekler ve Slovaklar... Sovyetler dağıldı. Baltık’ta Estonya, Letonya, Litvanya kuruldu. Doğu Avrupa’da ise Beyaz Rusya, Ukrayna ve Moldova. Bu ülkelerden bir tek Beyaz Rusya’da ABD hakimiyetinden bahsedemezsiniz.

Kafkaslar’da Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan kuruldu. Gürcistan’daki turuncu devrim dün gibi hafızalarımızda. Ermenistan zaten hep Amerikancı oldu.

Yugoslavya ise NATO uçaklarının attığı bombalarla adım adım bölündü. Önce Slovenya ve Hırvatistan. Sonra Bosna-Hersek. Makedonya. Son olarak da Karadağ. Şimdi bu devletlere bir de Kosova eklendi.

Ama tüm bu devletlerin ortak noktasını hatırlatalım: Bağımsızlık kutlamalarında ABD bayrakları dalgalandı...


Resim
Yugoslavya: Öncesi ve sonrası. Sırada Voyvodina var...



Uyduruk devletin uyduruk bağımsızlığının uyduruk bayrağı

Tabii haksızlık etmeyelim. Bir de Kosova bayrağı hazırlamışlar: Altı yıldız ve bir Kosova haritası.

Şimdi bu bayrağı görünce gülümsemeden edemedik. Bayrak dediğiniz tarihsel bir simgedir. Gerek renkleriyle gerekse üzerinde bulunan simgelerle bir milletin tarihsel geçmişini yansıtır.

Ama Kosova bayrağına bakıyorsunuz. Altı yıldız… Tarihsel bir simge mi? Hayır. AB’yi simgeliyormuş.

Bir de harita. Açıkçası ilk kez üzerinde bir harita bulunan bir bayrak görüyoruz. Kosovalılar, devlet sınırlarını bayraklarına yerleştirmişler. Bu sınır tarihsel bir sınır olsa anlayacağız. Hayır. 1999’da NATO bombardımanlarının başlamasıyla birlikte fiilen ilan edilen Kosova özerk bölgesinin sınırları. Tarihsel değil tamamen duygusal!..

Bayrağın uydurukluğu, yanında sallanan diğer bayraklarla da belli oluyor.

Meydanlarda daha çok Arnavutluk bayrağı var. Tabii bir de ABD...

Kosovalıların bayrakları kadar “bağımsızlık” mücadeleleri de uyduruk. Kosova tarihinin hiçbir döneminde bağımsız bir ülke olarak yaşamamış. Kosova diye bir prenslik, bir şehir-devleti bile yok. Zaten Amerikancı basınımız bir Kosova tarihi vermek zorunda kalınca, bağımsızlık mücadelesini 1968’e kadar geriye götürebiliyor. Neymiş efendim, 68’de Kosova’nın bağımsızlığı için gösteriler olmuşmuş... Bilemiyoruz oldu mu olmadı mı. Ama bu bağımsızlık gösterilerinin bir zemininin olmadığı Yugoslavya’nın emperyalizm tarafından parçalandığı 1991’e kadar bir daha tekrarlanmamasıyla ortada.

Kosova kadar uyduruk ki, milli marşları bile “milli” değil: AB’nin marşını seçmişler: Beethoven’ın “Neşeye Övgü”sü.




AKP Amerikancılıkta bir numara: Kosova’yı ilk biz tanıdık!

Tabii Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte, bu ülkenin bağımsızlığını tanıyacak ülkelerin kimler olacağı tartışılmaya başlandı. Kosova’yı tanıdığını ilk ilan eden Afganistan oldu. Yani ABD’nin Asya’daki güvenilir stratejik müttefiki. Siz bunu fiili eyaleti olarak anlayın tabii!

ABD ise ikinci oldu. Tabii ABD’nin tanıması anlamsız. Aslında tüm bu süreci başlatan kendileri: ABD Başkanı Bush aylar önce, Temmuz 2007’de Kosova’ya bağımsızlığını ilan etme çağrısında bulunmuştu.

Türkiye ise üçüncü sırada yer aldı. Bronz madalya bizim yani...

Ancak AKP’liler Afganistan’la yaşadıkları Amerikancılık yarışında geri kalmış olmanın verdiği panikle başka bir atak yaptılar ve Kosova Devlet Başkanı’na bağımsızlıklarını tanıdığımıza dair resmi yazıyı ilk veren ülke olmayı başardılar!

Ve AKP’li medyamız Kosova’nın bağımsızlığının ne kadar hayırlı olduğunun propagandasına başladı.

Önce bir Osmanlı vizyonundan bahsedilmeye başlandı.

Neymiş efendim, Kosova bizim tarihsel etki alanımız içindeymiş. Osmanlı vizyonunun etkisiyle Kosova’ya sahip çıkmamız lazımmış.

AKP’li strateji “deha”larının strateji konusunda çok fazla “deha” olmadığını biliyoruz. Yaptıkları Pentagon’da belirlenen Amerikancı stratejileri tekrar etmekten ibarettir. Ama Amerikancılıklarını bir şekilde kamufle etme konusunda oldukça “yaratıcı” olduklarını teslim edelim.

Osmanlıcılıkla Amerikancılıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Bu bize Birinci Dünya Savaşı’ndaki İttihatçıları hatırlattı. Onlar da Osmanlıcıydı, Balkanlar’dan Mısır’a, Kafkaslar’dan İran’a Osmanlı’nın eski sınırlarını yeniden yaratmaktan bahsediyorlardı. Tabii o zamanki İttihatçı “vizyon” Almancılıklarını örtbas etmek içindi.

İttihatçı “vizyon”un bedeli ağır oldu. Anadolu’nun bile yarısını kaybettik. Güneyimizde bir Kürt devletinin kurulmasının tartışıldığı günümüzde, AKP’nin Osmanlıcı “vizyon”u bizi benzer bir sonuca ulaştırır mı sizce?

Osmanlıcı medyamız öyle bir yayın yaptı ki sanırsınız Kosovalılar ellerinde Türk bayraklarıyla gösteri yapıyorlar! Hayır, bin kere hayır! Ellerinde ay-yıldız değil, ABD’nin 50 yıldızlı bayrağı var.


Zaten Kosova Müslüman olmakla birlikte kesinlikle Türk değil. %90’ı Arnavut. Türk azınlık ise Sırplardan bile az: %4.

Yani Kosova’nın bağımsızlığını kazanması bölgedeki Türklere bir şey kazandırmıyor. Her ne kadar Kosova’daki Türk dernekleri artık ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtuldukları açıklamasını yapsa da, bu derneklerin ülkedeki Türkleri değil, Amerikancı Türkleri temsil ettiğini söyleyelim. TESEV Türkleri ne kadar temsil ediyorsa, o dernekler de Kosovalı Türkleri o kadar temsil ediyor. Kosovalı Türklerin de Türk bayrağı değil ABD bayrağı salladıklarını da burada ekleyelim.

Tabii AKP Osmanlı “vizyon”undan bahsederken yalnızca Türk milletini kandırmaya çalışmıyor. Bir yandan da Osmanlı propagandası yapılmış oluyor. Osmanlıcılığın bu millete kabul ettirilmesi demek, Türklüğün ve milliyetçiliğin unutturulması demektir. Yani, burada esas amaç Kosova konusunda Türk milletini yanlış yönlendirmekten de öte, Türk milliyetçiliğini zayıflatmaktır.

Kosova sayesinde Kıbrıs bağımsız olur mu?

Stratejistliği Türk milletini aldatma sanatına dönüştürenlerin bir başka senaryosu ise Kosova’nın bağımsızlığının KKTC’nin bağımsızlığı için emsal oluşturacağı, bu yüzden desteklenmesi gerektiği.

İlk başta kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi?

Hele hele Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkması da bu söylenenleri adeta destekliyor.

Ama durun bir dakika... Bu tezler kimler tarafından savunuluyor biliyor musunuz? Annan’cılar tarafından. Yani yıllardır KKTC’nin bağımsızlığını değil de Annan Planı çerçevesinde Türk-Rum ortaklığını savunanlar tarafından! Gören de KKTC’nin bağımsızlığı için yürekleri yanıp tutuşuyor sanacak.

Görüyor musunuz Amerikancılık adamı ne hallere düşürüyor. Yıllardır karşı çıktığınız KKTC’nin bağımsızlığını bile savu-nur hale geliveriyorsunuz.

Kosova’yı tanımayanlar da var...

Kosova’nın bağımsızlığını tanımayan ülkeler de var tabii ki.

Örneğin İspanya... Bask bölgesinin bağımsızlığına örnek oluşturacağı endişesiyle.

Azerbaycan… Dağlık Karabağ bölgesindeki Ermeniler için örnek olur diye.

Romanya ve Slovakya... Ülkelerinde Macarların çoğunluğu oluşturduğu bölgelerin de aynı şekilde bağımsızlığını ilan etmesinden korkuyorlar.

Moldova... Rusların çoğunlukta olduğu Transdinyester özerk bölgesinin tek taraflı bağımsızlık ilan etmesinden çekiniyor.

Gürcistan da Osetya ve Abhazya bölgelerinin Kosova’yı örnek almasını istemiyor.

Peki Türkiye? Basında birkaç çatlak ses çıktı: Kürt Devleti için de emsal oluşturur mu diye... Strateji “deha”larımız ise hemen susturdu onları: Kosova ile Kürt Devleti arasında en ufak bir benzerlik yokmuş. Kosova’da bir ABD-Rus çatışması varmış. Ama Kuzey Irak’ta ise yokmuş.

İşte klasik mandacı görüş. Bu görüşe göre, dünya büyük emperyalist güçler arasındaki çatışmalara sahne olmaktadır. Türkiye gibi ülkeler de bu çatışmalarda da tavır almalı, bir ülkeden yana taraf olmalıdır.

Dünyada yaşanan tüm dış politika olaylarını da emperyalist ülkeler arasındaki çelişmelere bağlarlar.

Doğru, kimi bölgelerde ABD’nin ve Rusya’nın emperyalist çıkarları çatışabilir. Örneğin Kosova’da da Rusya ABD’nin Balkanlar’daki etkisinin artmasından endişe duyduğu için Kosova’nın bağımsızlığına açıkça karşı çıktı. Ama Putin’in verdiği örnek, Rusya’nın emperyalist kimliğini de deşifre etti kaçınılmaz olarak: “Kosova’yı tanımak üzere olan ülkeler. 40 yıldır niye KKTC’yi tanımıyorsunuz!”

Amerikancı basınımız Putin’in bu açıklamalarını manşetlere taşıyarak mandacılıklarına devam ettiler. Yani demek istediler ki, Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkıyorsan, Rusya’nın yanındasın. Yani ya ABD’nin yanındasın ya da Rusya’nın. Ancak biz Putin’in açıklamasına bir başka boyutuyla bakmak istiyoruz. Avrupa ülkelerini KKTC’yi tanımadıkları için fırçalayan Rusya, acaba kendisi tanıdı mı KKTC’yi? Adama sormazlar mı, peki sen niye yıllardır tanımıyorsun diye?


Ve Putin açıklamalarını sürdürmüş: “Biz de Gürcistan’daki Osetya’nın ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanırız.”

İşte emperyalist ilke! Daha doğrusu ilkesizlik. Ortada bir ilke olsa ya bu tür bağımsızlıklara hep karşı çıkarsın ya da hep desteklersin. Kosova’dakine karşı çıkıp Abhazya’dakini desteklemek olur mu? Aynısını da AB ve ABD yapacak. Rusya’nın etki alanının genişletecek bağımsızlıklara karşı çıkacaklar. Kendi etki alanlarını genişletecek bağımsızlıkları ise her zaman destekleyecekler. Hatta körükleyecekler.

Peki emperyalistlerin ilkesi buysa, yani kendi çıkarlarını korumaksa bizim gibi mazlum ülkelerin ilkesi ne olmalı?

Antiemperyalist olmak.

Yani emperyalistlerle ezilenlerin çıkarlarının her zaman çatıştığını bilmek.

Yani bakacağız, emperyalizm bir bağımsızlığı destekliyorsa, emperyalizmin hayrınadır, karşı çıkacağız.

Emperyalizm bir bağımsızlığa karşı çıkıyorsa, emperyalizmi aleyhindedir. Destekleyeceğiz.



Türkiye’nin bağımsızlığına karşı çıkanlar Kosova’nın bağımsızlığını niye savunuyor?

Emperyalistler bugün bağımsızlık kelimesinin kutsallığını kullanıyorlar. Kulağa hoş geliyor tabii: Bağımsızlık. Yıllardır bu ülkede antiemperyalistler “Bağımsız Türkiye” diye slogan atmadı mı?

Ama yıllardır bağımsızlığı savunmak çağdışıdır diye Amerikancı propaganda yapanların Kosova’nın bağımsızlığını ayakta alkışladığını görüyoruz.

Öyleyse Türkiye’nin bağımsızlığıyla Kosova’nın bağımsızlığı arasında bir fark olmalı: Milliyetçilik başka etnikçilik başka.

Etnikçilerin bağımsızlığı işbirlikçidir. Osetya’daki etnikçi Rusçuyken Slovakya’daki AB’ci. Kosova’daki ise Amerikancıdır. Ve bölücüdür. Ulus-devletleri parçalar.

Dünyada hiçbir devlet tek bir etnik unsur tarafından kurulmamıştır. Hemen her ülkede farklı etnik gruplar bir arada bulunur. Çünkü sınırlar etnik özelliklere göre değil, tarihsel ve kültürel geçmişlere göre belirlenir.

Milli kimlikler de etnik ve ırksal özelliklere değil, tarihsel ve kültürel geleneklere göre oluşur. Ancak emperyalizm özellikle Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte etnik milliyetçilik propagandasına başladı. Bu propagandanın Yeni Dünya Düzeni’nin ortaya çıkışıyla aynı döneme gelmesi bir tesadüf sayılmamalı.

Yeni Dünya Düzeni, aslında Sovyetler’in yıkılmasının ardından Sovyet etkisindeki ülkelerin kapitalist-emperyalist sisteme katılması demekti. Kapitalizmi kabul ettirme kimi ülkelerde kolaylıkla gerçekleşti. Sovyet güdümündeki Romanya, Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeler kapitalizme sorunsuz geçtiler. O yüzden bu ülkelerde emperyalizm etnik bir bölünme-parçalanmaya ihtiyaç duymadı.

Ancak Yugoslavya bambaşka bir örnek olarak Batının karşısında duruyordu. Yugoslavya öncelikle Tito döneminde Sovyetler güdümüne girmeden bağımsızlığını savunan bir sosyalizm anlayışına sahip olduğu için farklı bir toplumsal yapı oluşturmuştu. Bu yapı da Sovyetler’in dağılmasıyla kapitalizmi kabullenmektense sosyalizmde direndi.

O dönemki Yugoslavya’nın lideri Miloseviç de sosyalizmde ısrar ediyordu. Yani Yugoslavya bir bütün olarak kapitalizme “sorunsuz” geçişi kabul etmiyordu.

Emperyalizm bunun üzerine etnik kartını oynamaya başladı. İlk aşamada Hırvatistan ve Slovenya Yugoslavya’dan koparıldı. Bu durum Yugoslavya’daki bütün etnikçi akımların bir anda yükselmesiyle devam etti. Artık ortada bur Yugoslav kimliği kalmamıştı.

Sırpçılık, Boşnakçılık, Hırvatçılık vs. çığ gibi büyüdü. Böylece son on yılda eski Yugoslavya’dan geriye yedi ülke kaldı: Sırbistan, Karadağ, Bosna Hersek, Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve son olarak Kosova. Bunlara Sırbistan’ın kuzeyindeki Voyvodin bölgesinin de ekleneceği söyleniyor.




Resim

Bugün Kosova


yarın Kürdistan...



Resim
Kosovalılar sözde bağımsızlıklarını ABD bayrağıyla kutlamaktan çekinmedi. Kürtler de sözde bayraklarının yanından ABD ve AB bayraklarını ayırmıyor. Bu benzerlik sıranın hangi ülkede olduğunu göstermiyor mu?




Kosova’nın bağımsızlığının tanınması şüphesiz ABD’nin Balkanlar’daki hakimiyetinin artmasına neden olacaktır. Bu da Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırıdır. Aydın Doğan’dan Fethullahçılara Türkiye’nin bütün Amerikancı çevrelerinin “Yaşasın Bağımsız Kosova” sloganı atmasının nedeni budur.

Ama bu gelişmelerin bizim açımızdan çok daha büyük bir bedeli var.

Kosova bilindiği gibi Sırbistan’a ait bir özerk bölgeydi. Sırbistan’ın ve Sırpların kesinlikle karşı çıkmasına karşın Kosova’da yaşayan 2 milyon Kosovalı Arnavutun isteğiyle bağımsızlığına karar verildi. Yani uyduruk bir referandumla bağımsızlık isteyen her tür etnik topluluğun bu isteğine ulaşabileceği Kosova örneğiyle dünyaya anlatılmış oldu. Bu açıdan Kosova’yı tanımak, bir referandumla bağımsızlığın kazanılabileceğini kabullenmek demektir.

Tabii bu durum ister istemez insanın aklına Kürt devletini getiriyor. Neden mi? Bugün dünyada Amerikan bayraklarıyla halay çeken başka kim var? Bir Kosovalılar. Bağımsızlıklarını kazandılar. Timorlular. Onlar da kazandı. Bir de Kürtler.

Kosova’nın tanınmasının ardından Kürt devletinin niye tanınmayacağına dair elle tutulur bir gerekçe sunamayan Amerikancılarımız bir başka gerçeği de gözden saklamaya çalışıyorlar: Kosova’nın yaşadığı süreçle Kürt devletinin yaşadığı süreç neredeyse birebir aynı. Kosova 1999’daki Yugoslavya’ya yönelik NATO operasyonundan beri NATO koruması altında bulunuyor. Yani sınırları fiilen emperyalizm tarafından belirlenmiş. Sırbistan’ın bölge üzerinde fiilen hiçbir gücü ve etkisi kalmadı.

Aynı şey Kuzey Irak’taki Kürt devleti açısından da geçerli. Kürtler 1991’den bu yana Irak ordusunun 36. paralelin kuzeyine çıkmasını engelleyen ABD sayesinde fiilen bir yönetim oluşturmuş durumda.

Ve Kuzey Irak’ta da bir referandum yapılsa en az Kosova kadar bağımsızlık taraflısı oy çıkar.


Bu gelişmeler emperyalizmin planları açısından da tutarlı. Yeni Dünya Düzeni (YDD) 90’ların başındaki projeydi. Temel hedefi Eski Sovyet etki alanını yani Doğu Avrupa ve Balkanlar’ı kapitalist sisteme eklemleyip emperyalist tahakküm altına almaktı. Büyük Ortadoğu Projesi ise sisteme katılmamış Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsıyor. Yani YDD’nin kaçınılmaz devamı.

Kosova işte bu YDD’nin gayrimeşru çocuğudur.

YDD nasıl ki Yugoslavya’yı parçalayıp bölmüşse, BOP da Ortadoğu için aynı yazgıyı çizmektedir. Türkiye de bu sürecin içindedir. Süreç kesintisiz devam ederse, Kuzey Irak’taki Kürtlerin Kosova’yı emsal gösterip bağımsızlık ilan etmesi kaçınılmazdır.

Kosova’daki gösterilerin bir benzerini bu sefer Erbil’de (ya da Kerkük’te) göreceğiz: AB ve ABD bayraklarıyla yan yana Kürt devletinin uyduruk bayrağı.


Kürt bayrakları önce Kosova, sonra Arnavutluk bayrağı olacak


Peki ya Arnavutluk bayrakları?

Bilindiği gibi Kosova’nın çoğunluğunu Arnavutlar oluşturuyor. Her ne kadar bağımsızlıklarını “Arnavutluk’la birleşmeyecekleri” şartıyla almış olsalar da, çok değil bir 10 yıl içinde Arnavutluk’la birleşmelerine kesin gözüyle bakılıyor.

Bağımsızlık kutlamalarında Kosova bayrağından çok Arnavutluk bayrağının kullanılmış olması bu niyetin bir göstergesi. Dün hukuken var olmayan bir ülke uyduruk bir referandumla varlığını kendi kendine nasıl belirlediyse, bugün hukuki olmayan bir birleşme yarın Kosova’da yapılacak bir başka uyduruk referandumla gerçekleşebilir.

Peki Kürt devletinin Arnavutluk’u neresi olacak? İşte burası biraz farklı. Önce Kuzey Irak’taki Kürt devleti ilan edilecek. Ardından Türkiye ve İran’daki Kürtler Kuzey Irak’taki Kürt devletine katılmak isteyecekler. Yani Kosova bayrağının yerine yarın Kürt bayrağını koyun. Bir sonraki gün ise Arnavutluk bayrağının yerine…

Önlem almazsak kendimizi Sırplar gibi Amerikan büyükelçiliklerini taşlarken bulabiliriz. Ama çok geç olur.




Özgür ERDEM




Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Lahey'in KOSOVA kararı Welcome Kürdistan / Gürbüz EVREN

İletigönderen Başkomutan » Cum Tem 23, 2010 17:00

Resim


PKK’NIN HEDEFİ : ‘KURTARILMIŞ BÖLGE’

22 Temmuz 2010 tarihi bundan böyle PKK açısından çok büyük bir önem taşıyacaktır. Çünkü bu tarihte Uluslar arası Adalet Divanı, 17 Şubat 2008’de Kosova’nın Sırbistan’dan tek taraflı ilan ettiği bağımsızlık kararıyla ilgili önemli bir görüş açıklamıştır. Medyada son dakika olarak verilen konuyla ilgili haber, “Lahey'den Kosovalıları sevindiren Sırpları ise üzen bir haber geldi.....

Uluslararası Adalet Divanı, Kosova'nın 2008'deki bağımsızlık ilanının, uluslararası hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Bu karar, coğrafi bir bölünme konusunda Adalet Divanı'nın aldığı ilk karar olması açısından önem taşıyor.

Karar, ayrılıkçı gruplarla uğraşan başta Rusya ve İspanya gibi çok sayıda ülkeyi de yakından ilgilendiriyor” şeklindeydi. Aslında Adalet Divanı’nın bu kararı herkesten önce Türkiye ve PKK’yı yakından ilgilendiriyor. Çünkü PKK çok yakında söz konusu karardan hareket ederek önemli adımlar atabilir.

PKK’NIN SALDIRILARI AĞIRLIKLI OLARAK NEDEN HAKKÂRİ’DE?

PKK’yı yakından takip edenler örgütün belli dönemlerde saldırıları artırarak, şiddeti yükselttiğini anımsayacaktır. Bu tür süreçlerde Hakkâri’nin adı hep ön plana çıkmıştır. PKK, özellikle 1992-95 döneminde, Hakkâri il sınırları içindeki saldırılarını, kent merkezini basmaya hatta kenti kuşatmaya kadar götürmüştü.

O dönemde PKK’nın Hakkâri’ye yönelik büyük gruplarla gerçekleştirdiği ses getiren saldırılarının amacı ‘Bir parça özgür vatan’ türünden sloganlarla ifade ediliyordu. Daha açık bir deyimle PKK, Hakkâri’yi ‘kurtarılmış bölge’ ilan ederek, öncelikle Kürt kökenli vatandaşlara sonra da Türkiye kamuoyuna gücünü kanıtlamak, üstünlük bende mesajını vermek istiyordu.

Hakkâri’nin, Irak’ın kuzey kesiminde bulunan kamplara yakınlığı düşünüldüğünde, bu ilin örgütün kontrolüne girmesi, PKK’nın etkinlik alanının tahminlerin ötesinde büyümesi ve demekti.

PKK, ‘DEMOKRATİK ÖZERKLİK’ İLAN ETMEYE HAZIRLANIYOR

‘Kürt Açılımı’ sürecinde kendilerine verilen sözlerin tutulmadığı söyleyenlerin yaşadığı düş kırıklığının ardından Abdullah Öcalan’ın ‘31 Mayıs’ta aradan çekiliyorum’ uyarısıyla birlikte gündeme getirdiği ‘Demokratik Özerklik’ tanımlaması aslında olacakların da habercisiydi. Herkes Öcalan’ın bu açıklamasını genellikle PKK saldırılarının artacağı yönünde yorumlarken, daha önemli bir ayrıntı dikkatlerden kaçmıştı. Son 1 aydır PKK’nın Kandil Dağı’ndaki üst düzey yöneticileri, Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Özerklik’ talebini dillendirirken, buna iki kelime daha eklemeye başladılar.

Artık PKK yöneticileri, ‘Demokratik Açılım ilan edeceğiz’ cümlesini kuruyorlardı. İşte bu söylem de bizi Hakkâri’de son dönemde yoğunlaşan saldırılara götürmektedir. PKK, Hakkâri il sınırları içinde üstünlüğün kendi eline geçtiğini, TSK birliklerinin ise savunma durumunda olduğunu kanıtlamak istercesine ses getiren büyük saldırılar yapıyor.

Her saldırının ardından da medyadaki malum asker düşmanlarına da gün doğuyor ve ‘Ordu PKK ile baş edemiyor’ türünden düşünceleri kamuoyuna yerleştirmeye çalışan haberlerle insanımızı zehirlemeye çalışıyorlar. Böylelikle de hem PKK’ya hem de bu örgütün arkasındaki asıl efendilerine yani emperyalist güçlere hizmeti sürdürerek, TSK’yı tamamen etkisizleştirme sürecinde ilerliyorlar.

Yeri gelmişken bir kez daha vurgulayalım, Kandil Dağı’ndaki karargâhı ve Irak’ın kuzeyindeki kampları Hakkâri ile bütünleştirmek düşüncesi tabi ki ağır basıyor, ama PKK’nın stratejisindeki öncelik 1992-95 döneminde olduğu gibi ‘Kurtarılmış bölge, Hakkâri’ hedefidir. TSK’yı savunma durumunda bırakarak, sürekli saldırarak il sınırları içinde üstünlüğün kendisinde olduğunu göstermek bile kurtarılmış bölge hedefinde önemli bir yer tutmaktadır.

ULUSLAR ARASI ADALET DİVANI’NIN KOSOVA KARARI PKK’YI SEVİNDİRDİ

Lahey’den gelen haber, PKK’nın ‘Kurtarılmış bölge Hakkâri’ ve ‘Demokratik Özerklik İlan etme’ stratejilerini tamamlayan bir gelişmedir. Örgüt, kabul edilmesi zor görünse de, Hakkâri’yi denetimindeki toprak gösterip, demokratik özerklik ilan ederek Lahey’deki Adalet Divanı’na başvurma yönünde hesaplar yapmaya başlarsa kimse buna şaşırmasın.

Söz konusu başvurunun kabul edilip edilmemesi PKK açısından pek önemli değildir, çünkü örgüt böylesi bir girişimi uluslar arası platformlarda ses getirmek, vardığı noktayı göstermek ve kendisinden daha çok bahsedilmesini, ciddiye alınmasını sağlamak için kullanmak isteyecektir. ‘Adalet Divanı’nın gerekçeli kararını açıklamasını bekleyelim’ diyenler vakit geçmeden PKK’nın arkasındaki emperyalist güçlerin stratejilerini incelemeye başlarlarsa, bu yazıdaki tahlilleri daha iyi değerlendirirler diye düşünüyorum.

Çünkü PKK’yı Uluslar arası Adalet Divanı’nın Kosova kararını örnek alarak girişimlerde bulunmaya itecek olan, örgütün feodal kafa yapısındaki yönetimi değil arkasındaki emperyalist güçlerdir.


Odatv.com
Gürbüz EVREN
23.07.10
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Lahey'in KOSOVA kararı Welcome Kürdistan / Gürbüz EVREN

İletigönderen maydonos » Cum Tem 23, 2010 17:42

O halde Kibrista'da ayni seyi bekliyoruz. Oyle olmaz. Tek tarafli mahkeme..
Resim


Ne MuTLu TüRkÜm DiYeNe
Kullanıcı küçük betizi
maydonos
Üye
Üye
 
İletiler: 1651
Kayıt: Çrş Haz 04, 2008 1:53

Re: Lahey'in KOSOVA kararı Welcome Kürdistan / Gürbüz EVREN

İletigönderen Başkomutan » Cmt Tem 24, 2010 15:50

Resim

KOSOVA KARARI TÜRKİYE'YE UYGULANIR MI



Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova kararı için Sevgili Gürbüz Evren “Welcome Kürdistan”ı yapıştırdı. Bu ifade, Kosova kararının Türkiye için ne anlama geldiğini veya getirileceğinin en çarpıcı özetidir. Ama Evren’in yorumunu desteklemek, fotoğrafı daha da netleştirmek için meselenin hukuki ve siyasi altyapısı ile ilgili yığınakları hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Önce Kosova’da ne olduğunu, Adalet Divanı’nın kararını ve tepkileri özetleyelim.

Sırbistan’ın Kosova bölgesindeki Arnavutlar, Sırp güçlerle 9 yıl süren savaşın ardından 17 Şubat 2008’de bağımsızlık kararı aldı. Uluslararası Adalet Divanı da bunun, “uluslararası hukuka aykırı olmadığına” karar verdi ve Mahkeme Başkanı Hisashi Owada, “Uluslararası hukukun, bağımsızlık ilan edilmesine yönelik yasak içermediğini” açıkladı. Böylece fiili bir karar, hukuken resmileştirildi. Çünkü Kosova 2 yıl içinde ABD, Türkiye ve 22 AB üyesi başta olmak üzere 69 ülke tarafından tanınmıştı. Ayrıca Dünya Bankası ve IMF’ye üye yapıldı, AB’ye üyeliği de gündemde.

Kosova’nın bağımsızlık kararına karşı bu davayı açan Sırbistan’ın Dışişleri Bakanı Jeremic’in, karar öncesinde yaptığı, “Lahey’deki mahkeme tek taraflı bir ayrılığın meşruiyetini desteklerse, dünya üzerinde içinde ayrılıkçı isteklerin barındığı hiçbir sınır artık güvende olmayacaktır…” uyarısı dikkate değer nitelikteydi. Karardan sonra Sırbistan Devlet Başkanı Tadiç de, “Kosova’nın tek yanlı bağımsızlık ilanını hiçbir zaman tanımayacaklarını” duyurdu.

ABD, kararı beğendi. Rusya ise karşı çıktı. Çünkü kapısında benzer birçok sorun var. Türkiye’ye gelince; “Yapıcı bir diyaloğa ivme kazandıracağını” bildirdi, yani memnun oldu. Bu tavır normaldi, zira özellikle Dışişleri Bakanı Davutoğlu başından beri işin içindeydi, Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden biriydik. Hatta Kosova’nın Dışişleri Bakanlığı yapılanmasına yardımcı olma görevini üstlenmişti. Davutoğlu’nun hassasiyetinin kaynağı, “Kosova’nın tarihi mirasının Türkiye’nin, Türkiye’nin tarihi mirasının ise Kosova’nın olması” idi. Ancak bağımsızlıktan sonra ilk ziyaretini geçen yıl ülkemize yapan Kosova Dışişleri Bakanı İskender Hüseyni’nin, “İKÖ ülkelerinin çoğunun Kosova’yı tanımadığı” siteminin üzerinde nedense duran olmadı!..

“Ne yani Türkiye Kosova’nın bağımsızlığına karşı mı çıkmalıydı?” diyenler olacaktır. Onlar için evvel emirde, genel tabloyu çizelim:

-BOP projenin geniş ölçekli ilk uygulaması Balkanlar’da özellikle Yugoslavya’da gerçekleştirildi. Onun içindir ki, Türkiye’nin Yugoslavyalaştırılmasından ve Iraklaştırılmasından söz ediyoruz…

-Balkanlar’ın düzenlenmesi işi bitmedi. Halen Orta Doğu’ya paralel, buradaki çalışmalar da tam gaz sürüyor…

-O yüzden ABD’nin, AB’nin Kosova ve diğer Balkan ülkelerine “muhabbetinin” altında başka hesaplar yatmaktadır. İşleri bitince, Sırbistan veya başka bir ülkeye yem edecekleri kesindir.

-Yarın öbür gün İsrail’i Balkanlar’da görürsek şaşırmayalım…

Lahey’in Kosova kararının özelde Türkiye için anlamına gelince… Öncelikle bu kararın;

“Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz… Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez… Manda ve himaye kabul edilemez…” gibi en önemli kararların alındığı Erzurum Kongresi’nin 91. yıldönümünden 1, Türkiye’nin ünite-milli yapısını uluslararası arenada tescil ettiren Lozan’ın 87’inci yıldönümü ve dahi Hatay’ın Anavatana katılmasının 71’inci yıldönümünden sadece 2 gün önceye denk geldiğini vurgulayalım.

Sonra Uluslararası Adalet Divanı’nın, BM’nin başlıca yargı organı olup, BM Antlaşması’nın ayrılmaz bir parçası kabul edildiğinin altını çizelim. “Ne var bunda?”nın cevabı için değerli diplomatlarımızdan, merhum Gündüz Aktan’ın 16 Haziran 2003’te Radikal’de kaleme aldığı “İkiz Sözleşmeler” başlıklı yazıya müracaat edelim… Türkiye, 34 yıl imzalamadığı bu sözleşmelere, 2000’de bazı çekincelerle imza koymuş, ama onaylamamıştır.

Ne zamanki AKP iktidar olur, “AB uyum paketleri” kapsamında TBMM’de onaylanır. Merhum Aktan da, dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in onayından bir gün önce bu yazıyı kaleme alır. İşte 7 yıl öncesine ait o yazıdaki çarpıcı tespitler:

“1948 yılında İnsan Hakları Bildirgesi kabul edildi. Bu bildirge insan hak ve özgürlüklerini ilan ediyordu. Ama bu haklar arasında kendi kaderini tayin hakkı (self-determination: S-D) yer almamıştı. Hem bu en önemli hakkı tedvin etmek, hem de tüm diğer hak ve özgürlükleri devletlerin uygulayacağı vecibeler haline sokmak gerekiyordu. Bu amaçla hazırlanan ‘Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Misakı’ ile ‘Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Misakı’ 1966'da imzaya açıldı…

1980'lerin ikinci yarısından itibaren bu misaklara bizim de taraf olmamız için baskılar gelmeye başladı. Amaç PKK ile mücadelemizde bir insan hakları denetleme mekanizması daha ihdas etmekti.

Sömürgeciliğin tasfiyesi amacıyla S-D hakkının kullanılması, BM Genel Kurulu tarafından 1960 yılında kabul edilen 1514 sayılı ‘Sömürge Halklarına ve Ülkelerine Bağımsızlık Verilmesi Bildirgesi’nde yer alıyor. Misakların 1. maddesindeki hüküm bu bildirgeden aktarılmış.

Dolayısıyla misakları onaylayan ülkeler S-D hakkının kendilerine karşı kullanılması ihtimalinden endişe ettiler. Çünkü ulus-devlet olmalarına rağmen onların da içinde bağımsızlık için mücadele eden etnik gruplar vardı. Nitekim 1970 yılında BM Genel Kurulu’nun kabul ettiği 2625 sayılı ‘... Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi’ bu endişelerin yersiz olmadığını gösterdi. Bu önemli belge, S-D hakkının ulus-devletlerde kullanılmasına ilişkin esasları içeriyor. Yani ‘S-D sadece sömürgeciliğin tasfiyesiyle ilgilidir. Bizim gibi ulus-devletlere uygulanmaz’ değerlendirmesi doğru değil. 2625 sayılı bildirge kısaca, ‘hükümeti, halkının tümünü temsil eden ülkelerin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini bozucu hiçbir eylem yapılamaz’ hükmünü getiriyor. Yani bir ülkede temsili demokrasi varsa, o ülkede bölücü S-D hakkı kullanımı mümkün olmuyor. Bu suretle ulus-devlette demokrasi bizzat S-D uygulaması halini alıyor. Ama hükümet halkın tümünü temsil etmiyorsa, yani rejim demokratik değilse, ulus-devlette de bölücü S-D uygulamasına cevaz var. Bu ilke 1993 Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı’nda da aynen teyit edildi. Bu bağlamda önemli bir nokta da S-D hakkını sadece ‘halklar’ın kullanabilmesi. Ama halkın hukukta tanımı yok.

Örneğin Filistinliler gibi, bir grup bağımsızlık mücadelesini başarıyla yürütürse, uluslararası toplumca halk olarak tanınabiliyor. Dolayısıyla halk olmak daha çok siyasi nitelik taşıyor…

Misakların bugüne kadarki uygulamasında bu madde hiçbir ülkeye sorun yaratmadı. Ancak Kürtlere sürekli ‘halk’ diyen Avrupa Parlamentosu, DEP milletvekillerinin yargılanması üzerine 15 Aralık 1994’te aldığı kararda, ‘Türk hükümetinin ülkenin tümünü temsil etmediği’ni belirterek, bölücü S-D hakkının bize karşı kullanılabileceğini kabul etti…”

BAL GİBİ İÇTİHAD YAPARLAR, ÇÜNKÜ…

Şimdi Kosova kararının, “ayrılıkçı hareketler” için “içtihad” olup, olmayacağı tartışılıyor. En azından Türkiye söz konusu ise “bal gibi içtihad” yapacaklardır. Çünkü, rahmetli Aktan’ın o tespitlerinden sonra bakın neler oldu:

-Hem “medeniyet projemiz” AB, hem kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi, İkiz Sözleşmelerdeki çekincelerimizi kaldırmamızı, ayrıca Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı ile Ulusal Azınlıkların Korunması Sözleşmesini çekincesiz imzalamamızı şart koştu…

-AB Yerel Yönetimler Komitesi birkaç yıl önce Doğu ve Güneydoğu’daki yerel yönetimlere “özerklik verilmesi” tavsiyesinde bulundu… Geçenlerde önce BDP’li belediyeler, ardından Kandil, “özerklik”ilan edeceklerini açıkladı…

-Avrupa Parlamentosu’nda, Güneydoğu’ya BM askerinin konuşlandırılması önerildi…

-Yine AB ve Avrupa Konseyi’nin yanısıra ABD de, Kürt kökenli vatandaşlarımız için önce “azınlık”, sonra “millet” hakları istemeye başladı...

-PKK’lılar “Öcalan siyasi irademizdir” imzalı 3 bin dilekçeyi BM’ye gönderdi…

-Obama’ya “Kürt raporu” sunan CIA’cı Henry Barkey, “Kürtlere siyasi ve ekonomik hakların tanınmasıyla” birlikte, “PKK silahlarının ABD askerlerinin gözetiminde teslim edilmesini” önerdi. Kandil’deki Karayılan da, “İsteklerimiz karşılanırsa, BM gözetiminde silahlarımızı teslim edebiliriz” dedi. Başbakan Erdoğan, K. Irak’ın güvenliğini NATO’nun sağlamasını istedi…

-Barzani, “Kürt ulusunun devlet kurma hakkı olduğunu” açıkladı. (Batının tüm resmi ve gayrı resmi kuruluş raporlarında, ‘Dünyadaki devletsiz en büyük ulusun Kürtler olduğu, Kürtlerin Lozan’la 4 parçaya ayrıldığı işlendi.)

-ABD ve BM’nin katkılarıyla hazırlanan “Barzani anayasası”nda Sevr’e atıf yapıldı. Türkiye, “Barzani Kürdistanı”nı tanıdı…

-Malum Batı, dili, dini, tarihi ve kültürü ile ayrı bir millet olan KKTC Türklerini ve 27 yıllık KKTC’yi tanımayıp, Rumlara yamamakta ısrar ediyor. Kosova kararından sonra da kimse soydaşlarımızın durumunda bir değişiklik beklemesin. Çünkü Rumlarla birlikte, AB’nin içimizdeki önemli sesi Cengiz Aktar, KKTC için böyle bir “içtihad”a şiddetle karşı çıktı. Ancak Kosova kararının, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan benzer sorunlar için “çok değerli bir emsal” olacağını belirterek, “Bir anlamda 1914 Wilson ilkelerine, halkların kendi kaderlerini tayin hakkına geri dönülüyor” yorumunu yaptı.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ ALKIŞLAYIP, DEVAMINI BEKLEYENLER

Bir de içimizde yaşananlar var. Ülkemizi zaten, “İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının tartışılmasını sağlıklı görüyor ve geleceği ümitle bakıyorum… Artık Kemalizm yok, Türkiyelilik var… Türkiye’de 36 etnik grup var ve bunların varlıklarının tanınması gerekiyor… Beki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir… Lozan’ın delinmesine göz yumuyoruz…” anlayışında olanlar yönetiyor.

Kürt kökenli vatandaşlarımızı “azınlık” addeden “AB reform paketlerinin” yerine, “millet” statüsü öngören “açılım paketleri” kondu… Ve Anayasa değişikliğine gidildi. Batılı tüm kuruluş ve kişilerin “alkışlarla” karşıladığı ve 12 Eylül referandumundan hemen sonra “devamını” beklediği bu değişikliğin gerçek amacı hakkında fikir vermek için de beş not aktaralım:

1- CIA’cı Henry Barkey geçen yıl “Kürt açılımı” başladığında şu uyarıda bulundu:

“Vatandaşlık tanımını daha kapsayıcı hale getirecek biçimde bazı revizyonlar yapılmalı… Mevcut Anayasa, sadece Türkleri işaret ediyor… Kültürel reformlar, yani Kürtçenin günlük hayatta çok daha kabul edilebilir kılınması, öğretilmesi, bazı devlet faaliyetlerinde kullanılması, yerel yönetimlere yetki devri, anlamlı bir af çıkarılması… Fakat tüm bu adımlar Anayasa Mahkemesi’nden dönebilir.”

2- Başbakan Erdoğan yazarlarla düzenlediği “Demokratik açılım” toplantısında, “Anayasa değişikliğiyle, Kürt meselesinin çözümü için atılacak adımların önündeki engelleri kaldıracaklarını, ondan sonra kalıcı çözümün adımlarını atacaklarını” söyledi.

3- Adalet Bakanı Sadullah Ergin 15 Temmuz’da Avrupa Parlamentosu’na Anayasa paketi hakkında bilgi verirken, “Anayasa değişikliğinin Kürt sorununun çözümüne bir katkısı olacak mı?” şeklindeki bir soruyu şöyle cevaplandırdı:

“Türkiye’de Kürtlerle birlikte benzer sorunlar yaşayan, azınlık olsun, çoğunluk olsun birçok grup vardır. Anayasa değişiklikleriyle spesifik olarak bu sorunları çözmüyoruz. Reformlarla yaptığımız demokratikleşme ile zaten uzun vadede bu sorunların çözüme kavuşmaları çok kolaylaşacaktır.”

4- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 14 Temmuz’da Slovenya’ya giderken, “Yeni Anayasa yapılsa daha iyi olurdu” dedi. “Kürt meselesi” hakkında, “Türkiye’nin demokratik standartlarını yükseltmesi sorunları sorun olmaktan çıkaracaktır. Kürt meselesinde bu yolda ilerleyerek çok mesafe kat ettik. Tabular yıkıldı. Özgürlüklerin sınırları genişletildi” derken, PKK’ya silah bıraktırılmasıyla ilgili olarak da “Asıl mesele PKK’nın silah bırakmasıyla ilgilidir. Bunlar örtülü işlerdir. Çok uğraştık bu konularla, hiçbir dönemde yapılmadığı kadar uğraştık...” açıklamasını yaptı.

5- Yandaş medya ve STÖ’ler, Türkiye’yi “deneme tahtası” görerek, “Kürt sorununu çözmede bugüne kadar uygulanan yöntemler başarısız oldu. Artık PKK’yla masaya oturmaktan başka çare kalmadı. Bir de bu denensin” kampanyası başlattı. Diyarbakır’da “Operasyonlar dursun, PKK eylemsizlik kararı alsın” çağrısı yapan 99 STÖ, “Ankara-Kandil hattında aktif rol üstlenmek” için Köşk’e çıkma kararı aldı.


Hükümetten de onay alınırsa, “akil adamlardan oluşacak bir heyet” Kandil’e gidip, PKK’nın sözde liderleriyle konuşacak. Köşk’ün, “Asıl mesele PKK’nın silah bırakması, bunun için çok uğraştık” dediği, “çözümcü” yandaşların, “PKK’yla görüşülmesi” için bastırdığı bir dönemde, Kandil’e gidişe “vize” verilmez mi? Peki, PKK’nın ne isteyeceği belli değil mi? Şayet bu “vize” çıkarsa, kendimizi hazırlayalım demektir ki, “Habur törenlerinin” yerini, “Kandil törenleri” alacak!..

İSVİÇRE’DEKİ LOZAN YÜRÜYÜŞÜ

Bugün İsviçre’nin Lozan kentinde bir yürüyüş yapılacak. Bu yürüyüşü merkezi Brüksel’de bulunan, amblemi “Büyük Kürdistan haritası” olan Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu KON-KURD’a bağlı İsviçre Kürt Halk Dernekleri Federasyonu (FEKAR) ile İsviçre Kürt Halk Meclisi düzenliyor.

Lozan Ripon Meydanında toplanacak bu kişiler, “Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesine neden olan” Lozan Antlaşması’nı protesto edecekler. Buna ilişkin çağrı metninin, Barzani’ye yakın yayın organlarında geniş yer bulduğunu da belirtelim. “Bir yürüyüşten ne olur?” demeyelim. Bugünlere böyle böyle geldik!..

Şimdi soralım; Kosova kararını can-ı gönülden alkışlayabilecek durumda mıyız?


Müyesser YILDIZ
24.07.2010

Odatv.com
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Lahey'in KOSOVA kararı Welcome Kürdistan / Gürbüz EVREN

İletigönderen Deli Haydar » Pzr Tem 25, 2010 0:04

Bugün Kosova...
Yarın Kürdistan...

Bu da bizim eşbaşkan!
Feragat-ı nefs.
İstihkar-ı hayat.
Kullanıcı küçük betizi
Deli Haydar
Meydan Delisi
Meydan Delisi
 
İletiler: 714
Kayıt: Çrş Eki 14, 2009 11:21


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

x