
Türkiye’nin gitgide büyüyen cari açığını herkes bilir. Yani ihracatımız ithalatı karşılamak şöyle dursun, açık miktarı da gitgide artmaktadır. İthalat kalemlerine baktığımızda bunların büyük bir kısmının lüks tüketim maddelerine ayrıldığı görülür. Yani zaruri olmayan, gösteriş veya fuzuli tüketim maddeleri! Devlet bu cari açığı kapatabilmek için de her sene dışarıya döviz olarak borçlanır. Borçlanma o kadar büyümüş ki, devlet bu borçların faizlerini karşılamak için sanayi ve kritik hizmet tesislerini özelleştirme adı altında satıp paraya çevirmek zorunda kalmaktadır. Şimdi bunu kestirme ifade edersek; devlet üretim tesislerini satarak lüks tüketime harcamak durumunda kalmaktadır. Bu rezaleti israf kelimesi ile bile açıklamak dış gıcırdatmamıza sebep olmaktadır. Buna israftan öte insaf demek gerekmektedir. Şu cümleleri kurmak yanlış sayılmaz:
Çok önemli bir israf kalemi daha vardır. Devletin yanlış politikaları yüzünden tarım ve hayvancılık sektörlerindeki kaynak israfı. Türkiye’yi ve dünyanın belli başlı büyüklükteki ülkelerinin çoğunu besleyebilecek verimlilikte ve genişlikteki tarım arazilerimiz, devletin yanlış istihdam ve kalkınma politikaları yüzünden göç etmek zorunda kalan sahipleri tarafından boş bırakılmaktadır. Anadolu’nun tahıl ambarı olması gereken arazilerimizin boş tutulması, en büyük kaynak israf kalemlerinden birisidir.
Üstüne üstlük bu arazileri ekerek ülkemize kaynak sağlamak konumunda olan milyonlarca emek sahibi insanımız, büyük şehirlere göç etmek zorunda kalmaktadır. Bunların çok büyük bir bölümü işsizler ordusunda kayıtlıdır. Demek oluyor ki bu kadar emek, tarım sektöründen alınarak ve de yeni iş sahası sağlanmayarak emek israfı yapılmaktadır.
Kamunun inşaat politikası, makam araçları, lojman politikaları, sağda solda çok da zaruri olmayan beton ve hafriyat politikaları, bünyelerinde çok fazla israfı barındırmaktadır.
Bülent Arınç demişti ki:
“İsrafı azaltabilsek, devlet olarak vergi toplamaya bile gerek kalmaz.”