Günün Seçmeleri | 09.01.2009

Günün Seçmeleri | 09.01.2009

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 4:58

Darbe ortamı...

Melih Aşık
m.asik@milliyet.com.tr


Halen duruşması devam eden Ergenekon sanıkları neyle suçlanıyor?
Ülkede darbe ortamı yaratmakla değil mi?
Peki ülkede darbe ortamı yaratabildiler mi?
Hayır...
Darbe ortamı ne zaman yaratıldı?
Şaka gibi ama gerçek: Tam şimdi...
Genelkurmay’da komutanlar toplanıyor.. Genelkurmay Başkanı randevusu olmadığı halde Başbakan’la görüşüyor. Bir general İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderiliyor. Yargıtay ayakta.
Neden?
Çünkü Ergenekon operasyonlarının cumhuriyete, laikliğe, demokrasiye yönelik bir hesaplaşma olduğu izlenimi doruğa çıktı da ondan... Çoğunluk, birkaç karanlık adamla dekore edilmiş bu davanın çeteleri ortaya çıkarmaya değil, yasal muhalefeti yok etmeye yöneldiğini düşünüyor. Cumhuriyete karşı bir sessiz darbenin yürütüldüğü, son tutuklamaların da bu sürecin parçası olduğu görüşü ağır basıyor. Ana muhalefet lideri Deniz Baykal da onu söylüyor:
- Bu bir hesaplaşma ve intikam operasyonudur...
İstanbul Barosu yayımladığı bildiride yapılan arama ve gözaltıların hukuka uygun cereyan etmediğini, bir korku ülkesi yaratıldığını vurguluyor. Yargıtay Onusal Başsavcısı Sami Selçuk hayretler içinde:
- Umarım savcı ne yaptığını biliyordur, bunca yıllık meslek hayatımda böyle bir iddianame görmedim, diyor...
Başbakan’ın Başsavcı olduğu bu davada, yargı mekanizması kullanılarak iktidarın sakıncalı gördüğü kişilerin avlandığı genel kanaattir.
En vahimi; yargıya olan güven sarsılıyor, halkın adalet duygusu zedeleniyor. Türkiye bir cadı kazanının içine itiliyor...


Bir zamanlar “Laikleri bir bir şişe geçireceğim”
diyen kişi, Erdoğan’ın yeni Basın Müşaviri olmuş.
Erdoğan’ın kebapçısı olsa daha yararlı olmaz mıydı?

Haldun Ertem


Bir yiğit geldi ki...
Başbakanlık Basın Sözcüsü Akif Beki’nin yerine daha önce Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın basın sözcülüğünü yapan Kemal Öztürk getirildi. Kemal Öztürk hakkında medya zengin bilgilerle dolu...
Mustafa Mutlu Vatan’da onu anlatıyor:
“Yazı hayatına 1990 yılında İran Devrimi yanlısı bir yayın politikası olan Girişim ve Selam isimli dergilerde başladı.
Kanal - 7’de hazırladığı “İlk Meclis” belgeseli, laiklik karşıtı bulundu ve RTÜK tarafından yasaklandı.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten bir yıl hapse mahkûm oldu.
Mir Mahmut Rıza mahlasıyla yazdığı “Bir Garip Oğlanın Hikâyesi” kitabı yüzünden de bir yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Yazdığı kitapta bir kahramanının ağzından şöyle diyor:
“Bütün laikleri bir bir şişe geçirecem, ondan sonra anlayacaklar laikliğin faziletlerini.”
Hürriyet’te Ahmet Hakan, Kemal Öztürk’ü yazıyor:
“Dolmabahçe Sarayı’nın önünde park edilmemesi gereken bir yere arabasını park ettiği için kendisini uyaran zavallı polis memurunu sürdürmüştü...
Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bir polis komiserini yumruklamaya kalkışmıştı...”
Başbakan sözcülük görevine tam adamını bulmuş. Hayırlı başarılar dileyelim...


Araları buluruz!
Gürcistan krizinde olduğu gibi... İsrail’in Gazze saldırısının peşinden arabuculuk için ilk harekete geçen lider yine Tayyip Erdoğan oldu... Ve ilk havluyu da o attı...
Gazze konusunda şu anda Fransız - Mısır girişimi etkili oluyor...
Türkiye’nin arabuluculuğu söz konusu olmaktan çıktı... Neden?
Daha önce de yazdık...
Suriye, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi ülkeleri dolaşan... Ve danışmanını Hamas’la görüşmeye yollayan Tayyip Erdoğan, İsrail ve ABD’yi tamamen ıskaladı. Hamas’ın BM’de sözcülüğünü yapacağını bildirerek, hem tek taraflı hem terörden yana bir tavır takındı. Filistin’in sözcülüğünü yapacağını söylese mesele kalmayabilirdi. Ama Hamas malum, terör örgütü kabul ediliyor hâlâ...
Bu arada; İsrail’in Mısır’ı saldırı öncesi bilgilendirdiği ortaya çıktı. Peki, Olmert Başbakan Erdoğan’ı da operasyondan haberdar etti mi?
Erdoğan saatler süren görüşmede bu konunun açılmadığını söylüyor.
Eğer açıldı da Başbakan İsrail’i durduramadıysa bu bir handikap. Eğer Olmert konuyu hiç açmadıysa, bu da Ankara’yı ciddiye almadığını gösterir...
Peki bütün bu hengâmede Türkiye ne elde etti? Onu da Washington Times gazetesi yazdı: “Başbakan Erdoğan’ın İsrail’i dışlayan tek taraflı politikası yüzünden ABD’deki Musevi lobisi önümüzdeki soykırım oylamalarında artık Türkiye’den yana tavır almayabilir.”
Kaydedilen tek başarı bu oldu işte...


Muhalefet alerjisi...
Muhalefetsiz hükümet etme isteğinin türlü çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan en geçerlisi
Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” romanında Kara Kemal’in ağzından dile getirilir: “... muhalefetsiz hükümet etmek isteği, devleti alet ederek, hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor.”


Ergenekon operasyonu dalga dalgayayılıyormuş.
“Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganı,
“Susma sustukça dalga sana gelecek” sloganına döndü...

Gülhan Elmas


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Keşke Ramallah kapısında beklemeseydi...

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:00

Keşke Ramallah kapısında beklemeseydi...

h.pulur@milliyet.com.tr


DİPNOT değil BAŞNOT:

Önce sosyalistleri topladılar
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü ben sosyalist değildim.
*
Sonra sendikacıları topladılar
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü sendikacı değildim.
*
Sonra Yahudileri topladılar
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü Yahudi değildim.
*
Sonra beni almaya geldiler
Benim için sesini çıkaracak
kimse kalmamıştı.
Papaz Martin Niomeller

* * *
DİLİNE sağlık, bizim Başbakan, Filistin katliamını gören her insan gibi ağzından ateşler püskürüyor:
“Öldürdüğünüz bunca masum insanın hesabını Allah size sorar.”
“Dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman, kalkıp bu topraklarda ağırlayan, Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz, biz her zaman mazlumun yanında olduk.”
“İsrail, benim için Türkiye Başbakanı duygusal konuşuyor, diyor. Hayır, duygusal konuşmuyorum, duygusallığım varsa Gazze’deki kardeşlerim içindir.”
* * *
DİYECEKSİNİZ “Konuşmasın mı?”
Konuşsun, konuşsun da, yerinde konuşsa daha iyi olur...
Kendisi itiraf etti:
“Ben bölgeyi gören, Ramallah sınır kapısında, arabanın içinde yarım saat bekletilmiş bir Başbakan olarak konuşuyorum!”
Haaa, işte şimdi duralım...
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı sınır kapısında yarım saat arabanın içinde beklemez, “Bu ne rezalet?” der çeker, döner, sineye çekmez.
Hem bunu sineye çekeceksiniz, hem de şimdi esip gürleyeceksiniz!
Şimdi diyecek ki:
“Biz bakkal dükkânı değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni idare ediyoruz.”
Hay ceddinize rahmet!
Ha şunu sınır kapısında arabanın içinde yarım saat bekletilirken yapsaydınız ya!
Şimdi atıp tutmak kolay!
* * *
ERZURUMLU Avni, seçimde aday, kürsüye çıkmış, veryansın ediyor, hele “Urus kumandanı bana dedi ki!” deyince, Hasane Bibi dayanamamış:
“Ula Avni, urus işgalinde sen ananın karnında bile değildin, urus paşasıyla konuşmak neyin nesi?”
Avni eğilmiş:
“Ses etme bibim, kurbanın olam, nutuhtur, bu nutuh!”
İsrail’le 2.5 milyar dolarlık silah ticareti yapan hükümetin Başbakanı olacaksın, sonra kalkıp “böyle nutuklar” atacaksın.
Daha yeni, İsrail’e verilmiş, 167 milyon dolarlık ihaleyi imzalayacaksın, sonra da kalkıp bu “nutukları” atacaksın...
Attığın nutuklar da bir işe yarasa, katliamın heyecanlı seyircisi olmaktan öte ne yapabildiniz ki?
Haklısınız, en başta Araplar ne yaptılar ki?
Mısır nerede, Suriye nerede, Suudi Arabistan nerede, Ürdün nerede?
Laftan başka ne yapabildiler ki!
“6 Gün Savaşı”ndaki rezillikten sonra bir daha İsrail’in karşısına çıkmaya cesaret edemedikleri için Filistinlileri öne sürüp kendilerini sütre gerisine atıyorlar.
O Araplar ki!..
Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı”nı ya da Cemal Paşa’nın anılarını okusanız.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Ergenekon...

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:11

Ergenekon...

ecetem@hotmail.com


İstanbul’da Feshane Kültür Merkezi’nde alkışlar yükseliyor. Tayyip Bey, Muharrem İftarı konuşmasını yapmak için kürsüye doğru yürüyor.
Aynı saatlerde Ankara’da emniyetçiler merdivenlerden aşağıya iniyor. “Sabaha karşı burada olun” diyor biri. Adresler gözden geçiriliyor. Sabih Kanadoğlu’nun evinin adresini alan soruyor: ‘‘Gözaltı mı?’’ ‘‘Şimdilik değil’ diyor öteki.
* * *
Kürsüye çıkıp, alkışların dinmesini bekliyor Tayyip Bey ve o tarihi açılışı yapıyor: “Sevgili canlar, değerli kardeşlerim...”
Sabaha karşı ayazında kontaklar açılıyor ve motorlar benzinle boğula boğula çalışıyor. İstanbul’da pembe bir evin önünde duruyor arabalar. İçerideki kitaplara baskın veriyorlar sabahın kör karanlığında. Çabuk olun çabuk! Yalçın Küçük’ün kitapları aniden kaçabilir!
* * *
Mikrofonlara az eğiliyor, samimi bir havası var. “Biz de şiir mağduruyuz, iyi biliriz” diyor. Nâzım Hikmet’e şirk koşuyor kendini. Salonda Aleviden çok eski İslamcı, eski ülkücü, hali hazırda İslamcı ve halihazırda ülkücü var: Alkışlar birbiri üstüne yığılıyor.
İbrahim Şahin, her zamanki gülüşüyle biniyor arabaya. Böylece Yalçın Küçük, Sabih Kanadoğlu ve İbrahim Şahin aynı arabaya bindiriliyor! ‘Demokratikleşme Arabasına’ bindiriyorlar onları.
Ekranda biri ‘Türkiye’nin çıkarının ne olduğunu en iyi kendisinin bildiğine inanan, kendini hukukun üzerinde gören, kendini dokunulmaz zanneden bir grup insan’ diyor. Anlamıyorum. Ergenekon çetesinden mi söz ediyor yoksa AKP’den mi? Zira bu tanım ikisine de uyuyor.
* * *
Alkışlarda nefeslenip devam ediyor: “Biz düşüncelerin Kerbela’sını yaşamak istemiyoruz. Bunun için varımızı yoğumuzu ortaya koyduk. Fikrin ve şiirin Kerbela’sı olmaz!”
Daha beter alkışlar, gürültü.
Gürültü içinde sesleniyor Yalçın Küçük, “Diktatorya!” Kanadoğlu, Danıştay saldırısıyla suçlandığı için sesi titreyerek ‘Dinci dikta’ diyor. Adil yargılama Kerbela’sında insanların isminden Sabetaycı falı tutmaktan ve Can Yücel’in deyimiyle ‘can sıkmaktan’ başka zararı olmayan Yalçın Küçük ‘kıskıvrak yakalanırken’ Tuncay Güney için niye yakalama emri bile çıkarılmadığını kimse bilmiyor. Müstehcenleştirilen ‘1 Numara’ bilgisi niye gizli tutuluyor, bilmiyoruz. Biz hiçbir şey bilmiyoruz.
* * *
Bıçkınlaşıyor aniden. “En büyük mücadeleyi mafyalarla, çetelerle verdik, vermeye devam edeceğiz.” Salon destek veriyor.
Ergenekon’la ilgili kim konuşsa, lehte veya aleyhte fark etmez, ‘Bilmiyoruz’ diyorlar, ‘İddianame bekliyoruz’. İnşallahla maşallahla iddianame bekleniyor. Peki ya o iddianame bu siyasi hesaplaşmayı kaldıracak kuvvette değilse?
O zaman ne yapacağız? Kime sığınacağız? Susurluk’a bizzat dahil olmasına rağmen bugün Ergenekon üzerinden memlekete demokrasi dersi veren köşe yazarlarına, siyasetçilere mi? Ergenekon davasını değil, bu davayı demokrasi şenliği olarak görenleri ciddiye almıyorum.
* * *
“Hamdolsun” diyor mikrofona az eğilip, “Nâzım Hikmet’i de tekrar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul etmek bize nasip oldu.”
Bir fısıltı duyuyorum sanki. “Akrep gibisin kardeşim” diyor Tayyip Bey’e biri, Nâzım’ın şiirini hatırlıyor sanki.
* * *
Alkışlarla aşağıya inerken Tayyip Bey, operasyon tamamlanmış oluyor. “Tecavüzcü benim tecavüzcüm, kime ne!”, “Hırsız benim hırsızım, sana ne!” denen bir kamplaşmış Türkiye’de bu dava artık güven bunalımı doğruyor.
Arada bir hakikaten anlı şanlı katiller de soruşturmaya dahil edildiği için beklemek zorundayız.
Ama bir yandan da, Başbakan’ın Muharrem İftarı konuşmasıyla Ergenekon gözaltılarının bu denli denk gelmesi Baba 2 filmindeki o ünlü vaftiz sahnesini hatırlatıyor.
Kilisede kız kardeşinin oğlu vaftiz edilirken Al Pacino’nun bütün düşmanlarının bir bir vurulduğu o meşhur sahne. Al Pacino bebeği tutuyor ve adamları işleri hallediyor. Tıpkı Başbakan’ın şahane bir konuşma yapıp Alevi gecesinde demokrat olarak vaftiz edilirken düşmanlarının bir bir toplanması gibi... O vaftiz töreniyle Al Pacino nasıl mafya babası olduysa, Tayyip Bey de son Ergenekon tutuklamalarıyla bu “davanın savcısı” olmuştur. Tutuklamalar Ankara’da siyasi dengeleri yeniden belirleyecektir.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Fazıl Say’ın CD’leri ve korku

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:13

Fazıl Say’ın CD’leri ve korku


Ergenekon davası soruşturmasının 10. dalgasında 40’a yakın kişinin evine girildi, arama yapıldı, eşyalar ve kişisel bilgileri içeren belgeler götürüldü. 37 kişi gözaltına alındı.
Arama ve el koyma özel yaşamla bağlantılı olduğundan, AİHM kararları bu konuda çok titiz. AİHM yapılan aramanın iç hukuka uygun olmasını, meşru bir amaç gütmesini, demokratik bir toplum için gerekli olmasını, elde edilmek istenen amaçla orantılılığı arıyor. AİHM’nin üzerinde durduğu nokta, ulusal yasalarda keyfiliği önleyecek yeterli güvencelerin bulunup bulunmadığı, uygulamada gerekli özenin gösterilip gösterilmediği.

Arama izni soyut olmamalı
AİHM’nin bu tür davalarda dikkat ettiği hususlardan biri, yargıcın polise arama yetkisi veren izninin nasıl yazıldığı. Bu izin çok geniş, soyut olmamalı. Arama makul bir kuşkuya dayanmalı.
Bu kuşkunun ne olduğu açıkça belirtilmeli. Evinde arama yapılan kişiye yöneltilen bir suç yoksa, arama izni konusunda AİHM büsbütün titiz davranmakta. Yargıcın verdiği yazılı izinde aramaya yol açan kuşkunun çok açık bir biçimde anlatılmasını ve el koymaya konu olacak belgelerin belirlenmesini istemekte.
Funke/Fransa (1993) davasında, AİHM aramada keyfiliği önleyecek yeterli güvencelerin olmadığı sonucuna vardı ve özel yaşamın ihlal edildiğine karar verdi. Bu sonuca ulaşırken AİHM’nin dikkate aldığı öğelerden biri de, Funke’ye herhangi bir suç yöneltilmemesiydi. AİHM, aynı görüşü Ernst/Belçika (2003) davasında da yineledi.

El konulan eşya kanıt olmalı
Kanıt niteliği taşıyan kişisel bilgiler içeren belgelere el konulması da özel yaşamla yakından ilgili. O nedenle, aramada olduğu gibi, el koymada da bazı istisnalar dışında yargıç izni gerekiyor. Kanıt niteliği taşımayan Fazıl Say’ın CD’leri, kitaplar gibi özel eşyalara el konulması AİHM açısından özel yaşamın ihlaline yol açıyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu da el konulan eşyanın kanıt niteliği taşımasını öngörmekte. Kovuşturma bakımından saklanmasına gerek kalmamışsa ya da kanıt olarak ihtiyaç bulunmuyorsa eşyaların iadesi gerekiyor. (131. madde)
Avrupa Konseyi çerçevesinde 1981’de yapılan “Kişisel Bilgilerin Otomatik İşlem Görmesi Konusunda Bireylerin Korunması” Sözleşmesi'ni Türkiye imzaladı fakat onaylamadı. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi 47 devletten sözleşmeye taraf olmayan 6 devlet arasında.
Sözleşmede özel yaşama ilişkin bilgilerin (buna siyasal düşünceler de giriyor), yeterli güvenceler olmadan işleme konulmaması öngörülmekte. Türkiye’nin sözleşmeye taraf olmasının, Anayasa’nın özel yaşamı korumasına ilişkin hükmüne daha etkili bir nitelik kazandıracağı kuşkusuz.

Korku egemen öğe olursa...
Ergenekon davasının başka bir yönü daha var. 10. tutuklama dalgasına ulaşılması yanında tutuklananların kimlikleri, yöneltilen suçlamalar, toplumda genel bir sindirme, korku havası yayıyor. İşin en kaygı verici yanı da bu.
Hanna Arendt’in “Totalitarizmin Kaynakları” adlı kitabında korkunun totaliter rejimlerin en büyük özelliği olduğu belirtiliyor. Arendt’e göre, bir noktadan sonra korku, muhalefetten de bağımsız hale gelir. Herkesi kapsar. Toplumda kimsenin önünde duramadığı en egemen öğe olur. Totaliter bir devlette korkunun yayılması için hukukun dışına çıkmaya gerek yoktur.
Yasaların uygulanmasıyla korku yayılır. Ancak, totaliter rejimlerde yasaların uygulanmasının amacı, bireyin haklarını korumak değil, bireyi ortadan kaldırmaktır. Yasalara uygunluk ile adalet farklı şeylerdir.
Bu günlerde, bu görüşleri belleklerimizde saklı tutmanın yararlı olduğunu düşünüyorum.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Genelkurmay'ın ışıkları

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:17

Genelkurmay'ın ışıkları

gunericivaoglu@milliyet.com.tr


SİYASET tarihimizde "Genelkurmay'ın ışıkları geç saatlere kadar yanıyordu" söylemi iyi bilinir.
Hassas süreçlerde "askerin tansiyonunun yükseldiği" mesajını veren "gazeteci jargonudur" bu... (Kurtul Altuğ'un bir kitabının kapağı da budur.)
Hatta eskiden başkent gazetecileri gecenin bir saatinde evden çıkarlar, otomobille "Genelkurmay ışıklarını yoklama" amaçlı turlar atarlardı.

Çarşamba gecesi de Genelkurmay'ın ışıkları saatlerce yanık kaldı.
Org. İlker Başbuğ, 3 kuvvet komutanı ve Jandarma Komutanı'yla 6 saat süren bir toplantı yaptı.
Toplantının içeriğini değil ama gündemini tahmin etmek hiç de zor değildi.
O gün biri Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç olmak üzere aralarında Em. Org. Kemal Yavuz'un, Genelkurmay eski Hukuk Dairesi Başkanı Em. Tümgeneral Erdal Şenel'in de olduğu generaller, muvazzaf subayların evlerinde aramalar yapılmış, subaylar sorguya alınmışlardı.
Ertesi gün (dün) artık Genelkurmay'ın ışıklarına bakmak gereği olmaksızın askeri cenahtaki hareketlenme açıkça izleniyordu.
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un Cumhurbaşkanı Gül'e haftalık olağan ziyaret saati son anda ileri alınarak, Başbakan Erdoğan'la görüşmeye gitmesi...
İstanbul'da Tümgeneral Bülent Dağsallı'nın - sempozyuma davet gibi bir vitrinleme gerekçesiyle- Emniyet Müdürü Cerrah'a ziyareti... Bunlar nabız atışlarının yükseldiğinin göstergeleriydi.


ASKERE DOKUNULAMAZ MI?
BAŞKENTTE bu manzaralara bakanların kimileri "Ne yani? Ergenekon izleri kumandanlara gelince orada kazık fren mi yapılacak? Komutanlar tabu mu?" diyebilir. Hatta denilmekte, yazılmakta, yüksek sesle dile getirilmekte.
Dahası... "Genelkurmay'ın ışıklarını yakarak, Başbakan'la, Cumhurbaşkanı'yla konuşarak, Emniyet Müdürü'ne bir tümgeneral göndererek yargıya -örtülü- müdahale" iddiaları da ortaya atılır.
Bunlar demokrasi ve hukuk teorisinde "yanlış olmayan" görüşlerdir.
Gerçekten... Hiçbir kurum ve hiç kimse dokunulmaz değildir. Dokunulmaz olamaz.
Öte yandan... Komutanlara da uzanıyorsa, bir hukuk sürecinde TSK, -dolaylı ve örtülü de olsa- yargıyı etkileyecek yöntemlerle ağırlık da koymamalıdır.
Ancak... Bu " teoriler" sağlam bir hukuk zeminine dayandığında "doğrudur."
Oysa... Gözaltına aylar önce alınan 2 orgeneral için iddianame yazılmadı bile... Uzun süredir hangi delillere dayanarak ve neyle suçlandıklarını bilmeden hapisteler.
İkisinin de sağlıkları bozuldu. İkisi de yıprandı. Onların şahsında TSK üzerine de gölgeler düştü.
Şimdi 2 orgeneral ve 1 tümgeneral daha gene evleri basılarak alındılar ve özgürlüklerinden yoksunlar.


ALACAKARANLIK ve EL AYASI
BÖYLE bir alacakaranlıkta TSK'nın halen görevdeki rütbeli subayları saygın bir askerlik hayatı sonunda en yüksek rütbelerden şerefiyle emekli olduğunda, "bir gün evinin ansızın basılacağı, bir polisin el ayasıyla başına basıp emniyet otosuna bindireceği" olasılıklarını düşünecektir.
Tekrar ediyorum...
Hiç kimse ve hiçbir kurum tabu olmamalı. Asker de bu genel kuralın içindedir.
Ne var ki, Türkiye'nin güvenliği için en üst düzeyde yetki ve sorumluluklar verilmiş orgeneraller gibi şimdi başka orgenerallerin ve generallerin de aylardır iddianamesiz, delilsiz hapiste tutulacağı kuşkuları TSK kurumsal kimliğini, kültürünü ve geleneklerini zorlamaktadır.
TSK'nın "yargıya müdahale" gibi bir imaj çizmemesi için Genelkurmay'ın da seçenekleri ve hareket sahası dar. Ankara'da geç saatlere kadar yanan ışıklar, Başbakan'la program dışı görüşmeler, Emniyet Müdürü'ne general ziyareti işte o dar alanın verdiği olanaklar...
Askerin ötesinde eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz'den tutunuz da, Bedrettin Dalan'a kadar uzanan, adlarını dahi bilmediğimiz pek çok sivil de aynı kaygının süjeleri...
Susurluk'un da, Ergenekon'un da, Deniz Feneri'nin de, diğer vahim iddiaların da sonuna kadar gidilmelidir.
Ama... "Yasal" olanı "hukuksal" ile örtüştürmek koşuluyla...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Org. Başbuğ’un omuzlarındaki yük

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:23

Org. Başbuğ’un omuzlarındaki yük

fbila@milliyet.com.tr


Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Ergenekon soruşturmasının en çok ilgilendirdiği kurumların başında geliyor. Kuvvet komutanlığı, ordu komutanlığı, MGK Genel Sekreterliği, Genelkurmay Adli Müşavirliği gibi çok önemli görevlerde bulunmuş emekli generallerin ve daha alt rütbede muvazzaf subayların soruşturma kapsamında bulunmaları, TSK’yı bu soruşturmanın önemli bir unsuru haline getirdi.
Bu durum, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un omuzlarında ağır bir yük oluşturduğu gibi, sarf edeceği her sözü, sergileyeceği her tutumu çok önemli kılıyor.

Başbuğ’un yükü
Org. Başbuğ’un omuzlarındaki yüke bakalım:
1- Org. Başbuğ, Ergenekon sürecinde, TSK’nın kurumsal itibarını iç ve dış kamuoyunda koruyacak biçimde hareket etmek zorunda.
2- Ergenekon kapsamında gözaltına alınan eski komutanlarıyla, kurumsal aidiyet ve silah arkadaşlığının gereği olarak insani boyutuyla ilgilenmek durumda.
3- Muvazzaf subayların gözaltına alınmasına neden olan faaliyetlerin TSK içinde nasıl gerçekleştirildiği sorusunun yanıtını bulmak ve disiplin ve yargı açısından sonuçlandırmak sorumluluğunda.

Kurumsal ve insani boyut
Org. Başbuğ, son gözaltılardan sonra iki hareket tarzıyla hem kurumsal hem de insani sorumluluğu yerine getirmeye çalıştı.
Kuvvet komutanlarını topladı. Yaklaşık 6 saat süren bir toplantıyla olayları kurumsal yönüyle masaya yatırmış oldu. Bu toplantıda komutanların, Ergenekon kapsamındaki emekli veya muvazzaf subaylarla ilgili dosyaları inceledikleri, Genelkurmay adli yetkililerinden bilgi aldığı anlaşılıyor. Keza bu toplantıda Genelkurmay’ın kurumsal olarak nasıl bir hareket tarzı izlemesi gerektiğinin de değerlendirildiğini söylemek mümkün.
Org. Başbuğ, komutanlarıyla bu toplantıyı yaptığı sıralarda, komutan eşlerinin gözaltına alınan eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. Tuncer Kılınç’ın evine giderek eşine destek olmaları da silah arkadaşlığının gereğini yerine getirilmesiydi.
Org. Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı görevini devraldıktan sonra tutuklu bulunan emekli komutanlar Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’a, garnizon komutanı korgenerali TSK adına ziyarete göndererek, silah arkadaşlığının insani boyutuna verdiği önemi göstermişti.

Olaya verilen önem
Org. Başbuğ’un emekli generallerin ve muvazzaf subayların gözaltına alınması olayına çok büyük önem verdiği de ortada. Durumun 6 saat süren bir toplantıda ele alınması, Ankara’da olmayan Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Metin Ataç’ın hemen çağrılması, Jandarma Genel Komutanı Org. Atilla Işık’ın Trabzon ve Rize’ye yapacağı ziyaretlerin iptal edilmesi bunun göstergeleri.
Org. Başbuğ’un, bütün kuvvet komutanlarının Ankara’da bulunmasını istemesi, hem olaya verdiği önemi hem de komuta heyetiyle birlikte çalışma konusundaki hassasiyetini gösteriyor.

Kısa açıklamanın anlamı
Org. Başbuğ’un, dün Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’le yaptığı görüşmelerden sonra Genelkurmay’dan yapılan kısa açıklama da anlam taşıyor. Açıklamada, Org. Başbuğ’un Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’le yaptığı görüşmelerin önceki günkü gözaltılarla ilgili olduğu belirtildi. Böylece Org. Başbuğ, bu konunun takipçisi olduğunu kamuoyunun bilgisine sunmuş oldu.

Başbuğ’un yöntemi
Genelkurmay Başkanlığı’nda 6 saat gibi uzun bir toplantı yapılmasına karşın kamuoyuna açıklama yapılması yerine Org. Başbuğ’un, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nı ziyaret etmesi, izlenen yöntem açısından önem taşıyor. Org. Başbuğ, toplantı sonrasında düşüncelerini kamuoyuyla paylaşmak yerine ikili görüşmeler yoluyla devletin zirvesine sunmayı tercih etti.
Bu da sivil otoriteyle, basın yoluyla değil, doğrudan görüşmeyi daha doğru bulduğunu gösteriyor.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Elimi vicdanıma koyarak yazdım

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:29

Elimi vicdanıma koyarak yazdım

ahmethakan@hurriyet.com.tr


KEMAL Gürüz’den hiç ama hazzetmem... Bedrettin Dalan’la dünya görüşlerimiz pek uyuşmaz... Kemal Yavuz’la irtibatım sıfırdır... Yalçın Küçük’ü ben de "sempatik deli" olarak görenlerdenim... Tuncer Kılınç kafa dengim değildir, kendime yakın hissetmem... Sabih Kanadoğlu’nun hiç gülmeyen yüzüne baktıkça ürperirim...

Kısacası...

En hafifinden "antipatik" bulurum bu zatları... Kişisel olarak...

Fakat... Durun bir dakika...

Ne diyor Kutsal Kitap?

"Herhangi bir kişiye olan nefretiniz, sizi adaletten sapmaya itmesin..."

O zaman şöyle söyleyeyim:

Gün, "emr-i ilahi"ye uyma günüdür...

* * *

Yıllar önceydi...

"Bugünün muktedirleri"nin ezildiği, "bugünün ezilenleri"nin ise muktedir olduğu günlerdi...

Bir gece ansızın Ahmet Taşgetiren ile Abdurrahman Dilipak evlerinden alınıp Vatan Caddesi’ndeki Emniyet binasına götürülmüşlerdi...

Ben o zamanlar...

"Ezilenlerin gazetecisi" olarak...

Hemen toparlanmış ve kendimi Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü binasının önüne atmıştım...

O dönem kafa dengim olan Taşgetiren ve Dilipak ile dayanışmak için...

Suçlu olabileceklerine zerre kadar ihmal vermeden...

"Savcının kararına saygı" meselesini aklımın ucundan geçirmeden...

Bir de demeç patlatmıştım, "Bu yapılan insan haklarına aykırıdır... Bu iki yazar derhal serbest bırakılmalıdır" falan diye...

Ne yani? Şimdi benden, bir sabah ansızın gözaltına alınanlar kafa dengim değil diye "Oh olsun" demem mi beklenecek?

* * *

Fethullah Gülen’i "Terör Örgütü Lideri" diye yargıladılar... Yargı süreci aylar boyu sürdü...

Dava sürerken açıkça yazdım: "Fethullah Gülen hakkında her türlü eleştiride bulunabilirsiniz, ama ona terör örgütü lideri diyemezsiniz" diye...

Ardından da ekledim: "Silahı, eylemi, eylemcisi olmayan tek kişilik terör örgütü mü olurmuş?"

Ne yani?

Şimdi sırf Sabih Kanadoğlu’nun "367 tezi" karşısında midem bulandı diye...

Kanadoğlu’na "bombacı Sabih" muamelesi yapılmasına hiç sesimi çıkarmayacak mıyım?

Fethullah Gülen için yazı yazarken yargı kararını falan beklememiştim...

Sabih Kanadoğlu için ne diye bekleyecekmişim ki?

* * *

Fethullah Gülen’e bağlılığıyla tanınan bir televizyon kanalını izliyorum...

"Oh olsun" havasında veriyorlar gözaltı haberini...

Bir intikam türküsü çığırır gibi...

Sabih Kanadoğlu için, "367 tezini ortaya atıp ortalığı karıştırmıştı" diyorlar... Yalçın Küçük için, "Apo ile fotoğrafları ortaya çıkmıştı" diyorlar... Tuncer Kılınç için, "İnançlara saygısızlık yapmıştı" diyorlar... Kemal Gürüz için, "Neler yapmıştı neler" diyorlar...

Dikkat ediyorum: "Sabih Kanadoğlu bombacıdır", "Bedrettin Dalan silahlı örgüt yöneticisidir", "Kemal Yavuz intihar eylemcisidir", "Tuncer Kılınç gerilla lideridir" falan diyemiyorlar...

Ya neyi diyorlar?

Şunu: "Geçmişte bize çektirdiler / Şimdi kendileri çekiyor."

Ne ayıp... Ne kötü... Ne fena...

Aynı televizyon kanalı, duruma itiraz edenlerin, yani "gık"ını çıkaranların da tepesine biniveriyor...

Yargı süreci devam ederken zinhar ses çıkarılmazmış...

Yargı süreci devam ederken kendi "hoca efendileri" için bas bas bağırdıklarını unutarak...

Ne ayıp... Ne kötü... Ne fena...

İntikam soğuk yenen yemektir

10 YIL ÖNCE

Kemal Gürüz YÖK Başkanı idi... Dönemin Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Prof. Beşir Atalay’a savaş açmıştı... Hak hukuk dinlemeden yapmıştı bunu... Hayli sekter bir şekilde... Görevden almıştı Beşir Hoca’yı... "Beşir Atalay irticacıdır" demişti ve işini bitirmişti... Kırıkkale Üniversitesi’ni bozkırda açan bir çiçek gibi yeşerten Beşir Atalay, büyük bir kızgınlıkla terk etmişti rektörlük makamını... Kemal Gürüz’e hayli içerleyerek... Öfkelenerek...

* * *

10 YIL SONRA

Köprünün altından akan sular o dönemin mazlumu Beşir Atalay’ı, İçişleri Bakanı yaptı... Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü görevinden "irticacı" diye alınan Beşir Atalay, devletin İçişleri Bakanı olmuştu... Ve önceki gün Beşir Atalay’ın emrindeki polisler, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün kafasını bastırarak polis otosuna bindirdiler... "Terör örgütü üyesi" olmak suçundan gözaltına aldılar Gürüz’ü... Beşir Hoca ise bakanlık koltuğundan izledi olup biteni...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Yanıt isteyen sorular

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 5:31

Yanıt isteyen sorular

oeksi@hurriyet.com.tr


KENDİSİNİN rolü, iştiraki, rızası, teşviki gibi bir şey var mı bilmiyoruz. Ama şu anda Türkiye’yi yönetme sorumluluğunu taşıyan Başbakan Tayyip Erdoğan’a açık bir dille söyleyelim ki, o Hamas’ı kurtarmaya soyunurken Türkiye elinden kaymaktadır.

Nereye mi?

Türkiye tek kelimeyle "faşizme" doğru gitmektedir.

İnanmazsa bugünlerde Ankara’da bulunan Avrupa Birliği Genel Sekreteri Javier Solana’ya sorsun.

Aksini düşünen varsa o da bize söylesin:

Olup bitenler üzerine Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un Kuvvet Komutanlarını acilen toplantıya çağırması, bu toplantının 7 saat sürmesi, ertesi gün Genelkurmay Başkanı’nın bir buçuk saat süreyle Başbakan’la görüşme mecburiyetini hissetmesi normal mi?

Bir ülkenin "ulusal güvenliğini" emanet ettiğiniz general dahil 4 emekli orgeneralin sorgusuz sualsiz ve açıklamasız olarak demir parmaklıklar ardına atılması normal mi?

Bunlardan iki emekli orgenerali, haklarında iddianame hazırlayıp adalet huzuruna sevk etmeden bir yılı aşkın süreyle demir parmaklıklar ardında tutmak normal mi?

En üst düzeyde sorumluluklar taşımış ve bilim adamı olarak en saygın insan muamelesi görmüş bir insan olan Prof. Dr. Kemal Gürüz’ü, her an kaçabilecek bir "eroin kaçakçısı" gibi iki koluna girerek arabaya sürmek ve başına bastırarak arabaya tıkmak normal mi?

İçişleri Bakanı, eski rektör Prof. Dr. Beşir Atalay’ın "hukuk" ve "insanlık" anlayışı böyle mi?

Açık konuşalım:

Karşı karşıya bulunduğumuz olay Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in dediği gibi sırf bir "adli süreç" mi yoksa bütün bunların siyasi boyutu ve hatta rejime dönük bir amacı var mı?

Eğer sadece "adli bir süreç" söz konusu ise, iktidar partisinin Nihat Ergün isimli Meclis Grup Başkan Vekilinin, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı hedef alan ve "onun telefonlarının gizlice dinlenmediğini" ifade eden sözleri, "iktidarla yargı iç içe mi ki bu adam kimin dinlendiğini kimin dinlenmediğini bilsin" dedirtmez mi?

Bütün bunlara tanık olan insanlar, üç yıl kadar önce Van’daki Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın enti püften sebepler uydurularak ve iftira atılarak tutuklanması ile bu olaylar arasında bir paralellik olduğunu görmez mi?

Yücel Aşkın’ın evini 2005 yılı Temmuz ayında basıp eline kelepçe takan zihniyetin, aslında laik Cumhuriyet’le kavga ettiği o zaman görülmedi mi?

Hadi Yüzüncü Yıl Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Enver Arpalı’nın baskılara dayanamayıp hapishanede intihar etmesi ile geçen yıl temmuz ayında hapishanede ölen Ergenekon sanığı Kuddusi Okkır olayı arasında bir benzerlik kurmayalım.

Peki ama karşı karşıya bulunduğumuz olaylara bakınca insanlar, "Yücel Aşkın olayında prova yapmışlardı. Şimdi asıl oyunu sahneye koydular" derse haksız mı olur?


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

İletigönderen bezgin » Cum Oca 09, 2009 6:39

Kardes sana bir sey soracagim. Yanlis anlama ama neden Dogan Medya Grubu'nun günlük özeti gibisin? Bu Hüriyet, Milliyet logolarini gördükce tüylerim diken diken oluyor da.
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

İletigönderen antalyalim » Cum Oca 09, 2009 11:27

"Bir zamanlar “Laikleri bir bir şişe geçireceğim”
diyen kişi, Erdoğan’ın yeni Basın Müşaviri olmuş.
Erdoğan’ın kebapçısı olsa daha yararlı olmaz mıydı?
Haldun Ertem" Cok saglam bir düsünce, helal sana
"Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" :turkiye:
Kullanıcı küçük betizi
antalyalim
Çeviri Takımı
Çeviri Takımı
 
İletiler: 522
Kayıt: Sal Ara 16, 2008 21:39
Konum: Evden

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 19:31

bezgin yazdı:Kardes sana bir sey soracagim. Yanlis anlama ama neden Dogan Medya Grubu'nun günlük özeti gibisin? Bu Hüriyet, Milliyet logolarini gördükce tüylerim diken diken oluyor da.


bezgin, ben o erken saatte bulduklarımı siteye ekledim. Yoksa özellikle Doğan Grubu ile ilgili özel bir takıntım yok. Hatta eve almamak gibi bir fobim de oluşmuştu. Son dönemde çizgi tekrar kabul edilebilir bir yere geldiği için sadece internetten takip ediyorum.
Saygılar... :)
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Başbuğ'un ziyareti

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 19:40

Başbuğ'un ziyareti


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, Başbakan Tayyip Erdoğan'ı ani ziyareti, çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra, "Benim dönemimde internet üzerinden 'emuhtıralara' rastlanmayacak" mesajını vermişti. Evet ama, bu ziyaret de, aynı şekilde, siyasi gündemi karıştırdı. İddialara göre, tavır, Tuncer Kılınç'ın gözaltına alınmasından kaynaklanıyor. Zaten, komuta heyetinin eşlerinin, Kılınç Paşa'nın evine gitmesi de, bu desteği açıkça gösteriyordu.
Askerler, Kılınç'ın tutuksuz yargılanmasını mı istiyorlar? Yoksa, hiç yargılanmayıp, hakkında takipsizlik kararı verilmesini mi? Eğer amaç, sadece, Kılınç Paşa'nın sorgusu tamamlandıktan sonra serbest bırakılması olsaydı, el altından bunu sağlamak mümkündü. "Göstere göstere" böyle bir ziyaret gerçekleştirildiğine göre, bir gözdağı mı söz konusu?
Benim yorumum şöyle: Evvelki gün Deniz Baykal işareti verdi: "Cumhuriyet ve onun temel ilkeleriyle, değerleriyle hesaplaşılmaktadır" dedi. Arkasından da asker, "cumhuriyeti korumak ve kollamak üzere," bu ziyareti gerçekleştirdi. Demokrasi gene yara aldı.

Hesap sorma mı? Hesaplaşma mı?
Tuncer Kılınç'ın gözaltına alınması, 28 Şubat'la bir "hesaplaşma" mı, yoksa, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin vesayetini sürdürme gayreti içinde bulunan bir komutandan, hukuk adına "hesap sorulması mı?"
Kılınç'ın, basın mensuplarıyla ilişki içinde olduğu biliniyor. 6 Aralık 2007'de, Güler Kömürcü'yle (Akşam gazetesi) yaptığı ve iddianamenin 1064'üncü sayfasında yer alan bir görüşme, onun, bazı gazetecilerle nasıl bir alışveriş yürüttüğünün de delili sayılabilir.
O tarihte, Pakistan yolculuğuna çıkan Abdullah Gül, beraberindeki basın mensuplarına, YÖK'ün, Çankaya'ya, bir rektörle ilgili yanlış bilgiler gönderdiğini söylemiş ve "Eşi çarşaflı denildi; araştırdım, rektör adayı hiç evlenmemiş, bekârmış" diye konuşmuştu.
İşte Tuncer Kılınç, bu yüzden Güler Kömürcü'yü arıyor ve ona şu telkinde bulunuyor: "Evet Güler Hanım, şimdi bu cumhurbaşkanı şeye giderken, bir şeyler konuştu biliyorsunuz; hani çarşaf marşaf hikâyesi. YÖK'le ilgili... Bunların sağlık bakanları da o şekilde geldi şeye, göreve. Bunu kaleme alabilirsiniz gibi geliyor bana. Hanım, şey olana kadar, bakan olana kadar, kara çarşaflıydı. Bence siz o güzel kaleminizle süslersiniz."
2007'de Kılınç, emekli bir paşa. Ama emekli olmadığı dönemlerde de, bazı gazetecilerle sık sık temas ettiğini biliyoruz.

Çok sayıda sanığın bulunduğu bir davada, olaylar ve kişiler arasında münasebet kurmak kolay değil. Ama unutmayalım ki, hücre tipi, gevşek bir yapılanma söz konusu olabilir. Dolayısıyla, herkesin, birbirini tanımaması doğal. Hatta, kimileri, bir darbe teşebbüsü içinde bulunduğunun farkına bile varmayabilir. Ama işin özünde, dün de yazdığım gibi, " irtica" tehdidine ve " dinci iktidara " karşı "cumhuriyeti koruma kollama" gibi bir amaç mevcuttur. Cumhuriyeti koruyup kolladıklarını sananlar, aslında samimidir de. Bu yüzden, çeşitli "vatansever" örgütler, Kuvayı Milliye dernekleri kurulmuştur. Onlara göre, yeni bir kurtuluş mücadelesine ihtiyaç vardır. AB, Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni zayıflatmakta, ABD, ılımlı İslâm'ı temsil eden AK Parti'yi desteklemekte, AB reformlarıyla zaaf içine düşürülen ordu, irtica ve bölücülüğe karşı cumhuriyeti koruyup kollayamaz hale gelmektedir. İşte bu düşünceleri paylaşanlar, bana göre, bilerek veya bilmeyerek, Ergenekon yapısı içinde yer aldılar. 28 Şubat, onların gözünde başarılı bir tecrübeydi; bu vesayeti bin yıl sürdürebilmek için provokatif eylemler ve sabotaj da dahil, her yöntemi mubah kabul ederek yola koyuldular.


"Saygın" kişiler
Kamuoyunun tanıdığı " saygın" isimlerin gözaltına alınması rahatsızlık yaratıyor. Ama bu saygın isimlerin, darbeyi desteklediklerini çağrıştıran çok tuhaf konuşmaları var. Meselâ, telefon kayıtlarına göre, Kemal Alemdaroğlu, Ümit Sayın'a (Ergenekon tutuklusu, Adli Tıp Enstitüsü'nde görevli) şöyle demiş: "Bu iş demokratik devrimle biter. Üst taraftan olmaz, alt taraftan olacak."
Eski YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç ise, YouTube'a düşen konuşmasında, emuhtıraya sahip çıkıyordu: "Genelkurmay'ın metni orada duruyor. Tankla, tüfekle yürümeye lüzum var mı? Haydi bakalım, sıkıysa Çankaya'ya birini bindirsin arabaya da, yemin ettirip göndermeye kalksın. Yolda kaza olur, elektrik kesilir... neler olur. Yapamazsın bunu... Büyükanıt'ın tabanını tutması çok zor. Yüzbaşısı, binbaşısı çıkıverir tanklarına. Allah korusun daha büyük bir badire olur. Ama çıkabilmek düşüncesi de yeter bunlara. 28 Şubat'ı yaşadık."
Maalesef Türkiye'de muteber addedilen kişiler, askeri, sürekli kışkırtmıştır. Bu bakımdan, eğer bir darbe tahkikatı yapılıyorsa, bazı "saygın " kişilerin gözaltına alınması şaşırtıcı bir gelişme değildir.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Neler oluyor?

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 19:43

Neler oluyor?

mehmetaltan@stargazete.com


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Ergenekon soruşturmasına ilişkin olarak Başbakanlık’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmüş, ardından Çankaya Köşkü’ne geçmişti...

Başbuğ-Erdoğan görüşmesi sırasında Cumhurbaşkanı Gül’ün, Org. Başbuğ’u kabulünün saat 15.15’e ertelendiği haberi gelmişti.

Bu arada Başbakan Erdoğan, Org. Başbuğ’dan önce Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile de görüştü.

Ergenekon’un son dalgasında üç emekli general ve muvazzaf subaylar gözaltına alındıktan sonra...

Önceki akşam karargâhta komuta kademesi saatler süren toplantı yaptı ve bu saate kadar Genelkurmay’dan hiçbir açıklama yapılmadı.

Üstelik bugünkü haftalık basın brifingi de iptal edildi.

* * *

Sadece bu mu?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı ile görüşmeden Çankaya Köşkü’nde İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı kabul etti. Görüşme 25 dakika sürdü.

Bu arada İstanbul’dan Ankara’ya dönen Başbakan’ı Ankara Havaalanında Savunma Bakanı Vecdi Gönül karşıladı ve Ankara’ya aynı arabayla döndüler...

Yargıtay Başkanlar Kurulu ise olağanüstü toplandı ancak toplantı çıkışında yazılı bir açıklama yapılmadı.

Ne var ki Başkan Gerçeker, içeride açıklama yapmama kararı aldıklarını söyleyerek, ‘sadece bu olayda değil her olayda her şeyin hukuk kuralları içerisinde sürdürülmesini istiyoruz’ dedi.

Yazıyı bitirirken de Başbakan Adalet Bakanı ile görüşüyordu...

Özetle, dün...

Herkesi bir telaş sardı...

Neler oluyordu?

Hatta aynı telaş öyle bir dallanıp, budaklandı ki...

İstanbul’u da içine aldı...

Bir ara...

İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ile görüşmek üzere Tümgeneral Bülent Dağsalı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan caddesindeki binasına geldi.

Tümgeneral Bülent Dağsalı, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ile görüştü.

Yorumlar askerlerin İstanbul Emniyeti’ne müdahil oldukları yolundaydı...

Hâlbuki İstanbul Emniyeti’nde gerçekleşen ziyaretin Ergenekon’la ilgisinin olmadığı, önceden planlanan ve doğal afetler konulu bir görüşme olduğu öğrenildi.

Emniyet Müdürü Cerrah da askeri yetkilinin seminer programı ile ilgili görüşmeye geldiğini söyledi.

Türkiye’nin ‘normalden’ ne kadar uzak yaşadığını gösteren en güzel örnek buydu...

* * *

Gerçek evrensel bir hukuk devleti açısından olaya bakınca, durum nedir?

Savcı, Ergenekon gibi çok önemli bir davada soruşturmayı derinleştiriyor...

Elindeki kanıt, belge, karineye göre de ifade almak üzere gözaltı kararı alıyor...

Garip olan ne?

Gürültü, şamata neye?

* * *

Şu:

Bizde yargı denetimi ‘yönetilenler’ için vardır...

Yönetenlere, hele hele askerlere filan yargı asla ulaşamaz...

Bu kanaat o kadar güçlü ki, tersi olduğunda herkes tedirgin oluyor, Ankara hareketleniyor, o buna, bu ona olağanüstü ani ziyaret trafiği oluyor...

Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir ülkede ise yargının denetim faaliyeti, yöneten ve yönetilen, herkesi eşit ölçüde kapsadığı için gözaltına alınana göre tavır belirlenmiyor...

Orada hukuksal iddia önemli, bizde ise ‘denetlenenin kimliği’...

* * *

Askerler izin vermese önceki gün gözaltılar olamazdı...

Muhtemelen uluslararası bir iradenin de oyuna dâhil olmasıyla Ergenekon süreci engellenmeyecek...

O halde dünkü gelişmeler ne?

O da...

Herhalde hem süreci engellemeyip...

Hem de bundan huzursuz olanlara ‘görüntü’ veren ince bir ayar...


[img]http://www.ssm.gov.tr/TR/dokumantasyon/basinbulteni/PublishingImages/stargazete_logo.gif[/img]
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Nâzım’ın itibarı demeden önce bir bardak su içmek

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 19:49

Nâzım’ın itibarı demeden önce bir bardak su içmek

katkaya@hurriyet.com.tr


NÂZIM Hikmet’in vatandaşlığının iade edilmesi konuşulurken "iadei-i itibar" deniyor.

Şairin itibarı şiirleridir.

Ya Nâzım’ın itibarını konuşanların itibarı?

* * *

Milli Türk Talebe Birliği, kuşaklar boyu hem de en hasından sağcı siyasetçi, bürokrat, yazar yetiştirmiştir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan, Bülent Arınç... Bugünün hakim ideolojisinin "star" isimleri için bir ocaktır.

Gül ve Erdoğan MTTB’de tanıştıklarını defalarca söylediler.

Nâzım’ın 1950’de Demokrat Parti tarafından çıkarılacak genel af yasası dışında bırakılması için 5000 imza toplayan Suphi Baykam birliğin başkanıdır.

Nâzım’a "kızıl çomar", "Moskofçu oğlan", "Nâzım Hikmetof", "komünist köpek" diyen zihniyet budur.

Nâzım’ı vatandaşlıktan atan, vatan hasretiyle ölmesini sağlayan, kitaplarını -Sabahattin Âli’ninkilerle birlikte- meydanda yakan, şiirlerini yıllarca yasaklayan kafa bu kafadır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylev ve demeçlerinde sıkça başvurduğu "eski komünist kafası bu kafa" kalıbına bakarsak, "kızıl kollarıyla ve ağzından köpükler saçarak saldıran ahtapot kılıklı komünist imajı" zihnindeki yerini korumaktadır.

* * *

Hoş zaman değişti, Çelik değişti, Bülent Arınç bile değişti...

Moskova Novodeviçiy Mezarlığı’nda yatan şairi ziyaret edip, gözleri dolarak şiirlerini okudu.

Bakanlar Kurulu toplantısında Ertuğrul Günay’ın Nâzım okuması gibi.

Ahmet Hakan yazdı; hisler bendine sığmamış, aşmış ve "Adam belli ki özlemiş memleketini yahu... Komünist, momunist zararı yok affedelim gitsin" noktasında basılmış imzalar.

Ertuğrul Günay demişken...

Kendisini il sınırında karşılamadı diye vali yardımcılarına fırça atan bir Kültür Bakanı’na Nâzım nasıl bakardı, takdiri bizzat Günay’a bırakıyorum...

* * *

Nâzım’ı vatandaşlıktan çıkartan zihniyetin hangi gerekçeyle olursa olsun bu kararından vazgeçmesi, açık konuşayım beni zerre kadar ilgilendirmiyor.

Nâzım’ın vatanı bu topraklardı zaten.

İmzalı iki kağıt, iki kararname arasında geçen sürede de böyleydi, ilelebet de böyle kalacak.

Nâzım’ın vatanı şiiriydi; aşıkken, öfkeliyken, hasretteyken o şiirlere yaslananlar da vatandaşıydı.

Verin vatandaşlığını geri tabii; neticede sizi bağlayan bir karar.

Fakat itibar demeden önce de bir bardak su içip, durup düşünün.

* * *

Nâzım’ın mezarının Türkiye’ye getirilmesi meselesine gelince...

En güzel cevabı yaşasaydı Nâzım verirdi.

"Nereye çağırıyorsunuz beni, nasıl bir memlekete?.." der miydi acaba

Ailesi dışında kimsenin yorum ve karar hakkı olmayan bir konu.

Ama yine de sorayım:

Baş ucuna kırılan, boya dökülen, yakılan, hedef haline gelen bir mezar taşı koymak için mi getireceksiniz Nâzım’ı?

Dokunmayın o zaman Nâzım’a, o zaten buradaydı, burada kalacak.

Mal ve etiket

Radikal, vatandaşlığının iadesi konusunu siyasetçilere sormuş.

T.B.M.M. Başkanı Köksal Toptan cevap vermiş: "Çok güzel oldu. Kendi malımız olan birisinin başkasının etiketiyle dünyayı dolaşması hoş bir şey değildi."

Sayın Toptan kusura bakmasın "teşbihin dalağını yarmış..."

Kastının bu olmadığına inanmak isterim fakat vatandaşa "mal" ve nüfus cüzdanına "etiket" benzetmesi en azından -Ankara ağzıyla konuşmak gerekirse- "şık" olmamış.


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Örgütün neresine bakmalı?...

İletigönderen kgursu » Cum Oca 09, 2009 19:56

Örgütün neresine bakmalı?...

bcoskun@hurriyet.com.tr


"ERGENEKON terör örgütü"nün nicelik ve niteliklerine bakıyorum da, biraz değişik sanki.

Bir; yeryüzünün en geveze terör örgütü bu... Telefon konuşmaları 2200 sayfa tutuyor.

İki; yeryüzünün en olgun terör örgütü aynı zamanda... Tümü emekli...

Üç; yeryüzünün en gizemli terör örgütü ayrıca... Çoğu birbirini tanımıyor. Ki sorgulamada tanışıp, birbirlerini yazlığa davet etmeleri bu yüzden...

Dört; yeryüzünün en eğitimli terör örgütü de... Bir YÖK daha kuracak kadar profesör, doğu illerinden birisinde üniversite kuracak kadar akademisyen, üç siyaset-sanat-kültür dergisi yayınlayacak kadar yazar ve düşünür, Pakistan ordusunu yönetecek kadar general, bir koalisyon kuracak kadar siyasi parti genel başkanı var içinde...

Beş; yeryüzünün en değişik silahlarına sahip bir terör örgütü... Çeşitli silah ve bombalar yanında; kalem tabanca, içi boş (muhtemelen taş niyetine kafaya vurmak için) el bombası, havalı lunapark tüfeği, sustalı bıçak, kama, balta, baston, şemsiye sapı...

Altı; yeryüzünün en esrarengiz terör örgütü... Tabanı olsun, altyapısı olsun belli değil... Bir de başı (ona "bir numara" diyorlar) belli değil... Bu nedenle ortasını yakaladılar...

*

Biliyorsunuzdur; Anayasa Mahkemesi bu hükümetin "irticai faaliyetlerin merkezi" olduğuna karar vermişti.

Ergenekon davası iddianamesinde ise, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni "iskata" (düşürmeye, aşağı almaya, oradan indirmeye) kalktığı belirtiliyor.

Yani; yargının üst tarafı, AKP Hükümeti’nin irticai faaliyetlerin merkezi olduğunu söylüyor... Yargının alt tarafı ise; bir araya gelip o AKP Hükümeti’ni oradan indirmek gerektiğini düşünenlerin "terörist" olduğunu düşünüyor...

Yok eğer siz de Anayasa Mahkemesi kararına bakıp AKP’nin indirilmesi gerektiğini düşünüyorsanız...

O zaman yedi; yeryüzünde sizi en çok şaşırtacak terör örgütüdür bu aynı zamanda...

Çünkü içinde siz de varsınız...


Resim
Kullanıcı küçük betizi
kgursu
Üye
Üye
 
İletiler: 495
Kayıt: Çrş May 21, 2008 4:47

Sonraki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

cron

x