Ölüm Meleği Bu İşe Ne Der?

Ölüm Meleği Bu İşe Ne Der?

İletigönderen Güncel Meydan » Çrş Tem 07, 2010 4:35

Medeniyetler ittifakı anlayışından ve "direnmeyelimci", "azınlık olalımcı" fetvacılara ev sahipliği yapan, kök hücre uzmanı genci Bedii'nin şu sözü yine gündeme gelmiş: "Bir bilim olarak kuruluşu 1787 yılına kadar giden ve halen dünyadaki 30 kadar üniversitede enstitü, bölüm, merkez, kürsü gibi birimler bünyesinde ele alınmakta olan Kürdoloji’nin ..."

Davud'un oğlunun sayın rektörünün bu sözleri bir yana; zamanının meczubu "İbn-i Mirze Meşhur Molla Said-i Kürd" hayranı, Terete Şeş-Beş turcularından Rohat adlı Kürtçü yazarın "Kürdoloji Bilimin 200 Yıllık Geçmişi (1787- 1987)" adlı kitabı da, adından anlaşılacağı üzere, bir bilim olarak gösterdiği "Kürdoloji"yi 1787 yılından başlatıyor.

Câni örgütlerine (CIA-PKK) bağlı bazı yayın organlarına bakıldığında da, çıkan birtakım yazılarda, ilgili yıl, başlangıç olarak gösteriliyor ve "Kürdoloji" bilim olarak kaydediliyor.

Oysa siyasî çıkarlar, öğretisel yaklaşımlar veya dinsel inançların güdümünde, denetiminde üretilenler, bilimsel olamaz.

"Delikanlı Büyükelçi" Bilâl ŞİMŞİR ise "Kürtçülük 1787-1923" adlı eserinde aynı yılı "Kürtçülüğün" başlangıcı olarak gösteriyor ve bu durumu şöyle açıklıyor:

    "Küçük Kaynarca Antlaşması'nın yapıldığı dönemde, Avrupa'nın gözleri Müslüman Kürtlere de çevrilmeye başlanmıştır. Osmanlı Devleti'ni yıkmak için yalnız Hıristiyanları Müslümanlardan ayırmak yetmezdi, Müslümanları da dillerine, soylarına, mezheplerine göre bölüp birbirinden ayırmak gerekirdi. Vatikan, Kürtlerin Türklerden ayrı bir dil konuştuklarını mim'lemiş, dil farkından yola çıkılarak Kürtlerin de Türklerden ayrılabileceğini düşünmüş olmalı ki, 1760 sonlarında bazı misyonerlerini Kürtler arasında çalışmalar yapmakla görevlendirmiştir. Bu misyonerlerden biri olan Maurizio Garzoni adındaki papaz, 18 yıl Diyarbakır'da Kürtler arasında yaşadıktan ve iyi kötü Kürtçe (Kurmançı) öğrendikten sonra, 1787 yılında Roma'da bir Kürtçe Sözlük ve Gramer kitabı yayınlamıştır. Garzoni, "Kürdolojinin babası" sayılır; 1787 tarihi de Kürtçülüğün başlangıç tarihi sayılabilir. Bu tarihi kitabın başlığına aldık."
    Sayfa 18-19

    " 'Kürtçülüğün Babası' ve İlk Kürtçe Sözlük

    Bölücülük anlamındaki Kürtçülüğün öncüleri, Kürtlerin kendileri değil, emperyalist devletlerin hizmetindeki yabancı misyonerler, gezginler ve konsoloslardır. 'Kürtçülüğün babası' diye bilinen kişi de bir Katolik misyonerdir. Adı P. Maurizio Garzoni'dir. Bu misyoner papaz 18. yüzyılın son çeyreğinde, Amadia'da, yani bugünkü Türk-Irak sınırının 30 kilometre kadar ötesinde 18 yıl yaşamış. Kürtler, Ermeniler, Asuriler, Keldaniler, Nesturiler arasında çalışmış. Bu çalışmalar sırasında Kurmançı ağzını da öğrenmiş. 1787 yılında Roma'da, İtalyanca olarak Kürt Dili Grameri ve Sözlüğü
    [3] adlı bir kitap yayımlamıştır. Bu antika kitap, o yörelerde konuşulan 'Kürtçe'nin ilk sözlüğü ve grameri olarak bilinir; 1960'larda, Paris'te, Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Okulu (Ecole Nationale des Langues Orientales Vivantes) kitaplığında E. VI. 23 numarayla kayıtlı idi. Hâlâ oradadır, sanırım.

    Bu kitabı dolayısıyla Katolik misyoner Garzoni, 'Kürtçülüğün öncüsü', 'Kürdolojinin babası' sayılır. Tanınmış Rus Kürtçülerinden Basile Nikitine, 1956'da yayınladığı Kürtler adlı kitabında, ilk Kürtçe grameri yazan Garzoni'nin 18 yıl boyunca bir 'meçhul diyar'da, 'bir kayıp ülke'de yaşayarak bu kitabı yazmış olduğunu söyledikten sonra diyor ki:

      Bundan 150 yıl önce (bugün 223 yıl önce demeli-BNŞ), Kürdistan'ın ortasında Peder Garzoni'nin nasıl bir yaşam mücadelesi vermiş, ne gibi mahrumiyetlere katlanmış olduğu göz önüne getirilince, bu şartlarda onun harcadığı büyük emeği ve yeteneği dolayısıyla, kendisi, haklı olarak 'Kürdoloji'nin babası' sayılır.[4]


    Peder Garzoni bütün bu zahmetlere, mahrumiyetlere neden katlanmıştır acaba? Acaba neden bu 'meçhul' diyarlarda yıllarca ömür tüketmiştir? Avrupa'da kıyıda köşede ve gölgede kalmış bir dizi dil ya da lehçe sayabilirsiniz: Bask dili, Katalan dili, Korsika dili, Bröton dili, Gal dili, İskoç dili, Malta dili, vb. Listeyi daha da uzatabilirsiniz. Peder Garzoni, o diller orada dururken acaba neden gelip bizim Anadolu'nun Kurmançı ağzına merak salmıştır?

    [3]Garzoni, Grammatica e vocabolario della lingua Kurda, Roma, 1787.
    [4]Basile Nikitine, Les Kurdes. Etude Sociologique et Historique, Imprimérie Nationale, Librairie C. Klincksieck, Paris, 1956, p.294. "

    Sayfa 46-47


Sözdeşi, üstüne basa basa 1787 yılına göndermede bulunarak "Kürdoloji şöyle bilimsel", "Kürtçenin dil yapısı şöyle" vb. söylemleri dile getirenler, sömürgeci güçlerin ipinde oynamaktadır.


TBMM 22. Dönem CHP Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, 5 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yazısında avazı çıktığı kadar "avar" diye seslenmiş:

    "Avar = İmdat!!!

    Avar Kürtçe, Arapçasıyla bizim de çok kullandığımız imdat demek; Türkçesiyle, yetişin, kurtarın anlamına geliyor. Geçen hafta sonu olduğu gibi yıllardır şehit anneleri bu sözle Kürtçe ağıtlar yakıyor.

    Avar ya da barış çığlığı, toplumsallaşıyor ve güçlü bir biçimde yükseliyor.
    "


"STÖ" açıklamalarına yer veren eski vekil şöyle sürdürüyor yazısını:

    "Diyarbakır ve Batman’dan toplam 182 STK’nin yükselttiği, daha sonra da Mardin’de 45 ve Şanlıurfa’da 44 STK’nin sürdürdüğü bu “barış çığlıklarının”, “silahlar sussun” kararlılığının, ülkenin her karış toprağında yaşayan ve “şiddetten beslenmeyen” herkesin ortak özlemi olduğu çok açık bir gerçektir.

    Var olan koşullarda, Avar diye, güçlü ve örgütlü bir biçimde “Ölüm çözüm değildir” çağrısının çıkması, içinden geçilmekte olan kanlı süreçte çok “önemli ve yaşamsal bir dönüm noktası” sayılmalıdır.

    Açıklamalar STK’nin toplumsal tabanının istemleri olarak algılanmalıdır. Halk, çatışma istemediğini haykırıyor. İçlerinde herkesin onaylamayabileceği kimi sözcükler olsa da, bu durum barış çağrısının herkesçe sahiplenilmesini engellememelidir.

    Ülkenin her tarafında bulunan tüm barışseverlerin bu çağrıya var güçleriyle katılmaları; özellikle de STK’nin ve siyasetle uğraşanların çabaları, özgürlükçü, eşitlikçi, ülke insanını kardeşlikte birleştiren ve dayanışmacı bir barışın ana dayanağı olmalıdır. Sorunun çözümü için sağlıklı bir düşünce alanına geçilmesi bir önkoşuldur ve bunu sağlayacak olan da her şeyden önce “silahların susmasıdır”.

    Türkiye’nin barışa giden yolunun açılması, birlikte yaşama anlayışının sağlamlaşması ve aydınlık yarınlara kapı aralanması için, avar çığlıklarına tam bir sorumlu duyarlılığıyla yanıt verilmesi gerekiyor.
    "


Eski vekilin köşesinin adı da anlamlı: Ankara Pazarı

Öyleyse, "içlerinde herkesin onaylamayabileceği kimi sözcükleri" onaylamayan, üstelik geriye kalan sözcükleri de onaylamayan kimseler olarak bir-iki soru yöneltelim:

1) Acaba eski vekil şu kavram ve tanımlamalardan ne anlamaktadır ve ne anlatmak istemektedir: barış çığlıkları, susan silahlar, şiddetten beslenenler, çatışma, kardeşlikte birleştirenler, özgürlükçüler, eşitlikçiler, barışa giden yollar, barışın ana dayanağı, yaşamsal dönüm noktası

2) Eski vekil, -örneğin şurada alıntıladığımız- aynı konuda çıkmış birtakım haber ve açıklamalardan bilgisi olup da mı böyle bir yazı yazmıştır: seytannamazligasi-vatanin-aci-durumuna-bir-bakis-t25754.html#p138837 (KISIM 4: İzlemek / 27 Haziran 2010 - 3 Temmuz 2010 Arasından Seçmeler)


Birlikte yaşamak, federasyonlarda olan bir durumdur. Bir olmak ise tek uluslu devletlere özgüdür. Bu koşullarda, tek ağzandan irin içen çalkalanmamış binbir ağızın aynı söylemlerine bakılırsa, anlaşılan o ki, Türkiye federasyon olmuş. Bu durumda "Şarapçı"'nın şu açıklaması anlamsız kalıyor:

    Haydi gelin ağzımızı alıştırmak için hep birlikte soralım:

      Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” Eğer bu ortak iradeyi gösterip yaşayabileceksek, tabii ki yaşayalım. Tabii ki hem Türkler, hem Kürtler için en iyisi budur. Ama yaşayamayacaksak? Yaşayamayacaksak, artık adını koyalım. Bakın Özal 20 yıl önce “Federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız” dediğinde yer yerinden oynamıştı. Şimdi bu soruyu soruyoruz, yer yerinden oynamıyor, yaprak bile kımıldamıyor. Demek ki, 20 yılda mesafe kat etmişiz.


Şarapçı'nın sözünü ettiği olsa olsa ayrı bir devlet olabilir. Öyleyse gelin hep beraber "ağzımızı" alıştıralım: Sevr'i yeniden imzalasak, tüm kötülükler son bulmaz mı? İşgâlcinin gelip bir kez canımızı acıtıp işi bitirmesi mi daha kötüdür, yoksa "87 yıldır çekilen acılar" mı daha kötüdür? "Çıbanı" bir defada patlatıp kurtulmak mı daha kötüdür, yoksa "çıbanın" uzun süre sızlaması mı daha kötüdür?

Asıl soru şu: Acaba ölüm meleği bu işe ne der?










Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan
Üye
Üye
 
İletiler: 584
Kayıt: Pzr Eki 12, 2008 23:12

Şu dizine dön: GM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x