Önsöz ile Sonsöz'ü Mutlaka Okuyun!

Cumhuriyet devrimleri Hanefilik ve İmamı Âzam

İletigönderen Gökhan DEDE » Pzr Eki 04, 2009 20:20

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
Cumhuriyet devrimleri Hanefilik ve İmamı Âzam
02.10.2009 17:07:29

GÜNDEMİN hararetli tartışma konusu (ve malzemesi) İmamı Âzam kitabıyla ilgili olarak ekranlarda, dinci ve dinsiz bazı çevrelerin "siyasal duygular"ını okşayan bir iddia sergilendi. Şöyle dendi:
"Efendim, bu kitap İmamı Âzam'la Atatürk arasında münasebet kuruyor; böyle şey olur mu? Atatürk, Cumhuriyeti kurarken İmamı Âzam fıkhına ait ne varsa hepsini yıkıp yerle bir etti."
Bu iddia, baştan sona gerçek dışıdır, tarihsel verilere, vakıalara aykırıdır.
Bir kere şunu görelim:
"Osmanlı, Hanefi idi. Uyguladığı fıkıh Hanefi fıkhı idi" söylemi kısmen doğrudur.
Şöyle ki, İmamı Âzam'ın (hatta tüm fakihlerin) irfan, idrak ve şahsiyetinde üç temel unsur var: Siyasal unsur, fıkhın muamelat (hukuk) alanıyla ilgili unsur, fıkhın iman ve ibadet alanı (ameli fıkıh) ile ilgili unsur.
Osmanlı bunların birincisine yani siyasal yana asla yanaşmamıştır. Sadece Osmanlı değil, bütün İslam tarihi İmamı Âzam'ın bu yanına uzak durmuştur. Dahası var: İmamı Âzam'ı söz konusu ettiğimizde, Osmanlı tarihi, İmamı Âzam'ın siyasal fikirlerinin tam aksi bir seyir ve icraat izlemiştir.
İmamı Âzam'ın (veya fıkhın) bir başka yanı olan muamelat alanına gelince, Osmanlı, geleneksel söylemin aksine, şeri hukukla değil, örfi hukukla, padişah hukukuyla yönetildiği için muamelat alanında bir Hanefi fıkhının egemenliğini iddia etmek doğru olamaz. Osmanlı düzeninde bizzat "kanun" kelimesi "padişah hukuku" demektir ve şeri hukukun karşıtı bir anlamda kullanılır.
Osmanlı düzeninde egemen hukukun şeri hukuk değil örfi hukuk olduğu bugün artık ittifakla kabul edilen bir gerçektir.
Şeriatı muamelat alanına, devlet işlerine egemen kılmak isteyen ulema ile bu işlerde örfi hukukun, padişah hukukunun egemenliğini esas alan ümera ve küttab (yöneticiler ve devlet erkânı) arasındaki çekişme, Osmanlı tarihçilerinin dikkat çektikleri önemli gerçeklerden biridir. Bugün yaşayan en büyük tarihçi kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık bu noktayı açıkladıktan sonra şu hükme varıyor:
"Ulemanın şeriatçılığına karşı devlet ve toplumun ihtiyaçlarını daha serbest bir şekilde göz önüne alan pratik idareciler olarak bürokratlar, küttab mücadele edecek ve yeniliklerle reformların öncüsü olacaktır." (Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, 1/147)
Halil İnalcık, ulemanın, sonraki zamanlarda "şeriat hukukunu egemen kılma" girişimlerinin devletin çöküşe gidişinde rol oynadığını da eleştirel bir tarzda ifade etmektedir:
"Ulemanın örfi kanunlar ve yönetim alanına karışma girişimleri Fatih döneminde arttı. Kanunî Süleyman döneminde Şeyhülislam Ebussuut, örfî kanunları ve yönetim düzenini 9. yüzyıl fukahasına göre şer'î prensiplerle yorumlamaya çalıştı. Eskiden yalnız örfî kanun konusu olan sorunlar ondan sonra gittikçe daha çok fetva konusu olmaya başladı. 16. yüzyıldaki bunalım döneminin sonucunda, I. Ahmed devrinde toplanıp düzenlenen Kanunnâme-i Cedîd, daha çok fetvalarla dolu bir dergi halini almıştır. Fatih ve Kanunî kanunnâmelerinde ise bir tek fetvaya rastlanmaz. Bu şeriatçılık yönetimi, bürokratların yeni durumlar karşısında serbest çalışmasını kısıtladı ve Sünnî tutuculuğu güçlendirdi." (İnalcık, anılan eser, 1/193)
Demek oluyor ki, Osmanlı düzeninde muamelat alanı diye adlandırılan hukuk ve yönetim alanı, şeriata göre değil, padişah iradesine, örfi hukuka göre düzenleniyordu ve bu düzenlemenin ulema tarafından sarsıntıya uğratılması devletin çöküşüne zemin oluşturmuştur.
Osmanlı'da tartışmasız, çekişmesiz uygulanan fıkıh, iman ve ibadet alanına ilişkin fıkıhtır. Başka bir deyimle "taabbüdi fıkıh"tır, "muamelevi fıkıh" değil.
Cumhuriyet, Osmanlı'nın bu "taabbüdi fıkıh" anlamındaki Hanefiliğini imha etmek şöyle dursun, ihya etmiştir. Muamelat alanını ise tartışmaya bir daha mahal bırakmayacak bir kesinlikle akli ve örfi esaslara göre düzenlemeyi anayasal bir zorunluluk halinde kanunlaştırmıştır.
Ne yapmıştır Cumhuriyet'i kuran irade? "Devletin makarrinde, dinin iman ve ibadet meselelerini tedvirle ilgili anayasal bir kurum oluşturmuştur": Diyanet İşleri Teşkilatı'nı kurmuştur.
Diyanet İşleri Teşkilatı, kurulduğu günden beri Hanefi fıkhının ibadet ve iman alanını kotarmaktadır. Devletin bugün itibarıyla bu alanı kotarmak için harcadığı para, iki katrilyonun üstündedir. Dünyada, Hanefi fıkhının ameli kısmını uygulamak için bu miktarın değil aynını, çeyreğini bile harcayan bir başka devlet yoktur.
Şimdi bu Cumhuriyet mi Hanefi fıkhını imha etti? Hayır, asla. Tam tersine, Cumhuriyet, "taabbüdi" anlamda Hanefi fıkhını ihya etti. Öteki anlamdakiler zaten yoktu. Bir fikir adamının kitabı aleyhine "gol atacağız" diye tarihe yalan söyletip milleti yanlış yönlendirmek adamlık değildir. Aydınlık hiç değildir.

SİYASAL İMAMI ÂZAM

İmamı Âzam kitabı, bu büyük imamın hiç bahsedilmeyen bir yanının bulunduğunu ve o yanının onun kimliğinin en esaslı parçası olduğunu ortaya koydu ve herkese itiraf ettirdi. Sadece bu bile başlı başına bir olaydır, tarihe bir büyük ışık tutuştur.
Tam burada şunu hemen söyleyelim: İmamı Âzam kitabının en önemli tezlerinden biri, işte bu siyasal İmamı Âzam'ın temel düşüncelerinin Cumhuriyet Devrimi'nin icraatıyla örtüştüğüdür. Bu örtüşmenin varlığını inkâr edemeyenler, işi mugalataya boğuyorlar: "Ne alakası var, efendim? İmamı Âzam din adamı, Atatürk asker ve devlet adamı. Aralarında on iki asır zaman farkı var."
Şu mantığa bakar mısınız?
İki fikir arasında münasebet olması için bu fikirlerin sahipleri akraba veya meslektaş olmak, aynı zamanda ve memlekette yaşamak zorunda mı?
Eski Yunan filozofu Platon'un cumhuriyet ve devletle ilgili fikirleri Atatürk'ün fikirleriyle örtüşüyor dersem, aynı şey söylenecek mi? Hayır, orada söylemiyorlar. Bütün öfkeleri, Atatürk'ün İslam'la bir biçimde yakınlığının ifade edilmesine. Atatürk'ü din dışı ilan et, arkadan ne yaparsan yap, mubah. Dincisi de bunu istiyor, dinsizi de.
Tezgâhın gücü de burada, zalimliği de...
Bunu biliyoruz ama şunu da biliyoruz: Hak, kişilerden, senden, benden, dostluk ve düşmanlık ilişkilerimizden müberra, münezzeh, mualla bir kavramdır. Ona saygı duymak hepimizin insanlık borcudur. Bu borcu ödememek için nefsinin dürtüleriyle geleneğin ezberlettiklerini hakkın üstüne çıkaranlara yazıklar olsun!

Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Bilgi toplumunun anlayacağı kitap, Kur'an

İletigönderen Gökhan DEDE » Çrş Eki 07, 2009 0:30

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
Bilgi toplumunun anlayacağı kitap, Kur'an
06.10.2009 16:54:16

İLERİDE kitaplaşacak olan "Kur'an'ın Yarattığı Mucize Devrimler" adlı dosyamızdan çok önemli bazı bölümleri bugünden başlayarak (gündemin elverdiği ölçüde) köşemize aktaracağız.
Alışılagelmiş bir söylem vardır:
"Kur'an, geldiği zaman ve toplumun insanı olan bedevîlerin idrakine hitap etmiştir."
Bu söylem, genelde, Kur'an'ı "bedevîlerin kitabı" olarak göstermek isteyen Batılıların işine geldiği için, Müslümanlar arasında ise Emevî zihniyetini dinleştiren Arapçı Müslümanlara destek sağladığı için altı çizile çizile gündem yapılmıştır.
Bu söylemin insanlığı götürdüğü yer şudur: Müslüman olmak için önce bedevî olacaksın; en azından bir miktar bedevî olacaksın.
Bir kitabın bedevîlerin kitabı olması/sadece bedevîlere hitap etmesi başka bir şeydir, o kitabın ne dediğini anlamak için bedevînin dilini bilmek zorunda olmak başka bir şeydir. Aynen bunun gibi, bedevînin diline vakıf olmak ayrı bir şeydir, bedevînin dilini kutsallaştırmak ayrı bir şeydir.
Bu ikisi daima birbirine karıştırılarak su bulandırılmıştır. Bulandırılan suda avlananlar ise İslam düşmanı Haçlılarla, Arapçılığı dinleştiren İslam içi dinciler olmuştur.
Gerçek, bu söylemin tam aksidir. Kur'an, çok az kısmıyla bedevînin yaşadığı dönemin idrakine hitap etmektedir. Sadece bedevî idrakine hitap eden ayetler, parmakla sayılacak kadar azdır.
Bu söylemimizden maksat, bedevîyi küçük görmek değil, Kur'an'ın, özellikle indiği dönemdeki insanın idrakine sığmayacak kadar büyük olduğunu ifade etmektir. Bu ifadeden, eğer İslam imanı taşıyorsa hiçbir bedevî rahatsız olmaz. Çünkü anlatılmak istenen onun iman kitabının ihtişam ve büyüklüğüdür, bedevînin küçüklüğü değil.
Geleneksel mirastaki, "Kur'an'ın anlaşılmasının müşkül olduğu" anlamındaki tüm söylemler, Kur'an'ın, anlaşılması zor bir kitap olduğu merkezinde bir fikri değil, Kur'an'ın, indiği zamandan çok sonraki zamanların idrakine hitap eden ayetlerinin çoğunlukta olduğu merkezinde bir anlayışı ifade etmelidir. Aksini söylemek, Allah'a ve Kur'an'a noksanlık izafe etmek olur. Çünkü Allah, hitap ettiği topluma meramını anlatmakta güçlük çekmekten münezzehtir.
Eğer muhatap meramı anlamakta zorluk çekiyorsa, bunun anlamı, hâşâ, Allah'ın aczi değil, söyleneni anlaması beklenen muhatapların daha sonraki zamanlarda ortaya çıkacağıdır.
Rüzgârların dölleyici olduklarını, bu gerçeğin keşfinden bin küsur yıl önce söyleyen bir kitabın bu beyanını o günkü insan nasıl anlayacaktı? Anlayamayınca bu, Kur'an'ın anlaşılmaz kitap olduğuna mı kanıt sayılacaktır; yoksa daha sonraki zamanlara hitap eden bir kitap olduğuna mı?
Geleneksel din otoriteleri, dünyanın dönmediğine iman etmenin "Ehlisünnet itikadının olmazsa olmaz kabullerinden biri" olduğunu kayda geçirmişlerdir. (Abdülkahir el-Bağdadî, el-Fark beyne'l-Fırak, 330-331) İlim, dünyanın döndüğünü ispatladığına göre, bu noksanlık faturası kimin sırtında kalacak? Kur'an'ın mı, onu, yaşadıkları dönemin anlayışlarıyla dondurup o dondurulmuş kabulleri dinleştirenlerin mi?
Bunları irdelemeyenler, atalarını ve egemen güçleri rahatsız etmemek pahasına Kur'an'a kötülük edenlerdir. Bugünkü Müslümanlar, ya egemen güçlerin keyiflerini tercih edecekler yahut da Kur'an'ı, yani ilmi ve irfanı...
Biz de onlara bu yazılarımızla yardımcı olacağız, inşallah!

Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Re: Önsöz ile Sonsöz'ü Mutlaka Okuyun!

İletigönderen Mustafa Recep » Çrş Eki 07, 2009 14:42

Yaşar Nuri Hocamızın yazılarını yayımlamağa devam edin, lütfen.
AMERİKANCI GENERALLER DEĞİL KEMALİST PAŞALAR İSTİYORUZ!
Kullanıcı küçük betizi
Mustafa Recep
Üye
Üye
 
İletiler: 417
Kayıt: Çrş Tem 09, 2008 13:11
Konum: sakarya

Re: Önsöz ile Sonsöz'ü Mutlaka Okuyun!

İletigönderen Gökhan DEDE » Çrş Eki 07, 2009 22:58

Kemalist54 yazdı:Yaşar Nuri Hocamızın yazılarını yayımlamağa devam edin, lütfen.


Elimden geldiğince yayınlamaya çalışıyorum. Yakın zamanda İmamı Azam kitabından da alıntılar yayınlamaya başlıyacağım.
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Re: Önsöz ile Sonsöz'ü Mutlaka Okuyun!

İletigönderen Demo-X-Race-Y » Prş Eki 08, 2009 0:10

Yaşar Nuri hoca Hepar'a geçecek mi, konuyla ilgili bilgisi olan paylaşabilir mi? Geçse ne güzel olur tabi, bir de CHP'den hatta AKP'den bozulmamış cemaatleşmemiş insanları siyasetçileri de Hepar'a çekecek girişken ruhlu insanlar lazım. Gerçek bir halk hareketi olmalı ki Hepar'ın arkasında geçen 2007 seçimlerinde yaptıkları gibi, AKP 45% CHP 25% MHP 15% gibi 9k 5k 3k, 9k > 5k + 3k yapamasınlar. Sandığa şike karışmasın. Karışsa bile bu bankerler karşılarında halkı bulsun.
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız.
K. Atatürk
Kullanıcı küçük betizi
Demo-X-Race-Y
Üye
Üye
 
İletiler: 71
Kayıt: Prş Nis 09, 2009 18:32

Re: Önsöz ile Sonsöz'ü Mutlaka Okuyun!

İletigönderen Türk-Kan » Prş Eki 08, 2009 0:32

Demo-X-Race-Y yazdı:Yaşar Nuri hoca Hepar'a geçecek mi, konuyla ilgili bilgisi olan paylaşabilir mi?

Benim duydugum, hoca partisini lağv edip Demokrat Parti'ye katilacakmis.
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Kültür yerine uygarlığın öne çıkarılması

İletigönderen Gökhan DEDE » Prş Eki 08, 2009 14:27

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
Kültür yerine uygarlığın öne çıkarılması
08.10.2009 06:47:58

BİLİNDİĞİ gibi, 18. yüzyılda gerçekleşen aydınlanmaya kadar kültür ve uygarlık birbirinin yerine kullanılan kavramlardı. Aydınlanma felsefesi, tarihsel ilerleme ve akla dayalı olma gibi ölçütleri öne çıkararak, değişime, akıl ve ilerlemeye büyük ölçüde kapalı olan kültürün uygarlıktan ayrı olarak ele alınmasını sağladı.
Kültür bir iç olgudur, yereldir; oysaki uygarlık bir dış olgudur, geneldir, varlık ve evren üzerindeki fetihlerin toplamından vücut bulur.
Kur'an, duygusalın yerine bilimseli, yerelin yerine evrenseli geçirmekteki ısrarıyla, aydınlanmanın bilgi toplumuna açılışına katkı vermektedir. Kur'an'ın akla ve bilgiye yaptığı yollamaların bağlamlarını irdelediğinizde, bilgi toplumunun taleplerine cevap veren ayetlerin ihtişamı gözünüzü kamaştırmaktadır.
Kur'an, bilim temelli bir dünya görüşünü açık ifadelerle ortaya koymaktadır. Bu ifadeler, bunu yerel-kültürel-örfi değerlere karşı bir anlayış olarak öne çıkarmaktadır. Bilim eksenli dünya görüşü daima yerel-örfi değerlerle çekiştirilir. Burada yapılan, korumacı-tutucu değerlere karşı değişimci-yenilikçi değerlerin benimsenmesi ve önerilmesidir.
Kur'an'da (başka bir kutsal metinde değil, sadece Kur'an'da) bilim eksenli dünya görüşü, peygamberlerin taraf olduğu görüş olarak dikkat çekmektedir. Bunun karşısında konumlandırılan muhafazakâr-örfi görüş ise putperestliğin dünya görüşü olarak tanıtılır. Putperestlik eksenli tutucu-örfi dünya görüşünün temel tezi, yine putperestlerin dilinden şöyle verilmektedir:
"Ayetlerimiz karşılarında açık seçik kanıtlar halinde okunduğunda, onların kanıtları sadece şöyle demek olmuştur: Doğru sözlüler iseniz atalarımızı kanıt gösterin." (Kur'an, 45/25; 44/36)
"Biz, ilk atalarımız arasında böyle bir şey duymadık." (23/24; 28/36)
Kur'an'ın cevabı şudur:
"Bu konuda ne onların ne de atalarının herhangi bir ilmi vardır." (18/5)
"Eğer doğru sözlülerseniz, bana ilimle haber verin." (6/143)

TEMEL ADRES AKIL VE BİLİMDİR

Geleneksel toplumdan bilim toplumuna sıçrama yaptırmayı esas alan Kur'an, akıl ve bilimi öne çıkarmakta, bilim dışındaki dayanakları sadece zan ve boş oyalanma olarak görmektedir. Bunun anlamı, insanlığın mitos ve mucizeden taakkul (aklı işletme) ve bilime yükseltilmesidir. Bunun içindir ki Kur'an, eski din metinlerinden farklı olarak, varlık ve oluştaki mucizeyi yakalamak için varlık ve evrenin inceden inceye araştırılmasını emreder. Bu araştırmalar, yine Kur'an'ın beyanıyla, üç kitaba yayılmış olarak yapılacaktır: Evren kitabı, insan kitabı ve Kur'an'ın bizzat kendisi.
Üç kitap alanı ilkel mucizeler alanı değil, modern mucizeler yani değişmez yasalar ve nedensellik alanıdır. Kur'an'da sünnetullah (Yaratıcı'nın yasaları) veya "kader" (değişmez ölçüler) alanı olarak sık sık geçen alan işte bu alandır. Kur'an bu alanın değişmezliğine ısrarla vurgu yapmaktadır.
Geleneksel tarım toplumunun bir özelliği de yönetimlerin mutlak krallıklarda oluşudur. Kur'an, bilgi toplumunun yolunu açan bir kitap olarak, kralları, kendilerini ilahlaştıran sapıklar, krallıkları da zulüm ve bozgun yönetimleri olarak suçlar. (Bk. 2/258; 27/34)
Krallık sistemine "hilafet sistemi" demeniz Kur'ansal gerçeği değiştirmez. Hilafet sistemi de bir krallık sistemidir. Üstelik, sultan-halifeye yani krala açıkça kutsallık verdiği için en tehlikeli krallık sistemidir.

Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı
Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Özgür bireyin öne çıkarılması

İletigönderen Gökhan DEDE » Prş Eki 22, 2009 20:03

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
Özgür bireyin öne çıkarılması
11.10.2009 02:39:06
KUR’AN’ın tarım toplumundan çıkış talebinin göstergelerinden biri de “özgür bireye ve özgür topluma yaptığı
vurgu”dur. Kendine özgü üslubuyla; bağımlı ve güdümlü bireyi eleştiren, onu insanlığın sırtında bir yük, insan kılığında bir eşya-köle (abd-i memlûk) gibi gören Kur’an, kendi kendine karar verebilen, Allah’tan başka hiçbir kişiye teslim olmayan özgür, yaratıcı benlikler inşa etmek istemektedir. İlgili ayetlerden bir tanesini birlikte okuyalım:
“Allah şöyle bir örnekleme yaptı: Hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının eşyası durumunda bir kul/köle ile bizden bir güzel rızıkla rızıklandırdığımız ve ondan gizli-açık dağıtan bir kişi. Bunlar aynı olur mu?!” (Kur’an, 16/75-76)
Özgür birey inşa edildiğinde, özgür ve yaratıcı toplum kendiliğinden doğar. Birey abd-i memlûk değilse toplum da raiyye (sürü) toplum değildir. Kur’an; abd-i memlûk istemediği gibi raiyye toplum da istemiyor. Bu talebini, kendine özgü üslubuyla şöyle dile getirmektedir:
“Ey iman edenler! ‘Bizi davar gibi güt!’ diye konuşmayın, ‘Bize bak!’ diye konuşun ve dinleyin.” (Bakara, 104) Raiyye toplum yerine biat ve şûra toplumu öngörülmüştür. Tabirlerin tümü Kur’an’ındır.
Biat, bugün İslam dünyasında ve Türkiye’de uygulanan “iktidar meddahlığı” anlamında değildir; yönetim erkinin tesliminde esas alınan sosyal mukavele demektir. Yönetim, bu sosyal mukaveleyle verilir. Bu biat,
iktidarın (veya devlet başkanı-halifenin) koltuğa oturmasından önce verilecektir. Koltuğa oturduktan sonra verilen biat, Kur’an’ın taleplerine uygun değildir, krallık sistemidir.

İMAMI ÂZAM’I TANIMADAN ASLA OLMAZ!

Bugün, tarih önünde bir kitapla savunmasını yaptığımız İmamı Âzam‘ın, başıyla ödediği ağır faturanın sebeplerinden biri de şu dikkat çektiğimiz fikirdir. “İmamı Âzam” kitabının bugünkü dinci ve dinsiz
hegemonyaları çıldırtmasının sebeplerinden biri de budur. Çünkü İmamı Âzam, hilafeti, “önce iktidar koltuğuna oturmak, sonra biat almak” şeklinde formüle eden Emevi anlayışından çıkarıp “önce biat almak
sonra iktidar koltuğuna oturmak” şeklinde formüle ettiği için dinsiz-düşman ilan edildi.
İmamı Âzam‘ı “kutsal kişi” bilenlerin bu gerçekten haberleri var mı? Biz, bu gerçekleri çok iyi bildiğimiz içindir ki, “İmamı Âzam layıkıyla tanınmadıkça, İslam dünyasının kaderini iyiye ve güzele çevirmek mümkün olmaz” diyoruz. Kırılma ve düşme noktası orasıdır; kalkış ve çözüm de oradan olacaktır.
Yöneticilere verilen vekâlet anlamındaki Kur’ansal biat (tarikat biatı değil), yani İmamı Âzam‘ın savunduğu biat, Kur’an’ın açık beyanıyla, kadın-erkek herkesten alınacaktır. Devlet başkanlığı söz konusu
olduğunda, Peygamber bile bu kuralın dışında tutulmamıştır. Biatla verilen yönetim yetkisi, şûra yöntemiyle işler. Şûra, yönetenlerle yönetilenlerin birbirlerini karşılıklı denetlemeleridir. (Bu konuda ayrıntılar için bizim “İslam Nasıl Yozlaştırıldı” adlı eserimize bakılabilir.)
Bütün bunları değerlendirdiğimizde “Demokrasinin en erdemli şeklini Kur’an getirmiştir” diye düşünmekteyiz.
Getirmiştir ama Asr-ı Saadet’ten sonra işletilmemiştir. Ta Mustafa Kemal Atatürk’e kadar... Şimdilerde, Atatürk’ün işlettiği o sisteme “Müslümanlık” deme şahsiyet ve onurunu gösteremeyenler, onun altını oyma gafletine “Müslümanlık” diyorlar. Sırf bize “gol atmak” için, “Atatürk Hanefiliği yıktı,
İmamı Âzam’la nasıl irtibatlı olur?” diyen “dalalet simsarları” da onlara destek veriyor.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Kişi egemenliğinden ilkelerin egemenliğine (hukuk devleti) g

İletigönderen Gökhan DEDE » Sal Eki 27, 2009 10:08

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
Kişi egemenliğinden ilkelerin egemenliğine veya hukukdevletine geçiş
13.10.2009 17:38:37

KUR’AN’ın özelliklerinden biri de insan hayatında kişi egemenliği yerine ilke egemenliğini öne çıkarmasıdır. Kur’an’ın ruhu bu bakımdan antiklasiktir.
Tarım ve sanayi toplumunun kişi-egemen hayat anlayışı Kur’an’a uymaz. Raiyeleşmeyi reddeden özgür bireylerin oluşturduğu toplum, sadece ilkelere uyar; kendini sadece ilkelerle sınırlar. Esasında, Kur’an’ın önerdiği hayat tarzı olan İslam’ın anlamı, son tahlilde ilkelere teslimiyettir. Çünkü İslam, Allah dışında hiçbir kişiye teslim olmamak, sadece Allah’a teslim olmaktır.
Kur’an’ın tanıttığı Allah, bizim için adeta iyiye ve güzele götüren yaratıcı ilkelerin bütünüdür. Allah’a teslimiyetin ameli anlamı, ilkelere teslimiyettir. Çünkü Allah bizim için soyut bir varlıktır ve kendini ilkeler halinde hayata müdahil kılmaktadır.
Günümüzün hukuk devleti kavramı da sonuçta, kişiler yerine ilkelerin önceliği demektir.
Kişiler yerine ilkelerin egemenliğine verilen önemi ve bu önemin insan hayatında aldığı yeri anlamada Kur’an’ın peygamberlik (nübüvvet) anlayışı temel taş niteliğindedir.
Bilindiği gibi, Kur’an, peygamberliğin Hz. Muhammed’le son bulduğunu açıkça bildirmektedir.
Neden bitmiştir peygamberlik veya neden bitirilmiştir? Bunun temel anlamı, insanlığın artık kişileri takip ve kişilere teslimiyet dönemini bitirip ilkeleri takip ve ilkelere teslimiyet dönemine geçtiği, o düzeye ulaştığıdır. Artık, kişi olarak izlenecek nebiler devri bitmiştir. Nebilerin mirası olan vahyin verileri yani ilkeler, yani bilim ve işletilen akıl izlenecektir.
Ne yazık ki, Müslüman Doğu toplumları, o arada Türk toplumu, Kur’an’ın bu dünyasına çok uzakta durmakta ve ilkeleri değil, kişileri izlemeyi din sanmaya devam etmektedir. Bunun en yıkıcı sonucu, evrenselliğe, evrensel değerlere yükselememek, ruhsal ve maddesel dünyada kişi güdümüne bağımlılığı devam ettirmektir.
H
Müslüman toplumlardaki kişiye bağlı ve bağımlı zihniyet yapısı, yani örtülü putperestlik, olayların “neden”ine ve “niçin”ine inme zihniyetine imkân vermemektedir.
Kişiye bağımlılık veya kişi egemenliğinin en büyük yıkımı, yaratıcılığın baş düşmanı olan taklitçiliği kökleştirmesidir.
Taklitçilik, kişiye bağımlılığın bir ürünüdür. Ve bu haliyle Müslüman Doğu toplumunun temel hastalıklarından biridir.
Taklitçilik, demokrasinin de en büyük düşmanıdır. Çünkü demokrasinin özü olan örgütlü katılım, kişi egemenliğine uyarlı taklitçi toplumda gelişemez. Prof. Dr. Hüsnü Erkan bu gerçeğin Türk siyasetindeki tahribatını şu satırlarla anlatıyor:
“Türk politikasında seçimler, demokrasinin temel unsuru olarak aksamadan yerine getiriliyor. Ancak kişi egemenliği nedeniyle, egemen konumdakilerin seçilmesi, seçimlerden beklenen yenilenme işlevini yerine getirmede yetersiz kalıyor. Bu nedenle, Türk demokrasisi şekli demokrasi olmaya devam ediyor...” (Hüsnü Erkan; Kültür Politikamızda Yeni Boyutlar, 186)
Türkiye’de partiler, alternatif program ve kavramlara dayalı çözümler yerine alternatif egemen kişi sunuyor. Bu durumdan yararlanıp öne çıkmak isteyen birçok yeteneksiz ve birikimsiz kişi ise birçok programsız ve felsefesiz partinin doğmasına yol açıyor.
Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından biri de budur. Unutmayalım ki, bu sıkıntı, Türkiye’yi özgür bireylerin ülkesi konumuna yükseltmemeyi Türkiye’yi sömürmenin ve gütmenin “olmazsa olmaz” şartı sayan emperyalist Batı tarafından sürekli derinleştirilmekte, beslenmekte, hayat tarzı haline getirilmektedir.
Son yıllar, bu bakımdan tarihimizin en kahırlı yılları olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Işığı saklayanlar ve Prometheus'lar

İletigönderen Gökhan DEDE » Sal Eki 27, 2009 10:12

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
Işığı saklayanlar ve Prometheus'lar
14.10.2009 17:27:53

PROMETHEUS'un neden tanınması gerektiğini, onun serüvenini öğrendikten sonra daha iyi anlayacağız.
Adının kelime anlamı "önceden gören" veya "herkesin göremediğini gören" demek olan Prometheus, şirk ilahları (veya ilahlaştırılmış güçler) panteonunun başına dert açacak bir devrimin habercisi ve hazırlayıcısı...
Prometheus, Eski Yunan mitolojisinin, ışığı kitlelere ulaştırmak uğruna büyük çileler çekmiş ve adları aydınlıkla adeta eşitlenmiş ölümsüz ruhları temsil eden bir efsanesi...
Prometheus, paganizmin (putperestliğin) akıl, ışık ve nimetler üzerinde hegemonya kurmuş panteonunun geleneksel zulmüne karşı çıkışın sembol ismi...
Peygamberler arasında Hz. Nuh, fakihler arasında İmamı Âzam, sufiler arasında Hallâc-ı Mansûr, Kur'ansal bakış açısının Prometheus'larına örnek gösterebileceğimiz anıt isimlerden birkaçı...
Prometheus'u tanımak için, öncelikle, insan kaderine musallat olmuş şirk tanrılarının arenası olan panteonu tanımak gerekiyor...
Panteon, Eski Yunan'da ilahların (dinden beslenen egemen güç odaklarının) toplandıkları, iş ve oluşları kotarmada kullandıkları yer ve bu yerde toplananların unvanı. Bir tür, ilahlar konseyi...
Paganist Eski Yunan, bu konseye, zaman içinde, ölüp giden "büyük adamlar"ının ruhlarını da birer ilah olarak ekledi ve şirk tanrıları arenası, kanserojen bir ur kütlesi gibi büyüdükçe büyüdü...
Yunan mitolojisi deyip geçmeyin. Oradan alınacak çok büyük dersler var. Pagan bir kültürün ürünü de olsa, bir büyük insanlık mirasıdır mitoloji...

HER UYGARLIĞIN PROMETHEUS'LARI VAR

Peygamber torunu İmam Cafer Sadık (ölm. 148/765) "Şirk tanınmadan tevhit tanınamaz" diyor. Bu Kur'ansal ilkeyi esas alırsak, Kur'an mümini düşünürlerin Eski Yunan mitolojisinden çıkaracakları derslerin az olmadığını söyleyebiliriz.
Bu derslerden biri de mitolojinin önce kahraman sonra da ilah olarak tanıttığı Prometheus'un dramatik hayat hikâyesinde saklıdır.
Yunan tanrıları üzerine eser vermiş ölmez otorite kabul edilen Hesiodos, Prometheus'un acıklı ve ibret dolu hikâyesinin de bir numaralı kaynağıdır. (Özellikle bk. Theogony, beyt: 510-588)
Hesiodos, Prometheus ve ailesinin panteonla kavgasını açıklarken şu ibret verici saptamayı yapmaktadır:
"Panteon Tanrıları, hayatın esasını bizden sakladılar. Eğer hayatın esasını herkesin öğrenmesine izin verselerdi bizler bir gün çalışıp bir yıllık istihkakımızı sağlayabilecektik. Panteonun baş ilahı Zeus, halktan, öncelikle ateşi sakladı... Prometheus ise onu bir yolunu bulup çalarak insanlara götürdü..." (Hesiodos; Works and Days, beyt: 47-65)
Bizim çağlarımızın düşünürleri de dikkatle durmuşlardır Prometheus üzerinde. Hz. Muhammed hayranlığıyla da bilinen Alman şairi Goethe (ölm.1832) bunlardan biridir.
Prometheus'u ve İslam dünyasındaki benzerlerini daha yakından tanımayı yarın sürdüreceğiz.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

İslam tarihinin Prometheus'ları: Hanifler

İletigönderen Gökhan DEDE » Sal Eki 27, 2009 10:16

[img]http://www.haberturk.com/images/HTYazarlar/Yasar-Nuri-Ozturk.gif[/img]
Yaşar Nuri Öztürk
İslam tarihinin Prometheus'ları: Hanifler
15.10.2009 17:07:28

PROMETHEUS, sonraki zamanların tiyatro eserlerinde ışığı, aydınlığı, aklı, adalet ve hümanizmi egemen kılmak için, insanoğlunun dayanma sınırlarını aşan ıstıraplara göğüs geren "ışık ve hizmet kahramanı" olarak yer almış ve yeniden saygın bir destanın konusu yapılmıştır. (Prometheus konusunda bk. Robert Graves; The Greek Myths.)
Bizim Prometheus'la ilgilenmemiz de bu yüzdendir.
İslam dünyası, o arada Türkiye, yeni Prometheus'lara muhtaçtır. İslam dünyası eski Prometheus'larının kıymetini bilmemiştir; onlara nankörlük etmiştir.
Künyesinin anlamı, "haniflerin ve hanifliğin babası" demek olan İmamı Âzam, nankörlüğe maruz bırakılan Prometheus'larımızın başta gelenlerinden biridir. İslam dünyası, iman ve idealleri için başını vermiş bu büyük ruhun henüz bir apolocyasını (müdafaasını) yazmamıştır. Bu satırların yazarı, bu apolocyayı ilk yazan bir Kur'an aydını olmakla onur ve gurur duymaktadır.
İslam dünyası hiç değilse, tanrısal takdirin ortaya çıkardığı Prometheus'ların emanetlerine sahip çıkmak borcundadır. Aksi halde, geleneğin, ışık ve aydınlığı örten yedek ilahlar cenderesinden daha uzun yıllar kurtulamaz.
Prometheus; şirk güçlerine, şirk geleneğine ve şirk panteonuna karşı mücadele eden ve bu yüzden rahatını ve itibarını yitiren, en yakınları (babası dahil) tarafından "sapık, zalim, isyancı" diye damgalanan Hz. İbrahim'i de andırmaktadır.
Prometheus'un panteonla, özellikle panteonun başı olan Zeus'la çekişmesinin ve sonuçta Zeus'un kahrına uğrayıp akıl almaz işkencelere uğratılmasının dört ana sebebi var:
1. Panteon ilahlarının, özellikle Zeus'un tekelinde olduğu varsayılan aklı kullanmaya yeltenmek.
2. Panteonun yanında değil, insanların, halkın yanında yer almak.
3. Halkın kullanımına verilmeyen ateşi (aydınlık ve gerçekçiliği) panteonun izni olmadan halkın yararına sunmak.
4. Kurban edilen boğanın (imkân ve nimetlerin) en iyi yerlerini Zeus'a vermeyip halka dağıtmak.
İslam dünyasındaki maskeli panteon şürekâsına (yedek ilahlara) karşı çıkan tevhit erlerinin yaptıklarıyla nasıl da benzeşiyor Prometheus'un yaptıkları...
Devam edelim:

PROMETHEUS'LARIN DEĞİŞMEZ SUÇU (!)

Zeus, Prometheus'u, panteonun, özellikle kendisinin itibar ve egemenliğini zedelemekle suçlar ve onu bu suçundan dolayı cezalandırmaya karar verir.
Tabii, tarih de Prometheus'u ödüllendirmeye karar vermiştir.
Batı'ya isyanı, "gerçeküstücülük"e öncülüğü ve şiiri "gönül gözü" olarak anlamasıyla efsaneleşmiş Fransız şairi Arthur Rimbaud (ölm.1891), Prometheus'un kelime anlamını veren "voyant" sözcüğünü şiirinde kullanmakta, ışık ve akıl adına panteonlara isyan eden Prometheus'ları yüceltircesine şunu söylemektedir:
"Honneur au voyant superieur,
Au superieur voyant honneur!"
Türkçesi şu:
"Onur, o herkesin göremediğini gören yücenin! O herkesin göremediğini gören yücenindir onur!"

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Seçenler ile seçilenlerin ortak ihaneti içindeyiz.
İyilerin, kötüler kadar cesur olmadığı bir toplumun sonundan şüphe edilir.
Gökhan Hasret DEDE
Kullanıcı küçük betizi
Gökhan DEDE
Üye
Üye
 
İletiler: 101
Kayıt: Çrş Ara 10, 2008 1:11
Konum: Türkiye,İstanbul,Tuzla

Re: Önsöz ile Sonsöz'ü Mutlaka Okuyun!

İletigönderen ilkkurşun » Prş Eki 29, 2009 19:53

Yüce dinimiz islamın,bu aşağılık akp(fetoş)tarikatı tarafından,nasıl hurafelere,araplaşmaya ve arapçacılığa dönüştürülerek ,saltanat dinciliğine aracı bir kurum haline getirildiğini Prof.Yaşar Nuri hoca sayesinede ,daha açık ifadelerle öğrendik.Bu konuda Yaşar hocanın "ALLAH İLE ALDATMAK" ve "İSLAM NASIL YOZLAŞTIRILDI" isimli kitaplarını önemle okumanızı tavsiye ediyorum.
Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Resim
Kullanıcı küçük betizi
ilkkurşun
Üye
Üye
 
İletiler: 99
Kayıt: Cum Eki 23, 2009 15:40

Önceki

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x