Mustafa Kemâl Atatürk 10 Kasım 1938’de vefat eder etmez başladı Cumhuriyetimizin ve değerlerinin tasfiye planı.
1939’da ABD ile ilk dış borçlanma anlaşması 1939’da yapıldı. Hem de Atatürk’ün daha 1921’de Kurtuluş savaşının yokluk dolu o günlerinde “...Batılılardan borç almak onların tahakkümü altına girmektir” sözüne rağmen.
Sonrasında İngiltere, Fransa, Almanya ile aynı bağımlılık ilişkisi kuran anlaşmaların devamı geldi.
Sonra ABD’ye ekonomik imtiyaz tanımayan ilk anlaşma yapıldı. ABD’ye bağımlı olmak anlamına gelen bu anlaşma yapıldığında M. Kemal vefat edeli henüz 4,5 ay olmuştu.
1942’de ABD ile “Türkiye ABD’nin gereksinim duyduğu bilgi, hizmet, madde ve kolaylığı sağlayacaktır” denilerek bir anlaşma daha yapıldı.
1949’da ABD ve Türkiye arasında Eğitim Komisyonu kurulması hakkında bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre Türk Milli Eğitimi ABD vatandaşı dört kişi ve Türkiye vatandaşı dört kişiden oluşturulan, başında ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisinin bulunacağı bu komisyona devredildi. Komisyon kararlarını verirken oylar eşit olunca ABD’li bakanın oyu kararı belirleyecekti.
Bu şu anlama geliyordu: Arap ve emperyalist etkiden Mustafa Kemal tarafından kurtarılan Türk Milli Eğitimi artık ABD’ye devredilmişti.
1948’de ise daha beteri yapılmış ve Mustafa Kemal’in 1935’te kökü dışarda ve şer odağı diye kapattığı Mason Locaları 1948’de tekrar açılıyordu.
Sonrasında iktidarı ele geçiren DP yönetimi ve lideri Adnan Menderes döneminde, Batı ile olan ilişkiler “Batıya tam bağımlılık” halini alıyordu.
Adnan Menderes’in Batıya karşı gösterdiği ilk tepki olan Rusya’ya yakınlaşma hamlesi Menderes’in hazin sonunu hazırlıyor, ondan sonra gelecek olan iktidarlara da bundan sonra Batıdan kopuşun düşünülmemesi gerektiğinin tehdidini savuruyordu sanki.
Demokrat Parti iktidarından sonra gelenlerin, iktidara gelişlerine, aldıkları eğitime göz attığımızda ise durumun vahameti daha iyi ortaya çıkıyor.
Sosyal Demokratlığı, emperyalizmle mücadeleyi, halkın ve haklının, laikliğin, tam bağımsızlığın savunuculuğunu kimselere bırakmayan Bülent Ecevit, Türkiye’yi “oltadaki balık” diye adlandıran Rockefeller’in bursuyla Harward’a 1 yıllığına “bilgi ve görgüsünü artırmak” amaçlı ABD’ye gidiyordu. Ama ne hikmetse bir yıl dolmadan gerekli bilgi ve görgüyü talimatları alıp, 6 ay içinde Türkiye’ye geri dönüyor, ilk seçimlere katılıyor, 32 yaşında milletvekili oluyordu. Sonrasında Ecevit’in her iktidara gelişinde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunlar, kavgalar...
Sonra ABD’deki Yahudi Lobisi B. Brith’in Sayın Ecevit’e “Şofar (Cihat Borusu )” hediye edecek kadar Ecevit’i takdir eder halen geldiğini gördük. En sonunda da Abdullah Öcalan’ı asmak için değil, beslemek için teslim aldıklarına, TBMM’de 15 günde 15 yasayı jet hızıyla geçirmelerine ve Türkiye’yi ekonomik ve siyasi olarak bitirişlerine, sonrasında da son darbeyi vurması için AKP’ye teslim edişlerine şahitlik ettik.
Ve diğer bir isim, Türk siyasi tarihinin “Baba” lakaplı siyasisi Sayın Süleyman Demirel... Demirel’in de 1954’te kurulan Eisenhower Vakfı bursunu alan ilk yabancı olarak yurt dışına gittiğini, gerekli eğitimi (!) alıp döndüğünü, aldığı eğitimin hakkını verdiğini gördük.
İslam’ın savunuculuğunu kimselere bırakmayan Sayın Necmettin Erbakan’ın, dediğinin tam tersini yapıp İsrail ile “Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması” yaptığını gördük.
Yurt dışından eğitimli, Turgut Özal’ı, Tansu Çiller’i, Kemal Derviş’i ve daha kimleri kimleri gördük.
Şimdi ise Yahudi Lobilerinden madalya alan bir Başbakanımız, İngilizlerden madalya alan bir Cumhurbaşkanımız var.
İktidara ucundan kıyısından tutunmuş kim varsa geçmişine baktığımızda, iktidara giden yolun ABD’de yahut Batı’da eğitim almaktan, Yahudi düşünce kuruluşları ve siyasilerinden icazet almaktan geçtiğini görüyoruz yazık ki!
Ve bu kadar siyasi parti varken, bunca da sözde lider varken ortada Türkiye'nin geleceğini milli politikalarla kurtaracak tek isim yok!
Aslı Kılıç DEMİRCAN, 1 Ocak 2012