Ulu Hakan II.Abdülhamid Han

Devlet-i Aliyye-i Osmaniye

Ulu Hakan II.Abdülhamid Han

İletigönderen MedceziR » Sal Haz 19, 2007 14:17

Resim
II. ABDULHAMID HAN

Osmanli pâdisâhlarinin otuzdördüncüsü, Islâm halîfelerinin doksandokuzuncusudur. Sultan Abdülmecîd'in ikinci oglu olup 1842'de dünyâya gelmistir.

Genç yasta dînî ve fennî ilimleri mükemmel bir sekilde ikmâl etti. Sâzeliyye tarîkati seyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarîkati seyhi Ebu'l-hüdâ Efendi'den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandirmistir.

Daha genç yasta zekâsi ve siyâsî kâbiliyetleriyle temâyüz etmis bulundugundan amcasi Sultân Abdülazîz Han, Misir ve Avrupa seyâhatlerinde O'nu da yaninda götürmüstü.

Çok nâzik idi. Herkesin gönlünü almasini bilirdi. Fevkalâde bir zekâ ve hâfizaya sâhibdi. Bir defa gördügü veya sesini isittigi kisiyi aslâ unutmadigina dâir kaynaklarda sayisiz misâller vardir. Alman birligini kurmus olan Prens Bismark rivâyete nazaran:

"Dünyâda yüz gram akil varsa, bunun doksan grami Abdülhamîd Han'da, bes grami bende, kalan bes grami da diger dünyâ siyâsîlerindedir..." demistir.

O'nun en büyük talihsizligi, devleti çok kötü sartlar altinda eline almis olmasidir. Buna ragmen hiç yilmadan, bikmadan müthis bir zekâ, sabir ve büyük bir mahâretle devleti, otuzüç sene ciddî bir kayba ugratmadan idâre etmistir.

Sultân Abdülazîz merhûm gibi büyük masraflari ve dis borçlanmayi mûcib olan harpçi bir siyâset takibi yerine, gelisen sanayî hareketleri dolayisiyla batida temâyüz etmis bulunan iki devleti karsi karsiya getirmek ve onlarin menfaat çatismalarini tahrîk ederek ülkeyi -âdetâ- bir sirat köprüsü üzerinde yürütmek, O'nun siyâsetinin temel esasi olmustur.

Bu sulhçu siyâsetin neticesinde yeni askerî yatirimlarin masrafindan kat'an nazar dis borçlarin 300 milyon altindan, 30 milyona indirilmesi saglanmistir. Abdülhamîd'in Almanlar'i Ingiliz siyâsî emellerine karsi mâhirâne bir sûrette kullanmasinin çok çesitli ve parlak tezâhürleri vardir. Medîne demiryolu imtiyâzinin Almanlar'a verilmesi ve stratejik bir mevkî olan Akabe'nin onlarin yardimiyla Ingilizler'den kurtarilmasi, bunun târihte en tipik bir misâlidir.



Abdülhamîd Han, 93 Harbi felâketinden aldigi dersle gayr-i mütecânis ve devleti parçalamaya sürükleyebilecek cereyanlarin müsâhede edildigi Meclis-i Mebûsân'i böyle bir felâkete mânî olabilmek için 1878'de süresiz olarak kapatmistir.

Mithat Pasa ve avanesinin sebep oldugu 93 Harbi felâketinin neticesinde Rumeli'de kaybedilen topraklardan pek çok müslüman ahâli, muhâcir olarak Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Bunlarin magdûriyetlerini istismâr ederek toplayabildigi bir kisim issiz-güçsüz takimiyla Çiragan Sarayi'na yürüyen Ali Suâvî, Sultân Abdülhamîd'i devirerek, bu sarayda mahbus bulunan V. Murad'i tekrar tahta geçirmeye tesebbüs etti. Sultan V. Murad, mason Mithat Pasa ve avanesi tarafindan tâ sehzadeliginden beri hususî bir sûrette yetistirilmisti. O da, akil hocasi Mithat Pasa gibi otuzüç dereceden bir masondu. Fakat hiç süphesiz bu teskîlata onun gerçek hüviyetini bilmeden girmisti. Bununla beraber serîrler, kendisi pâdisâh olsa menfûr emellerine daha kolay ulasacaklarini düsünüyorlardi. Ali Suâvî ise, Sulltan Abdülhamîd Han tarafindan Galatasaray Lisesi müdürlügünden bozuk siyâsî düsünceleri sebebiyle azledilmis bulunmanin igbirâri (gücenikliligi) ile haraket ediyordu. Gerçekten de Ali Suâvî, yavas yavas yahûdî siyâsî emellerinin hâkim olmasiyla Osmanli aleyhtarligina meyleden Ingiliz siyâsetinin kör bir âleti durumundaydi.

Besiktas muhâfizi yedi-sekiz Hasan Pasa'nin kafasina indirdigi bir sopa ile Ali Suâvî'nin can vermesi bu ihtilâl tesebbüsünün akîm kalmasini saglamistir. Ancak Sultân Abdülhamîd, bu ve benzerî vak'alar dolayisiyle mâruz bulundugu büyük tehlikeyi kavramis, devrinin sözde münevverlerinin hamâkat ve ihânetlerine ilâveten rum, ermeni ve yahûdîlerin kaynattiklari fitne kazani sebebiyle muârizlarinin "istibdâd" diye adlandirageldikleri siki bir dâhilî siyâset tâkibine mecbûr kalmistir.



Abdülhamîd Han, bu karisik iç bünyeye ragmen halkin huzûru ve ülkenin selâmetini saglayabilmek için bugünkü modern devletlere bile örnek olabilecek derecede sumüllü bir istihbarat teskilati kurmustur. Bu teskilâtta kendisine karsi bombali bir suikasti gerçeklestirmis bulunan ermeni asilli Jorris'i dahi bir istihbârât elemani olarak kullanmasi, sâyân-i dikkattir. Hattâ Ingilizler'in Madrit büyükelçileri vefât ettiginde, onun açilan çelik kasalarinda Sultân Abdülhamîd'le muhâbere hâlinde bulunduguna dâir vesâikin ortaya çikmasi, Ingilizler'i bu istihbârâtin kuvvet ve sumülü hakkinda dehsete sevketmistir. Kendisi tahttan indirildikten sonra azili muhâlifleri tarafindan Çiragan Sarayi'nin yakilmis bulunmasi da, O'nun bu müthis istihbârât teskilâti ile alâkalidir. Zîrâ bu sarayin bodrum katlari, lebâleb Sultân Abdülhamîd'e verilmis jurnallerle doluydu ve hiç süphesiz ki saray, onlari yok etmek için yakilmisti. Çünkü bu jurnaller, Ittihat ve Terakkî'nin ileri gelenlerini birbirine düsürecek mâhiyetteydi. Sathî bir nazarla bakildiginda, bunlarin birbirleri aleyhine Sultân Abdülhamîd Han'a jurnallik ettikleri ortaya çikmaktadir.

Bu jurnal keyfiyeti dolayisiyle de Sultân Abdülhamîd, muârizlari tarafindan haksiz ve çirkin bir sûrette itham edilegelmistir. Gûyâ ulu orta verilmis saçma-sapan jurnallere istinâden birçok insani sürgüne gönderdigi pek çok yazilip söylenmistir. Bu hususdaki gerçegin lâyikiyle kavranabilmesi ve merhûmun dirâyet, liyâkat ve hassasiyyetinin anlasilabilmesi için bir tek misâl zikredelim:

Birgün yüksek seviyede bir me'mûrun Çiragan Sarayi önünden geçerken gûyâ:

"–Âh Sultân Murâd Efendimiz!.. Sen basimizda olsaydin, böyle mi olurdu?!."

meâlinde bir söz söylemis oldugu yolunda bir jurnal alinmis ve bundan dolayi da o me'mûrun Fizan'a sürgün edilmesi hususunda irâde-i seniyye sâdir olmustu. Buna îtiraz eden Sadrazam Saîd Pasa:

"–Efendimiz, bu ne hâldir, anlayamiyorum?!. Bu me'mûrun takriben alti ay önce ihtilâs (rüsvet) cürmü sâbit oldugu halde onu afvetmistiniz.. Simdi ise, enti-püften bir jurnale istinâden onu sürgüne gönderiyorsunuz?!." demesi üzerine, o koca Sultân Sadrazam'a su cevâbi vermistir:

"–Hayir Pasa Hazretleri, ben onu bu jurnalden dolayi sürgüne göndermiyorum! Asil sebep, o zikrettiginiz ihtilâs cürmüdür. Esâsen bu jurnali de kasden kendim verdirttim. Lâkin onu, alti ay evvel böyle bir tertibe bas vurmadan cezâlandirsaydim, yalniz kendisini degil, çoluk-çocuk ve akrabâlarini da cezâlandirmis olurdum. Onlar da es ve dostlarina karsi mahcûb olurlardi. Simdi ise, bu adami gûyâ benim istibdâdima karsi çikmis bir insan sifatiyla kahraman telâkkî edecekler. Böyle olmasini tercih ettim!.."

Bu öyle bir hâdisedir ki, O'nun devri için sürüp gelen hakli-haksiz tenkîdlerin degerlendirilmesinde bize büyük bir isik tutar.



Sultân Abdülhamîd'in kalbî rikkatini kavramaya yarayacak bir hâdise de sudur:

Sultan Abdülazîz'in sehîd edilmesinden bes sene geçmesine ragmen halk, bu menfûr hâdiseyi unutmamisti. Kâtillerin yakalanip cezâlandirilmasini istiyordu. Bu umûmî arzu üzerine Yildiz'da hususî bir mahkeme kuruldu. Bu mahkemede Mithat Pasa, Hüseyin Avni Pasa ve daha bazilarinin Abdülazîz Han'in kâtili olduklari sâbit oldu. Mahkeme bunlar hakkinda îdam cezâsi verdi. Ayrica Plevne kahramani Gâzî Osman Pasa ve Ahmed Cevdet Pasa gibi sahsiyetlerin dâhil oldugu kirk kisilik mûteber bir hey'ete de bu karar bir kere daha tedkîk ettirildi. Onlar da, müttefikan karâri isâbetli gördüklerini beyân ettiler. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd Han, îdâm cezâlarini sürgüne tahvîl etti. Fazladan olarak da suçunu îtiraf etmis bulunan Mithat Pasa'nin cebine sürgüne giderken 800 altin harçlik koydu. Insan, hâdiselerin içyüzüne vâkif olunca, bu büyük merhametli pâdisâha karsi dil uzatanlari aslâ afvedip hos göremez!..

Sultân Abdülhamîd Han'in Dünyâ çapinda ithâmina vesîle olan sebeplerden biri de, devrinde basgösteren ermeni mes'lesidir. Ermeniler, ülkemizde yasayan gayr-i müslim teb'a arasinda bizim örf ve âdetlerimizi benimsemek yönünden müstesnâ bir durumda idiler. Asirlarca "teb'a-i sâdika" olarak yâdedilmislerdi. Fakat günün birinde kendilerini kullanarak siyâsî emellerine ulasmak isteyen Ruslar'in propagandalarina muhâtab olarak sadâkatten ayrildilar. Ilk önce Rus tahrikiyla baslayan ermeni kipirdanislari, sonradan bütün hiristiyan bati devletlerinin alâkasini celbetmis ve onlar da bu ihtilâfa dâhil olmuslardir.

Bu maksadla ermenileri silâhlandiran Ruslar'in faâliyetini ve bunun nihâî gâyesini görmekte gecikmeyen dâhî Sultân Abdülhamîd Han, ermenileri toplu olduklari bölgelerden saga sola cebrî bir sûrette göç ettirmek gibi bir tedbire bas vurmustur. Fakat bu kadar mâsumâne bir hareket, yahûdî destegi ile de beslenerek onun aleyhinde beynelmilel bir propaganda tezgahlanmasini intâc etmistir. Neticede kendisine Viyana'da îmâl edilerek gönderilmis bir kupa arabasina îmâlât esnasinda uzun bir zamana ayarlanmis saatli bir bomba yerlestirilmis ve bu bomba, kendisinin seyhulislâm ile Cum'a namazi hitâminda mûtâd hârici üç-bes dakika ayaküstü konusmasi sebebiyle o daha arabaya binmeden Yildiz Câmî-i Serîfi önünde infilâk etmis, asker, sivil bir çok insan ölmüs ve yaralanmistir. Herkesin telâsa kapildigi o hengâmede Sultân Abdülhamîd Han, sükûnetini muhâfaza ederek:

"Korkmayin, korkmayin!.."

diye bagirmis ve arabanin seyis mahalline oturarak ecnebî sefirlerin alkislari arasinda atlari kirbaçlayip sarayina avdet etmistir.

Devrinin sözde münevverlerinin gafletine bakiniz ki, Belçikali ermeni Jorris'in tertibi eseri olan bu suikati alkislayanlar görülmüstür. Hattâ zamanin gözde sâiri Tevfik Fikret, bu hâdiseyi anlatan 'bir anlik gecikme' anlamindaki "Bir Lahza-i Teaahur" isimli siirinde suikastçiyi 'sanli avci' diyerek tebcil etmekte ve suikasdin muvaffakiyetsizlikle neticelenmesinden dogan teessürlerini terennüm etmekteydi. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd'in kendisine karsi en küçük bir mukâbelesini tarihler kaydetmemektedir.



Sultân Abdülhamîd devrinin gâilelerinden biri de o siralarda filizlenmeye baslayan yahûdî mes'lesidir. 1982 yilinda Isviçre'nin Bazel sehrinde 'ilk siyonist kongresini' toplamis olan Teodor Hertzel, daha önce yazdigi "Yahûdî Devleti" isimli kitâbiyla dünyâ yahûdîlerinin Filistin'de yeniden toplanmalari gerektigi yolunda tesebbüse geçmis ve bu gâye için o gün dünyânin en büyük zengini olan yahûdî Roçilt âilesinin destegini saglamisti. Onun namina iki kere Türkiye'ye gelen ve yahûdîlerin Filistin'e avdet edip orada ikâmet eylemeleri mukâbilinde Osmanli Devleti'nin dis borçlarini ödemek teklifini Roçilt namina Sultân Abdülhamîd'e arzetmis olan Hertzel'in, O'nun çelik gibi sert irâdesine çarparak redde mahkûm olmasi sebebiyle, yahûdîler tarafindan bütün dünyâda o büyük hükümdar için bir karalama kampanyasi baslatilmistir.

Bu kampanya sebebiyledir ki, otuzüç senelik saltanati boyunca hiç kimsenin burnunu kanatmamis, ancak ana ve babasini öldürmüs olan bir cânî disinda normal mahkemelerce verilen îdâm cezâlarini bile tenfiz ettirmemis, kendisine suikast yapan bir haremagasini ve hattâ ermeni Jorris'i dahî afvetmis bulunan Sultân Abdülhamîd Han için haksiz ve mesnedsiz bir sûrette 'kizil sultan' lakabi, meshur ve harciâlem bir hâle getirilmistir. Hayfâ ki, yahûdîlerin îcâd edip ermenilere armagan ettikleri bu iftirâ, böyle ecnebî kimselerden ziyâde vatanin o gün bugündür bir çok talihsiz Türk asilli nesilleri arasinda da revaç bulmustur.

Filistin'e göç edip yerlesmek gibi ilk nazarda mâsumâne görünen arzularinin Sultân Abdülhamîd tarafindan mutlak bir sûrette redde mahkûm oldugunu gören yahûdîler, o mübârek sahsiyeti bertaraf etmedikçe emellerine ulasamayacaklarini anlamakta gecikmediler. Bundan dolayidir ki, önce Istanbul'da ve sonra da yahûdî muhiti Selânik'te temerküz eden Ittihat ve Terakkî cemiyetini kurdurarak vatanin bir kisim bedbaht evlâdlarini bir propaganda sisinde bogdular.

Tehlikeyi gören Sultân Abdülhamîd, yahûdîlerin Filistin'de toprak satin almalarini yasakladigi gibi, onlarin bu emellerine muvâzaa yoluyla ulasmalarini engellemek için de, her arâzîsini satmak isteyenin yerini sahsî parasiyla satin alarak "emlâk-i sâhâne" hâline getirmistir. Filistin Çiflikât-i Sâhânesi böylece vücûda gelmistir. Sultan Abdülhamîd bunlara ilâveten oradaki müslüman nüfûsu da artirma yoluna gitmistir.

O sirada Rus tahrikiyle tesekkül etmis çeteler, Balkanlar'i cadi kazani hâline getirmis bulunuyordu. Bunlarla mücâdele eden birliklerin birtakim subaylari, Ittihat ve Terakkî ve onun arkasindaki yahûdîlerce igfâl edilmislerdi. Bunlar isyân ederek Abdülhamîd Han'i II. Mesrûtiyet'in ilânina zorladilar.

Abdülhamîd Han, yeni bir kânûn-i esâsî hazirlatip tatbik etmeyi düsünüyordu. Fakat gayet buhranli ve ihtilâl hazirliklarinin yapildigi karisik bir ahvâl içinde buna firsat bulamamisti. Mecbûren eski kânûn-i esâsîyi yürürlüge koydu.

Meclis-i Meb'ûsân 17 Aralik 1908'de toplandi. En azili Osmanli düsmanlari dahi meb'ûs seçilerek meclise girmisti. Hatta ne hazîndir ki, mecliste azinliklarin te'sîri müslüman meb'ûslardan daha çoktu.

Ittihat ve Terakkî iktidari, kisa zamanda halkin umûmî sûrette nefretini kazandi. Karsilastigi tenkîdleri siddetle bastiriyor ve muhâliflerini gazeteci veya fikir adami demeden suikastlerle yok ediyorlardi. Bu durum, zuhûr eden nefreti had safhaya çikarinca, kendi iktidarlarini korumak için sâdik adamlari sandiklari avci taburlarini Rumeli'den getirip Taskisla'ya yerlestirdiler. Ancak bunlarin baslarindaki subaylar, kisa zamanda Beyoglu âlemleriyle siyâset girdabina sürüklenip askerleriyle alâkalarini kestiler. Serbest kalan avci taburlari efrâdi, halkla temas edince, Ittihat ve Terakkî'nin irtikâb ettigi mel'ûnâne zulüm ve hiyâyetlerini ögrenerek kendilerini korumaya me'mur olduklari bu kadroya karsi ayaklandilar. Istanbul'da birkaç gün terör hâkim oldu. Bazi Ittihat ve Terakkî milletvekilleri sokak ortasinda katledildi. Iste 31 Mart Vak'asi denilen hâdise budur. Bu ayaklanma sebebiyle iktidarlarini tehlikede gören Ittihat ve Terakkî, Rumeli'den "Hareket Ordusu" denilen çogu rum, ermeni ve yahûdî çapulcusu onbes bin kisilik bir kuvveti Istanbul üzerine sevk ettiler.

Sultân Abdülhamîd, bu gürûha karsi -maalesef- asiri merhameti sebebiyle hareketsiz kaldi. Halbuki sarayinin etrafinda iyi tâlim ve terbiye görmüs otuz bin asker vardi. Neticede tâc ve tahti için su hengâmede bile kan dökmeye râzi olmayan Sultân Abdülhamîd, Hareket Ordusu'na arkalanan Ittihat ve Terakkî hükûmetince hal' olunarak tahttan indirildi. Usûlen tanzîm edilen fetvâ da, tamamen haksiz ve mesnedsizdi. Kendisine bulunabilen kusur, "kütüb-i mu'tebere-i dîniyyeyi cem' u ihrâk", yâni mûteber dînî kitaplari toplatip yaktirmakti.

Bu bühtanin asli sudur: O zaman Kur'ân-i Kerîm'in sahislarca basim ve yayini yasakti. Kur'ân-i Kerîm'i devlet bastirir ve parasiz dagitirdi. Sahislarin Kur'ân-i Kerîm tab'inda gereken ihtimâmi gösteremeyecekleri düsüncesiyle konulmus bulunan bu yasaga ragmen Kur'ân-i Kerîm tab' olursa, bunlar müsâdere edilip ihrâk olunur (yakilir), külleri de îtinâ ile çignenmeyecek bir topraga gömülürdü.

Diger taraftan, hal' fetvâsi âid oldugu makamdan sâdir olmamistir. Bu maksadla parlementoya celbedilen ve kendisine baski tatbik edilen fetvâ emîni Haci Nûrî Efendi, Pâdisâh'in hal'i için kâfî bir ser'î sebep mevcûd olmadigini beyândan sonra:

"Hal' mes'ûmdur (ugursuzdur)! Sultân Abdülazîz hal' edildi. Arkasindan koca Rumeli elden gitti. Rumeli'den milyonlarca muhâcir Istanbul'a geldi. Medrese ve câmîler, lebâleb bunlarla doldu. Ben o zaman medrese talebesiydim. Yetîm çocuklari sirtimda tasimaktan omuzlarim çürümüstü. Mâdem ki ille de Pâdisâh'in hal'ini arzu ediyorsunuz, kendisine arzediniz; O, kendi kendisini azletsin!.." dedi.



Bu münâkasaya sâhid olan Talat Pasa, ipin ucunun elinden kaçacagini anlayinca, ulemâdan olan milletvekillerine istenilen fetvâyi vermeleri için baski yapti. Bu baski neticesinde tefsir sâhibi Elmalili Hamdi Efendi'nin takrîri (söyleyip yazdirmasi) ile Sultân Abdülhamîd Han hakkindaki mâhut hal' fetvâsi ortaya çikti.

Hazindir ki, bu keyfiyeti Sultân Abdülhamîd'e teblig için parlementoca seçilmis bulunan dört kisilik hey'ete israrla Selânik meb'ûsu yahûdî Emanuel Karassou Efendi kendisini de dâhil ettirmisti. O koca Sultân, bu hey'ette su yahûdî çifiti da görünce, digerlerine dönüp:

"–Sizler müslümansiniz! Beni halîfe olarak görüp görmemeyi arzu etmek hakkinizdir. Lâkin bu yahûdînin aranizda isi ne?!." demekten kendini alamadi.

Onlar da, bu söz üzerine baslarini önlerine egdiler. O zaman Sultân, bütün bu olanlarin mukadderât îcâbi oldugunu düsünerek:

"Bu, azîz ve alîm olan Allâh'in takdîridir..." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.


Resim
Azledildikten Sonra...

Hal' edilmesinin hemen ardindan Sultân, kasden bir yahûdî muhiti olan Selanik'e gönderilip orada zengin bir yahûdî âile olan Alâtîn-i Biraderler'in kösküne hapsedildi. Burada siradan bir adama bile revâ görülmeyecek zulüm ve baskilar altinda tutuldu. Çoluk-çocuk bütün âile efrâdi günlerce aç birakildi. "Emlâk-i sâhâne"si millîlestirildigi (!) gibi, menkul serveti de tamamen elinden alindi. Hareket Ordusu, Istanbul'a geldiginde Pâdisâh'in tahttan indirilmesini mutaakiben Yildiz Sarayi'ni tamamen yagmalayarak zenginlesmis bulunan subaylar, bir de bu sürgün hâdisesinden sonraki yagma ile "orduya hediye" (!) adi altinda âdetâ büyük bir servete kondular. O derecede ki, takriben on yil sonra Sultân Vahidüddîn merhûmun tâlimati ile yapilan tahkîkatta ortaya çikan tablo yüz kizarticidir. Yagmagir ve hirsizlarin listesi, Hareket Ordusu Mahmud Sevket Pasa'dan baslayarak en küçük zâbite kadar kocaman bir liste teskil etmis, fakat o buhranli zamanda bu hiyânetin hesâbini sormak -maalesef- mümkün olmamistir.

Sultân Abdülhamîd Han'i bertaraf eden Ittihat ve Terakkî erkâni ülkeyi câhilâne bir sûrette idâre etmeye basladi. Yumusak huylu pâdisâh Sultân Resâd, kendilerinin elinde âciz bir kukladan farksizdi.

Ittihat ve Terakkî hükûmetinin gaflet ve cehâletleri, birçok aci felâketlere sebeb oldu. Trablusgarb'daki mahallî mukâvemet devâm ederken Balkan Harbi çikti. Ordunun hiçbir ciddî hazirligi ve istihbarati yoktu. Düsmanin sür'atle ilermesi karsisinda Selânik'i tehlikede gören Ittihat ve Terakkî hükûmeti, Sultân Abdülhamîd'i oradan Istanbul'a nakletmek tesebbüsünde bulundu. Sultân Abdülhamîd, ne sebeple Istanbul'a nakledilmek istendigini sorunca, kendisine karsi karsiya bulunduklari askerî tehlike nakledilerek, düsmanin Selânik'e yaklasmakta oldugu bildirildi. Pâdisâh'in dis dünyâ ile yillardan beri bütün alâkasi kesilmis bulundugundan olup bitenlerden haberi yoktu. Durumu ögrenince dehsete kapildi ve:

"–Gâlibâ siz kiliseler mes'elesini hallettiniz!.." diye hicranla haykirdi.

Ardindan bunu kendisine haber veren Râsim Bey'e büyük bir öfke ile:

"Râsim Bey! Râsim Bey!.. Selânik demek, Istanbul'un anahtari demektir! Ordumuz nerede, askerimiz nerede?.. Ecdâd kanlariyla sulanan bu topraklari nasil terkederiz? Biz buralari birakip gidersek, târih ve ecdâd bizim yüzümüze tükürmez mi?.. Birâderim Hazretleri, buranin tahliyesine râzi mi oldular? Nasil olur? Hayir, ben râzi degilim!... Yetmis yasimda olduguma bakmayin! Bana bir tüfek verin, asker evlâdlarimla beraber Selânik'i son nefesime kadar müdâfaa edecegim..." dedi.

Fakat kendisine Sultân Resâd'in selâmi ve ricâsi iletilince, bir Osmanli hânedâni mensûbu olmanin mes'ûliyeti ile Pâdisâh'in irâdesine boyun egmek zorunda kalarak Istanbul'a nakledilmeyi kabul ederken, büyük bir teessür içindeydi.

Dogruydu. Balkan kavimlerinin aralarinda bir ittifak kurulmasinin asil sebebi, kiliseler mes'elesinin halledilmis olmasiydi.

Oysa Abdülhamîd Han, Istanbul'da Balat'taki Rum ortodoks patrikliginin karsisina bunlarin Rum patrikligine muâdil ve onunla ayni hukûka sahib "erksahlik" adiyla Bulgar kilise riyâsetini te'sis etmisti. Patrikhâne demek olan bu müessesenin binasini da, bir gecede monte ettirmisti.

Bu surette Bulgar kilisesi, Sultân Abdülhamîd'in bu siyâsî manevrasi ile teessüs etmis oldu. Bu bir ihtiyaç oldugu ortaya çikinca, Bulgar ve Rumlar'in müstereken oturduklari yerlerde kavga basladi.

Gâfil Ittihatçilar, is basina gelince, "kiliseler kanunu" denilen bir kanun çikardilar. Rum ve Bulgarlar'in müstereken yasadiklari yerlerdeki kiliseleri onlar arasinda taksimi için nüfûs ekseriyetini esas aldilar. Sayim yaptilar. Hangi taraf ekseriyette ise kiliseyi hükûmet kuvvetlerini kullanarak o tarafa teslim edip kilisesiz kalan tarafa da iki sene içinde devlet parasiyla yeni bir kilise yaptirarak aralarindaki ihtilâfi bertaraf ettiler.

Bu surette kiliseler kavgasi hitâma erince, Bulgarlar ve Yunanlar, birkaç yil içinde dost olduklari gibi, ezelî düsmanimiz Sirplilar'i da yanlarina alarak Balkan Harbi'ni baslattilar.

Ittihat ve Terakkî hükûmetlerinin cehâlet ve hiyânetleri saymakla bitmez... Sultân Abdülhamîd Han'in artik yahûdî güdümüne girmis bulunan Ingiliz siyâsetine karsi Almanlar'i tahrîk etmesinin mâhiyyetini anlayamayan Ittihatçilar, Balkan Harbi'ni mütaakiben ortaya çikan I. Cihan Harbi'ne de Almanlar'in yaninda girmek ahmakligini gösterdiler. Hem de bir yahûdî emr-i vâkîsi ile...

Ittihatçilar, düsman tazyîkindan kaçiyormus gibi yaparak Çanakkale Bogazi'ndan içeriye giren Goben ve Breslaw isimli iki Alman zirhlisini gûyâ onlari satin aliyorlarmis gibi göstererek müttefiklerin protestolarindan kurtulmak istediler. Bu gemilerin filo kumandani Amiral Suson yahûdî asilli idi. Hususî bir tâlimatla hareket ediyordu. Gemi efrâdinin Istanbul'da sikildigini söyleyerek Karadeniz'e açilmak müsaadesi istedi. Artik Osmanli bayragi çekmis olan bu gemilere bir Türk kumandan tâyin edilmemisti. Amiral Suson, Karadeniz'de bir Rus nakliye gemisine taarruz ederek Osmanli Devleti'ni bu emr-i vâkî ile harbe soktugu zaman, bundan, Enver Pasa disinda hükûmet erkânindan hiç kimsenin haberi yoktu.

Henüz Balkan Harbi fâciasinin yaralari sarilmamisken sirf Almanlar'in yükünü hafifletmek maksadiyla Osmanli Devleti'nin hazirliksiz bir surette harbe dâhil olmasi, yikilisin en korkunç âmili olmustur.

Harbin sonu belli olmaya basladigi hengâmede, Sultân Abdülhamîd'i devirmekle hatâ ettiklerini nihâyet anlayabilen Ittihat ve Terakkî reisleri Enver ve Talat Pasalar, artik Beylerbeyi Sarayi'nda ikâmet etmekte bulunan mahlû (tahttan indirilmis) Pâdisâh'i ziyâret edip fikrini sordular. O koca Sultân, bir atlas getirterek onlara, Ingiliz sömürgelerini göstertti. Nüfûslarini yekûn ettirdi. Sonra Almanlar'in sömürgelerini sordu. Tâbi Almanlar'in sömürgesi olmadigi ortaya çikti. Sultân keder dolu bir hüzünle:

"–Su hesâbi da mi yapamadiniz?!. Hiç Ingiltere'ye karsi Almanlar'in yaninda harbe girilir miydi? Ben Almanlar'i Ingiliz emellerini dengelemek için kullandim. Bundan öteye birsey düsünmedim. Simdi fikrimi soruyorsunuz!.. Bu evvelce gerekliydi; artik çok geç!.." dedi.

Ikisi de nemli gözlerle sarayi terkederlerken:

"–Bizler böyle bir sultanin kiymetini takdîr edemedik! Ne büyük bir hatâya düstük!.." diyorlardi.


Çanakkale Harbi esnasinda düsman donanmasinin Marmara Denizi'ni geçebilecegi endisesi ile tedbir olarak pâdisâh ve hükûmetin Eskisehir'e nakli kararlastirilmisti. Abdülhamîd Han, durumdan haberdar olunca bunu büyük bir cesâret ve secâatle redderek:

"–Ben Fâtih Sultan Mehmed Han'in torunuyum!.. Hiçbir zaman Bizans imparatoru Kostantin'den asagi kalamam! Dedem Fâtih Istanbul'u alirken, Kostantin askerinin basinda savasa savasa ölmüstür. Birâderim nereye giderlerse gitsinler.. Fakat bilinmelidir ki, o ve hükûmet, Istanbul'dan ayrilirlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben, Beylerbeyi Sarayi'ndan ayagimi disariya atmam!" dedi.

Nitekim O'nun bu kararliligi karsisinda pâdisâh ve hükûmet Istanbul'da kaldi. Böylece devletin daha o gün yikilmasi önlenmis oldu.

Son derece yogun, yorgun ve çileli bir ömürden sonra Abdülhamîd Han, yetmis yedi yasinda 10 Subat 1918'de rahmet-i Rahmân'a kavustu. Mekâni cennet olsun!.. Rahmetullâhi Aleyh..


Ulu Hâkan, 1918'de vefât ettigi zaman bütün magdur ve mazlûm millet yas baglamis, bütün Istanbul halki görülmemis mahserî bir kalabalikla O'nu dîvân yolundaki türbesine defnederek Âhiret'e yolcu ederlerken bazilari:

"Bizi birakip nereye gidiyorsun Ulu Hakan?" diyerek agit yakmislardir.

Kendisine karsi en çirkin ve siddetli muhâlefeti göstermis bulunanlar bile, zamanla ve arkasindan sökün etmis olan fâcialarin îkâziyla uyanarak nedâmet hislerini terennüm etmislerdir. Bunlardan biri olan filozof Rizâ Tevfîk'in de kulaktan kulaga yayilip meshur olmus bulunan Abdülhamîd-i Sânî'nin Rûhâniyetinden Istimdâd isimli si'rini dikkatlerinize sunalim:

Nerdesin sevketli Abdülhamîd Han?

Feryâdim varir mi bârigâhina?..

Târihler adini andigi zaman;

Sana hak verecek ey koca Sultan!

Bizdik utanmadan iftirâ atan;

Asrin en siyâsî Pâdisâhina!..

Pâdisâh hem zâlim hem deli dedik;

Ihtilâle kiyâm etmeli dedik;

Seytan ne dediyse biz "belî" dedik;

Çalistik fitnenin intibâhina...

Dîvâne sen degil, meger bizmisiz;

Bir çürük iplige hülyâ dizmisiz;

Sâde deli degil, edebsizmisiz;

Tükürdük atalar kiblegâhina!..

Nâdimlerden biri olan Süleyman Nazif de nedâmet hislerini söyle ifâde eder:

Kaç zamandir gelmemisken yâda biz;

Iste geldik Sen'den istimdâda biz;

Hasret olduk eski istibdâda biz!..


Filistin'in ilk mazlûmu Abdülhamîd Han'dir. Çünkü hal'i O'nun Filistin mes'elesinde yahûdî Teodor Hertzel'e mukâvemeti sebebiyle gerçeklesmistir.

Vefâti ile bütün Islâm âlemi âdetâ yetim kalmistir. Çünkü gerçek mânâsiyla hilâfeti ayakta tutan O idi. Kendisinden sonra -askerî gâileler sebebiyle- bir daha bu dirâyeti göstermek mümkün olmamistir. Gerçekten Sultân Abdülhamîd, 1900 yilinda Çin'de milliyetçi bir grup tarafindan Alman büyükelçisi Kettler katledilip büyük bir bati aleyhtari hareket baslayinca, "Boxer Isyâni" denilen bu hâdise dolayisi ile Wilhem'in kendisinden yardim istemesini bahane ederek oraya bir "nasîhat hey'eti" göndermis ve Pekin'de uzun müddet faâliyet gösterecek olan "Hamidiyye Üniversitesi" adiyla bir dînî tedris müessesesi kurmustur.

Yine Japonya'ya, tarihimizde "Ertugrul Fâciasi" diye bilinen bir ilmî hey'et gönderip Islâm'i oralara kadar yaymak ve hilâfet nüfûzunu âlem-sumül bir duruma getirmek yolunda yürüyen Sultân Abdülhamîd'in su Islâmci siyâsetinin sumül ve kuvvetini anlayabilmek için, Medîne-i Münevvere'ye kadar dösetmis oldugu demiryolu hattinin, devlet kesesinden bir kurus çikmadan sirf dünyâ müslümanlarinin yardimlariyla gerçeklesmis bulundugunu hatirlamak kâfîdir.

Sultân Abdülhamîd, o ileri görüslü insandi ki, Amerika'da horlanan zencilerin maruz kaldiklari zulümlerden istifâde ile onlari Islâm'a çekmek maksadiyla oraya propagandacilar gönderdigi ve bugünkü zenci-müslüman varliginin tesekkülüne âmil oldugu da bir gerçektir.

Oturdugu yerden dünyâyi fotograflarla tâkib eden ve bundan dolayi bugün kendisinden üç binden ziyâde albüm kalmis bulunan Sultân Abdülhamîd, zamaninda dünyâdaki bütün gelismeleri harfiyyen tâkib etmekteydi. Meselâ 1904 Rus-Japon harbinde dünyâda hiçbir Allâh kulu Japonlar'in gâlip gelecegine ihtimal vermezken O, uzak sarka gitmek üzere bogazdan geçen Rus gemilerinin, Sadrazam'ina geri dönmeyeceklerini söylemistir. Hattâ bu harbi meshur Pertev Pasa vâsitasiyla günü gününe tâkib ederek Ruslar'in Japonlar'a maglûb olmasinin kendi devleti hesâbina kazançli neticelerini devsirmekten geri kalmamistir.

Son söz olarak su husûsu belirtmeliyiz ki, Sultân Abdülhamîd, O'nun mübârek sahsiyeti, siyâsetinin incelikleri ve zamaninin dâhilî ve hâricî gâileleri böyle makale hacimli yazilara sigmaz... O umûm milletin müstehak oldugu musîbetleri bertaraf için bir beser tâkatinden umulmayacak derecede gayret gösterdigi hâlde, netice serîrlerin galebesi sûretinde tahakkuk etmisse, bunu kader perspektifinden bakmadikça anlamak mümkün degildir. Böyle bir dirâyet içinse, kendisinin su sözünü okuyucularimiza yardimci olabilecegi düsüncesiyle zikrederek yazimiza nihâyet verelim:

O, Hareket Ordusu'na karsi hareketsiz kaldigi yolundaki tenkidlere cevâben buyurmustur ki:

"–O gürûhun önünde Hizir -aleyhisselâm-'i görmesem, böyle yapmazdim!.."

Abdülhamîd Han'in dindarligi, hizmetleri, merhameti, zekâsi ve kâbiliyeti destanliktir. O'nun ihlâsini su hâtira ne güzel ifâde eder:

Sultan Abdülhamîd Han, âcil bir is zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandirilmasini ister, ertesi güne birakilmasina rizâ göstermezdi. Bu hususda mâbeyn baskâtibi Es'ad Bey, hâtirâtinda söyle demektedir:

"Bir gece yarisi, çok mühim bir haberin imzâsi için Sultân'in kapisini çaldim. Fakat açilmadi. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldim, yine açilmadi. diye endiselendim. Biraz sonra tekrar çaldim; bu sefer kapi açilarak Sultân, elinde bir havlu ile kapida göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti:

"Evlâd! Bu vakitte çok mühim bir is için geldiginizi anladim. Kapiyi daha ilk vurusunuzda uyanmistim, ancak abdest aldigim için geciktim; kusura bakma!. Ben bu kadar zamandir milletimin hiçbir evrakina abdestsiz imzâ atmadim... Getir imzâliyayim!.." dedi.

Ve "besmele" çekerek evrâki imzâladi."

Hattâ zevcesi, Abdülhamîd Han'in bu husûsiyetiyle alâkali olarak, O'nun yataginin basinda dâimâ temiz bir tugla bulundurdugunu ve bununla yataktan kalktiginda çesme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm aldigini, sebebini sordugunda da kendisine:

"Bunca müslümanlarin halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.." dedigini nakleder.

Mâbeyn kâtiplerinden Abdülhamîd Han baglilarindan olmayan birisi de hâtirâtinda su câlib-i dikkat hâdiseyi anlatir:

"Bir aksamdi. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmistim. Gelen mektub, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertibleyip huzûra çikmak üzre iken bir telgraf geldi. Istanbul Lâleli Postahanesi me'mûrlarindan birinin Hünkâr'a çektigi bir telgrafti bu:

Bîçâre me'mur, karisinin o gece dogum yapacagini ve dogumun da tehlikeli olacagina dâir doktorlarin îkâz ettigini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadigini, bu sebeple merhamet-i sâhâneye sigindigini, bildiriyordu.

Ben de bunu pek kayda deger görmeyerek zât-i sâhâneye verecegim listenin içerisine almadim.

Ancak huzûrda, Pâdisâh âdeti üzere herseyi ayri ayri gözden geçirdikten sonra ilâve etti:

"–Baska birsey var mi?"

"–Kayda deger birsey yok efendim!" dediysem de Sultân'in israrla suâlini tekrarladi ve:

"–Sen kayda deger saymadigini da söyle!" dedi.

Bunun üzerine mâlum telgraftan bahsettim. Arza degmeyecegini düsünerek listeye almadigimi bildirdim. Hüzünlenerek tâlimat verdi:

"–Hemen getiriniz!"

Saskin bir vaziyette telgrafi getirdim. Sultân, orada yazilanlari dikkatle okudu. Ardindan düsündügümün tam aksine derhal saray doktorunu çagirtarak bana döndü:

"Derhal beraberce Lâleli'ye gidiniz ve dogum yapacak olan kadincagiza gerekli müdâheleyi yaptiriniz!" diye ferman buyurdu.

Sultân'in bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazîfemizi yerine getirip hastaneden döndügümüzde ise, vakit sabaha yaklasmisti. Saraya girince, kapinin sesinden bizi farkeden Sultân, perdeyi araladi ve eliyle "gelin" diye isâret etti.. Odasinin isiklari yaniyordu. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile mesgul olmustu.

Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Oldugu gibi anlattim:

"–Sultânim, dogum bir hayli müskil oldu. Ancak mütehassis doktorlarin gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh.. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adini da Abdülhamîd koydular. Sabaha kadar gözyaslari içinde zât-i âlînizin ömür ve devletlerine duâ ettiler..."

Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babasi olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir "elhamdülillâh" dedi. Sonra paravananin arkasina geçerek iki rek'at namaz kildi.

Osmanli Devleti'nin 620 senelik san ve seref dolu târîhini sâir ne güzel hulâsa eder:

Kimdim?

A'sâra sorarsan, beni söyler sana kimdi?

Bir baska denizdim, kürenin rub'u benimdi!..

Mermîler, alevler beni bir kal'a sanirdi,

Efserlerin enkâzi uçar, dalgalanirdi...

Cevvâl atimin kanli, kivilcimli izinde,

Bir umk idi aksim ebediyyet denizinde.

Çarpardi gögün kalbi hilâlin avucunda,

Titrerdi yerin tâlii mermîmin ucunda...

A'sâr elimin çizdigi mecrâdan akardi,

Üç kit'ada magrûr atimin izleri vardi...

Fevkinde uçarken o nesîbin, bu firâzin,

En sanli hükümdâr-i hurûsânina arzin

Tek bir nazarim berk-i inâyetti, keremdi;

Iklîli hediyyemdi, ekaalîmi hibemdi...

........

Dünyâ bilir iclâlimi, "ben böyle degildim!"


Allah mekanını cennet eylesin..
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen Veled » Sal Haz 19, 2007 14:24

MedceziR, :D eyvallah kardes çok sağol harika paylaşım :wink:
Kullanıcı küçük betizi
Veled
Satılmıştır
 
İletiler: 3
Kayıt: Çrş Mar 07, 2007 20:46

İletigönderen MedceziR » Sal Haz 19, 2007 18:33

Semih rica ederim kardeş.

Yine Süleyman NaziF'in pişmanlığını dile getiren şu dizeleri çok ibret vercidir:

"Padişahım gelmemişken yada biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz".
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen yakup_cemil » Sal Haz 19, 2007 19:00

payLaşım için teşekkürLer !!!

YahudiLer AbdüLhamit Han'ı hiç sevmezLerdi.

bu yüzden kendisine "KızıL SuLtan" ismini taktıLar !!

Hatta kendisine suikast girişiminde biLe buLunduLar fakat başarıLı oLamadıLar.

İrLanda KurtuLuş Örgütü adLı terör örgütünü İngiLtere'nin başına musaLLat eden

AbdüLhamid Han'dır. İsraiL'in kuruLacağını o günLerden anLamış ve

bunun için gerekLi önLemLeri aLmıştır.

Ancak ondan sonra geLen İttihad ve Terakki Hükümeti'nin poLitikaLarı

bunu engeLLeyememiştir.
En son yakup_cemil tarafından Sal Haz 19, 2007 19:06 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Resim


уαкυρ_¢ємιℓ® --»» (αℓтıη νυяυş уαρтıм нαуαℓℓєяιмє)--»» (вєкℓє νє göя)
Kullanıcı küçük betizi
yakup_cemil
Üye
Üye
 
İletiler: 171
Kayıt: Pzr Haz 17, 2007 20:00
Konum: Trabzon, Isparta, İstanbuL

İletigönderen shadow39 » Sal Haz 19, 2007 19:00

Iyi adamlar her zaman kotu anilir
Dağda üç Beş domuz Sürüsü
Tutturmuş Bir kürdistan Türküsü
Eline Almış Bayrak Diye Bir Masa örtüsü
Satsan Beş Para Etmez Ne Dirisi Ne De ölüsü
Soyu Soysuz Olan Sensin Toprak Senin Neyine
İte itlik Yapıp Kafa Tutma Beyine
Anlasa Dediğimi Sokaktaki Köpek Ağlar Haline
Duy Ulan Soysuz
Ne Mutlu TÜRK'üm Diyene!!!
....
Bu da can d..... efendiye olsun. belgeselci.
"Siz Mustafa demeye devam edin, biz de Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk"

Resim
Kullanıcı küçük betizi
shadow39
Üye
Üye
 
İletiler: 2230
Kayıt: Cmt Mar 03, 2007 20:27

İletigönderen MedceziR » Prş Tem 19, 2007 21:30

Iyi adamlar her zaman kotu anilir

Kesinlikle..
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen dertsiz » Prş Tem 19, 2007 22:18

cok güzel bir yazi.

yalniz, bu kitabi kaleme alan sahis, maalesef cok hissi davranmis ve bazi konularda abartiya gitmis böylelikle.

ittihat ve terrakiyi ve hareket ordusunu anlatirken, hep kötü yönlerini öne cikarmis. ama onlarin iyi yönleri de vardi.

***

tarihi, o günlerin sartlari gözönüne alarak anlatmak lazim. gecmiste yasananlarin sebeblerini, bugünkü aklimizla ve tecrübemizle yorumlayalim ama bunu yaparken, o günün sartlarini da irdeleyelim.

neden ve ne icin yapildigini arastiralim. niye öyle davrandiklarini anlamaya calisalim.

ama bunu yapmayip, ittihat ve terakkiyi ve hareket ordusunu yahudi ordusu gibi gösterirsek, haksizlik etmi soluruz.

ayrica biz o kadar aciz bir milletmiyiz ki, ordumuzu(hareket ordusu) ve subay+entellektüel cemiyetini(ittihat ve terakki) yahudiler yöneteck ve koskoca osmanli padisahi bundan haberdar olmayacak. hele hele abdülhamit gibi bir padisah bunu önceden tespit eder ve engellerdi.

ama durum tam olarak öyle degil. osmanli maddi olarak cökmüs, dünya ekonomisi ve teknigi baska atilimlar pesinde idi.

osmanli maalesef ayak uyduramadi. sebebleri cok ve herbiri basli basina birkac kitap konusu olabilecek durumda.

***

abdülhamitin "balkan siyaseti" batili bircok üniversitede ders konusudur.

hele hele IRA ya yaptigi parasal yardim ve yardim olarak gönderdigi Mauser(mavzerler) tüfekler meselesi.

***

yazida madrid ingiliz elciligi meselesi anlatilmis.

bir tane de ben anlatayim size.

1980 li yillarda, pariste eski bir binada tadilat yapilirken, calisma odasinin duvari yikildiginda arkada ufak bir oda bulundu. o odada yapilan incelemede, abdülhamit döneminde fransiz hükümetinde görev yapan cok önemli birinin evi oldugu ve o odanin da o sahsa ait oldugu anlasildi. evraklar incelendiginde, o sahsin, abdülhamitin emrinde oldugu anlasildi.

iste abdülhamit han böyle bir padisahti.

mekani cennet olsun.(amin)
Kullanıcı küçük betizi
dertsiz
Üye
Üye
 
İletiler: 248
Kayıt: Çrş May 16, 2007 1:10
Konum: uzaydan

İletigönderen Veled » Prş Tem 19, 2007 22:26

shadow39, çok doğru söylemişsin abi :D
Kullanıcı küçük betizi
Veled
Satılmıştır
 
İletiler: 3
Kayıt: Çrş Mar 07, 2007 20:46

İletigönderen MedceziR » Sal Tem 31, 2007 22:48

dertsiz, evet yahudi tabiri yanlış olabilir ama Mason oldukları zaten biliniyordu. Örneğin Talat Paşa, masonluğun en üst kademelerine kadar çıkmış birisidir. Belki bu yüzden yazar sabateyistlere olayı bağlamış olabilir kafasında :roll: ( Tabii ki benmki sadece varsayım)...

dertsiz yazdı:1980 li yillarda, pariste eski bir binada tadilat yapilirken, calisma odasinin duvari yikildiginda arkada ufak bir oda bulundu. o odada yapilan incelemede, abdülhamit döneminde fransiz hükümetinde görev yapan cok önemli birinin evi oldugu ve o odanin da o sahsa ait oldugu anlasildi. evraklar incelendiginde, o sahsin, abdülhamitin emrinde oldugu anlasildi.

iste abdülhamit han böyle bir padisahti.

mekani cennet olsun.(amin)

Amin...
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 28, 2009 20:12

Bu baslikta -> (ABD, Türkiye üzerinden çekilecek) baslayan tartisma, ilgili bölüme tasinmistir:

mukanorkan yazdı:
Bir günde isgal olmadi bu topraklar, yavas yavas...
Abdülhamitle iktidara geldiler daha sonrasinda heryeri satin aldilar, sonrada ic karisikliklari önleyecegiz diyerek isgal ettiler...


antalyalım böyle demişsin ama belki ben yanlış anladım Abdülhamit dünyanın en kötü zamanın da osmanlıyı 30 yıl yönetmiş ve 1metrekare toprak parçası bile kaybetmemiştir siyonizmin oynuyla tahtan indirilmiş sonra ne olduysa olmuştur.
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 28, 2009 20:13

GöktürkMehmet yazdı:
mukanorkan yazdı:Abdülhamit dünyanın en kötü zamanın da osmanlıyı 30 yıl yönetmiş ve 1metrekare toprak parçası bile kaybetmemiştir


Denge politikasini iyi uyguladigi dogrudur, ancak toprak kaybetmediginin yanlis bir bilgi oldugunu duymustum tarih uzerine bir programda, ayrintisini, yani hangi topraklarin kaybedildigi bilgisini ogrenince burada paylasirim.
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 28, 2009 20:15

antalyalim yazdı:

mukanorkan yazdı:
Bir günde isgal olmadi bu topraklar, yavas yavas...
Abdülhamitle iktidara geldiler daha sonrasinda heryeri satin aldilar, sonrada ic karisikliklari önleyecegiz diyerek isgal ettiler...


antalyalım böyle demişsin ama belki ben yanlış anladım Abdülhamit dünyanın en kötü zamanın da osmanlıyı 30 yıl yönetmiş ve 1metrekare toprak parçası bile kaybetmemiştir siyonizmin oynuyla tahtan indirilmiş sonra ne olduysa olmuştur.

mukanorkan,
Yazdiklarinda hakli olabilirsin. Abdülhamit döneminde kaybettigimiz biryer var mi yok mu o konu hakkinda yeterli bilgiye sahip degilim ama bildigim tek sey; biz o dönemde dünyada ki itibarimizi kaybetmisiz. Topraklar isgal altinda
Belki 30 yilda birsey olmamis ama 5 yil daha kalsaydi hicbirseyimiz olmayacakti.
Ona bakarsak 86 yildir Türkiye Cumhuriyeti olarak ayaktayiz ama kaybettiklerimizi ve böyle giderse kaybedeceklerimizi düsününce...
Ayrica GöktürkMehmet,
Haklisin, görüslerini aynen paylasiyorum. Bunun örneklerini dünya cogu kez gördü.
Ama Türkiye nüfusuna baktigim zaman cok azinin bu mücadeleye katilacagini hatta %47 sininde karsimizda yer alacagini görür gibiyim.
Cumhuriyet Miting leri bize güclü oldugumuzu gösterdi.
O Mitinglere simdi daha cok ihtiyacimiz var diye düsünüyorum
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 28, 2009 20:16

Ram yazdı:
    Ruslar Yeşiköy'e kadar kimin döneminde ilerledi¿?

    Ayastefanos ve sonrasında Berlin antlaşmaları sonucu hangi topraklar kaybedildi¿?

    Jurnalcilik nedir¿?

    İstibdat nedir¿?
... gibi soruların cevabı verilmeden, Abdülhamid "büyük sultan" da olur, "diplomasi ustası" da olur, "Han" da olur, "kahraman" da olur.
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 28, 2009 20:17

[quote="mukanorkan"][/quote]
Abdülhamid Han'ın karşı olmasına rağmen Midhat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen 93 Harbi Abdülhamid Han'ın padişahlığının ilk yılında olmuştur. Bu savaş kaybedildi ama Rusların istediği olmadı toprak kaybı oldu peki kalan yıllar da toprak kaybı oldu mu? Hayır.

240 üyeden sadece 60-70 kadarının Türk geri kalanının da gayrimüslimlerin oluşturduğu bir meclisten Vatan hayrına bir karar çıkar mı? O dönem tahta sen olsaydın Ram ne yapardın böyle meclisle yola devam mı ? ederdin

Ve yine Ram ülkeyi yöneten adamsın dünyanın belalı dönemin de yönetiyorsun ülke içinde provakasyonları sana darbe ve ayaklanma girişimlerini önlemek için ne yapardın?

Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır.
M.Kemal Atatürk

Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette, Abdülhamid'in yönetimi büyük hoşgörüdür.
M.Kemal Atatürk
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 28, 2009 20:18

Ram yazdı:

mukanorkan yazdı:Abdülhamid Han'ın karşı olmasına rağmen Midhat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen 93 Harbi Abdülhamid Han'ın padişahlığının ilk yılında olmuştur. Bu savaş kaybedildi ama Rusların istediği olmadı toprak kaybı oldu peki kalan yıllar da toprak kaybı oldu mu? Hayır.


Tabii, Abdülhamid'in hiç kabahatı yoktur. O sadece öylesine padişahtır, zaten ilk yıllarıdır, müsamaha göstermek gerekir. Öyle mi¿? Mithat Paşa yenilikçidir, hem bunun için hem de taht korkusundan Abdülhamid tarafından tasviye edilmiştir. İttihatçılığın kabarmasının temel nedenleri arasındadır ve bu kabarmanın baş müsebbibi Abdülhamid'tir. Görülmemiş baskıdan daha büyük baskılar doğar.

240 üyeden sadece 60-70 kadarının Türk geri kalanının da gayrimüslimlerin oluşturduğu bir meclisten Vatan hayrına bir karar çıkar mı? O dönem tahta sen olsaydın Ram ne yapardın böyle meclisle yola devam mı ? ederdin


O gayr-ı Müslimleri kim seçmiş divana¿? Bunun haricinde padişah padişahtır, divan mı takar¿? Gören de pek demokratik yönetim sanır. Namık Kemâl de bu demokratik yönetim sonucu olsa gerek tutuklanmıştır. Döneme göre, kuşkusuz mühim olan demokratik yönetim değildir elbette; peki ya adalet, özgürlük, devletin hali¿? Ayrıca meşrutiyet ne olmuştur sonra¿?

Ve yine Ram ülkeyi yöneten adamsın dünyanın belalı dönemin de yönetiyorsun ülke içinde provakasyonları sana darbe ve ayaklanma girişimlerini önlemek için ne yapardın?


Jurnalcilik gibi ahlâksızlık ötesinde ve çürümeye yol açan ("en yakın arkadaşın bellediğin seni jurnallese ne düşünürdün¿?" sorusunun cevabında yatıyor bu çürümüşlük) bir yöntem düşünmezdim. Ya istediklerini verirdim ya da tahttan indirilirdim. Abdülhamid bunu yaptı da sonu değişti mi¿? Bütün bunlar jurnalciliği aklamaz.

Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır.
M.Kemal Atatürk

Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette, Abdülhamid'in yönetimi büyük hoşgörüdür.
M.Kemal Atatürk


Birincisi; bu sözler, içte İttihatçı zihniyete ve tüm dünyadaki kargaşaya göre kıyasen sarfedilmiştir.
İkincisi; ilk söz ikinci sözün son kısmının aynısıdır, ayrı bir söz değildir.
Üçüncüsü; ben Abdülhamid'i hain ilân etmedim, hain ilân etme meraklılarından değilim. Abdülhamid, öyle "büyük sultan", "evliya", "hazret", "diplomasi ustası", "kahraman" ve benzeri sıfatları hak etmiyor demekteyim.
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Sonraki

Şu dizine dön: Osmanlı İmparatorluğu

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x