Türkiye'ye Sırtından Saplanan Hançer: NATO / Halit REFİĞ

Tartışma Alanı

Türkiye'ye Sırtından Saplanan Hançer: NATO / Halit REFİĞ

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Eki 30, 2012 11:44

Türkiye'ye Sırtından Saplanan Hançer: NATO

Bugün 23 Ağustos 2006. Önümde bazı gazeteler ve dergiler var. Okuduğum başlıklar dehşet verici. “Ormanlar yanıyor”, “Hainler: Türkiye’nin dörtbir yanını saran orman yangınlarını, turizm bölgelerinde eylem yapan PKK’ya bağlı bir örgüt üstlendi”, “ABD-PKK flörtü”, “ABD’nin yeni Ortadoğu haritası”, “Başbakan Schmidt: ABD Türkiye’yi bölecek”, “ABD kışkırtıyor - Kürtlerin ABD’li danışmanı ‘Türkiye bağımsız Kürdistan’ı engelleyemez’ dedi”, “Kuzey Irak’a NATO engeli”…

Haftalardır her gün bu haberlerle karşı karşıyayız. Bu konuda Türkiye’nin savunması ve güvenliği ile görevli sivil ve asker kuruluşlardan bir iki anlaşılmaz mırıltının ötesinde hiç tepki yok. Kamuoyu araştırmalarına bakarsanız, Türk halkında Amerika’yı baş düşman olarak görenlerin sayısı her geçen gün daha çok artıyor. Amerika’nın yaptığı kamuoyu araştırmaları da aynı sonuçları tespit ediyor. Değişik televizyon kanallarında yapılan anketlerde Amerika dostluğundan umudu kesenlerin oranı %90 ile %99 arasında oynuyor.

Türk halkının ortak sağduyusu canına kastedenin kim olduğunu çok açık bir biçimde belirlemiş durumda. Can düşman ABD. Amerika’nın Türkiye’yi hedef almasının kendisi açısından zorunlu sebebleri var. Amerika’nın varlığını sürdürebilmesi, Türkiye’nin parçalanmasına bağlı. Bunun nedenleri tarihin derinliklerine kadar inmekte. Üç yıl önce “Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı” başlıklı yazımda bu durumu şöyle ifade etmekteydim:

“Amerika dünya enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını kendi denetimi altında tutmak istiyor. Çünkü ülkesinin ulaştığı refah seviyesini sadece kendi özkaynakları ile sürdürebilmesi artık mümkün değil. Bu durum onu dünya üzerinde bir egemenlik kurma zorunluluğu içine sokuyor. Yeni dünyanın Atlantik ve Pasifik havzalarında şimdilik ciddi bir sorunu yok. Bir tarafta İngiltere, öbür tarafta Japonya ile sağlam dengeler kurulmuş durumda. Asıl sorun “eski dünya”da. Yani Afrika’yı da içine alan, Avrasya denilen ana kara parçasında. Halford John Mackinder’den Zbigniew Brzezinski’ye kadar geçtiğimiz yüzyılın bütün önemli stratejistleri, Avrasya’yı denetime almadan dünya egemenliğinin mümkün olamıyacağı görüşünü ileri sürmekteydiler. Avrasya’yı denetleyebilmek için Avrasya’nın merkezini ele geçirmek gerekir. Avrasya’nın merkezi neresidir? Tabii ki İstanbul. Bu açıdan Amerika’nın Irak’a petrolden daha çok bölgede bir atlama tahtası olarak yerleşmeye çalıştığı, dünya egemenliğini sağlamak için asıl hedefinin İstanbul olduğu söylenebilir.”

1492 yılında Amerika kıtasının Avrupalılar tarafından bulunuşu, 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesinin bir sonucudur. Türkler Avrupa-Asya kara ticaret yollarının denetimine hakim olduklarında, Avrupalılar Asya’ya denizden ulaşmaya çalışırlarken Amerika’yı bulmuşlardı. Küresel ticaretin kara yollarından deniz yollarına kayması Osmanlı Devleti’nin stratejik konumunu zayıflatmış, ekonomik olarak güçlenen Kuzey Atlantik ülkeleri sanayi devrimini gerçekleştirerek dünya pazarlarını bütünüyle ele geçirmişlerdi. Birinci Dünya savaşı sonrasında Osmanlı Devleti dünya siyaset sahnesinden tasfiye olmaktayken, Kuzey Atlantik ülkelerine yeni bir rakip ortaya çıkıyordu: 1917 Bolşevik İhtilali sonucu kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği…

Avrasya’nın merkezi olan İstanbul’un İngilizlerin eline geçmiş olması yeni Sovyet Devleti’nin güvenliği ve gelişmesi açısından büyük bir tehlike idi. Bu yüzden son derece kısıtlı imkanlarına rağmen işgalcilere karşı yapılan Türk kurtuluş savaşına ellerinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştılar. Anadolu zaferi sonunda Kuzey Atlantik ülkeleri İngiltere ve Fransa İstanbul’dan sökülüp atıldılar. Yeni Türkiye Cumhuriyeti döneminde İstanbul artık bir küresel güç merkezi olmaktan çıkıp, küresel güçler arasında bir denge merkezi haline gelmişti. Bu denge İkinci Dünya Savaşı sonrasında Stalin zamanında bozuldu. Dünya egemenliği iddialarını gerçekleştirebilmek için Sovyetler İstanbul’u kendi denetimlerine almak istiyorlardı. Bu istek güçler dengesinin bozulmasına yol açtı. Kuzey Atlantik ülkelerinin de bunu kabullenmesi söz konusu olamazdı. Neticede 1946 yılında Missouri savaş gemisinin İstanbul’da demir atmasıyla Türkiye tarafsızlığını bozdu, Amerika’nın yanında yer aldı. 1950 yılında hiçbir ilgisi olmayan Kore savaşına asker göndererek, Kunuri’de Amerika’nın Çin karşısında uğradığı bozgunda büyük kayıplar vermeden çekilmesini sağlayarak, kendini Kuzey Atlantik Savunma Örgütüne, yani NATO’ya kabul ettirdi. Uzak Doğu’da kazanılan askeri başarının karşılığı Kuzey Atlantik’ten gelen savunma desteği olmuştu. Kuzey Atlantik ülkeleri ile Sovyetler arasındaki Soğuk Savaş, Türkiye’nin NATO ittifakına dahil olması ve İstanbul’un bir kilit noktası haline gelmesi sayesinde, Berlin duvarının çökmesiyle sonuçlandı. Neticede 1991 sonunda Yeltsin’in iktidara gelmesiyle Ruslar da Sovyet sistemini tasfiye ettiler.

Soğuk Savaş’ın bitmesiyle, Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olan NATO’nun durumu ne olacaktı? İlgililerden gelen cevap: “NATO’nun bundan sonraki görevi Batı medeniyetini İslam’a karşı savunmaktır…” Eee! Halkı Müslüman olan Türkiye’nin artık NATO’nun içinde ne işi var? Kuzey Atlantik ülkelerinin çıkarları uğruna, Batı medeniyetini savunmak için Müslüman ülkelerle mi savaşacak? Türkiye Soğuk Savaş sonunda kazanılan zaferin nimetlerini beklerken NATO akrepleri zamanı değerlendirmeye başladı. Silahlı Kuvvetler bünyesinde kurulan “Batı Çalışma Grubu” diye askeri bir topluluk irtica tehlikesi diye ülkede bir Müslüman/laik çatışma ortamı meydana gelmesine yol açtı.

Merve Kavakçı hadisesinde apaçık belli olduğu gibi, Amerika bir yandan insan hakları ve bireysel özgürlükler yaftası altında başörtüsü sembolüyle devlete baş kaldırma hareketlerini teşvik ederken, öbür taraftan NATO yoluyla Silahlı Kuvvetleri sözümona Müslüman yobazlara yönlendirerek, kendi örgütleyip beslediği ayrılıkçı Kürt teröristleri PKK’nın daha rahat hareket etmesine imkan sağlamaktaydı. Bu yolda yurt içinde sıkı fikirdaşlara da sahip oldukları söylenebilir. Kendilerini “aydınlanma”cı olarak niteleyen, Sünni İslam nefretine saplanıp kalmış, tam manasıyla zihinsel frengili bir gurup, sürekli olarak irtica tehlikesinden dem vurarak, Atatürk adını kalkan olarak kullanıp ülkede düşman kamplaşmalar yaratarak, Türkiye’nin Batı’ya karşı savunmasını çürütme gafletine batmış durumdalar.

Türkiye’nin parçalanması için Batı’nın kurduğu tezgahlardan biri de Ermeni soykırımı masalı. 1915 yılında Osmanlı Devleti Çanakkale’de bir ölüm/kalım savaşı vermekteyken, Doğu Anadolu’da Ermenileri arkadan vurmak için kışkırtacaksın, bu teşebbüs başarısızlığa uğradığında da Türkler masum Ermenilere katliam uyguladı yaygarası yapacaksın. Hem ne zaman? Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1920’li yıllarda değil, iddia edilen olaydan tam 60 yıl sonra, 1975’ten itibaren ASALA cinayetleri ile bu tezgaha girişeceksin. Neden? Türkiye benim sözümü dinlemedi, Kıbrıs’a girdi, çıkmıyor diye. İşin garabetine bakın ki, Batıkulu zihinsel frengili birçok T.C. vatandaşı da aydınlanma uğruna, ülkeyi bu parçalama tezgahına destek olmakta…

Evet, yazımın başında örnek olarak aldığım gazete başlıklarının da gösterdiği gibi, Türkiye zor durumda. Çünkü dost diye bağlandığı Amerika kendi varlığını sürdürebilmek için onu parçalamak niyetinde. Gene vurgulayalım: Amerika’nın yaşamını uzatabilmesi için dünya enerji ve doğal kaynaklarını denetimi altında tutması gerekiyor. Bunun için Avrasya’ya hakim olması lazım. Tarihin gösterdiği gibi, İstanbul’u ele geçirmeden Avrasya’ya hakim olmak mümkün değil. Çare diye umut bağladıkları, İstanbul’un Türklerin elinden alınıp, Patrikhane’nin sözde bir Konstatinopl Ortodoks Devleti haline getirilmesi. (Bu tezgaha gönlünü kaptırmış az mı sirtaki meraklımız var!)

Batı’ya ve Amerika’ya olan aşkımız bizi sonuçta kan içmeden hayatta kalamayan bu vampirlere “varsın kanım sana helal olsun” demeye kadar götürecek mi? Sanmıyorum. Batıkulu haline gelmiş büyük sermaye kuruluşlarının gazete ve televizyonları halkın ilgisini ne kadar siyaset madrabazlıkları, kanlı olaylar ve cinsel ilişki hikayeleri ile sulandırmaya çalışsa da, güneşi balçıkla sıvamak mümkün olmuyor. Türk halkı canına kastedenin kim olduğunu biliyor. NATO’nun artık bu millete destek olan bir silah gücü değil, ona ihanet eden eski müttefiki Amerika’nın arkadan sırtına sapladığı bir hançer olduğunu her an acı içinde hissediyor. Bu acıya, dökülen kanlara, yıkılan yuvalara, yanan ormanlara son vermenin öncelikli şartı Türk silahlı kuvvetlerinin NATO’dan ayrılmasıdır. Her biri ayrı zehirli akrebe dönüşen Amerikan askeri personelinden temizlenmeden bu ülkenin huzur bulması, yaşamını kendi iradesi doğrultusunda sürdürebilmesi mümkün değildir. Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasını istemeyenlerin vatan sevgisi uğruna böyle davrandıklarına hiç inanmıyorum.

Halit REFİĞ, 23 Ağustos 2006
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x