
Türkiye’de adeta klişe haline gelmiş bir kanaat vardır. “Olmuş bütün darbe ve darbe girişimlerinin arkasında Amerika vardır.” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşımdır bu. Darbe pratiklerinin geçmişine baktığımızda pek de haksız bir bakış sayılamaz.
Gerçekten de 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat “Amerikancı” kategorideki girişimlerdir. (28 Şubat’ta ilaveten İsrail faktörünü de katın!.) Burada yapanların “Niyeti” önemli değildir. Önemli olan kırılmanın yol açtığı siyasi sonuçlardır. Peki, bu sınıflamaya göre 27 Mayıs’ı nereye koyacağız? Bana göre, 27 Mayıs’ın “Amerikancı” sayılması mümkün değildir. 27 Mayıs belki doğrudan ABD’ne karşı değil ama ona “Rağmen” yapılmıştır.
Bununla birlikte 27 Mayıs “Homojen” de sayılamaz. Zamanla MBK’ne doğan ikilikte bu tarz bir çatışmanın izlerini görmek mümkündür. “İhtilalin kudretli albayı” diye bilinen ve ABD’de “Özel Harp” eğitimi alan Alparslan Türkeş, soğuk savaşçı çizgiye yani ABD’ne daha yakın bir isimdir. Nitekim onun çevresinde kümelenen “14’ler” sürgüne yollanmışlardır. Bu, bir tasfiye hareketidir. Ardından daha çok “Avrupai” tarzda demokrasiye geçilmiş, ama hukuki elbise ekonomik yapıya bol geldiği için ABD “Ben daha iyi terzilik yaparım” deyip devreye girmiştir.
Şu nokta iyi anlaşılmalıdır; dönemin bir karakteristiği olarak “Amerikancı darbeler” asla özgürlükleri geliştirmemişler, tersine kısıtlayan önlemlere gitmişlerdir. Oysa 27 Mayıs sonrasında ilk defa geniş özgürlüklere sahip bir “Anayasa” ve ortam doğmuştur. 27 Mayıs sonrası solun yükselişi bu sayededir. 12 Mart ve 12 Eylül ise bunu budamak için yapılmıştır. O yüzdendir ki 12 Mart Muhtırası’nın öncesinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmenin önüne geçti” demiştir.
27 Mayıs sonrası Türkiye o zamanki adı “Ortak Pazar” olan “AB macerası” na dahil olmuştur. İmzayı atan İnönü Hükümeti’dir. Ünlü “Johnsonn Mektubu”na “Başka bir dünya kurulur, biz de orada yerimizi alırız” diye rest çeken gene İnönü’dür. 27 Mayıs sonrası oluşturulan tüm kurumlar aynı anlayışa uygun şekillendirilmiştir. Türkiye’de ilk defa “Sol” kelimesi umacı olmaktan 27 Mayıs sonrası çıkmıştır. (İnönü de “Biz ortanın solundayız” demiştir.) Bütüne baktığımızda 27 Mayıs sonrası sürecin ABD’nin “Anti-komünist, sert konsepti”ne uymadığı görülecektir. ABD bunun rövanşını 12 Mart’la almıştır. 12 Mart’taki “Solcu avı” ve hatta Denizlerin idamı Amerikan çizgisine gayet uygundur.
Buna karşılık eğer gerçekleşseydi 9 Mart “Anti-Amerikan” karakterde, daha çok “Baasçı İhtilal modeli”ni andırır seyredecekti. ABD buna 12 Mart’la cevap vermiştir. 9 Mart’a karşı olan ABD, 12 Mart’ı desteklemiştir. Demek ki ABD, “Darbelere karşı” değil “Kendisine karşı” darbelere karşıdır. (O yüzden belki de “CIA’nın desteklemediği hiçbir darbe başarılı olamaz” kanaati bilinçli olarak yayılmıştır!) Nitekim “Kendi inisiyatifi dışında darbeler olabileceği” riskini fark eden ABD, hemen ertesinde gereken “Önlemler”ini almıştır!
Buradan belki de ilginç bir “Yasa” çıkmaktadır. Hiyerarşik zincir dışında ya da bu zincirde zedelenme yaratan alt kademe subay hareketleri (Ki, 27 Mayıs öyledir) tabiatı icabı “Amerikancı” olmamaktadır.
Buna karşılık hiyerarşik,
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının bir şekilde işin içinde olduğu hareketler ise “Amerikancılık”ta buluşmaktadır. Enteresan!..
Atilla AKAR, 27 Mayıs 2012