
30 Ağustos bir zaferin yıldönümüdür.
İşgal edilmiş, yoksul bir ülke...
Tankı, topu yok!
Türk ulusal toplumu bu büyük zafer sonrası kuruldu ve bugünlere geldi.
Tarihimizin sayfalarında yer alan 30 Ağustos, ulusal tümlüğümüzün, birliğimizin, tam bağımsızlığımızın zaferidir.
30 Ağustos 1924 günü (ikinci yıldönümünde) Mustafa Kemal Atatürk, Dumlupınar’da zaferin gerçek anlamını içeren konuşmasında şöyle diyordu:
“.....Türk ulusunun burada elde ettiği zafer kadar kesin sonuç veren ve yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akış verecek kesin etkide bulunan başka bir meydan savaşı anımsamıyorum.”
Ulusal bağımsızlığımız, emperyalizme başkaldırımız bu zaferle perçinlenmiştir.
Sömürgeci düşmanı toplumsal tümlüğümüz ve birlikteliğimizle topraklarımızdan çıkardık 87 yıl önce...
86 yıl önce de yine bir 30 Ağustos sabahı şöyle dedi Mustafa Kemal:
“.... Efendiler, artık yurt bayındırlık istiyor; varsıllık ve gönenç istiyor. Bilim ve beceri, yüksek uygarlık, özgür düşünce ve özgür kafa istiyor.”
Atatürk’ün bu sözlerini bir yere yazın ve zaman zaman okuyun!
Özellikle, demokrasi ve özgürlük türküleri söyleyen dinciler, tarikatçılar ve Soros’un çocukları olan liboş tayfa Atatürk’ün bu sözlerini kafalarına kazısın.
İzmir’in Kordonboyu’nda, Karşıyaka’da, Göztepe’de, Karataş’ta konutların balkonlarında yaz kış asılı kalan Atatürk resimli ay yıldızlı bayrağımızı “ırkçılık” olarak gören zibidiler de bir yerlerine yazsın.
***
İnsanlık tarihine baktığımızda iki önemli devrim vardır: Tarım ve Sanayi Devrimi...
Mustafa Kemal, Devlet Üretme Çiftliklerini, Etibank ve Sümerbank’ı kurarak bunları gerçekleştirdi.
O bir devrimciydi!
1923 devrimi çalkantılarında 14 yıl hapis yatan Nâzım Hikmet’in, Anadolu’nun var oluşunu, Kurtuluş Savaşı Destanı’nı neden yazmıştır?
Nâzım Hikmet 30 Ağustos’a doğru Mustafa Kemal’i şu dizelerle anlatırken sorunun yanıtı Atatürk sevgisi:
“....O, saati sordu
Paşalar ‘üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu. Mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı...”
1923 Devrimi’nin karşıtları “resmi tarih”ten söz ederler...
Peki, Nâzım’ın destanı da mı “resmi tarih”tir.
Yaşamları boyunca Kocatepe’yi ve Dumlupınar’ı görmeyenler için Büyük Taarruz’la 9 Eylül’de İzmir’de noktalanması da “resmi tarih”tir.
İşte o nedenle Atatürk resimli ay yıldızlı bayrağımızın İzmir’de konutlarda yaz kış dalgalanmasını içlerine sinderemezler.
Nâzım’ın dizeleri bende Homeros destanını çağrıştırır zaman zaman...
Destan öyle kolay kolay yazılmaz...
İnsanlık tarihimizde kaç destan var söyler misiniz?
Nâzım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı okuyorum bugünlerde yeniden...
Destan’ın kaynağı tarihtir...
Troya savaşı yalan, Kurtuluş Savaşı uydurma, resmi tarih...
Demek, Homeros da yalancı, Nâzım da...
***
Türkiye’nin “yol haritası”nı Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1924’te çizmiş:
“Üniter devlet-ulus devlet... Demokrasi ve özgürlük!”
Yakın tarihimizi bilmeyen kimi sözde bilim insanları televizyon ekranlarında konuşuyor:
“Üniter devlet-ulus devlet 19. yüzyılda kaldı. Artık dünya küreselleşti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Tahkim var bugün. Türkiye bu kafayla giderse Avrupa’da bile futbol maçı oynayamaz.”
Cehaletin böylesi görülmüş değil!
Büyük zafer kutlu olsun!
Ne diyordu Fazıl Hüsnü Dağlarca:
“Bu ulus kocaman bir şiirdir.”
O kocaman şiiri kimse bölüp parçalayamayacak; dağlarımızı, ovalarımızı, koylarımızı, tarım alanlarını yabancılara peşkeş çekseler de amaçlarına ulaşamayacaklar.
Hikmet ÇETİNKAYA, 30 Ağustos 2009