Açılımın Şifreleri -4- / Arslan BULUT

Açılımın Şifreleri -4- / Arslan BULUT

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Oca 01, 2010 14:57

AÇILIMIN ŞİFRELERİ -4-

Yıl 1997: ABD açılım için cesur bir siyasetçi arıyor

Amerikan gizli servisi CIA’nın, AKP açılımıyla birebir örtüşen bir raporu 12 yıl önce hazırladığı ortaya çıktı. Rapor, Graham Fuller ve Prof. Henri Barkey’in imzasını taşıyor. Yıl 1997.

Yer Pentagon. Barkey ve Fuller raporu masada: “Asker açılımı destekliyor. Cesur bir siyasetçi bulmamız gerekiyor!”

Raporda “Çözüm, sorumluluk almak istemeyen siyasilerin tutumundan dolayı gecikiyor. ‘Önce terör bitsin, sonra reform’ yaklaşımı hatalı. Kürtler TBMM’de temsil edilmeli ve ’ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi “önlemler alınmalı” deniliyor. Apo da Hasan Cemal’e aynısını söylemişti!

15 Ağustos 2009 tarihli Yeniçağ gazetesinde Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın, “ABD açılım için Ankara’ya da PKK’ya da baskı yapıyor” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Manşette ise Mustafa Duran’ın “CIA planında şok tespit” başlıklı haberi yer alıyordu:

“Yıl 1997. Yer Pentagon. Barkey ve Fuller raporu masada: Asker açılımı destekliyor. Cesur bir siyasetçi bulmamız gerekiyor!..

Amerikan gizli servisi CIA’nın, AKP açılımıyla birebir örtüşen bir raporu 12 yıl önce hazırladığı ortaya çıktı. Rapor, SSCB’ye karşı oluşturulan ’Yeşil Kuşak’ projesinin de fikir babası olan Orta Doğu Şefi Graham Fuller ve Türkiye uzmanı Prof. Henri Barkey’in imzasını taşıyor.

Sözde Kürt sorununun çözümüne dair ilginç tespitler içeren raporda şok ifadeler yer alıyor. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Abramowitz’in isteğiyle hazırlanan rapor, askerin ’açılım’a sıcak baktığını ancak ’cesur bir siyasi lider gerektiği’ tespitini yapıyor. İşte rapordan çarpıcı satır başları:

RP lideri Erbakan Kürtler’in Müslüman kimliğine hitap etti ve şiddeti reddeden bazı dinci Kürt milliyetçilerini partisinde topladı. Ancak bunlar PKK’yı tercih eden laik Kürtler gibi... RP tam bir seçenek değil.

Kürtler hem geleneksel partiler, hem de kendi partileri aracılığıyla TBMM’de seslerini duyurma çabalarında başarılı olamıyor. Türkiye Cumhuriyeti yasaları ’bölücülük’damgası vurarak tüm girişimleri engelliyor. Devlet kendini reformlarla yenileyerek Kürt sorununu çözebilir.

Sivil politik liderler çok zayıf. Türkiye’de bu sorunu askeri olmayan yöntemle çözme cesaretini gösterecek lider yok. (O tarihte siyasi lider olmayan Erdoğan, şimdi tek başına meydan okuyor.)

Çoğu çevrede ileri sürüldüğünün aksine, sorunun çözümünü asker engellemiyor. Çözüm, sorumluluk almak istemeyen siyasilerin tutumundan dolayı gecikiyor. ’Önce terör bitsin, sonra reform’ yaklaşımı hatalı. Kürtler TBMM’de temsil edilmeli ve ’ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi’ önlemler alınmalı.”

ABD, kukla bir hükümet istiyor

Görüldüğü gibi 1997’de hazırlanan Barkey-Fuller raporundaki görüşlerle, Abdullah Öcalan’ın 1993’te Hasan Cemal’e anlattıkları hemen hemen aynıdır!

ABD, Türkiye’de istediği iktidarı kurabilmek için Kemal Derviş üzerinden DSP’yi böldü, MHP’yi de bölmekle tehdit ederken Devlet Bahçeli seçim kararı aldı. Derviş’in istediği zaten buydu. MSP-Refah-Fazilet Partisi çizgisinin önemli adamlarından Şevket Kazan’a göre Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, hep Amerikan merkezlerine gitmişlerdi. Görüştükleri kişilerin geçmişinde mutlaka CIA damgası vardı. Dünyayı küreselleştirdiklerini iddia edenler, bütün ulus devletleri, etnik ve dini farklılıklarına göre parçalayarak eski Yunan siteleri gibi şehir devletlerine bölmeyi ve tek merkezden yönetmeyi plâna programa bağlamış durumdaydı. Erdoğan, kendisine gizli bir memorandumla bildirilen bu küresel planı kabul ettiğini, bu memorandumu parti programı yaparak ortaya koyuyordu. Dünyayı yönetmeye soyunmuş İslam düşmanı Neocon tarikatı, Kuzey Irak ve Güneydoğu Türkiye’de bir kukla devlet kurmak için önce Türkiye’de kendileriyle uyumlu bir hükümet oluşturmak planını uygulamaya çabalıyordu. Kurmak istedikleri hükümetin birinci vazifesi, AB dayatmalarının hepsini kabul etmekti!

Tansu Çiller’in, “ABD Irak’a girdiğinde benim başbakan olmam lazım” demesi durumun vahametini gösteriyordu. AB ve ABD, Türkiye’de kukla hükümet istiyor, Türkiye’deki siyasiler de sıraya girmiş, “Ben olayım, ben olayım” diyordu. Türkiye bir yol ayırımına gelmişti.

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yi “Ermeni soykırımını kabul etmeye, Kıbrıs’taki işgale son vermeye ve Kürt azınlığa kendi dilinde eğitim öğretim veya yayın gibi hakları vermeye” davet etmesi hep aynı amaca hizmet eden zorlamalardı. Türkiye’ye karşı geniş bir cephe açılmıştı. Türkiye halkı etnik ve dini ayrışıma tabi tutulmak istenmekteydi. Türk toplumunun asli unsuru olan Kürtler ve Aleviler’in azınlık gibi gösterilmek istenmesinin başka ne sebebi olabilirdi? Bu dayatmalar, gerçek bir “kuşatma”nın ilk uygulamalarıydı.

İç savaş planları

Hedef, Lozan’ı yıpratıp Sevr şartlarını kabul ettirmekti..

Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın da tespit ettiği gibi, “Türkiye’nin AB’ye 25 yıl sonra da olsa girebilmesi için dayatılan üç önemli nokta vardı. Birincisi etnik gruplara önce kültürel daha sonra politik özerkliği veya federal bir yapıyı kabul etmesidir. İkincisi, devletin bu süreci durdurması halinde veya Türk vatandaşlarının devletlerini kaybettiklerine inanmalarından dolayı tepki göstermeleri durumunda ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesi ve parçalanmasıdır. Üçüncüsü, bir iç savaştan sonra devletin yeniden şekillendirilmesi ile federal bir Türkiye’nin kurulmasıdır. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir milli devlet, hatta bir devlet olarak varlığını sürdürebilmesi, akla değil tutkuya dayanan AB’ye tam üye olma politikasını tamamen terk ederek, AB-Türkiye ilişkilerini gerçekçi bir zeminde yeniden tanımlamasına bağlıydı.”

Dayatmalar, tıpkı İstiklal Savaşı sırasındaki gibiydi. Türkiye’de Ermenistan ve Kürdistan diye iki devlet kurulmasını da öngören ve Sevr’de Osmanlı’ya kabul ettirilen Wilson prensiplerini, şimdiki ABD ve AB yönetimi ele almış, gereğini yapıyordu. O zaman kuramadıkları Kürdistan’ın temelini, Barzani ve Talabani ile birlikte attılar.

Uyum yasaları içinde yer alan vakıflarla ilgili düzenleme, azınlık vakıflarına Türkiye’de yeni gayrımenkul edinebilme hakkı tanıyordu. Yabancı vakıflar da Türkiye’de serbestçe faaliyet gösterebileceklerdi.

Bu iki girişim, Wilson prensiplerini yerine getirebilmenin alt yapısını oluşturmaya dönüktü.

Tarih Vakfı’nın Rockefeller Vakfı desteğiyle, Türkiye’de Osmanlı dönemine ait azınlık tapularını araştırması, eş zamanlı olarak Amerika’daki Ermeniler’in Türkiye’de atalarının sahip olduğu topraklar adına dava açmaları ve sigorta şirketlerinin kazanılan yüz binlerce davada söz konusu tazminatları sigorta etmesinin anlamı buydu.

Türkiye’yi PKK ile masaya oturtmak

Kürdistan’ı esas olarak İsrail istiyordu. Kürdistan’ın kurulması ve Irak’a müdahale sırasında bölgenin karışması, GAP bölgesinin de yeni devlete dahil edilmesi planlanıyordu. Asıl hedef, Büyük İsrail’di...

Nevzat Erkeskin’e göre Yapılmak istenen, ABD ve AB tarafından desteklenen ve son zamanlarda tırmanış gösteren PKK terörü baskısıyla Türk Devletini PKK ile masaya oturtmaktı.

Masaya oturduktan sonra federasyon konuşulacak, (mahalli idareler yasasını hatırlayalım), daha sonra da Irak’ın kuzeyindeki oluşumla Türkiye içinde oluşturulan federasyon birleşerek denize de açılma imkânı olan bir Kürt devleti kurulacaktı. Böylece Misakı Milli hudutları parçalanan Türkiye de kısa süre içinde, bölgelere bölünerek parçalanacaktı!

Erdoğan-Öcalan söylem paralelliği!

Erdoğan, kabul ettiği vatandaşlara, ”Kürt sorunu ya da daha pek çok başka sorun, bizim için demokratikleşme sorunudur. Hepsi, büyük demokratikleşme şemsiyesi altında, demokratik cumhuriyet prensipleri içerisinde ve Anayasal düzen dairesinde ele alınmalıdır“ diyordu.

Öcalan da İmralı savunmasında ”demokratik cumhuriyet“ demişti ve hâlâ da öyle diyordu. O da demokratikleşme sorunundan bahsediyordu.

Nitekim Öcalan ”Başbakan’ın açıklamalarını olumlu buluyorum. Başbakan’ın kullandığı kavramları daha önce ben kullanmıştım, bu kavramlar bana aittir“ diyecekti.

Öcalan, Erdoğan’ın alt kimlik-üst kimlik tartışmasını da çok beğenmiş olacak ki, ”Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını, anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz. Alt kültürel kimliklerinin önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz“ diyordu artık.

Demokratik konfederalizm

Öcalan 2004 yılında, farklı tarihlerde, avukatlarına şu notları yazdırmıştı:

    - (...) Ulus-devleti biliyorsunuz Fransa yarattı. ABD ulus -devlet yapılanmasını aştı. AB ile Avrupa aşıyor. Irak’taki korkunç durum, yarın Suriye’de, İran’da, Türkiye’de başlayacak. Devlet adına bunu karşılayacak bir yapı da yok.

    - Türkiye demokratik konfederalizmi diyorum. Bölgeleri Türkiye içinde öneriyorum. İzmir demokratik konfederalizmi olabilir. Trakya olabilir. Karadeniz’in yerel özellikleri var. Antalya kendisi için özel statü istiyor. Eğer bu uygulanırsa Çin’in yaptığı gibi Türkiye de şaha kalkabilir.

    - Ortadoğu kaosunda Türk-Kürt ortaklaşa demokratikleşmesine dayalı bir çıkışın en az tarihteki benzer stratejik çıkışlar kadar bir anlamı vardır. Bunu görmemek ve uygulamamak için ya halk düşmanı ya da vatan haini olmak gerekir.

    - Kürt sorununun uzatılması, çatışmalı bir konumdan düşürülmemesi ve olası yeni bir savaş sürecine sokulması, Türkleri Anadolu’da bin yıldır yaşatan stratejinin ana direklerinden birinin tamamen yıkılması olacaktır. Bunu görmemek için, tekrarlıyorum, ya vatan haini ya halk düşmanı olmak gerekir.

    - “Türkiye’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” demek yanlış. Mustafa Kemal’de bu yok. Halkı Türkleştirmeye çalışmıyor. “Ne Mutlu Türküm Diyene” derken söylediği, Türkmenler, Yörükler vb. grupların kendi Türklüklerini ifade etmelerini sağlamak içindir. Bunu ne Araplar ne de Kürtler için söyledi. (Öcalan bu iddiasına herhalde kendisi de inanmıyordur. Çünkü Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denilir” diyerek ulus devleti kurmuştu.) Gönüllü kendini Türk hissetmeye karşı değilim. Kültürel kimliklere dayalı, bunu tanıyan bir ulus reformu öneriyorum. Vatandaşlık kültürel kimlikleri kabul eden, kendi kültürel varlıklarına dayalı ulus vatandaşlığıdır. Herkesi zorla Türk saymak yerine, Türkiyeli ya da Türkiye ulusu vatandaşı. Amerika’da da böyledir. (...) Türkiyeli ulus kimliği, üst ulus kimliğidir. Hepimizi bağlayan bir Türkiyeli ulus kimliği ancak böyle yaratılabilir. (...)

    - Mustafa Kemal “Türk Devleti” kavramını kullanmadı. O dönem “Paşam, Türk Cumhuriyeti diyelim” diyenlere “Hayır, Türkiye Cumhuriyeti diyeceğiz” demiştir. Biz nasıl Türkiye Büyük Millet Meclisi diyorsak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti diyorsak, Türkiye Ulusu da deriz. Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti olacak” diyor. Daha sonra 1930’larda Mahmut Esat Bozkurt gibilerle bu Türklük şeyi gelişti. (...)

Bu sözler Öcalan’a ait ve Atatürk’ün ulus devlet anlayışı ile ilgili sözleri kesinlikle doğru değil ama yazının girişine bakmamış olsaydınız, ulus kimliği ile ilgili cümleleri Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından alıntı da zannedebilirdiniz. Açıkça görüldüğü gibi alt Türk kimliği yerine Türkiye kimliği yerleştirmek gibi konularda Tayyip Erdoğan, tıpatıp Abdullah Öcalan’ın görüşlerini savunmuştur.

YARIN: MİT müsteşarı devrede: “Ulus devletlerin sonu geldi”


Arslan BULUT / YENİÇAĞ, 31 Aralık 2009
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Açılımın Şifreleri - Arslan BULUT

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x