AKP’nin Bilinçaltı Şifreleri / Hatay DEVRİM

AKP’nin Bilinçaltı Şifreleri / Hatay DEVRİM

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Şub 28, 2011 23:23

AKP’nin Bilinçaltı Şifreleri

Demokrasi, Yunan sitelerindeki “doğrudan” biçimi bir tarafa bırakılırsa, temsili sistemde siyasetin temel konusu haline gelmiştir. 2000–2500 yıl önceki sitelerde nüfusun yalnızca yüzde onuna hitap eden ve yabancılar ve köleler dışındaki aristokratların kısmen gevezelik yeri olan Atina usulü demokrasi yalnızca ismini vermiştir parlamenter rejimlere.

Fransız Devrimi, sınıfların, aynı meclis içinde temsilini ve küçük burjuvazinin devrimci karakteristiğiyle önderlik ettiği bir gerçek demokrasi mücadelesini tarihe kazımıştır. Üreten sınıflar, aristokrasiye ve din adamlarına karşı meclis içinde, yani parlamenter sistem yoluyla, daha açık ifadesiyle “temsili demokrasiyi” işleterek mücadele etmiştir.

Demokrasi Demagojisini Deşifre Etmek


Bu özet dahi göstermektedir ki demokrasi, özünde, sınıflar arası mücadelenin aracı sistemidir. Oysa AKP ve AKP’nin tapındığı emperyalizmin öğretisi, yalnızca etnik haklara indirgenmiş yalıtılmış bir demokrasiyi bağıra çağıra dayatmaktadır. Böl-parçala yönet politikası artık demokrasiyi kendisine baston ederek işlemektedir.

Yeni demokrasi öğretisinin herhangi bir yerinde emekçilerin sınıfsal haklarından ve eşitliğin ekonomikçesinden hiç bahsedilmemektedir. Tam tersine üretenlerin haklarının her geçen gün daha fazla kısıtlandığı, sosyal güvencelerin törpülendiği bir sisteme dönüşmektedir siyasal yapı… Her şey şeklidir-görseldir. Demokrasinin içeriği acınacak bir haldedir: Terim, her ağzına gelenin söylediği, demokrasi düşmanlarının bile gömlek değiştirmek için sarıldığı bir siyasi çatı haline dönüşmüştür. Oysa Hitler bile, bu siyasi kepazelerden söz konusu “demokrasi” olduğunda kuşkusuz daha namuslu görünmektedir. Adam faşisttir ve demokrasiyi faşistliğine hiçbir perdelemede bulunmadan kullanarak atıvermiştir. Şimdi tam tersine günümüzün faşistliği gizlidir ve düşman, dostça bir maskeyle dolaşır olmuştur.

Hitler Demişken…

Söz Hitler’den açılmışken, CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP’nin siyasi biçimini ve RTE’nin tarzını Nazilere benzetmişti. RTE de bunun üzerine İsmet Paşa’yı Hitler’e benzetti.
Tarih, ne zaman yalan söylemiş ki: Hitler, çoğulcu bir parlamenter rejimde gücü eline geçirerek demokrasiyi ve parlamentoyu ortadan kaldırdı ve kendini mutlak hakim ilan etti. Ardından akan kanı herkes biliyor… Dönelim İsmet Paşa’ya; tek parti iktidarından çok partili rejime kendi insiyatifiyle geçti ve demokratik seçimler sonucunda iktidardan ayrılıp muhalefet görevini yürüttü. Tarihte böyle bir görevi üstlenen ne Cumhuriyet Halk Partisi gibi bir parti ne de İsmet Paşa gibi bir lider vardır. Bundan sonra da olmayacaktır…

RTE, bu gerçeği bilmiyor olabilir mi. Eğer bilmiyorsa böylesi bir cehaletin devletin başında ne işi var. Yok, eğer biliyorsa herkesin gözünün içine baka baka yalan söylemesini-iftira atmasını nasıl yorumlayacağız. Manipülasyonu, hitap ettiği kitle üzerindeki etkisini korumanın bir yolu olarak defalarca kullanmış olan bir siyasetçinin, demagojik söylemleri bize demokrasiyi değil, demagogların akıttığı kanları hatırlatmaktadır.

RTE, Hitler’e benzettiği kişi sayesinde bugün başbakanlık koltuğunda oturmaktadır. Bu ne biçim bir karaçalmadır…

Faşistlerin en çok kullandığı yöntemdir demagoji… Hitler, en büyük demagoglardandı… RTE’nin demagoji yapmadığını kim söyleyebilir…

Tabuların Koruduğu Bir Siyaset

Bugün, AKP iktidarında, bilinçli bir fetiş yaratımı gerçekleşmiştir: Fetişi yaratanlar ile fetişe tapanlar arasında tek fark var; “kandırma ile iman etme” arasındaki fark, yani, etken-edilgen irade farkı.

Siyasi iradeye “tabi” olma fetişi, geçmiş zaman içersindeki faşist rejimlerin retoriğinde sıkça raslanagelen bir olgudur; faşist rejimlerde de geniş kitleler “olmayan bir şeye” değer yüklemiş, tapınma, bir amblem ve birkaç söylem içinde gidip gelmiş ve duruma yönelik eleştiri tabusal nitelikte men edilmiştir. Her fetişist tapınmada olduğu gibi burada da bireysel bir utanca gizlenmiş olan mahremiyet, kalabalık içersinde kendisini kontrolsüzce ortaya çıkartabilmektedir. Kendisiyle aynı fetişe tapanlar içinde olduğunu görmek, bireyin yalnız dünyasındaki utangaç edadan, kitlenin içindeki güç ilişkisine dönüşmektedir: Pervasızlık, tüm ahlaki değerleri başkalaştıran ve yeniden kendine göre tanımlayarak ortaya çıkaran bir anlayışı dayatmaktadır.

Tapınılana sığınanlar ile karşısına dikilenler ayrılır: Direnenlere karşı mücadele “korku” üzerinden yürütülür. Bu korku da ikiye ayrılır: Birincisi, bir nesne veya olgudan korkmaktır, ikincisi ise korktuğu şeyden kaçarken sığındığı otoriteden yaşadığı korkudur. Birinci tip korkuda kaçış, ikincisinde sığınma gayreti göze çarpar. Kaçışı yaratan korku ise “güvenlik ararken bazı şeylerden vazgeçmek gerektiği” mesajının alındığı korkudur. Sığınma gereksinimi yaratan korku, güvensizliğin, ne yapacağını bilmez durumda olmanın, kendisini ve ailesini koruma ihtiyacını ortaya çıkarır. Sığınma eylemi, “suça ortaklaşmanın” mantığa büründüğü ve “başka bir dünyanın var olmadığı” seçeneksizliğini kabul etme sürecini hızlandırır.

Siyasi iradeye tapınmadaki temel kısır döngü, seçeneksizliğin kanıksanmasında yatmaktadır: Bir başka dünyanın mümkün olmadığına duyulan kör inanç, bu içselleştirmenin temel nedenidir.

Suç ortaklığı kurarak, temiz kalmış bakir alanların kirletilmesini kitleselleştiren günümüz siyasal iktidarının gerçek yüzü, eriyen makyajının ardından sinsice sırıtmaktadır. Suça ortak olanlar, genel yasa gereği, suça sahip çıkmaktadır; kirlilik ve kirlenmişlik yaygınlaşmaktadır. Artık “çalmak, hırsızlık yapmak” meşru ve olağan bir olgu olarak kabul edilmektedir; çalmayanlara “garip” gözüyle bakılır olmuştur.

İnsanoğlunun Geçmiş Zaman İnançlarından Bir Benzetme…

Tüm bu yaratılan fetiş, eleştirilerin önüne çekilen engeller, yandaş yaratmak için sarfedilen çaba ve tabulara- tabuları temsil eden insanlara tapınma ve benzeri ritüeller, bize, demokrasiyi ve demokrasinin barındırdığı siyasi anlamları değil faşizmi hatırlatmaktadır.

AKP’nin gizli gündemle hareket ettiğine dair elde çok veri var. Geçmişlerindeki “milli görüşçü” düşüncelerine göre de demokrasi bir araçtı; bir trene binecekler ve istedikleri durağa geldiklerinde ineceklerdi. Kısmen anlaşılabilirdi söyledikleri. Ama şimdi öyle mi ya; demokrasiyi bir “yeme” rejimine dönüştürdüler. “Damadın” holdinginin ihaleler aldığı, ülkenin en büyük altın şirketine “kızın” ortak olduğu, gemicikleri olan “oğullarla” birlikte iktidar paylaşılmaktadır. Bu, yalnızca, bakanların başındakinin kısacık siyasi rant hikayesidir. Gerisine değinmek için bizim satırlarımız yetmez. “AK ile Ye” arasındaki ilişkiyi siyasallaştıran süreç yönetimle mide arasındaki bağlantıyı “yandaşlık” ilişkilerinde biçimlendirdi. Yemek, başkalarının haklarını da içerir durumda artık… İlkel toplumlardan kalma bir inanışa göre, “insan, ne yerse, yediği şeye dönüşmektedir.” Bugün boğazlarından helal lokma geçmeden “yiyen” insanların neye dönüştüklerini varın siz düşünün…


Hatay DEVRİM, 27 Şubat 2011
hataydevrim@hotmail.com
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 6 konuk

x