
Atatürk’ün Türk’ü tanımlaması:
“Bu memleket; dünyanın beklemediği, asla ümit (umut) etmediği müstesna mevcudiyetinin yüksek tecellisine (ayrıcalıklı bir varoluşa) sahne oldu. Bu sahne en aşağı (en az) yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın (doğanın) rüzgârlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı. Onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu; tabiat oldu, yıldırım oldu, güneş oldu. Türk oldu!
Türk budur! Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!”

Renk Deyip Geçme
Olay 2 Eylül 1922 Pazartesi günü geçer. Mustafa Kemal, Uşak’ta bir milletvekilinin evine gelir. Evin yüzü mavili beyazlı boyalıdır. Sorar:
“Bu renk de ne?” Cevap verirler:
“Düşman boyadı.”
“Hemen silin!”
Türk Askeri

Atatürk bir sohbette anlatır:
Olay, Atatürk Yıldırım Orduları Komutanı iken geçiyor. Liman Von Sanders askerimizi teftişe gelmiş. Askerlerin arasındaki hastaneden yeni çıkmış hasta bir askeri farkeden Alman komutan, “Böyle adamları ne diye buraya gönderdiler?” diyerek askerimizi göğsünden iter. Mehmetçik yere yuvarlanır.
Bunun üzerine Alman kumandan şişinir, askeri küçümser sözler eder.
Hemen Atatürk, askerin yanına gider:
“Ne kof şeymişsin sen. Dikkat etsene, seni yere yuvarlayan bizden değildi. Ne diye karşı koymadın? Şimdi tekrar yanına gelirse sıkı dur, gücün yetiyorsa bir kakma da sen ona vur.” der. Sonra Alman generaline döner:
“Sizin güçsüz sandığınız er boş bulunduğu için yere yıkılmış. Türk askeri amiri karşısında dünyanın en uysal insanı olur. Kendisine söyledim. “Hele gelsin, bak bir daha beni yere yıkabilir mi? diyor.”der.
Komutan askerlerle şakalaşmayı severmiş. Gülerek askerin yanına bir daha gider. Daha eliyle dokunur dokunmaz, o güçsüz Mehmet’ten göğsüne öyle bir kakma yer ki birden sırtüsü yere yuvarlanır…
Bunları anlatan Atatürk çevresindekilere son sözü söyler:
“İşte Türk askeri budur!”
Spor Nedir?
Atatürk anlatır:
Bir sohbette Atatürk sporcunun birine spor nedir diye sorar. Aldığı cevabı beğenmez, savaşta geçen bir anısıyla spor nedir sorusuna unutulmaz bir cevap verir.
Atatürk Arıburnu kumandanı iken ateş hattında yaşanmış bu olay. Birbirine yakın hatlar arasında dolaşan keşif kolundan bir Türk ve bir İngiliz keşşaf gece karanlığında burun buruna gelirler, ellerindeki uzun silahları birbirlerine doğrultamayacak kadar yakındaymışlar. Bu yüzden silahlarını atıp birbirlerini boğazlamak için elleriyle öne atılırlar.
İngiliz yumruklarını sıkmış, boks yapar gibi yumruklarını Türk askerinin göğsüne kalbine vurmaya başlamış. Bu boks denilen sporu bilmeyen Türk askeri kalbine madden, ruhuna mânen inen darbelerin etkisiyle iki eliyle İngilizin boğazına sarılmış, vargücüyle sıkmaya başlamış. Sonunda düşman askerinin yumrukları çözülmüş, teslim olmuş.
Türk askeri esirini sürükleyerek Atatürk’ün yanına getirmiş. Atatürk düşman askerine sorar:
“Ne için buralara kadar geldin?”
“Spor için.”
Atatürk bizim askere sorar:
“Nasıl oldu?” Asker, İngiliz’in dediği spor sözünden bir şey anlamadığı için:
“Bilmiyorum.” der. Atatürk İngiliz esire sorar:
“Sen sportmen misin?”
“Evet, çok iyi sporcuyum.”
“Bizim askeri nasıl buldun?”
“Spor bilmiyor.”

Atatürk, Türk askerine döner:
“ Senin için spor bilmiyor, cahildir, dedi.”
Türk askeri, başta dediğini yineler:
“ Huzurunuza getirdim efendim.”
Bu olayı anlatan Atatürk , spor nedir, şöyle açıklar:
“Spor, vatanın, milletin âli menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hâdimlerinin huzuruna getirebilmek kabiliyeti maddiye ve mâneviyesidir.”
Bir Gün Gidecekler
Memleketin esir alındığı, düşmanın vatanı işgal günlerinde, Anadolu’ya geçmeden önce Mustafa Kemal Tokatlıyan Oteli’ne yemeğe gider. Her zaman oturduğu masaya oturur, yemeğini ısmarlar.

Pilav, fasulye, şişkebap, elma kompostosu.
Şef garson Kerabet’in suratı asıktır. Atatürk neden dertli olduğunu sorar:
“Düşmanı düşünüyorum, “ cevabını alır. Atatürk:
“ Düşünme! Ötekiler de, düşmanlar da buradan gidecekler!” “Geldikleri gibi gidecekler!”
Aradan yıllar geçer. Memleket kurtulmuş, düşman kovulmuş, herkes sevinç içindedir. Atatürk zaferden sonra ilk kez İstanbul’dadır.
Yine aynı yerde yemektedir. Kerabet’i çağırır:
“En son geldiğimde nerede oturmuştum?”
“Yine bu masada Paşam.”
“Sana ne demiştim?”
“Bir gün memleketteki ecnebiler (yabancılar) gidecek demiştiniz. “İşgalciler geldikleri gibi gidecekler!”
“Ne yemiştim o gün?”
“Fasulye, şişkebap, elma kompostosu.“ Atatürk garsonun unuttuğunu tamamlıyor:
“Unuttun, bir de pilav!..”
Şehit Olan Memleket Evlâdının Yetiminin Hakkı
Cumhuriyetin ilk yılları. Çankaya köşkünde inşaat var. Atatürk üç odalı bir binada geçici olarak kalıyor. Atatürk’ün en yakınında olan kişilerden biri olan Hasan Rıza Soyak anlatıyor.
Rıza Soyak bir akşam Atatürk’ü ziyarete gidiyor. Hava yağmurlu. Atatürk’ün kaldığı binanın damı akıyor. Odanın birkaç yerine leğenler konmuş. Atatürk masasında çalışıyor. Rıza Soyak getirdiği evrakları veriyor, çalışmaya devam ediyorlar. Evraklar arasında Mısır’dan bir paşadan mektup var. Mektupta Paşa San Remo’da Vahdettin’i gördüğünü, onunla görüştüğünü, Vahdettin’in Atatürk’ten övgüyle , saygıyla söz ettiğini belirtiyor, sonra konuya geliyor. Vahdettin’in sözlerinden , hal ve tavrından maddi sıkıntıda olduğunun anlaşıldığını, yardıma ihtiyacı bulunduğunu bildiriyor, Atatürk’ten Vahdettin’e yardım etmesini rica ediyor.
Mektup okunurken Atatürk başını pencereye çevirmiş, dikkatle dinliyor. Arada göğüs geçiriyor. Mektup okunup bitince gözleri dolu dolu şunları söylüyor:

“ Gördün mü dünyanın halini çocuk, nerede o haşmet( görkem), nerede o azamet( ululuk), nerede o saltanat!.. Şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor. Hiçbir şeye güvenilmez. Bundan dolayı hayatta daima çok ölçülü olmak lâzımdır.”
Atatürk’ün bundan sonra söyledikleri bir devlet dersi:
“ Nasıl yardım edilebilir? Benim şahsi servetim yok. Devlet hazinesi de fakir. Memleketin en mâmur( bayındır) yerleri de bilhassa son hayat memat ( ölüm kalım) mücadelesinde harap oldu. Bu itibarla( nedenle), zengin de olsa, devlet hazinesinden yardıma hakkımız yok. Diğer taraftan, bahis mevzuu ( söz konusu) olan zatın (kişinin) hataları yüzünden, vatan ve hak müdafaası için boğuşmak mecburiyetinde kalarak şehit olan memleket evlâdının yetim bıraktığı yüzbinlerce devlet yardımına muhtaç insan var. Binaenaleyh ( bu yüzden), bu bahsi bırakalım çocuk…Yalnız mektubu bir vesika olarak sureti mahsusada (Özel Kalem) hıfzediniz( saklayınız).”
Tanrı Benim Dilimden de Anlar
Atatürk 1932 yılında Kayseri’ye gelir, orada bir açılış töreninde bulunur. Törende biri, bir imamı öne doğru iterek şöyle der:
“ Müsaade ederseniz, Hocaefendi dua etsin!
Atatürk’ün şöyle dediğini söylerler:
“ İstemez. Tanrı benim dilimden de anlar. “ Tanrıya anlamadığımız bir dille, ne dediğimizi bilmeden dua etmemiz şart mı?”

Türk Askerinin Yerine Neden Bu İmamı Koydunuz?
Aynı konuda Mahmut Esat Bozkurt’un anlattığı olay şöyledir:
Atatürk’le vekiller Hacıbayram camisine giderler. Camiden tekbirle çıkıp Meclis’e gelirler. Yanlarında bir de müezzin gelir, ezan okur. Tam Meclis’e girecekleri zaman sırmalı elbiseler giyinmiş bir imam yollarına dikilir:
“Dua etmeden girilmez!” der.
Atatürk:
“Bu yurt Mehmetçiğin süngüsüyle kurtarıldı ve bu Meclis onun gayretiyle kuruldu, yoksa senin duanla değil.” der, sonra Meclis Reisi’ne sorar:
“Türk askerinin yerine neden bu imamı koydunuz?”

Türk Milleti’ne Sevgim
Atatürk ‘e bir kadın yazar, bir yabancı gazetede küçültücü sözler yazmış. Bundan Atatürk’e söz etmişler.

Atatürk:
“Bana sokak çocuğu demiş. Ben pek küçük yaşta leyli (yatılı) bir talebe olarak mekteplere gittim. İdadî’den Harbiye’ye, oradan da orduya hizmete girdim. Sorarım size, benim sokaklarda oynamaya vaktim mi vardı?
Bana zalim diyormuş. Ben eğer ki bu vatana ihanet eden birkaç adamı mahkemeye vermişsem, kanun dairesinde bu adamlar cezalarını buldularsa, bu zalimlik midir? Benim onlara karşı sevgimden ziyade, Türk Milleti’ne sevgim büyüktür. Bu sebeple Türk Milleti’ne onların muzır ( zararlı) vücutlarını feda ettim.”
Gerçek Sevgi

Bir toplantıda Atatürk yaverine sorar:
“Ben ölürsem ne yaparsın?”
“Ben de ölürüm Paşam!”
Atatürk, bu cevabı beğenmez. Şunları söyler:
“ Eğer beni hakikaten (gerçekten) seviyorsan, yaşamalısın ve benim telkin ettiğim ideallerin benden sonra da gerçekleşmesine, yaşamasına çalışmalısın. Hakiki sevgi budur!”
Feza Tiryaki, 10 Kasım 2012
Kaynakça:
Atatürk’ün Nükteleri- Fıkraları Hatıraları (Hilmi Yücebaş)
Millî Güvenlik Bilgisi-Lise-Devlet Kitapları
Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi- Ortaokul –Devlet Kitapları