Atatürk’ten Geldik
Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz.”
Mustafa Kemal Atatürk (1937)
Bugün okullar açıldı.
17 Eylül 2012, Pazartesi.
Sabah daha gün ağarmadan kalktım. Yaşadığım yörede bulunan üç sınıflı ilkokulda yeni eğitim ve öğretim yılının açılışını izlemek için.
Saat yediden sonra bir gidip geldim okula. Kimseler yok…
Sekize doğru gittim. Yine ortalık bomboş… Anneler babalar taşımalı sistemle çevre ilçelere gidecek olan çocuklarıyla uğraşıyorlar. Minübüslerin başındalar. Kimi özel arabasıyla yolda. Soruyorum:
“İlkokul kapalı mı? Oraya giden çocuğunuz yok mu?”
“Dokuza doğru başlarlar derse, daha erken,” diyorlar…
On beş çocuk ancak var zaten. Bunlardan üç kardeş, koca yaz mevsimi dar gelmiş gibi iki gün önce sünnet edildiler, Cuma’dan Pazar’a kadar törenleri sürdü… Önce mevlit, sonra düğün dernek yapıldı. İlk gün onlar yok. Üç dört ana sınıfına giden çocuk. Birinci sınıfa başlayan birkaç çocuk. İkinci ve üçüncü sınıfa gidecek beş on çocuk daha…
Derken çocuklar tek tük gelmeye başladılar. Hepsi tanıdığım çocuklar. Öğretmenleri yeni atanmış. Yeni mezun, çiçeği burnunda bir öğretmen.
En çok da çocukların ağzından duyacağım, “Andımız” ve hep birlikte söylenecek “İstiklal Marşı” için heyecanlanlıyım…
Çocuklar önce sınıfa girdiler. Anaokulu öğretmeni onlara önceden hazırladığı konuşmaları ve şiirleri verdi. İçinizden okuyun, dedi. Anneler sınıfın dışında aralıktalar. Aramızda torunu için gelen bir kocaana da var. Kocası iki üç yıl önce ölmüştü. Gelini, torunlarıyla küçücük bir evde yaşıyor. Kalp ameliyatı geçirmiş, ölümlerden dönmüş, ekmeğini taştan çıkaran, bir an boş oturmayan bir kadın. Yedi çocuk annesi. Şalvarıyla, başında tülbent örtüsüyle burada. Kapı aralığında, karşı duvarda Atatürk köşesi var. Geçen yıl çocuklar hazırlamışlar. Her yapıştırılan resmin, yazının, şiirin altında kimin yaptığı yazılı. Duvar boydan boya Atatürk resimleriyle donanmış… Atatürk köşesinin altında da duvara içi dolu iki naylon çuval dayalı.
Bir ara baktım, Sabriye Ana çuvalın birini açmış, içini karıştırıyor. Çuvallarda kitap var. Sabriye Ana, çıkardığı kitapların ön sayfalarına bakıyor. Onu bırakıp onu alıyor. Baştan bir iki sayfaya bakıp yerine koyuyor kitabı. Her baktığı kitaptan sonra yüzü gülüyor, gözleri ışıldıyor…
Sordum, ne arıyorsun, ne onlar?
“ Okul kitapları. Atatürk var mı diye bakıyorum. İstiklal Marşımız var mı, bayrak, Atatürk var mı? .. Andımız var mı?”
Öyle şaşırdım ki diyecek söz bulamadım. Öyle kalakalmışım. Sonra:
“Sen nerden biliyorsun Atatürk’ü ders kitaplarından çıkardıklarını?” diyebildim.
“Televizyondan duydum, dedi. Atatürk’ü çıkarmışlar. Demin baktım, bir tamam duruyor Atatürk kitaplarda. Bir şey yapamamışlar! “
Onu sınamak için, “Neden kızıyorsun, Atatürk’ü kitaplardan çıkarsalar ne olur!” dememe kalmadı, güngörmüş, yaş yaşamış ananın kaşları çatıldı:
“Biz Atatürk’ten geldik. Atatürk olmazsa olmaz!”
Çevremizdeki genç anneler bizi dinliyorlar, hiç ses etmiyorlar. Yüzü, geçirdiği yılların dertleriyle kırış kırış olmuş, zayıf, dal gibi kalmış, gönlünün güzelliği yüzüne vurmuş bu “Kocaana”yı kucakladım. Ağlaştık. Gözyaşlarımız birbirine karıştı…
Neyse, az sonra okul avlusuna çıkıldı.
Bir kaide üzerindeki Atatürk büstünün karşısına dizilindi.
Önce İstiklal Marşı, ardından Andımız okundu. Küçücük bir kız öğrenci başa geçerek hepsine okuttu. Ezbere, göğsü yukarda, başı dik, Atatürk’ün yamacında durmuş, güldür güldür söylüyor : “Türküm, doğruyum, çalışkanım!”
İstiklal Marşını da genç öğretmenleriyle birlikte gayet güzel okudu çocuklar. Anneler de arkadan katıldı. Sadece anneler oradaydı. Tek bir baba yoktu... Ne ağabey, ne komşu amca, ne dede, ne baba, ne bir genç…
Anneler, çocuklarının karşısına geçtiler, yerlere, taşlara çöktüler, töreni öyle izlediler.
Öğretmenleri, kısaca konuştu, herkesi selamladı. İyi dilekler diledi yeni eğitim öğretim yılı için. Çocuklar da sırayla kendilerine verilen yazıları okudular. “İlköğretim Haftası , Okullar Açılıyor, Okulumuz, Sınıfta” başlıklı yazılar, şiirler okundu.
Alkışlarımızla çocuklarımız sınıflarına koştular. Herkes istediği gibi giyinmişti. Kiminde askılı yaz elbisesi, kimi yakalı, yakasız gömlek, pantolon, şort.
Kiminin saçları özenle taranmış, başına tokalar takılmış, oğlanlardan uzun saçlılar saçlarını ıslatmış, bir biçimle başına yapıştırmış…
Öğretmenleri içeri girmeden önce onlara temizlik üzerine ayrıca uyarılar yaptı, çevremizi temiz tutacağız, dedi. Böyle yaparsanız sizleri daha çok seveceğim, dedi.
Aynı gün öğleden sonra da anneler ellerine birer süpürge alıp okulun avlusunu bir güzel temizlediler, etrafı pırıl pırıl ettiler…
Yeni bir öğretim yılı başladı.
*
Akşam üzeri çocuklardan ders kitaplarını ödünç aldım, içlerine şöyle bir baktım. Hepsinde, “Andımız, İstiklal Marşı, Atatürk’ün resmi” var. İlk sayfalarında var. İkinci sınıf Türkçe kitabına bakıyorum. İki kez Atatürk konusu işleniyor. Birinci yarıyılda ve ikinci yarıyılda. Konu başlıkları, konuların içerikleri ayrı bir yazı konusu. Yalnızca, bir özensizliğin, baştansavma iş yapmanın göze çarptığını söylemeliyim. Örneğin Atatürk’ün hiç kendisine benzemeyen, çalakalem çizilmiş, bir karikatüre benzeyen resmini, yalnızca baş resmini öyle havaya yerleştirmişler. Bir bakışta ürperiyorsun, üzülüyorsun… yüreğin cız ediyor…
Bilgiağı (internet) ortamında bazı sahtekârlar, sanki şu an ders kitaplarından “Atatürk’ün Gençliğe Hitabı, Andımız, İstiklal Marşımız” çıkarılmış, millîyetsiz, Atatürk ilkelerine bağlı olmayan kuşak yetiştirmeye hemen başlanmış gibi bir hava yaratıyorlar. A… duruyormuş dedirtip insanı rahatlatmak, boş verdirtmek… Tehlike var, tehlike geldi geliyor diyenleri susturmak… Bu oldu bittiye, toplumu gelecekte yapılacaklara razı etmek.
Bazı öğretmenim diyenler, utanmadan bu psikolojik savaşta yerlerini almışlar. Atatürkçü görünerek, Atatürk’e gönülden bağlı olanlarla sanki alay ediyorlar:
Pazartesi günü bunların ilk işleri, “Andımız”ı, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabı”nı çocukların defterlerine yazdırmak olacakmış.
Bunu duyanlar da “İşte benim öğretmenim, aferin, ne güzel, böyle öğretmenler oldukça sırtımız yere gelmez!” falan diyerek aşka gelmişler…
Yazık, at izi it izine karışmış.
Bunlar bizim öğretmenlerimiz değil…
Şu anda kitaplarımızda, bu bizi ulus yapan, bizi birlikte tutan bölümler şimdilik kaydıyla, zaten duruyor. Bu sanal kahramanlar neyi nereye yazdıracaklar? Hem de ceza verir gibi yazdırarak, çocukları canlarından bezdirerek akıllarınca Atatürk’ü, Atatürk devrimlerini, ilkelerini öğretecekler… Bu devirde tıpkıbasımla (fotokopi) eksikleri bastırarak dağıtmak akıllarına gelmiyor bunların… İşin tuhafı, olan konuları yok göstererek böyle söylüyorlar. Daha da tuhafı bunu duyanlar da bunlara inanıyor…
Bazı saflarımız da şunu soruyorlar:
“Atatürk’ü kitaplardan çıkardınız, kalplerimizden nasıl çıkaracaksınız? Buna gücünüz asla yetmeyecektir! Bunun beyhude ( boşuna) olduğunu zamanla siz de anlayacaksınız. “
Yapılana boyun eğmiş, yapılanı kabul etmiş bu kişiler kendilerini avutuyorlar. Kitaplardan Atatürk’ün, Atatürk ilkelerinin çıkarılmaması için çalışacaklarına, buna izin vermeyeceklerine, yapılanın boşa çaba olduğunu söylüyorlar… Zamanla anlayacakmış bunu yapanlar… Yaptıkları gaz verip avutmak…
Karşı devrim sizce bunları boşuna mı yapıyor?
Atatürk , bakınız, bu sözleri gereksiz yere mi söylemiş?
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, herşeyden evvel Türkiye'nin istiklaline, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.” ( Mart 1922)
Devletimiz kurulurken, devletimizin kurucusu büyük önderimiz bu sözleri boşuna mı söylemiş? Çocuklarımıza, gençlerimize ilk öğreteceğimiz değer şu: Onlara,Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olanlarla mücadele etmesinin gerekliliğini göstermek. Onlara kendilerini ve ülkelerini korumanın önemini öğretmek.
Okullarda okunan, bölücüleri, Cumhuriyet düşmanlarını o pek rahatsız eden “Andımız” da ilk kez 1933 yılında okunmuş:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
Andımız ‘a 1972 yılında şu sözler eklenmiş:
“Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene! ”
1997 yılında da yeniden bazı sözleri değiştirilmiş:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim.Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!”
*
Atatürk gençlerimize gidilecek yolu hep göstermiş, onları övmüş, yüceltmiş. Eğitimin önemini konuşmalarında durmadan yinelemiş:
"Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edecekseniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."
"Gençler, siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız."
"Ey yükselen yeni nesil! İstikbal ( gelecek) sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik( kurduk), onu ilâ ve idame edecek ( yükseltecek ve yaşatacak) sizsiniz."(30 Ağustos 1924)
Gelecek yıllarda eğitimden kaldırılmak istenenler bizi biz yapan değerler. “Türk milletinin millî, ahlakî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen çocuklar yetiştirmek Türk Millî Eğitiminin amacı değil artık. Böyle değerleri benimsetme gerekmiyor.
Özellikle bu konuda Atatürk bizi uyarmış:
"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar."
Atatürk bizi , dil konusunda da uyarmış. Dilimizin İngilizceye, Arapçaya, bölücülük için yerel ağızlara kurban edilmek isteneceğini görmüş:
"Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir.” demiş.
Sabriye Ana gibi hiç okula gidemediği halde geleceği gören Türk kadınlarını, okula giden ama cahil kalan, vatan hainliği yapmaktan çekinmeyenleri bize ta o zamanlar göstermiş:
"Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz, ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir. "
Biz Atatürk’ten geldik, diyen, torununun ders kitaplarını kendi eliyle kontrol eden, Atatürk’ün yolundan sapılmasına izin vermeyen böyle analarımız oldukça korkmayalım. Aldatılan anaları da bu Türk analarının arasına katmak, bu konularla ilgilenmeyenleri, bu konulara duyarsız kalanların gözünü açmak hepimizin görevidir.
Hepimiz öğretmeni olmalıyız toplumumuzun. Bıkıp usanmadan bildiklerimizi öğretmeliyiz.
Türk Millî Eğitiminin tutsak edilmesine, sömürge eğitimi durumuna düşürülmesine izin vermeyelim. Atatürk ‘ün aşağıdaki büyük sözleri ışığımız olsun. Unutmayın, biz Atatürk’ten geldik. Atatürk giderse Türkiye gider!
"Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, mürebbiden (eğiticiden)mahrum ( yoksun) bir millet, henüz millet namını almak istidadını( yeteneğini) kesbetmemiştir (kazanmamıştır). " ( Ekim 1925)
"Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. "
"Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı ( devletin ekonomik durumu), Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. "
Atatürk’ün bu sözü de vatan hainlerine karşı söylenmiş en güzel sözdür:
"Biz doğrudan doğruya millîyetperveriz ( ulusunu sever) ve Türk millîyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur."
Ulusçulukla (Atatürk millîyetçiliğiyle) savaşmak isteyenlerin, Atatürk’ü Türk ulusunun gönlünden çıkarmak isteyenlerin amaçları belli değil mi? Bunu neden yapmak istedikleri çok açık değil mi?
Okulları, çağdaş eğitim yapmayan, sorgulamayan, ezberci öğrenci yetiştiren bağnaz din okullarına, yabancıya, yayılmacıya bağlı olan sömürge okullarına, kimliksiz, kişiliksiz, ulusal dilini (millî dil) yitirmiş, yerel dillerle gönlü, zihni bölünmüş, birbirine yabancı çocuklar yetiştirme, küresel çeteye, Cumhuriyet düşmanlarına hizmet edecek köle yetiştirme okullarına çevirmek…
Buna engel olalım!.. Kocaanalardan ders alalım!.. Ruhumuzu koruyalım!.. Başka ulusların av hayvanı olmayalım…
Çocuklarımıza geçmişimizi bıkmadan öğretelim. Atatürk’ten geldiğimizi unutmasınlar.
"Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."
“Millî benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin şikarıdır (avıdır, malıdır). Millî varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı, bir Türk şairinin dediği gibi:
“Türküm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi, diyelim.”
“Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur.”
(Mustafa Kemal Atatürk)
Feza Tiryaki, 18 Eylül 2012
“Andımız”
http://www.youtube.com/watch?v=awK5YjPGitw