
Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, NATO gibi kuruluşlar, ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin uzantısı, destek kuvveti olarak çalışırlar. Bu nedenle de yönetimlerine, denenmiş, sınanmış, onaylanmış, sadakati kanıtlanmış adamlar getirilir. O koltukta otururken en küçük bir yönelim farkı söz konusu olmaz. Olursa, bel altı yöntemler de dahil, her yolla koltuklarından uzaklaştırılırlar. Dahası itibarsızlaştırılırlar. O koltukların hakkını verenler ise hem ulusal hem de uluslararası kariyerlerinde yükselirler. Hiç uzağa gitmeye gerek yok, ABD’nin etkili politikacılarından olan, Savunma Bakan Yardımcılığı yapan Paul Wolfowitz, Dünya Bankası Başkanlığı da yapmıştır. Türkiye’de Kemal Derviş’in kariyeri herkesin malumudur.
Durum böyle olduğundan, IMF eski başkanı “DSK” lakaplı Dominique Strauss Kahn’ın ABD’de otel görevlisine taciz iddiasıyla tutuklanması, dünya medyasında geniş yankı bulmuştu. Kimisi onun IMF gibi bir kuruluşta “ezilenlerin hakkını gözettiğini”, bu nedenle ABD tarafından üzerinin çizildiğini söylemişti. Kimisi Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalistlerin adayı olacağını, bu yüzden Fransa Cumhurbaşkanı Sarkzoy’nin onu bu yolla saf dışı bıraktığını öne sürmüştü.
Şimdilerde olayın tuzak, düzmece olduğu az çok anlaşıldı. Ama ABD’nin ve Sarkozy’nin bu işin neresinde olduğuna ilişkin kesin bilgi, belge, bulguya henüz ulaşılamadı. Ancak, ABD’nin başından beri taciz iddialarını adeta Hollywood yapımı bir filme dönüştürmesi, bu ülkenin hukuk sisteminde yaygın olarak kullanılan kefaleti, başlangıçta kabul etmemesi belleklere kazındı. DSK’ın başına gelenler, Washington’un Fransa’nın başında Sarkozy’nin kalmasını istediği şeklinde yorumlandı. Gerçi DSK, IMF başkanlığına ABD’ye rağmen gelmemişti ama Fransa’nın başında olmasına sıcak bakılmadığı belliydi.
ABD’nin Sarkozy’den memnun olmasının pek çok nedeni var. Onun yönetiminde Paris – Berlin yakınlığı sürse de, Paris – Washington ekseni daha çok öne çıktı. Fransa, 2009’da NATO’nun askeri kanadına geri döndü. Libya saldırılarında en öndeydi. Şimdi Suriye’yi parçalamanın hesabını ABD ile birlikte yapıyorlar. İran konusunda da aynı saftalar. Paris, ABD’nin bilgisi ve desteğiyle Türkiye’nin AB üyeliğine açıktan tavır alıyor. Bu amaçla yine ABD ile işbirliği yaparak sözde soykırım iddialarını sürekli gündemde tutuyor. Fransa NATO’nun askeri kanadına geri dönerken, Türkiye bu ülkeden en küçük bir talepte bulunmadan, söz almadan, ödün koparmadan, el kaldırıp, “evet” demişti. Ne değilse büyük devletiz ya! Fransa ise Türkiye’nin bu jestine, sözde soykırım iddialarının inkârını hapisle cezalandırarak karşılık verdi. Her ne kadar Fransa Anayasa Konseyi bu kararı iptal ettiyse de, Sarkozy işin peşini bırakmayacağını açıkladı.
Sömürü, yağma, talan söz konusu olduğunda emperyalist ülkelerin iç siyasetindeki çelişkiler geri plana itilir. Farklı cepheler birlikte tavır alırlar. Çünkü birlikte kazanacaklarını bilirler. Mesela işçi sınıfı patronları destekler. Dış sömürüden, emperyalist yağmadan kendisine pay düşeceğini bilir. Mazlumların sömürülmesine karşı çıkmaz, tersine alkış tutar. Batılı emekçiler, emperyalist talandan pay aldıklarından dünya çapında sınıfsal dayanışmayı, enternasyonal emekçi ittifakını, devrimci, yurtsever bir ulusalcılığı değil, tersine ırkçı milliyetçiliği, emperyalist politikaları benimserler.
Örneğin, bizdeki kimi aklıevvellerin, nevzuhur kalemlerin yenilenmiş ana muhalefete örnek gösterdikleri İngiliz İşçi Partisi (gerçi eskisi de örnek alıyordu, Baykal’ın 1995’teki seçim sloganı “Dünyada yeni sol, Türkiye’de yeni CHP” idi. Erdal İnönü, Deniz Baykal, Murat Karayalçın, Altan Öymen’in A takımında olan Şule Bucak, İngiliz İşçi Partisi üyesi olduğu söylemişti, Cumhuriyet gazetesi adına kendisine sorduğum bir soruya karşılık), İngiliz sendikalarıyla birlikte ABD’nin Irak işgalini desteklemiştir.
Emperyalizmin en önemli kurumlarından olan IMF’nin başkanlığından gelecek DSK’ı cumhurbaşkanı adayı yapmayı düşünmüş olan Fransız Sosyalist Partisi, Libya saldırısına destek vermiştir. Sosyalistlerin, cumhurbaşkanı adayı olarak IMF başkanlığı yapmış bir ismi düşünmelerine, güçlü bir itiraz gelmemiştir. Fransız solunun en alttakilerden, en yoksullardan kopmasının, bu kesimlerin önemli kısmını aşırı sağa kaptırmasının nedenlerini, biraz da bu savruluşunda aramak doğru olur. Alman Sosyal Demokrat Partisi ve Alman sendikaları, AB’nin yayılmacı politikalarının en güçlü destekçileridir. İtalyan solcuların, Akdeniz’de ölüme terk edilen göçmenlere karşı duyarlılığı pek yoktur. Kısacası, değerli hocam Yıldırım Koç’un yazdığı gibi “Batılı işçi sömürüye ortaktır”.
Bu yüzden, ezen ve ezilen dünyanın solcuları, devrimcileri arasında büyük farklar, derin çelişkiler vardır. Değerli ustam Attila İlhan’ın sık sık yazdığı gibi tarih bu çelişkileri gören Sultan Galiyev’i ve Mustafa Kemal’i haklı çıkarmıştır.
Emperyalist devletler, azgelişmiş, geri kalmış, gelişmekte olan ekonomiler üzerinde baskı ve denetim kurarken, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlardan da yararlanırlar. Bu kurumlarda kariyer yapmak, yönetim kademelerine yükselmek, mesleki uzmanlıktan öte, emperyalist merkezlere sadakati de gerektirir. Yönettiği ülkenin başına, bu kurumlarda “staj yaptıktan” sonra oturtulan çok liberal ve sosyal demokrat politikacı vardır. Bizim gibi ülkelerde ve Latin Amerika’da örnekleri çoktur.
Çünkü Batılı emekçilerin, solcuların nezdinde, ezilen ulusların, mazlum milletlerin, 3. Dünya halklarının pek önemi yoktur. Batılı, beyaz, Hristiyan adam, dünyanın geri kalanına dayanışmacı gözle bakmaz. Tersine istilacı, yayılmacı, emperyalist gözle bakar. Onun milliyetçiliği azgelişmiş ülkenin antiemperyalist, devrimci, halkçı vurguları olan bir milliyetçilik değildir. Aksine hırslı, hınçlı, hırçın, yayılmacı, ırkçı bir milliyetçiliktir.
Devrimciliğin, halkçılığın, solculuğun; emekten, eşitlikten, bağımsızlıktan, aydınlanmadan, antiemperyalizmden soyutlanmasına, etnikçi, mezhepçi, liberal politikaların kuyruğuna takılmasına karşı yere sağlam basmak gerekir. Maalesef siyasal hayat, “enternasyonal dayanışma” diye yola çıkıp emperyalistlerin işbirlikçisi olanlarla, en azılı liberal politikaları savunanlarla, feodalizm kalıntısı alt kimlik siyaseti güdenlerle doludur.
Barış DOSTER, 12 Nisan 2012