
Bugün en büyük tefeci sandığı Dünya Bankasıdır. Yönetimi Nevyork Yahudi Lobisinin, ya da Kuran diliyle İsrailoğulları elindedir.
Ülkeleri borca sokup yoksullaştıran böyle bir bankayı, bir şiirle anlatacak olsaydık her halde bankanın kasasına en uygun sıfat TABUT, yani SANDUKA olurdu.
Anadolu’da bildiğimiz Köy Sandığı veya Kooperatif Sandığı gibi adlardan da anlaşılacağı gibi, sandığın para ile ilgili bir şey olduğunu, kasa işlevi gördüğünü biliriz. Galiba “sendika” sözcüğünün de kökeni budur.
Hatta, Ziraat Bankasının ilk kuruluşu köy sandıklarıyladır ve üstelik de Galata tefeci bankerlerinin zulmünden köylüyü kurtarmak için Mithat Paşa tarafından kurulmuştur, anımsayalım.
Mithat Paşa ve arkadaşları, Calut’un uzattığı sudan içmeyi reddeden, Yeni Türkler’di. (Böyle yöneticileri çok özledik!)
Mithat Paşa, çil altınların tefeci kasasına akmasına engel oldu. Celladı (Calut) onun üzerine saldılar, tutukladılar. Mithat Paşa, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ve diğer arkadaşları, yine bugünkü gibi Beşiktaş’da, Yıldız Sarayının bahçesinde özel kurulan çadır mahkemesinde idama mahküm edildiler.
Ziraat Bankası gibi milli sermaye ile çalışan sandukalara o gün bugündür düşmandır Dünya Bankasının yöneticileri. İlle de ecnebi sandukalar olmalıymış.
BAKARA Suresinde de aynı sandukadan söz ediyor Sevgili Peygamberimiz. Aslında, Bakara Suresinde TABUT olarak geçen “sanduka” ile para kasasının aynı şey olduğunu söylemek için lafı bu kadar dolaştırdım.
Kuran, şiir diliyle yazılmıştır. O nedenle mecaz benzetmeler çoktur. Örneğin, servetini tefeci sandukasına kaptıranlar için, ona Tabut demek, yerinde bir benzetmedir.
Gelelim, antik tarihte Akdeniz’in tefeci Yahudi bankerlerinin yaptığı bir başka işe. Örneğin Atina’da kasalar boşaldığı zaman Anadolu’ya savaş açarlar, İskender gibi iyi eğitimli savaşçıları ordunun başına koyar, onun yanına hazine toplayıcı Yahudi katırcı bölüğü (Ekustriyani Bölüğü) verirlerdi. Katırcı bölüğü, yenik düşen şehrin hazinelerini boşaltır, sandukalara yükler, onları Avrupa şehirlerine (Selanik, Atina, Roma, Ceneviz, Venedik, Galata) taşırlardı. Bir de işgal ettikleri şehirde Tefeci Bankası kurarlar, kapısına da mavi-beyaz bayrak asarlardı. İlk havralar bu tefeci bankalarıdır.
Bakara Suresinde sözü edilen, TABUT’u taşıyanlar için Calut’un yardımcıları (Melikleri) benzetmesi, ecnebi tefeci bankalarına denk düşmektedir. Bence, 248.ayette, açıkça tefeci sandukasına karşı uyanık olmaya davet ediliyoruz.
Son yıllarda köylümüz, AKP iktidarıyla birlikte, tefeci sandukaların elinde perişandır. Üstelik tefeci faizine karşı olduklarını söyleyerek oy istemişlerdi. Şimdi de o tefeci sandukaların bizi ilelebet soyması için, önümüze Anayasa Sandukası koyup “evet, soyulmaya devam edelim” dememizi istiyorlar! Dönelim Bakara suresine.
BAKARA Suresinin 248, 249 ve 250. ayetlerinde, İsrailoğullarının sandukasından ve sandukanın bir işaret olduğundan söz edilmektedir.
Bugünle benzerliği nedeniyle, İlahiyatçıların affına sığınarak, internette yer alan yorumlarından esinlenerek, BAKARA Suresinden, birbiriyle bağlantılı olarak 248-249-250. ayetlerine kendimce güncel bir yorum yaptım:
“İsrailoğulları o tabut ile geldikleri zaman egemenlik onların olur”.
Çünkü, onlar sandığı çil altınlarla doldururken biz yoksullaşırız. Onların refah/huzur sekinesi olan o sandık bizim için tehlike/huzursuzluk sekinesidir. “Uyanık olun, o sandığı topraklarınıza sokmayın” diyor olmalı.
“O sandıkta sizin için yeteri kadar delil vardır. Karun hazinelerini de böyle soydular, çaldıkları kanatlı altın heykelin kırıntıları oradadır, resimlerine bakarsanız kime ait olduklarını görürsünüz. İnananlar sandığın ne işareti olduğunu anlayacaktır.”
O sandıkta çil altınlar azaldığı zaman (sallandığında) içinden sesler gelmeye başlar. Onun içini doldurmak (sandığı susturmak) için İsrailoğulları savaşa (soyguna) giderler. Onların başında Cellat/Calut vardır.
“Allah, bir ırmakta onları sınadı.” Cellat’ın elinden su içenler, saflarını değiştirdiler, “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler.
Irmağı geçmeye kararlı olanlar ise, “Allah’ın izniyle, büyük bir orduya galip gelen nice küçük ordular vardır” dediler.
Cellat’ın suyunu içmeyi reddedenler bu savaşı kazanır.
(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”
250.ayet böyle bitiyor. Aynen katılıyorum ve “Amin” diyorum.
Not:
İnternette BAKARA üzerine araştırırken bir sitede, “Kuran gibi yüce bir kitabın, niçin en uzun suresi Bakara “İnek” olarak adlandırılmış?” diye bir soruya rastladım. Kendimce açıklayacağım:
Antik dönemde Ulu MA’yı (Lam/Mal) anarak, bereketin kaynağı inek ailesini veren Tanrı’ya şükran gönderimi yapılırdı. Bugün bu anlamda kullanımı yoktur.
Fakat, Afyon Emirdağ köylerinde halen ineği kutsayan, kesmeyen köylüler vardır. Bölgenin özelliği; 1200 yıllarında son haçlı seferini durdurmaya Bağdat’tan Halifenin gönderdiği “emri”ndeki Melikler (Emir Sultanlar, Emreler) bu bölgede 2.Kılıçarslan’ın komutanı Doğan Beyin komutasında savaşmışlardı. Onların orda türbeleri vardır. Halen Emirdağ’da, “Emirler geceleri dağdan dağa top atışlarıyla konuşurlarmış” diye bir efsane anlatılır.
Afyon çevresindeki dağ ve yer adlarında o ulu erenleri yaşatıyoruz. Onlar toprağımızın bereketini korudular, onun için şehit oldular, batılı tefecilerin üzerimize saldığı Hristiyan ordularını yendiler. Aynı yerde bir de Mustafa Kemal onları yendi!
Aynı tarihte bir büyük Türk komutan Selahattin Eyyubi de Kudüs’te onlarla savaşıyordu. Yine aynı hikayedir; sandukası boşalmış Avrupa, sandukasını doldurmaya buraları yağmalamaya geliyordu. Aç bıraktıkları Avrupalı köylülere “Kudüs’ün sokaklarında ballar yağlar akıyor, gidin karnınızı orda doyurun” diyerek oğullarını üzerimize salıyorlardı.
Eğer tefeci sandukası bir ülkeye girerse orada bet bereket kalmaz, o nedenle tefecileri lanetleyen bir sureye Peygamberimizin “Bakara” adı vermiş olması bence yerindedir. En uzun anlatması da önemine binaendir.
Aslında bu konuyu, hayvancılığımızı bitiren Turgut Özal’dan, 2/B yasalarıyla meralarımızı “kafir kavme” satan Tayyip Erdoğan’a, güncelleyerek ele alsaydım da olurmuş. Ancak, bu sıralar Amerikan tefecileri kendi aralarında bir paylaşma kavgası başlatmış, bizimki kimin hesabına saf tutacağını şaşırmış görünüyor. Allah bir kere şaşırtmasın, ne deyim?
Mahiye MORGÜL, 31 Temmuz 2010