
NATOda fiyasko
Seçimdeki düş kırıklığını üzerinden atamayan ve Türkiyeden öfkeli biçimde ayrılan Başbakan Erdoğan yeni NATO Genel Sekreterinin seçimi nedeniyle Londrada çok haklı olarak başlattığı girişimini büyük bir fiyasko ile bitirdi. Gayriresmi bir platform olan Davosta bir moderatöre karşı Türkiyenin dik duruşunu göstermek için şov yapan Başbakanın gerçek bir diplomasi platformundaki benzer çıkışı hüsranla bitti.
Rasmussen olayı
Aslına bakarsanız Rasmussen adı üzerine koparılan gürültünün kokusu 20 gün kadar önce çıkmıştı. AKP kulislerinden yayılan bir dedikoduya göre Türkiye, Rasmussenin yeni NATO Genel Sekreteri olmasına karşı çıkacaktı. Gerekçesi de çok makuldü.
Rasmussen İslam karşıtı
Danimarka Başbakanı, Hazreti Muhammede hakaret edilen karikatür olayında gereken hassasiyeti göstermemiş ve dünyadaki bir milyarın üzerindeki Müslümanı rencide etmişti. Böyle bir kişinin NATO Genel Sekreteri olması, barışın sağlanması adına yararlı olmayacaktı. Türkiyenin bir de özel sorunu vardı. Türkiye aleyhtarı yayın yapan ROJ TVnin merkezi Danimarkadaydı.
İyi yönetilmedi
Başbakan bu çok haklı dayanaklarını kullandı. Yanlış olan, dünya kamuoyu önünde Rasmussenin seçilmesine karşıyım demesiydi. Erdoğanın bir cümlesi ise muhtemel bir kaçış için kullanılacaktı belki de. Çünkü bu açıklamasının ardından Bunu Tayyip Erdoğan olarak, Başbakan olarak söylüyorum dedi. Yani tepki sanki kişiseldi. Çünkü NATOnun bu toplantısındaki karar makamı Başbakan değil Cumhurbaşkanı. Top oraya atılmış oldu.
Diplomatik mi?
Erdoğanın bu fikrini basın toplantısı ile açıklaması ister istemez akla Yapılan diplomatik bir hareket mi? sorusunu getiriyor. Elbette herkes Erdoğanın bu seçime karşı olduğunu biliyor. Ama dediğim gibi yanlış olan bunu olduğu gibi söylemek. Konuyu diplomatça anlatmazsanız geri adım atmak ya da uzlaşmak çok zorlaşır. Bu en başta söyleyeni çok sıkıntıya sokar.
Avrupa delirdi mi?
Nitekim bu atak anında tepkisini gösterdi. NATO karıştı. İşin içine Türkiyeyi zaten ABde istemeyen çevreler girdi. Olli Rehn Bu tutum Türkiyenin Avrupa Birliği ile ilişkilerini de etkiler dedi. Oysa konu AB değil NATOydu. İşte o an aklıma Avrupa delirdi mi? sorusu geldi. Öyle ya böyle bir tehdit sonucu Türkiyenin tümden kaybedilmesi gündeme gelebilirdi.
Dik duruş eğiliverdi
Açık söyleyeyim sevgili okurlar; bu tehdit karşısında Türkiyenin daha da kararlı olacağını düşündüm. Ve içimden de bu geçti; ABye girelim ama böyle tehditlere de boyun eğmeyelim. Ama beklediğim gibi olmadı. Birkaç saat içinde Türkiyenin dik duruşu birden eğildi ve ajanslar flaş haberi geçmeye başladı. Türkiye ikna edilmişti. Rasmussen NATOnun yeni Genel Sekreteriydi.
Yüzde 50 planıydı
Öyle sanıyorum ki, iktidar yerel seçimlerden yüzde 50ye yakın bir oranla çıkacağına çok inanmıştı. Erdoğan buradan aldığı güçle Batıya da kafa tutmayı planlamıştı. Rasmussen tıpkı moderatörün omza dokunması gibi bir fırsattı. Erdoğan dik duruş sergileyerek özellikle Türkiyede çok prim yapacak Davos Fatihliğinden dünya liderliğine terfi edecekti.
Plan tutmadı
Oysa plan tutmadı. Erdoğan, Avrupaya arkasında yüzde 50 desteği ile değil, oy kaybetmiş, karizması çizilmiş biçimde gitti. Ama aynı tavrı sürdürmeyi tercih etti besbelli. Sanıyordu ki NATO ülkeleri Erdoğandan çekinecek, gerileyecek. NATOya rest dedi Başbakan. NATO ise Blöf yapıyorsun diyerek elini açtı. Erdoğan ve tabii ki Türkiye oyunu kaybetti.
Türkiyenin zararına
Bu olay Türkiyenin uluslararası planda uğradığı en ağır hezimetlerden biridir. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan tavizler aldık mazeretinin arkasına sığınabilir. Taviz denilen Türkiyeye bir genel sekreter yardımcılığı verilmesidir ki, bunun bir önemi yok. Zamanında Osman Olcay bu görevi yapmıştı, ilk değil yani. Daha etkin görevlerde olmak da taviz değil hakkımız zaten.
Özür dileme tavizi
Rasmussennin NATO Genel Sekreteri olması yolunda alınan tavizlerin belki de en dişe dokunur olanı, Danimarka Başbakanının salı günü İstanbulda yapılacak Medeniyetler Konferansında İslam âleminden özür dilemesi olacak. Ama rest blöfünü NATO ülkelerinin ciddiye almaması ve önce Rasmusseni NATOnun başına getirdikten sonra özür dilenmesi İslam âlemini tatmin edecek ve Türkiyeyi lider konumuna getirecek mi? Hiç sanmam.
Şimdi ne olacak?
Cumhurbaşkanı uğranan hezimeti gizlemek için Bundan sonrasına bakacağız diyor. Tavizler için garanti alındığını belirtiyor. İyi de garantinin garantisi var mı? Verilen sözler tutulmazsa bunun bir yaptırımı olacak mı? Sonuçta lafımız yerde kaldı ve üzerinde tepinildi. Şimdi Tayyip Erdoğan Müslüman ülkelere şöyle mi diyecek: Dinimize hakaret eden, aşağılayan bir adamı NATOnun başına getirdik. Bu NATO, Müslüman ülkelerde askeri operasyonlar yapacak. Adamın yardımcısı da bizden olacak
Öfkeyle kalkan
Başbakan, Türkiyedeki hayal kırıklığının yarattığı öfkesini kontrol edememesinin bedelini ağır ödetecek. Uluslararası ilişkilere One minute mantığı ile bakan Başbakan haklıyken haksız ve üstelik ezilmiş duruma düştü. İşte bu iktidarın çöküşünün de habercisidir. Seçim gecesi AKP çok kaybetmedi, ama bu çöküşün başlangıcıdır diye yazmıştım. Sorun oy kaybı değildi, AKPnin bundan sonra dikiş tutturmasının zorlaşmasıdır. İktidar bu tavrını sürdürdükçe çöküş daha da hızlanacaktır.
Medyanın tavrı
Tam tahmin ettiğim gibi Başbakanın Rasmussen resti AKP medyasında büyük övgülerle yer aldı. Türkiyenin yenilgisi zafer gibi sunulmaya çalışılıyor. Türk halkı yine kandırılıyor. Yorumları ve başlıkları okurken gerçekten hayretler içinde kaldım. Her şeye rağmen biraz aklı selimi olanlar Erdoğan Avrupanın yaramaz çocuğu oldu diyebilmiş en fazla. Yaramaz çocuk olmak iyi bir şey mi?
G20 toplantısı
Sevgili okurlar, geçen haftanın dünya çapındaki en önemli olayı Londrada toplanan G20 zirvesiydi. Açık söyleyeyim toplantıdan çok protesto gösterilerini kıskanarak izledim. Batıda toplumlar kendileri ilgili konularda çok duyarlılar ve tepkilerini zaman zaman çok sert biçimde de gösterebiliyorlar. Aynı nedenle Türkiyede böyle on binlerce kişinin sokağa dökülebileceğini düşünemiyorum bile. Hoş dökülseler de gözlerine gaz sıkılacak ya.
Peki sonuç ne?
G20nin sonuç kararları bizim medyamızda da geniş yer aldı. Kararlar piyasaları da etkiledi, bir tür coşku yaşandı. Ama aslında olan şudur: Global ekonomi adı altında 20 yıl boyunca gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynakları sömürüldü. Ortaya sahte bir zenginlik çıktı. Gelişmiş ülkeler bu zenginlikle inanılmaz servetlere ve olanaklara kavuştular. Ama diğer ülkelerde para bitti. Şimdi üretilen mallar kime satılacak? İşte dünya ekonomisi için ortaya konan 1 trilyon dolarla bu sağlanacak. Yani oyun tekrar başlayacak.
Can Ataklı, 6 Nisan 2009