
Türklerin Anadolu’ya yerleşmeye başlamalarının üzerinden bin yıl geçti.
“BATI” bin yıldan beri çeşitli ittifaklar yaparak Türkleri Anadolu’dan atmak için uğraştı.
Birinci Dünya Paylaşım Savaşı sonunda başardıklarını sandılar.
Kurtuluş Savaşımızla derslerini aldılar. Hevesleri kursaklarında kaldı.
Ama bu amaçlarından hiç vazgeçmediler.
Son yıllarda uygulanmaya başlanan ve göreceli bir başarının sağlandığı “BOP” ya da “GOP” denilen proje de aynı amaca yöneliktir. Bu bağlamda BOP, “bin yılın meydan okuması”, yani “bin yılın projesi” dir.
Projenin asıl hedef ülkesi- bin yıldır olduğu gibi- yine Türkiye’dir.
20. Yüzyılda, öldü denilen bir anda emperyalizme karşı utku kazanan, üstelik Kemalist devrimiyle bir çok halka esin kaynağı olan, üniter, laik ve demokratik bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin parçalanması, aynı zamanda geçmiş bin yılın hesabının da görülmesi demek değil midir?
Kuzey Afrika ve Arap ülkeleri birer kamuflajdır.
Türkiye’nin hal edilmesi, zaten o toprakların da içinde olduğu ve yüzyıllardır süren “şark meselesi”nin emperyalizmin istediği nihai şekilde çözülmesi (!) anlamına gelir.
Ergenekon davası bu oyunun en önemli ayaklarından biridir.
Ergenekon davası; Türk ordusunun gücünü, etkinliğini, ulusal ve bağımsızlıkçı bakış açısını ortadan kaldırarak; tasfiye ederek, emperyalizmin taşeronu olarak kullanmaya yönelik bir operasyondur.
Bu alanda belli bir aşamaya gelinmiştir.
Gelişmelerin tarihine kısaca bakalım:
ABD'nin Türkiye üzerindeki planları dost görünüp kaleyi içten fethetmek üzerine kurulmuştu. Nasıl olsa her dilediğini yaptırabiliyordu. Zamanı gelince tümüyle çökertecekti. Sovyet sisteminin de çökmesiyle esen “küreselleşme” furyası, bütün ulus devletleri ve Türkiye’yi alıp götürecekti (!.. )
Ama işler öyle yürümedi.
1991 yılında Türkiye, ABD ile birlikte Irak’ın kuzeyine girmeyi reddetti.
ABD bunun üzerine kendisine itaat etmeyen Türkiye’yi yola getirmek için planlarını değiştirdi. Kuveyt üzerinden yaptığı saldırıda Saddam ordusunu ezmesine karşın Bağdat’a girmedi... Çekiç gücü İncirlikte konuşlandırdı. Irak’ın kuzeydeki Kürt bölgesini korumaya aldı. PKK ya yardım etti. Kürt tehlikesini bir satır gibi Türkiye’nin üzerinde tuttu.
ABD, 2001 yılında Ecevit Hükümeti ile Irak’ı işgal etmek için temaslara başladı. Hükümet, başına sarılan ekonomik bunalımla uğraşmasına karşın bu isteğe boyun eğmedi.
İşte bu yüzden Ecevit hükümetini tasfiye edecek olan siyasi bunalım başlatıldı. Seçime giden yol açıldı.
ABD 2002 yazında “Millenium Challenger 2002” (bin yılın meydan okuması) adını verdiği bir savaş oyunu sahneledi. Hedef ülke Türkiye idi. Bu senaryo ile Türkiye ABD tarafından 96 saatte işgal ediliyordu!
Millenium Challenger 2002, Ecevit Hükümetine, ABD nin Irak’ın işgal planlarına evet demediği için gözdağı vermek amacıyla yapıldı.
Ancak 2002 Kasım seçimlerinde AKP iktidara geldi. Ve oyun yeniden yazıldı.
1 Mart 2003'te; TBMM, ABD ordusunun Türkiye’de konuşlanmasını isteyen Irak tezkeresini reddetti. Umulmayan bir durumdu.
Aynı günlerde Türk ordusu 2003 Mart ayında İstanbul’da bir seminer yaptı. Seminer, ABD savaş oyununun bir versiyonu gibiydi. Hedef ülke olarak Yunanistan alınmıştı.
Bu seminer Türk ordusunun da ABD ordusundakilere benzer senaryolar yapabileceğini gösteriyordu.
Bütün bunların üzerine ABD-AKP ittifakı pekiştirildi. Yıllardan beri yapılan hazırlıklar devreye sokuldu. Türk ordusu bertaraf edilecekti.
Operasyon başlatıldı.
Balyoz davası bu seminer üzerine kurgulandı.
Ergenekon davası ise Tuncay Güney adlı MİT ajanının adi bir suçtan sorgulanırken kendiliğinden verdiği(!) ifadelere ve ardından 6 çuval içinde bulunan kâğıtlara dayandırılmaktadır.
Ergenekon davası, Trabzon’dan yapılan isimsiz bir ihbar üzerine Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan (!) ve kısa bir süre sonra mahkemece yok edilen(!) el bombalarının Oktay Yıldırım’a ait olduğu iddiasıyla başlatılmış bir soruşturmanın genişletilmesiyle oluşturulmuştur.
Soruşturma sürecinde hiçbir somut kanıt bulunmamasına ve birbirleriyle ilişki kurulamamasına karşın, elde dilen bütün belgeler dava konusu yapılmış ve hepsi de Ergenekon ana davası ile birleştirilmiştir!
Bu yolla 20 dolayında dava birleştirildi. Ortaya 10.000 sayfalık dev bir iddianame ve hiçbir mahkemenin üstesinden gelemeyeceği milyonlarca sayfalık dava dosyası çıkarıldı.
Bir iddiaya göre dava dosyalarıyla ekler ve tapeler 500 milyon sayfa tutuyor!..
Bir başka hesapla 120 milyon sayfa…
Bu konudaki öngörülerin en azı 60 milyon sayfa olduğu şeklinde. Dava dosyalarının 60 milyon sayfa tuttuğunu varsaysak bile, hiçbir mahkemenin bu dosyaları okuması olasılık içinde değildir.
Kestirmeden gidersek, 60 milyon sayfada 60 milyon suç ve suça ilişkin bağlantı olması gerekir.
Toplam Ergenekon davalarında toplam duruşma sayısı dört yüzü aştı.
Bütün bu uğraşlar sonunda ne bir örgüt bulunabildi!.. Ne atılı suçların işlendiğine dair herhangi bir kanıt!.. Ne de sanıkların hiç birine somut bir suçlama yapılabildi!..
100 milyon sayfa içinde somut bir kanıt yok…
Ergenekon diye bir terör örgütünün olduğu henüz kanıtlanmadı. Ama; -olmayan- bu terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle yüzlerce gazeteci, asker, akademisyen, hekim, siyasetçi, aydın, yazar 5 yıldır tutukludur!..
Bu insanların büyük çoğunluğu hayatlarında birbirlerini hiç görmediler. Ama mahkeme onları aynı suçun ortakları olarak kabul etti!..
Fakat; ortada suç yok…
Davalara “özel görevli mahkemeler” baktı.
Bu mahkemelerin yargıç ve savcıları “özel” olarak seçildi.
Özel yetkili mahkeme iddianameleri okumadan, kanıtları incelemeden kabul etti.
Karşısına çıkarılan bütün sanıkların -otomatik bir makine gibi- tutuklanmasına karar verdi.
Mahkeme hiçbir itirazı kabul etmedi. Sanıkların tutukluluğun kaldırılması isteklerini gerekçesiz olarak reddetti ki; yasaya aykırıdır.
Mahkeme sanıklar karşısında taraf olduğunu, onları “suçlu” olarak kabul ettiğini daha baştan ortaya koydu. Savunmayı kısıtladı. Sanıklarını savunmaları konusunda suç duyurusunda bulundu, dava açtı. O kadar ki; bir çok sanığa bilmem kaç duruşmaya katılmama cezası verdi. Kimini zaman salondan çıkardı. Bir sanığın (Doğu Perinçek) dava bitene kadar duruşmalara katılmasını yasakladı!..
Mahkeme ve savcılık hakkında isim ve olay belirtilerek yapılan 300 dolayında şikayetin hiç biri HSYK tarafından dikkate alınmadı.
Haklarında isimsiz ihbar yapılan hukuka uygun tavır gösteren yargıç ve savcılar ise hemen soruşturuldu.
HSYK; AKP'nin emrinde olduğunu her seferinde kanıtladı.
HSYK'nın, yani iktidarın istediği gibi karar veren 25 savcı ve yargıç ödüllendirildi.
Hukuka uygun karar veren 9 yargıç ve savcı cezalandırıldı. Yerlerine “özel” yargıç ve savcılar atandı.
Davanın tanıkları cinayetten, hırsızlıktan, gasptan, cinsel tecavüzden, pezevenklikten, uyuşturucudan yargılananlar…
Bunlar; üst düzey komutanlar, yazarlar, aydınlar, gazeteciler, siyasi parti başkan ve yöneticilerle asla bir araya gelmeleri olanaksız ve zihinsel özürlü zavallılar…
Davalar, bunların ifadeleri ile oluşturuldu. İfadeler yalan ve tutarsız. Ama mahkemece el üstünde tutuluyorlar!..
Tanık olurlarsa ödüllendirilecekleri yolunda ikna edildiklerini duymayan kaldı mı?
Davanın 44 gizli tanığı var. En adisinden…
Bir de PKK lılar tanık… Eski yöneticiler, itirafçılar… Örgüt propagandası yapıyor ve TSK yı karalıyorlar!.. Tutuklu hiçbir komutanı tanımazlar. Sadece arazide tuzak kurdukları bazı askerleri bilebilirler!..
PKK lıların tanık olarak kabul edilmesi, davanın TSK'yı hedef aldığına en güzel kanıttır.
İlker Başbuğ’un da içinde bulunduğu üst düzey askerler cezaevinden şöyle sesleniyorlar:
“Türk Silahlı Kuvvetleri'nin şerefli mensuplarının, aralarında açıkça düşmanlık bulunan teröristlerin iğrenç iftiraları ile yüz yüze bırakılması, bu davanın temel amaçlarından birinin Türk ordusunu sindirmek, güçsüzleştirmek ve itibarsızlaştırmak olduğunu tüm açıklığı ile bir kez daha gözler önüne sermiştir.”
Mahkeme son duruşmada 13 Aralık gününe kadar mütâleasını hazırlaması için dosyayı savcılığa geri verdi.
Davanın can damarı olan “kanıtların incelenmesi” aşamasını atladı.
Mahkeme açıkça şunu ilan ediyor:
“Biz kararımızı verdik. Kanıtlar ister sahte olsun ister olmasın fark etmez. Biz dava dosyasına giren bütün delilleri gerçek sayarak kararı yazacağız. Hepinize de ceza vereceğiz…”
Trajedi mi?
Yoksa komedi mi?
Sanıklar şöyle sormalıdırlar:
“Sayın mahkeme; beş yıldır niye beklediniz? Bu tiyatroyu neden oynadınız? Madem ki; kanıtların uydurma veya gerçek olup olmadığı sizi ilgilendirmiyor, kararınızı beş yıl önce bize açıklasaydınız?”
Savcılık ne yapacak; diye düşünenlere, yazılı ve görsel basında gevezelik edeceklere de yanıt verelim:
Mahkemenin savcıları ile yargıçlar anlaşmış durumda.
Savcı, iddianamesindeki isteklerini üç aşağı- beş yukarı yineleyecek.
Mahkeme ise birkaç duruşma sonrasında kararını açıklayacak.
Tıpkı; Balyoz davasında olduğu gibi…
Ez babam ez, süründür babam süründür…
Emir ABD-AKP ve FG ittifakından…
Ergenekon davası daha şimdiden; insanlık tarihinin en uzun ve saçma iddianamesi, en büyük dava dosyası, en çok duruşması olan ve mahkemenin suçsuz olduklarını bile bile insanları mahkûm ettiği siyasi bir dava olarak Guinnes rekorlar kitabına girmeyi hak ediyor.
Türkiye “ileri demokrasi” saçmalaması altında olumsuz bir rekora daha imza atacaktır.
Şaşırmayın.
Bunu çok sayıda karşıdevrimci, cemaatçi ve ABD işbirlikçisi sevinerek göbek atıp kutlayacaktır!..
Ergenekon işte böyle bir trajikomedyadır.
Her şeyle bağlantısı bulunabilir.
Ama; hukukla hiçbir ilgisi yoktur.
Altan ARISOY, 5 Aralık 2012