Seçime kısa bir süre kala gazete manşetleri ile televizyonların birinci haberi şöyle olacak:- “Meğer 2003’te İstanbul’u El-Kaide değil, darbeci askerler bombalatmış!”
Sakın o kadarına tevessül etmezler, zira inandırıcı olmaz
demeyin!
İnandırıcı olması için gereken her şeyi yapacaklar.
Mesela önce Balyoz iddianamesinde var olan halkı galeyana getirmek için Fatih Camiinin bombalanması tezini öne çıkarıp böyle bir şeyi de yapabileceklerine halk inandırılacak.
Akabinde yargı devreye
sokulacak!
Nasıl mı?
Yeni bir Osman Yıldırım tiyatrosu sergilenecek!
Osman’ı biliyorsunuz kız kardeşini para karşılığı satan ve iki kişiyi öldüren bir katil!
İşlediği adi suçlardan hüküm giyen yani onlarca yıllık hapsi kesinleşen Osman birdenbire itirafçı oldu ya da olduruldu ve Danıştay cinayeti ile alakalı bilinen son iddiaları dillendirip Ergenekon soruşturmasının seyrini değiştirdi.
Şimdi aynı şey İstanbul’daki bombalamaların sorumlusu olan El Kaideciler için yapılacak.
Malum o terörist eylemin sorumlularının alacağı ceza muhtemelen ağırlaştırılmış müebbettir ki devam eden dava son aşamasında.
Dolayısı ile o El-Kaidecilerin tıpkı Osman Yıldırım misali kendilerine yapılacak devlet vaadinin dışında bir beklentileri olamaz.
Göreceksiniz o bombalamanın sorumlusu olan El Kaidecilerden biri tıpkı Osman Yıldırım misali itirafçı yapılacak.
Peki yapılırsa ne mi olur?
Hazırlanan senaryo ile İstanbul’da üç ayrı merkezde yapılan bombalamanın faturası güya darbe peşinde koşan (!) askere fatura edilecek!
İddianamede var olan Fatih Camii bombalanması argümanı da bu itirafa destek diye sunulacak ve bir anda Balyoz’da yargılananlar onlarca kişinin katili ilan edilip toplumda infial yaratılacak.
Altını çizerek yazıyorum seçim öncesi muhtemel ajitasyonlardan biri budur.
Şuyuu vukuundan önemli misali bu dezenformasyonla topluma seslenilecek ve yapılan Balyoz tutuklamalarının bunun karşılığı olduğu seslendirilecek.Bu şekilde de bravo Tayyip denilip oyların AKP’ye akması sağlanacak!
Peki bu olacakları nereden mi öğrendim!
900 sayfalık Balyoz iddianamesini okuyarak.
Bu iddianameyi okuyup birazcık AKP’yi tanıyan ve öngörü sahibi olan herkes böyle bir sonucu çıkarır!
Pardon bir kurum buna dahil değildir:
Genelkurmay bütün bunları öngöremiyor, çünkü Ergenekon hikayesine start verildiği ilk gün hedefe askerin oturtulacağı belli iken o dönemin Genelkurmay’i hiç mi hiç oralı olmadı ve TSK’yı imaj olarak bugünkü duruma düşürdüler.
Sahi Genelkurmay’ın adli müşaviri ve hukukçusu yok mudur? Plan ve Prensipler Başkanlığı ne iş yapar? Bunlar iddianame okumaz mı? Okuyorlarsa nasıl bütün bunları görmez ve yapılacaklara önceden set çekmezler? Karşı psikolojik operasyonun ne demek olduğunu bilmeyen bir kuruma dünyanın 5.büyük ordusu denilebilir mi?
FAŞİZMİN BÖYLESİ!
İki olay ve milenyum faşizmi!
Yaşanan iki sıcak konuyu sunacağım.
Birinci olay.
İki gazeteci Deniz Yıldırım ile Ufuk Akkaya Başbakan’ın internete düşen Remzi Gür ile yaptığı “Kızıma 25 gönder” mesajının bulunduğu malum konuşmasını Aydınlık’ta haber olarak yayınladıkları için aylarca hapiste kaldı ki Deniz Yıldırım hâlâ çile çekiyor.
Ve ikinci olay:
Abartısız onlarca örnek var ama son olanları sunalım.
Akşam gazetesinde önceki gün Soner Yalçın’ın savcılıktaki ifadesi yayınlandı. Keza bir önceki gün de Şamil Tayyar ekrana çıkıp Soner Yalçın’ın Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderdiği mektubu okudu.
Hayır, hem Akşam’da yayınlananlarda hem de Şamil Tayyar’ın açıkladığı mektupta zerre bir suç unsuru bulunmadığı gibi kamuoyunu alakadar edecek hiçbir bir şey de yok.
Peki mektubu yayınlayan Şamil Tayyar Deniz Yıldırım-Ufuk Akaya misali sorgulanıp tutuklandı mı?
Ne gezer!
Tam tersine Şamil gizli belgelere ulaşan büyük gazeteci diye taltif gördü!
Kuşkusuz kastım elbette Tayyar tutuklansın demek değildir, söylemek istediğim ortaya konan iki tutum arasındaki korkunç farktır.
Biri hapse gönderilirken, diğeri büyük gazeteci ilan ediliyor!
Böyle bir bakış veya anlayışın bırakın adillik ve demokratlıkla, insanlıkla alakası olabilir mi?
Peki soruyorum nasıl oluyor da Akşam gazetesinde o ifade tutanağı yayınlanabiliyor?
Şamil’e o mektup nereden ulaştı?
Birileri veremezse mümkün olmaz değil mi?
İyi de kim o birileri?
Sorarım size böyle bir durumun yaşandığı bir toplumda devlete ve kurumlarına güven duyulabilir mi?
Ondan sonra kürsüye çıkıp bu ülkenin asla korku devleti olmadığını söylersiniz değil mi!
İnceleyin orada her şey en azından açıktan yapılıyor, bizdeki gibi örtülü ve kılıflı diktatörlük yoktur.
AKP’nin bu hâli ya da getirdiği rejimin adı Yeni Milenyum faşizmidir!
Yenicag, 25 Şubat 2011



Seçimlerde hile yapıldığı konusunda 2007 ve 2009 seçimlerinden hemen sonra basında pek çok haber çıktı ve birçok köşe yazarı bu iddiaların araştırılması gerektiğini, bazıları defalarca, vurguladılar. Ancak bu iddiaların asıl takipçisi olması gereken CHP ve MHP akıl almaz bir aymazlıkla kurumsal hiç bir teşebbüste bulunmadılar. Şu anda da önümüzdeki Referandum ve Genel Seçimde olası seçim hilelerine karşı bu partilerin ciddi önlemler alınması için çaba gösterdikleri görülmüyor. Referandumda Evet mührünün kullanılması saçmalığına karşı CHP Yönetimi ancak bu konu Ayşe Arman tarafından vurgulandıktan sonra uyanabildi, o da yarım bir uyanış oldu. YSK halâ TERCİH mührünün yetersiz sayıda olduğu sandıklarda EVET mührü kullanılabilir diyor. YSK'nın yeni mühür yaptırmaktaki "sözde" acizliği karşısında CHP ve MHP'nin kıyamet koparması gerekmez mi? Ben 72 yaşında bir vatandaş olarak İsmet İnönü'nün ve Osman Bölükbaşı'nın 1950'lerdeki muhalefet liderliğini gördüğüm için AKP'ye karşı muhalefet partilerinin suskunluğu karşısında şaşkına dönüyorum. Seçimlerde yapılacağı kuvvetle olası hilelerin önlenmesinde de bu partiler tam bir çaresizlik içindeler; oysa aşağıda belirttiğim tedbirleri alırlarsa bu hileleri kesinlikle önleyebilirler.
Hatırlarsanız geçmiş ve gelecek seçimler için kuşku duyduğumu yazmıştım. Washington’da geçenlerde bu konuda tüylerimi diken diken eden ve kuşkularımı doğrulayan bazı duyumlar aldım. Kaynağım Amerikalı bazı yetkililer. Wikileaks falan değil. Bir vesile ile söylediklerinin bende kalacağından emin olan, Amerikalı bazı üst düzey yetkilileri ile yakın bir tarihte yaptığımız bir sohbet sırasında duyduklarım beni dehşete düşürdü.
Financial Times gazetesi, Libya Merkez Bankası Başkanı Farhat Omar Bingdara’nın İstanbul’da olduğunu yazdı. Habere göre Bingdara, gazeteye gönderdiği elektronik mesajda İstanbul’da olduğunu bildirdi. Libya Maliye Bakanı’nın vekaleten yerine atandığını kaydeden Bingdara, “işleri daha iyi yürütmek amacıyla yabancı bir ülkede bulunduğunu” belirtti.
ANKARA (A.A) -12 Haziran 2011'de yapılacak milletvekili genel seçiminde kullanılacak seçmen kütüklerindeki bilgilerin güncellenmesi amacıyla muhtarlıklarda yarından itibaren askıya çıkarılan seçmen listeleri 31 Mart'a kadar askıda kalacak.
Üniversitelerde eğitim gören 3 milyon öğrencinin oy kullanabilmeleri için adres kayıtlarını yaptırmaları gerekiyor.



