Cemal Dindar - Darbeci

Kitapları bu bölümde tanıtabilirsiniz.

Cemal Dindar - Darbeci

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Nis 29, 2010 20:32

Resim


Kitap Hakkında:

Freud, neoliberal dönemde kendi izleyicilerinin görmezlikten geldiği bir tezi Kitle Psikolojisi ve Ben Analizi'nde yazmıştı: "Başından beri iki tür psikoloji vardır: gruptaki bireylerin ve babanın, şefin ya da liderin psikolojisi." Türkiye, 12 Eylül 1980'le başlayan süreçte bu iki psikolojinin en katı sağ ve saf haline hapsedilmiş durumda. Evren'in 7 rakamıyla ilgili fantezisinden Erdoğan'ın ebcet hesabıyla sabit 'seçilmiş lider' olduğuna dair Akif Beki çalışmasına uzanan bir hikaye bu.

12 Eylül nedir? Turgut Özal'dır ve aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan'dır. Ve Recep İvedik'tir. Ve Sinan Çetin'dir. Ve... Özal döneminden başlayarak günümüze değin gelen sürecin nasıl iktisadi bir devamlılığı varsa ruhsallık açısından da bir devamlılığı olduğu, sonuçlarıyla birlikte kıymetlendirdiğimizde hala 12 Eylül 1980 gününde yaşadığımız, zamanın bu ülkede askıya alındığı, her türlü 'açılım'ın 12 Eylül gününe refere edilebileceği tezi, bu çalışmanın ana tezlerinden biridir.
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Cemal Dindar - Darbeci

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Nis 29, 2010 20:44

'12 Eylül Tayyip Erdoğan'dır'

Cumhuriyet tarihimizin yüz kızartıcı olaylarından biri olan 12 Eylül 1980 darbesi şimdide psikiyatri kliniğinde! Klinik diyoruz çünkü yakın zamanda çıkan Darbeci kitabı, 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında yaşananları psikiyatri divanına yatırıyor.

Bir dönemin ruhsal çözümlemesi ve bu sürecin günümüze etkilerini farklı bir 12 Eylül çalışması ile kaleme alan Psikiyatrist Cemal Dindar için 12 Eylül bir tek Kenan Evren değildir, 12 Eylül aynı zamanda Turgut Özal’dır, Recep Tayyip Erdoğan’dır ve Recep İvedik’tir..

Bir tek Cemal Dindar'ın yorum farkı değil, 12 Eylül'ün psikiyatrik yansıması da bir merak konusu değil mi?


12 Eylül 1980 darbesini ve geçtiğimiz otuz yıllık süreci (toplumdaki travmatik yansımasını) hekim koltuğuna yatırdığınızda karşınızda nasıl bir hasta portresi görüyorsunuz?

Öncelikle şunu söylemek lazım. 12 Eylül’e, ya da herhangi bir toplumsal sürece tıbbi metaforlarla bakmak sanılanın aksine açıklayıcı olmaktan çok anlamayı zorlaştırıcı bir etki yapıyor. Toplumsal sorunların psikoloji diliyle, hele hele tıbbi dille kuşatılmasına karşı uyanık olmalıyız. Ben, incelememde bu tutumdan uzak durmaya, hatta mesela Ömer Madra’nın 12 Eylül’ü lobotomiye, beynin bir kısmının ameliyatla alınması işlemine benzetmesi gibi eğilimleri eleştirmeye gayret ettim.

Madra’nın lobotomi benzetmesi neyi getirir? Bir dönem Batı’da yaygın kullanılan ve bildiğim kadarıyla ilk kez Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde yasaklanan bu uygulama, beynin özellikle ön-lobunun çıkartılmasıyla “akıl hastaları’nın ehlileştirilmesi” işlemiydi. Böylece, o dönem karşı çıkanların deyişiyle “ruhsal ötanazi” yapılmaktaydı.

24 Ocak /12 Eylül bir ameliyat işlemi olmaktan çok bir süreçtir. Bu tür benzetmeler darbenin baskısını ve şiddetini yakalarken, ve bu yakalama işlemi başlangıçta bize çok doğru gelirken, asıl ideolojik dönüşümü dışarıda bırakarak iş görürler. Yani şöyle diyelim: 12 Eylül, Kenan Evren ve ordu ile özdeşleştirilirken, Özal dışarıda kalır ve ideolojik bir el yıkama gerçekleşir.


12 Eylül 1980 darbesinin toplumda yarattığı tahribatı Freud’un tezlerinden yola çıkarak çözümlemek fikri tek başına zaten ilgi çekici kılıyor kitabınızı. Türk toplumunun haleti ruhiyesi ortada; kafası bu kadar karışık bir toplum Freud için ne anlam teşkil ederdi?

Freud’un en büyük başarısı “bilinçdışı”nın keşfi. Hatta, psikanalize bilinçdışı bilimi dersek, epey şematik bir şey söylemiş olma riski ile birlikte, yanlış da yapmayız. Bu tür çalışmaları ilginç kılan çekirdek kuramın yapısında var. İddia ne; kendimiz hakkında, Zizek diliyle söylersek, “bildiğimizi bilmediğimiz” şeyler var ve bu kuram bunları aşikar kılmanın yöntemlerine haiz. Epey kışkırtıcı, değil mi?

Freud, ömrü yetseydi ve günümüzdeki Başbakan’ımızdan hala kaldıysa Karacadağ’daki, Erzurum yaylalarındaki çobanlarımıza değin toplumumuza bakma şansı olsaydı, sanırım heyecanlanırdı.

Freud’un yazdıklarıyla ilgili tuhaf bir paradoks da var gibi… Bireysel düzlemde seçkinler dışında psikanalitik bir psikoterapi “satın almak” neredeyse imkansız. Asgari ücret alan bir kişi, diyelim ki, bir hafta gidebilir, o da aç susuz kalma pahasına. Bu manzarada tam da Freud’u şaşırtacak bir şey oluyor: Freud kuramının nimetleri elinden alınmış olan büyük çoğunluk, onun tezlerini toplumsal düzlemde doğrulamak için bir yücegönüllülük gösteriyor.

Üstelik, o bireysel psikoterapi sahnesini düzenleyenlerin bastırdıkları Freud tezleri doğrulanıyor. Mesela, Darbeci’yi yazarken, önemini daha iyi kavradığımı düşündüğüm “iki psikoloji” tezi. Kitle Ruhu ve Ben Analizi’nde Freud açıkça yazıyor: insan türünün başlangıcından beri iki tür psikoloji vardır; şefin, biz buna yönetici sınıf ya da hegemonlar da diyebiliriz, şefin psikolojisi ve sürünün, yönetilenlerin psikolojisi.

Bu tez bu denli görünür bir şekilde Freud’da varken, şu neoliberal sahnede son otuz yıldır Freudçuluk oyunu oynayanların bu teze tek bir atfını ben henüz göremedim… Umarım benim körlüğüm veya tembelliğimle ilgilidir.

Türkiye’nin yakın tarihi, bizzat Freud kuramında bastırılmış olanların aşikarlaştığı bir tarihtir de. Kitabımda bunun ipuçlarını yakaladığımı düşünüyorum.


Darbesever veya darbelerden medet uman bir toplum oluşmasında iktidarların da payı olduğu söylenebilir mi?

Toplumun geniş kesiminde darbesever bir ruhun olduğuna dair önkabul, kanımca Türkiye’deki ‘toplum mühendisleri’nin gündeme getirerek operasyonel değerle donattıkları bir önkabul. Bunun bir benzerini Murat Belge, 12 yıl Sonra 12 Eylül kitabında yapıyor. Neymiş? 12 Eylül başarılı olmuş, çünkü her evde zaten bir Kenan Evren varmış… Kitapta bu yargıların eninde sonunda darbeci-hipnoid şeflerin-hegemonların ideolojilerini nasıl beslediğini, darbeleri eleştiren seçkinci dil ile bizzat 24 Ocak/12 Eylül Darbesinin halka bakışının nasıl örtüştüğünü de çözümledim.


Bugünkü iktidarın mayasını bizatihi 12 Eylül darbesi ile birlikte Kenan Evren’in attığını söylüyorsunuz. Ama Başbakan Erdoğan’da 2003’teki kongrede, “AKP’nin mayasını millet atmıştır”, demişti. Siz bunu bir devam filmi olarak mı görüyorsunuz?

Sinema, televizyona göre, moral normları daha belirgin bir alandır. Yani sinemada her şey anlatılmak istenene sadıktır… Macera, melodram, pornografi, bilim-kurgu… Oysa televizyonda her şey birazdan pornografiye dönüşecekmiş gibi iş görüyor. Müstehcenlikten besleniyor. Bunu sağ ahlakçılığın açılma-kapanma retoriği ile söylemiyorum… Asıl müstehcenlik, bedenler çıplak da olsa manto ile de gezilse, her şeyin, bu arada kapanmanın bir teşhirciliğe endekslenmesinde. Bu yanıyla, Türkiye’de siyaset sakız gibi uzayan ve senaristlerin karın ağrısıyla uğraşmak zorunda kaldığımız dizilere benziyor.

Başbakan’ın “millet” vurgusuna gelince… Kenan Evren’in şehirlerin meydanlarında kesilmiş “bir hayli kurbanlar” eşliğinde yaptığı konuşmalardaki “millet” vurgusundan ne bir fazla ne bir eksiktir.


30 Yıllık süreçte iktidarların 12 Eylül zihniyetiyle bir bağı olduğunu söylüyorsunuz, bu flörtü redden bir iktidar hiç mi olmadı?

Olmadı… Çünkü bu flörtü reddeden muhalefet de olmadı. İktidar iktidarının devamlılığını, muhalefetse birgün iktidara gelme kısmetini bu flörtte gördü. 12 Eylül’ün devamlılığını sağlayan bu performatif gücü.

Tarihe fantazilerle bakmak da ayrı bir sapmadır, yine de biz şu fantaziyle düşünelim; 12 Eylül bu topraklarda olmasaydı ne olurdu? En azından, 12 Eylül sonrasında özellikle siyasette ve onun hızla ‘yandaş’ imal ettiği alanlarda bahtı açık olanların bahtı sönmüş olurdu. Oysa bu baht, Güneri Civaoğlu’nun o dönemlerde yazdığı bir makaledeki lapsusunda açığa çıktığı gibi, toplumsal bir rutubete dönüştü. Ne diyordu Civaoğlu: “karamsar olmayalım… her alanda iyi yetişmiş insanlarımız var. Onlar rutubet gibidir…”


12 Eylül öncesinin Türkiye’si ile sonrasının Türkiye’sinde ne gibi farklılıklar göze çarptı?

Her toplum bir toplumsal sözleşme ile varlığını sürdürür. Bunu yalnızca yazılı metinler olarak düşünmemek gerekir. Yazılı metinler, mesela anayasalar zaman içinde değişebilirler, fakat baktığımızda her ülkenin, devletin bir kurucu ideoloji ve onun etrafında handiyse mitos değeri kazanmış kişi ve anlatılarla kimlik kazandığını görürüz. Bu kimliğin ve ona maya olan kurucu ideolojinin toplumsal sözleşmede yerinden olmasını ve mitos değerinin yitmesini isterseniz yapacağınız en büyük müdahale, bizzat bu kurucu ideolojiyi baskı aygıtı haline getirmektir.

1978-1979 yılları ve 1980’inin ilk yarısı, şimdilerde daha iyi görülüyor, bir hazırlık dönemiydi. Devlet Baba, sanki yokmuş gibiydi ve toplumsal sahnede “düşman kardeşler”in kan davasından başka çok az şey görünüyordu. Bu yanıyla bakınca, darbe öncesindeki siyasetin Cumhurbaşkanı seçimi ile kilitlenmesi epey simgeseldir. Ortada baba yoktu ve yokluğu, deyim yerindeyse bir kabusa dönüşmüştü. Bu 12 Eylül’ün hemen öncesindeki sahnedir.

12 Eylül ile birlikte “kayıp baba” geri döndü. Fakat baba olarak değil… Şef olarak. Freud’un “başlangıçtan beri” derken kastettiği “şef-sürü” ilişkisini dizayn etmek üzere. Bu aynı zamanda toplumsal tarihi de başa sarmak ve toplumsal olanı boş zarf haline getirmektir. İçinin neyle doldurulduğunu da hepimiz kendi ömürlerimizle yaşayıp görüyoruz, işte.


12 Eylül’de cezaevlerindeki bloklara otel adları veriliyordu, daha sonra kapatılan bazı cezaevlerinin bugün otel olarak kullanılması sizce tesadüf mü?

“İktidar bedendedir.” Ve bir iktidar, kişilerin bedenlerinde kendini resmetmişse, bunun keyfini sürmüşse, zaman içinde bu keyif kendi simgelerini buluyor, yaratıyor. Bu otel metaforunun sonradan somut otellere dönüşmesi nasıl tesadüf değilse, mesela Kenan Evren’in nü’lerinin İstanbul’un gözde galerilerinde burjuvamızca şükranla karşılanıp satın alınması da tesadüf değil. Ya da, işte iktidar bedendedir, insanlara cezaevlerinde dışkı yedirmekle, bedensel gürültüyü mizah olarak pazarlayan Recep İvedikler arasında bir bağ olsa gerektir.


Sizce toplum neden hala 12 Eylül travmalarıyla yüzleşmiyor? Bir çok insan darbe teşebüsünden yargılanırken, tutuklanırken, 12 Eylül 1980 darbesi niçin hala esaslı bir tartışma konusu yapılamıyor? Yapılamamasının psikolojik gerekçeleri neler?

Toplumda bu hesaplaşmayı yapmaya yönelik bir çaba epeydir var. Özellikle sosyalistlerin yazdığı ve 12 Eylül dönemindeki cendereyi anlatan nice kitap yayınlanmış durumda. Orada da, yazık ki çözümleme gayretinden çok, uzamış bir yas hali var. Üstelik her yeni kuşağın eğer sosyalist olacaksa önce bu yasa kapatılması meselesi ortaya çıkıyor.

Fakat toplum derken, kastedilen genellikle kurumlar, mesela üniversiteler, siyasi partiler vesaire ise içerdikleri kadroların 24 Ocak /12 Eylül darbesinin bu topraklara ektiği ideolojiyle derin bir problemleri olduğuna dair çok az işaret var… Althusser’in ünlü teziyle, “ideoloji istihdam eder” ve istihdam edilmişlerdir.

Böylece, Güneri Civaoğlu’nun bu kadroları överken yaptığı benzetme ile çember tamamlanıyor: rutubet. Bu rutubet, toplumun gerçekte neyi dert edip hangi dermanlara muhtaç olduğunu da ayrıca karartmıyor mu?...


7 rakkamı Kenan Evren için neden bu kadar önemli. Ortada mistik bir kişilik olmadığına göre, obsesif bir durum söz konusu olabilir mi?

Darbe tarihi olarak 7 Eylül'ü veya 17 Eylül'ü düşündüğünü, ama Cuma gününe denk gelmediği için vazgeçtiğini anılarında yazıyor. Majik düşünceler bizim kültürümüzde zaten fazla... Fakat burada sözkonusu olan Kenan Evren'in düşünce içeriğinin kültürel boyutu değil. Bu kültürel özelliğin bir toplumun kaderini belirleyen fantaziye dönmesi.

Kızı Şenay Hanım'ın yakın dönemde yapılan bir söyleşide anlattıkları var. Özellikle sağlık konusunda epey hijyenik, takıntılı olduğu da anlaşılıyor. Bir de, o söyleşide Şenay Hanım'ın "inanılmaz iyi bir baba" anlatmak için yola çıkıp, hiçbir duygusal paylaşımda bulunmayan bir babayı anlatarak bitirmesi var ki... yukarıda sözünü ettiğimiz hijyenin, duygusal yaşamda da epey belirleyici olduğu hissediliyor.

Biraz şuna benziyor bu işler... Hiyerarşide yukarıya çıkıldıkça hijyenik darbeci söylemi egemen hale gelir... 12 Eylül günlerinde işkence ile ilgili açıklamaları hatırlayalım... Ne diyordu Kenan Paşa?

Bunlar münferit vakalar... işkence yapanlar hakkında kanuni işlemler yapılacaktır... vesaire..

7 Rakamı ile ilgili fiksasyonun öteyüzü de Mustafa Kemal özdeşleşmesi... O dönemlerde Cenk Koray'ın ve başkalarının meşhur ettiği Mustafa Kemal'in hayatında 19 sayısının rolü meselesi...


Kenan Evren'in intihar ederim resti psikiyatride ne anlam ifade eder?

Halk "evet' derse... diye başlayan bir açıklamaydı o. 15. madde ile ilgili referandum önerisine cevap olarak. Bu açıklamanın simgesel değeri, halk ile intihar kelimesinin aynı cümlede Kenan Evren'ce kullanılması. Mesela "millet" dememesi. Demekki halkın 'yüce millet' retoriğinin yerine almaya başladığı topraklarda, cümlelerde darbe şeflerine zaten yer yok..


Deniz Gezmiş'in kendi evinde kaldığını Kenan Evren nasıl öğrendi?

1970 Yılı. Kenan Evren Konya'da 2. Ordu Kurmay Başkanı. Askeri Şûra'yı bekliyor. Terfi alacak. Birgün gazeteyi açıyor ve şu haberi okuyor:

Deniz Gezmiş'in Ankara Tandoğan'da misafir edildiği ev mühürlenmiş.

Bakıyor, kiraya verdiği kendi evi. Düşünün terfi bekleyen bir komutanın evinde Deniz Gezmiş... Kenan Evren'in 12 Eylül macerasının ve kemiksiz sol düşmanlığının başlangıcı sayabiliriz.

Söyleşi: Aslan Özdemir / Yeni Harman


Gerçek Gündem, 26 Nisan 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Kitap Tanıtımları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x