
Kılıçdaroğlu'nun partinin yönetimine gelmesi gerektiği yolunda genelde paylaşılan bir hissiyat var. Öte yandan ben genel başkanlık meziyetlerinin kolay gelişmediğini, CHP gibi zor yönetilir bir partiyi yıllardır yönetmiş ve son seçimde lider olarak iyi bir performans sergilemiş Baykal'ın yönetimden çekilmesi gerektiğini söyleyenlere katılmıyorum da. Onun çekilmesinin önünde psikolojik bir engel de var. Yıllardır hizmet ettiğim makamdan şimdi özellikle şu aşamada neden bırakıp gideyim ki diye düşünüyor olabilir ki bu da gayet anlaşılabilir bir insani durum.
Dolayısıyla CHP yönetiminde bir yenilenmeyi gerekli görenler, Kılıçdaroğlu ile Baykal'ın uzlaşabileceği bir yönetim modeli üzerinde düşünmek zorundalar. Ben çözümü zor gibi gözüken bu sorunun çözümünde etkili olabilecek bir formülü bulmuş olduğuma inanıyorum. Medya sektöründe yaşanmakta olan bir gelişme, CHP'nin bu sorununun çözümü için de ipuçları içeriyor.
İlk önce o gelişmenin ana hatlarını görelim, sonra da bunun siyaset alanına nasıl uygulanabileceğine bakalım.
Medya patronlarının ebedi meselesi yayın yönetmenlerinin eline teslim edilen gücün nasıl kontrol edileceğidir. Bu konuda sayısız mücadeleler ve sıkıntılar yaşanmıştır. Patronlar ile yayın yönetmenleri arasındaki ilişkiler hayli Shakesperian'dır. Shakespeare'in yazacağı türde trajedyalar üretmeye uygundur o ilişki. Patronlar yayın yönetmeninin eline kaçınılmaz gücü verirken, yayın üzerindeki kontrolü de bırakmak istemezler.
Bloomberg medya kuruluşu patronu pratik zekalı bir insan olduğundan bu ilelebet çözülemeyecekmiş gibi gözüken meseleye ilginç bir çözüm bulmuş. Yönetim dünyasında CEO, COO, CFO türü bir dizi unvan var ya, Michael Bloomberg bir yeni unvan türü daha yaratmış son olarak. Bu CCO, yani Chief Content Officer makamı. Yayın içeriğinden sorumlu patron türü bir şey bu. Yayın yönetmeninin yerini de almıyor ama onun gibi yayına direkt karışma yetkisi var, ama o sadece patrona direkt rapor veriyor ve yayın içeriği ile uygulamaları patrondan gelen talimatlar yönünde uygulatıyor.
Yayın yönetmeni yayının gündelik politikalarını kurgularken, CCO daha çok patronun arzuları doğrultusunda yayının orta-uzun vadeli sınırlarını çiziyor. İçerikten sorumlu yayın yönetmeni-CCO'dan oluşan model Bloomberg'de başarıyla uygulandığından diğer medya patronlarının da ilgisi buna yönelmeye başlıyor bu arada. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye'de bu modeli hemen benimsediği takdirde büyük başarılar kazanacağına inandığım medya grupları da var. Bu model bir yandan yayın yönetmenlerinin gücünü biraz azaltırken öte yandan ona muazzam bir rahatlık da sağlıyor. Çünkü yayın, patronu nasıl etkiler acaba, patron neler düşünür diye düşünmekten de kurtuluyor ve sınırları CCO (yani patron) tarafından çizilen uzun dönemli yayın politikası doğrultusunda rahatça çalışmaya başlıyor.
Medya yönetimi hakkında deneyimi olan, çıkabilecek sorunları iyi bilen bir insan olarak medya yönetimine büyük rahatlamalar getireceğine emin olduğum bu modelin CHP'ye de uygulanabileceğini düşünüyorum.
Kılıçdaroğlu müthiş bir pozitif enerji yarattı ama partiye yıllarını vermiş olan ve hala daha dinamik olan Deniz Baykal'a da haydi çekil kenara demenin doğru ve gerçekçi olduğuna benim gibi inanmayanlardansanız, Kılıçdaroğlu-Baykal'ın ortak liderlik modelini bulmamız gerekiyor.
Baykal CHP'nin bir tür CCO'su olsun, Kılıçdaroğlu da bir tür yayın yönetmeni. Üstelik Kemal Kılıçdaroğlu'nun birçok yayın yönetmeninde var olabilecek kişilik problemleri filan da yok. O kendinden emin ve kendisiyle barışık. Dolayısıyla Baykal'ın partinin CCO'su olduğu bir model onu katiyen rahatsız etmez diye düşünüyorum. Baykal da bu modelde partisinin gündelik problemleri ile ilgilenmeyi bırakır, genel ve uzun vadeli politikalar üzerinde düşünmeye başlar. Yeni seçimde mitinglere de birlikte çıkarlar ama Baykal konuşma yapmak için Kılıçdaroğlu'na mikrofonu verir ve onun arkasında durur.
Birçoğunuza bu gerçekçi bir öneri olarak gelmeyecektir biliyorum ama emin olun ki Baykal çekilsin yerini Kılıçdaroğlu'na bıraksın düşüncesinden daha gerçekçi bu benim önerim. Üstelik partiyi yeni bir kurultay çatışmasına ve parti içi mücadeleye itmenin de katiyen zamanı değil bu aralar. Yakalanmış bulunan dalgayı bırakmadan geleceğe konsantre olunması, yapılması tek gereken şey.
İkili parti yönetiminde genel sekreterliğe de Gürsel Tekin yakışır bu da ayrı bir konu.
Serdar Turgut, AKŞAM - 2 Nisan 2009