Çözülme Çözüm Olamaz

Çözülme Çözüm Olamaz

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Kas 05, 2009 14:16

Çözülme Çözüm Olamaz

Bu yazının başlığı Yugoslavya devleti bölünerek ortadan kalktıktan sonra, dünya siyaset literatüründeki yerini almıştır. Çünkü Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Soğuk Savaş döneminden çıkılması için Yugoslavya devletine önerilmiş olan insan hakları projesi sonucunda Yugoslavya devleti yedi ayrı parçaya bölünmüş ve ortaya üç yüz ya da beş yüz bin nüfuslu küçük devletçikler çıkmıştır. Devlet demek için bin şahidin gerektiği bu küçük yapılar, yeni dönemde geleceğin küçük eyalet devletçikleri olarak dünya kamuoyuna tanıtılırken, koskoca bir devlet dağılarak ortadan kalkmış ve tarih sahnesinden silinirken geriye yedi küçük devletçik ile iki büyük otonom bölge bırakmıştır. Yugoslavlar, Soğuk Savaş sonrasında tam çağdaşlaşıyormuş gibi göründükleri aşamada yok olmuşlardır. Bir anlamda, Soğuk Savaş sonrası için Yugoslavya için önerilmiş olan çağdaş insan hakları paketi ortaya darmadağın bir durum çıkartmış ve üçüncü kuşak Balkanlaşma sorunları ile bütün dünyayı karşı karşıya bırakmıştır. Yugoslavya için getirilen çözüm tam anlamıyla bir çözülme olmuş, Yugoslavya’yı emperyal güçler çözüme kavuşturma görünümü altında çözmüşlerdir. Bugün artık bir Yugoslavya devletinden söz edebilmek mümkün değildir. Bu devletin eski vatandaşları küreselleşme döneminin çözümüne kavuşarak çözülmüşler ve bugün yeniden bir Balkanizasyon batağı içerisine sürüklendikleri için tekrar çözüm arayışına girmişlerdir. Çözüm bu ülkeye yok olmaktan başka bir şey getirmemiş. Geriye sahipsiz bırakılan halk kitlelerinin alt kimlikçi çatışmaları kalmıştır ki, üçüncü dönem Balkanizasyon çekişmeleri de böylece başlamıştır.

Batı kapitalizmi sosyalist sistemi tasfiye ettikten sonra bütün dünyaya egemen olarak kendisinin merkezinde yer alacağı bir dünya imparatorluğunu çeşitli ülkelere ve halklara dayattığı süreçte sürekli olarak insan hakları konusu öne çıkarılmış ve bu kutsal kavram alt kimlikleri ve ayırıcı doğrultuda kültürel hakların öne çıkarıldığı bir biçimde çözüm paketleri içerisine konularak var olan ulus devletlerden eyalet devletleri aşamasına geçilmesi istenmiştir. Halen yeryüzünde var olan iki yüz civarındaki ulus devletin şirketlere ve uluslararası tekellere direnen gücünden kurtulmak isteyen küresel sermaye ve emperyalizm insan hakları kavramını bir siyasal enstrüman olarak kullanmış ve böylece Yugoslavya örneğinde olduğu gibi tek büyük devletten küçük yedi eyaletçik çıkartılması gibi çeşitli ülkelerin hassas bölgelerinden de yeni küçük devletçiklerin oluşturulması planlanmıştır. Bu doğrultuda her türlü ayrılıklar körüklenmiş, farklılıklarımızla beraber yaşamak palavrası altında, ayrımcılık ve ayrışma tahrik edilerek amaca ulaşılmak istenmiştir. Bugün bütün dünya ülkelerini tıpkı Yugoslavya’da olduğu gibi parçalanma ve dağılma riski beklemektedir. En başta Amerika Birleşik Devletleri böylesine bir riski izlediği yanlış politikalar nedeniyle karşılamak durumunda kalmıştır. Bu federasyon devletinin en büyük eyaleti olan Teksas’da, Çay Partileri adı altında bölünme ve ayrılma toplantıları ve mitingleri düzenlenmeğe başlamıştır. Kaliforniya ile beraber İspanyol asıllıların yaşadığı bütün güney eyaletleri Amerika Birleşik Devletlerinden ayrılmağa hazırlanmaktadırlar. Böylece dünyanın en büyük devleti olmasına rağmen, küresel sermayenin peşine takılmaktan kurtulamayan ABD, Yugoslavya gibi dağılma senaryosu ile karşı karşıya gelmiştir.

Batı kapitalizminin ABD merkezli dünya imparatorluğunu geliştirme planı yatınca, bu kez tek merkezli dünya yerine çok merkezli bir düzen ortaya çıkmış ve BRİC ülkeleri adı verilen Brezilya, Hindistan, Rusya ve Çin ABD’den daha büyük ülkeler olarak devreye girmişlerdir. Birleşmeğe çalışan Avrupa’da dikkate alınırsa, tek merkez yerine çok merkezli bir dünya ortaya çıkmıştır. Bu durumdan rahatsız olan Amerikalı siyaset ve bilim adamları yeni dönemde küresel bir Balkanizasyona ihtiyaç olduğu özellikle Rusya, Çin ve Hindistan’ın yeni dönem Balkanizasyon süreçleri içerisinde tıpkı Yugoslavya gibi dağılarak yeni küçük devletleri ortaya çıkarmaları gerektiği üzerinde durulmuştur. Soğuk Savaştan küreselleşme dönemine geçilirken Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla on beş bağımsız devlet, Yugoslavya’nın dağılmasıyla da yedi küçük devletçik ortaya çıkmıştır. İki siyasal yapının dağılmasıyla uluslararası düzende yirmi iki yeni devlet gündeme gelmiştir. Küresel sermaye büyürken var olan devletlerin parçalanarak küçülmesi böylece bir evrensel plan olarak uygulama alanına getirilmiştir. Sosyalist blok için önce açılma ve daha sonra yeniden yapılanma istenmiş, Gorbaçov önce Glasnost ile dışa açılımı sağlayarak demokrasiye geçiş sürecini başlatmış ama daha sonraları Perestroika denilen yeniden yapılanma aşamasına iş geldiğinde Rusya Federasyonu kendi kurduğu birlikten ayrılarak federal yapıya dağıtmıştır. Böylece hem Sovyetler Birliği hem de Yugoslavya için batı merkezlerinden önerilen siyasal çözümlerin aslında tam anlamıyla bir çözülme olduğu kesin olarak ortaya çıkmıştır. Yirmi yıl önce başlayan bu süreçte yola devam etmek isteyen emperyalizm yeni benzeri çözüm uygulamalarını başka ülkelerde denemek istemekte ve bu nedenle de birçok ülkeye baskı uygulamaları yapmaktadır.

Üçüncü aşamada Orta Doğu’nun merkez ülkelerinden birisi olan Irak gündeme getirilmiş ve bu ülke üzerinde değişik bir senaryo uygulanarak, savaş süreci sonrasında üç ayrı parça ortaya çıkarılmıştır. ABD ve İsrail’in Orta Doğu bölgesindeki çıkarları doğrultusunda bir savaş senaryosu dışarıdan medya aracılığı ile kışkırtılmış ve bu gerekçe gösterilerek Irak’a açık bir saldırı ve işgal uygulanmıştır. Körfez savaşı sonrasında bu ülkede alt kimlikçilik hortlatılınca iç ve dış çatışmalar sonucunda iki milyondan fazla masum insanın ölümüne yol açılmıştır. İnsan hakları gerekçesi ile yapılan saldırılarda iki milyon insan göz göre göre terör ve savaş yolu ile ölümü gönderilmişlerdir. Batılı gizli servislerin sürekli olarak yürüttüğü kışkırtma politikaları böylesine bir süreci desteklemiştir. Kültürel hakların öne çıkarılmasıyla, Irak vatandaşları arasında ciddi bir ayrışma süreci başlatılmış çoğunluğu Arap olan bu ülkede Şii-Sünni ayırımı tahrik edilerek iç savaş senaryoları uygulamaya aktarılmıştır. Araplar cemaat ve mezhep kavgasına götürülürken, bu ülkede yaşamakta olan üç milyonun üzerindeki Türkmen görmezden gelinmiş ama aynı nüfusa sahip olan Kürt asıllılar, aşiretlerin yapılanmasından yararlanılarak küçük bir devletçik kurmağa teşvik edilmişlerdir. Bütün masrafları ABD ve İsrail tarafından karşılanan bir işbirlikçi kukla devletçik Irak’ın kuzey bölgesinde oluşturularak bölgedeki bütün devletler için ciddi bir bölünme senaryosu bu işbirlikçi kukla devlet üzerinden tezgâhlanmağa başlanmıştır. Kürt kartı ile Irak’ın parçalanmasından sonra aynı kart kullanılarak, İran, Azerbaycan, Suriye ve Türkiye parçalanmağa doğru yönlendirilmektedirler. Bu sürecin yeni gelinen aşamasında ise Türkiye’de bir açılım girişimi öne çıkarılmakta ve başta ABD ve İsrail tarafından desteklenen bir bölücülük senaryosu işbirlikçi ve mandacı gayrimüslim lobiler tarafından yürütülmeğe çalışılmaktadır. Küresel sermayenin kontrolü altındaki medya ve basın da bu bölücü girişimi demokratik açılım diye cilalayarak Türk kamuoyuna kabul ettirebilmenin arayışı içine girmiş bulunmaktadır.

Şimdiye kadar Avrupa Birliğine üye olma masalları ile uyutulan Türk kamuoyu, Avrupa Birliği umudunun bittiği aşamada yeniden batı merkezli emperyal planlarla uyutulmağa çalışılmakta ve Türklerin kendi başlarına düşünerek hareket etmelerine ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bağımsız kararlar alarak uygulayabilmelerine izin verilmek istenmemektedir. Bu kez Brüksel umudunun kesildiği bir aşamada Türkiye yüzünü Orta Doğu’ya çevirmekte, yeniden eski Osmanlı hinterlandına bir açılım denemesine kalkışırken, Türkiye ile Orta Doğu arasına emperyal bir ajan gibi sokulmuş olan kukla kuzey Irak yapılanmasıyla karşı karşıya gelmektedir. Rusya ve Yugoslavya’da savaşsız gerçekleştirilen dağılma senaryosu Irak gibi batıya uzak ve kapalı bir ülkede bir savaş senaryosu sonrasında gerçekleştirilmiş ve yeni Irak haritası üçe bölünerek çizilmiştir. Bu haritanın en kuzeyindeki bölge de kukla devlet olarak Irak’ın merkezi olan Bağdat’tan koparılmıştır. Ne var ki, Irak savaşı sırasında üç trilyon dolar harcayarak ciddi bir ekonomik krize sürüklenen Amerika Birleşik Devletlerinin yeni hükümeti bu ülkeden çekilmek zorunda kalınca, emperyalizm işbirlikçisi kukla devletin geleceği ve güvencesi sorunu ortaya çıkmış ve tam bu aşamada, Kuzey Irak ile Türkiye’yi birleştirme senaryoları dillendirilmeğe başlanmıştır. Bir tarafta haritalar dağıtılırken, diğer tarafta pazarlıklar yapılmış ve Türkiye’deki batı işbirlikçisi kesimler ile gayrimüslim lobiler, Kuzey Irak bölgesini Türkiye’ye bağlayabilmek için seferber olmuşlardır. İsrail için en büyük tehdit olan Arap milliyetçiliğinin merkezi gücü olarak Irak devleti tasfiye edilirken, bölgedeki Arap çoğunluğuna karşı kullanılmak üzere bir başka etnik kimlikli devlet Irak’ın kuzeyinde dıştan zorlamalar ile yaratılmıştır.

Orta Doğu’da Kürdistan kurulması yeni görülmemektedir. İkinci Dünya savaşı sonrasında da Sovyetler Birliği Kafkasya’dan Basra körfezine inebilmek için bir kukla Kürt devletini Mehabad bölgesinde İran’ı parçalayarak kurdurmuştu. Ne var ki, o dönemin koşullarında ABD ve İngiltere işbirliği yaparak bu kukla devletin bir yıl içinde ortadan kalkmasını sağlamışlardır. Doğu ve batı blokları arasında çekişme merkezi haline gelen Orta Doğu’da Doğu bloğunun kendine göre bir Kürdistan kurmasına izin verilmezken, şimdi batı dünyasının işine geldiği gibi bir emperyal işbirlikçi kukla devlet zorla yaratılmak istenmekte ve bu minyatür yapının güvenlik işleri de bölgenin en güçlü ordusuna sahip olan Türkiye’ye yüklenilmeğe çalışılmaktadır. Kürdistan’ı kurmanın mesele olmadığı asıl sorunun böylesine bir devleti ayakta tutmak ve yaşatabilmek olduğunu tarihteki gelişmeler açıkça göstermektedir. Şimdi gelinen noktada dışarıdan zorlamalarla kurdurulmuş olan bu yapay devletçiğin Araplara ve bölge devletlerine karşı korunmasına sıra gelmiştir. Bir gecede İran, Suriye ya da Irak Arapları bu kukla devleti yok edebileceği için, ABD ve İsrail paraları ile kurulmuş olan bu yapay devletçiğin Türkiye’ye bağlanarak korunması istenmektedir. Türkiye’ye herhangi bir vilayet ya da toprak parçası olarak değil ama bir Kürt devleti olarak yamanmak istenen bu zorlama yapının beraberinde Türk devlet ve anayasa sistemine getireceği değişiklikler sanki olmayacakmış gibi bir aldatmaca ile Kuzey Irak Siyonist lobiler aracılığı ile Türkiye ile bütünleştirilmeğe çalışılmaktadır. Türk ordusunun koruması altına girecek bu yapıyı ABD’nin bölgeden çekilmesinden sonra Araplar ya da bölge devletleri yok edemeyecektir ama Türkiye’nin başı da komşuları ile bu zorlamalar nedeniyle ciddi biçimlerde ağrıyacaktır. ABD ve İngiltere’nin beraberce Mehabad Cumhuriyetini yok etmesi gibi, tarihten ders alacak bir Suriye ve İran işbirliği yaparak bu Erbil Cumhuriyetini de bir gecede ortadan kaldırabileceklerdir. İşte bu korku, Atlantik emperyalizmi ile Siyonizm Türkiye’nin başına bela etmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında yaşanmış olan başarısız deneyin benzeri doğrultuda ikincisine izin vermek istemeyen batı emperyalizmi bu aşamada Türkiye’yi bölge devletlerine ve halklarına karşı kullanarak kendi bölücülüğünün bekçiliğini yaptırmağa çaba göstermektedir. İşte Türk toplumunun önüne de tam bu aşamada ne olduğu belli olmayan bir açılım getirilmektedir.

Batı dünyası Sevr Antlaşması ile gerçekleştiremediği Orta Doğu yapılanmasını, soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasının geride kalmasından yararlanarak gerçekleştirmeğe çalışmakta ama doksanıncı yılına gelmiş olan Türk devletini ikna edememektedir. Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan asker sivil aydın kadronun sahip olduğu bilgi birikimi sonraki yıllarda cumhuriyetin genç kuşaklarına Türk üniversitelerinde aktarıldığı için, Türkiye’de neyin ne olduğunu iyi bilen kadrolar ulusal koşullarda yetiştirilmiştir. Lozan’da batının dayatmalarına hayır diyen Türk heyetinin sahip olduğu ulusal bilinç daha sonradaki aşamalarda işbaşına gelen Türk hükümetlerinde de görülmüş ve hiç bir Türk yönetimi Sevr haritasındaki yapılanmağa yol açabilecek konularda herhangi bir ödün vermemiştir. Hal böyle olmasına rağmen, batılı emperyalistler ve Siyonistler kendi kafalarındaki haritayı dünyanın merkezi coğrafyasında çizmeğe kararlı oldukları için ellerine geçen her fırsatta Sevr haritasının çizilmesine yol açabilecek ve bu doğrultuda Balkanizasyonu Anadolu üzerinden Orta Doğu bölgesine taşıyacak girişimleri hiç fasıla vermeden birbiri ardı sıra sürdürmüşlerdir. Bugünkü girişimler de geçmişteki senaryoların devam olarak gündeme getirilmeğe çalışılmaktadır. Irak’ı savaş ile parçalayanlar, yıllardır müttefikleri olan Türkiye’de benzeri bir uygulamayı yapamamışlar ve ayıp olmasın diye Türklere demokratik görünümleri yeni yapılanmaları dayatmışlardır. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olan Sovyetler Birliği tam Perestroika adı altında kendilerine kabul ettirilen demokratik açılım yapılanmasını gerçekleştireceği aşamada dağılmak durumunda kalmıştır. Şimdi demokratik açılım adı altında Türkiye’de benzeri bir perestroika uygulanmağa çalışılmaktadır. Ne var ki, batılıların unuttuğu bir şey olarak, Türkiye’de bu konularda iyi yetişmiş uzmanların bulunduğudur. Batı ülkelerine gitmeyen, oralarda okumayan ve batılı ülkelerden proje ya da burs adı altında çeşitli kaynaklardan para almayan ulusal çizgideki uzmanlar, Sovyetler Birliğini demokratik çözüm görünümünde tarih sahnesinden silen perestroika benzeri bir girişimin şimdilerde Türkiye için hazırlanarak uygulama alanına aktarılmağa çalışıldığını söylemektedirler.

Türkiye için ABD, Avrupa Birliği ve İsrail merkezli olarak dayatılan demokratik açılım eğer Türkiye’yi tarihe gömecek yeni bir perestroika olacaksa, buna Türk ulusunun onay vermesi düşünülemez, çünkü Türkler böylesine bir girişime ulusal kurtuluş savaşı sırasında Sevr haritasını ve antlaşmasını yırtarak karşı çıkmışlar ve daha sonra onurlu bir antlaşma olan Lozan ile bütün dünyaya bağımsız Türkiye Cumhuriyetini ulusal ve üniter bir devlet olarak kabul ettirmişlerdir. Üç yıl süren kurtuluş savaşı sonrasında elde edilen kazanımlar Lozan Antlaşması ile Türkler için bir hak durumuna gelmiştir. Türklerin misakı Milli sınırları içerisinde bir üniter ve ulusal devlet kurma hakkı Lozan Antlaşması ile bütün dünya tarafından kabul edilerek resmen onaylanmıştır. Şimdi ise emperyalizm ve Siyonizm’in merkezi coğrafyaya egemen olmak için oluşturdukları kukla işbirlikçi devletin Türkiye’ye yamanması ve korunması için zorla bir yeniden yapılanma Türkiye’yi yok edebilecek bir yeni perestroika olarak gündeme getirilmektedir. Tarih ve siyasal bilinçler çiğnenerek böylesine bir emperyal amacın hedeflendiği görülmektedir. Alt kimliklerin kabul edilmesiyle başlayan bu süreç yeni anayasal ve yasal girişimler ile geleceğe dönük bir hukuki yapıya dönüştürülmek istenmekte ve bu nedenle de Türk devleti baskı altına alınmaktadır. Bugünkü yönetimin, bir devlet projesi olarak kamuoyuna tanıttığı girişimin demokratiklik perdesi arkasına gizlenen bir bölücü ve federasyoncu proje olduğu konusunda Türk ulusunun çoğunluğunda bir tereddüt vardır. O nedenle de açılımın içeriği açıklanmamaktadır. Adı açılım olan bir girişimin içeriği kasıtlı olarak açıklanmamakta, dünya tarihinde kapalı bir açılım kamuoyuna sunulmaktadır. Gizli ve kapaklı her iş gibi bu açılımda ciddi tereddütler yaratmakta, emperyalizmin şimdiye kadar gerçekleştiremediği isteklerinin açılım paketiyle öne çıkarılmasından çekinilmektedir. Sevr’de, Lozan’da gerçekleştirilemeyen bölücü ve federasyoncu taleplerin Avrupa Birliği sürecinde Kopenhag Kriterleri aracılığı ile de başarılamamasının acısını çıkartmak isteyen mandacı kesimler, ne olduğu belli olmayan açılıma sahip çıkarak emperyal vizyon doğrultusunda yönlendirmeğe çaba göstermektedirler. Avrupa Birliği süreci işlerken bu doğrultuda Türkiye’yi Yugoslavyalaştırmağa çalışan batı bloğu, AB sürecinin durması ve Türkiye’nin giderek Avrupa’dan uzaklaşması aşamasında bu kez açılım diye bir paketi üstü örtülü olarak gündeme gündeme sokarak aynı doğrultuda Türkiye’yi zorlamağa çalışmaktadırlar. Gören gözlerin kılavuz istemeyeceği kadar açık bir durum olmasına rağmen, Türk ulusunun tepkilerinden çekinen yönetimin bu açılımı üstü kapalı olarak getirmeyi tercih ettiği görülmektedir.

Yugoslavya dağıldıktan sonra Alman Dışişleri bakanı Hans Ditrich Gensher, Türkiye’nin Avrupa’ya girmesi için ikinci bir Yugoslavya modeline ihtiyaç olduğunu açıkça söylemişti. Bu kadar büyük bir ülkeyi Avrupaya almayanlar, şimdi, Orta Doğunun yeniden düzenlenmesi gündeme geldiğinde gene aynı doğrultuda Türkiye’yi küçültmenin yollarını aramaktadırlar. Büyük Türkiye Avrupa’da istenmediği gibi Orta Doğu’da da istenmemektedir. Bu nedenle, önce Türkiye büyütülüyormuş gibi gösterilerek, Kuzey Irak’taki emperyalizm işbirlikçisi kukla siyasal oluşum Türkiye’ye yamanmak istenmekte ve daha sonra da Türkiye’nin güneydoğusu ile bütünleşecek bu yapay eyaletin daha büyük bir devlet olması planlanmaktadır. Kuzey Irak’a güney Kürdistan diyenler Türkiye’nin güneydoğusuna da Kuzey Kürdistan adını vererek böylesine bir plan olduğunu açıkça doğrulamaktadırlar. Bu durumda, getirilmek istenen demokratik açılım, güneydoğuluların alt kimliğinin resmen tanınması ve bu yapının hukukileştirilerek federasyona giden yolun açılması istenmektedir. Aşama aşama yürütülen emperyalist ve Siyonist planın gelecekteki adımı resmen federasyon talebi olacaktır. Daha sonra da tıpkı Yugoslavya Federasyonunun demokrasi adına alt kimliklerle dağılması gibi yeni bir Balkanizasyon süreci hem Anadolu’da hem de Orta Doğu’da ABD ve İsrail planları doğrultusunda devreye girecektir. Bu kadar açık bir emperyal planın Türkiye’ye demokratik açılım olarak dayatılmasının yeni bazı yansımalarının ortaya çıktığı ve Türk ulusu içinde gönüllü olarak yer alan diğer bazı etnik kimlikli grupların da benzeri isteklerle öne çıktıkları görülmektedir. Kürtler için getirilecek ayrıcalıkların benzerlerinin, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, gürcüler ve diğerleri için de tanınması anayasal eşitlik ilkesinin bir gereğidir. Bir hukuk devleti olan Türkiye’de hiç bir alt kimliğe ayrıcalık tanınamaz. Anayasada varolan ulus devlet yapısı içerisinde her alt kimlik eşit bir statüye sahiptir. Türkiye’de ulus devlet olduğu için devletin adındaki Türk ismi her vatandaşın üst kimliğinin tanınmasıdır. Bir alt kimliğin diğer alt kimliklere üstünlüğü söz konusu değildir. Türkmen ismi bir alt kimliğin adıdır, ama Türklük devletin adı olarak bütün vatandaşların üst kimliğinin hukuki tanımlamasıdır. Bu yapı herhangi bir alt kimlik lehine bozulursa diğer alt kimlikler de tıpkı Yugoslavya’da olduğu gibi, ulusal yapıyı bozabilecek yeni hak talepleri ile ortaya çıkabileceklerdir. Yugoslavya’da yaşanan olumsuz bir biçimde dağılma getiren gelişmelerin benzeri Türkiye’de sahneye sokulmak istenmektedir. Bu durumda, çözülme aslında çözüm gibi aldatıcı bir biçimde kamuoyuna sunulmaktadır.

Hiç bir durumda, çözülme çözüm olamaz. Üstü kapalı olarak çözülme getirecek bazı girişimlerin Türk kamuoyunun aldatılmasıyla devreye sokulmak istenmesi Türk demokrasisini epeyce zorlamaktadır. Emperyalizmin yeni Sevr planını Türkiye’ye demokratik çözüm olarak dayatması dikkate alınarak, gizli kalan her konu açıkça tartışılmalı ve Türk demokrasisi içerisinde Türkiye Cumhuriyeti bu darboğazdan geçerek, geleceğe dönük bir doğrultuda yoluna devam edebilmelidir. Türk devletinin nasıl kurulduğu ve hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldiği hiç bir zaman unutulmamalıdır. Türk ulusu alternatif planları hazırlarken her türlü çözülmeyi devre dışı bırakacak yeni çözümler üretebilmelidir.


Anıl ÇEÇEN, 2 Ekim 2009
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Çözülme Çözüm Olamaz

İletigönderen BabaHoroz » Prş Kas 05, 2009 14:36

Bu plan yüzyıl öncesinden biliniyordu ve adım adım uyguladılar.Önce S.S.C.B sonrada Yugoslavya parçalandı.Sırada da Türkiyemiz var.Ülkemizi parçalamak için, sistemli olarak, adım adım uygulamalar yapıyorlar ve bencede başarılı oluyorlar.Allah sonumuzu hayır etsin

Yugoslavya'dan küçük küçük devletçikler çıkartanlar ne hikmetse Kıbrıs'ı birleştirmeye çalışıyorlar.Sebebi çok açık.Talat'ın gelmesi bile planlı.
Sadece ve Sadece DENİZLİSPOR lu,Her konuda Objektif, Dobra, AntiEmperyalist ve Tam Bir TÜRK
Kullanıcı küçük betizi
BabaHoroz
Üye
Üye
 
İletiler: 104
Kayıt: Cum Mar 07, 2008 13:21


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x