Cumhuriyet'in Aşiretle İmtihanı
Kişisoyu yeryüzünde yüzbinlerce yıl kana soya dayalı, insan ve yurttaş haklarının kırıntısı dahi bulunmayan aşiret toplulukları biçiminde yaşadı.
Aşiret topluluğunun soydaşlığa dayalı yasaları, suç ve cezanın kişiselliğini tanımıyor, aşiretin bir üyesine yapılan saldırı, tüm aşirete yapılmış sayılıyordu. Saldırganın bağlı olduğu aşiretin diğer üyeleri, o saldırıya katılmamış olsalar dahi, salt saldırgan o aşiretin üyesidir diye topluca suçlu sayılıyordu. “Kan davası” denilen Aşiret yasası uyarınca, biri diğerini öldürdüğünde cezası ölümdü; fakat katil ceza olarak öldürüldüğünde, bu kez de katilin yakınları onun öcünü almaya, katili öldüreni öldürmeye hak kazanır; karşılıklı öldürüşmelerin sonu aşiretlerin birbirlerini yoketmesine dek uzanırdı.
Suç ve cezanın bireysel olmayışı, aşiretler arası soykırımcılığı doğurmuştu. Bir aşiret, diğer aşiretle bir nedenle çatıştığında, çatışmadan üstün çıkan aşiret, yendiği aşiretin tüm üyelerini topluca yok etmeksizin kendisini güvende saymıyordu. Eğer yendiği aşiretin üyelerini sağ bırakacak olursa, yenilen aşiret bir süre sonra toparlanacak, “kısasa kısas” ve “intikam” yasası uyarınca, öç almak için saldıracaklardı. Bunu önlemenin biricik yolu, yenen aşiretin yenilen aşireti geride bir tek bebek dahi bırakmaksızın, kadın çocuk ayırmadan topluca öldürmesiydi.
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edildiğinde, Anadolu'nun doğusunda halkın büyük bölümü Cumhuriyet'in amaçladığı insan ve yurttaş haklarına kökten aykırı aşiret düzeninde yaşıyordu. Ziya Gökalp, 1922'de Diyarbakır'da bir yandan Yeni Mecmua'yı yayımlarken, bir yandan da aşiret yapılarına ilişkin incelemelerini yazmaktaydı.
• "Bu inceleme iki rapordan ibarettir. 99 sahifedir. Dört nüsha olarak hazırlanmıştır. Bunlardan biri Atatürk'e gönderilmiştir. Atatürk nüshası Hasan Reşit Tankut'ta idi. Rahmetli Tankut defteri kendisine Atatürk'ün, çalışmalarında istifade edersin diye 1937'de armağan ettiğini söylerdi." (Ziya Gökalp, "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler", 3. bas. Kaynak y., s.13)
Ziya Gökalp, bu raporda, Doğudaki aşiret yapılanlarını özetle şöyle anlatıyordu:
• "Bir öldürme gerçekleştiğinde (...) kan davası ortak sorumluluğu, katilin hamsesine (beşinci göbeğe dek amcaoğullarına) düşer. Katilin üçüncü göbeğe kadar olan akrabalarına hiçbir biçimde bağışlama yoktur. (..) Öldürülenin hamsesi (beşinci göbeğe kadar amca çocukları) tarafından bunların evleri, eşyaları ve kendileri genellikle mahv ve perişan edilecektir." (s.29)
• "Ortak Sorumluluk Kuralı: Bir öldürme ya da gasp ve hırsızlıktan yalnızca fail sorumlu değildir, aşiret haricinde ise bütün aşireti hatta bendi sorumludur." (s.41)
• "Aşiret Suçları: Burada çok önemli bir hukuk sorunu ortaya çıkıyor. Aşiret suçları, bireysel suçlarla bir tutulabilir mi? Bireysel suçlar, bireyin topluma başkaldırısı demektir. Oysa ki bir aşiret kişisi, bir aşiret suçunu işlerken, kişisel bir tutkuya tabi olmuyor, bir aşiret ülküsüne, toplumsal bir görev duygusuna tabi oluyor. Aşiret üyesi, kan davası gütmezse, akrabasının intikamını almazsa, soyguna soygunla karşılık vermezse, bütün halk gözünde namussuz sayılır. Burnu aşağıda olur, adı küçük olur, hiçbir onuru saygınlığı kalmaz. Başkanlık konumundaysa başkanlıktan düşer. Demek ki bu tür suçlar, adi suçlara benzemiyor. Bunlara suç adını veren de biziz. Onların gözünde suç değil, erdemdir. Toplumbilimcilerin incelemesine göre, bütün ilkel toplumlarda bireysel hukuk ve kamu hukuku anlayışı yoktur. Hukuk yalnız semiyeye (kabileye, klana) aittir. Bir kişiye saldırı, semiyeye saldırı niteliğinde olduğu içindir ki intikamı semiye tarafından alınır. Bundan dolayıdır ki alınan diyet öldürülenin ana-babasına verilmez, semiyenin eli silah tutan üyeleri arasında bölüştürülür. Cahiliye Araplarında miras da böyle bölüşülürdü. Aşiret ruhuna sahip öbeklerin bizim kanunlarımızla uyuşamamaları bu ilkel hukuk anlayışının sonucudur. Hukuk adamlarımızın bu sorunu önemle incelemeleri gereklidir. Çünkü hukuk, halk vicdanında hak sayılan kurallardır. Her halkın kendine göre hukuku vardır. Bir halka anlamaktan aciz bulunduğu bir hukuk anlayışı zorla aşılanamaz." (s.46)
• "Adli Kanunlar: Aşiretlerin düşüncesinde kamu hukuku ve birey hukuku kavramları yoktur. Bunlarda ortak sorumluluk ilkesi geçerlidir. Zaten onlar bu ilkeyi bireysel kanunlarımıza da sokmaya çalışıyorlar. Örneğin bir öldürme gerçekleştiğinde katil bir tek adam iken, onun akrabası olan yüzlerce insanı ortak ve yardımcı olarak suçlular arasına koyuyorlar. Bu durumlara bir son vermek için aşiret suçları hakkında "akile" ve "diyet" esaslarını kabul etmek gereklidir. (...) Aşiret davalarını kendi örflerine göre çözümlemek gereklidir. O zaman aşiretler hükümete ısınırlar ve yavaş yavaş aşiretlikten uzaklaşırlar. Dahası az zaman sonra umumi kanunları uymayı kendileri isteyecektir." (s.53)
• "Yağmaya uğrayan aşiret, yağma eden aşiretten (...) kime denk gelirse öldürebilir. Bundan dolayı kan bedeli vermek zorunda değildir." (s.84)
• "Katil bilinmeyen bir yere kaçarak kendisini kurtarırsa da beş batna kadar akrabasından her kim olursa katledilir. (...) Öldürülenin tarafı (...) katilin akraba ve taallukatından kime denk gelirse öldürebileceği gibi, üç gün zarfında katilin hayvanları ve diğer eşyalarından neyi ele geçirebilirse alır, keser, yer." (s.85)
• "Bütün davaları önce şeyhler, onun ardından ikinci derecede arfeler çözümler. Gerek şeyhler ve gerek arfeler davayı çözümleyince davasına göre bir ücret alırlar. Katiller öldürdüğü kişinin diyetini vermedikçe üyesi bulunduğu aşirete gelemez" (s.86)
• "Kadınların hiç hakkı ve hukuku yoktur." (s.86)
• "Kadınlar hakkındaki en büyük haksızlık babaların kızlarını büyük bir meblağ karşılığında- kızların fikrini sormaksızın- kocaya vermesidir. Damadın ihtiyarlığına, çirkinliğine bakılmaz. Evli midir, değil midir, buna da bakılmaz. Kim çok para verirse kız ona verilir."(s.43)
* * *
Ziya Gökalp'in yukarıda dilini güncelleyerek aktardığımız saptamaları, Doğu Anadolu'da yaygın aşiret düzeninin 1922'deki durumunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Herhangi bir aşiret üyesi, başka aşiretten birini öldürdüğünde, öldürenin bağlı bulunduğu aşiret tümüyle katil sayılıyor; o aşiretten olup da cinayetle hiç bir ilgisi olmayanlar, öldürülenin aşireti tarafından yakalanıp bu cinayetten sorumlu sayılarak öldürülüyordu. Bir kişi suç işlediğinde, bağlı bulunduğu aşiretin tüm üyelerinin aynı suçu işlemiş sayılmaları ve cezalandırılmaları, yalnız öldürme suçlarında değil, diğer tüm suçlarda geçerli bir aşiret yasasıydı.
Kan davaları, töre cinayetleri, toplulukların kandaş-aşiretler biçiminde örgütlendikleri dönemin yasalarından doğuyordu; insanlığın, insan haklarına kökten aykırı kandaş / aşiret hukukundan kurtulmasında en önemli evrelerden biri, kandaşlığın yerini dindaşlığın almasıydı. Aşiret yasalarının yerini din yasaları aldıktan sonra, suçun kişiselliği ve dolayısıyla cezanın da ancak o suçu işleyen kişiye verileceği ilkesi egemen olacaktı. Bundan sonradır ki insanlık yurt kardeşliğini odak alan yurttaşlık bilincine varabilecek ve Cumhuriyet'in temelini oluşturan yurttaş ulus toplum aşamasına ulaşabilecekti.
Ulus’u oluşturan yurttaşlık kavramı, sınırları belli bir ülkede yaşayan herkesi hangi soydan gelirlerse gelsinler, hangi dine inanırlarsa inansınlar yurt kardeşi sayıyordu. Yurt kardeşliği demek olan yurttaşlık’ın benimsenmesiyle, insanlar arasında soy ayrılığı ya da din ve mezhep ayrılığı nedeniyle kan dökülmesi önlenebilecekti.
Yurttaşlık kavramıyla bir ve aynı yasaya bağlanıp bir ve aynı eğitimi alarak bir ulus oluşturabilen toplumlar, bilim ve teknik alanında dev adımlarla ilerliyor, aşiret ya da ümmet aşamasında takılan toplumlarsa her bakımdan geride kalıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, kandaş aşiret ve dindaş ümmet kavramlarını aşıp yurttaş ulus toplum kavramına bağlanmadıkça Türkiye’nin varlığını, birliğini korumanın ve sürdürmenin olanaksız olduğunu daha Osmanlı döneminde kavramış olan kadroların çabalarıyla kurulacaktı.
Cumhuriyetimizi yıkmayı amaçlayanlar, doksan yılı aşkın bir süredir propaganda yayınlarında “aşiret” ile “ulus”u kasıtlı olarak birbirine karıştırıp “aşiret”lerden “ulus” diye söz ederek, aşiretlere “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” tanınmasına yönelik aldatıcı söylemler yaymaktadır.
Kendi kararlarını kendi özgür istençleriyle veren birey yurttaşlardan oluşan topluma, “ulus” adı verilir. “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”, aynı zamanda o ulusu oluşturan “birey yurttaşların kendi kaderlerini tayin hakkı” demektir.
Aşiret ise, üyelerinin duygularına, düşüncelerine, sözlerine ve kararlarına en küçük bir hak dahi tanımayan, ulusallıktan uzak insan haklarına kökten aykırı bir toplumsal örgütlenmedir.
Ziya Gökalp'in raporunda ayrıntısıyla incelediği Doğu'daki aşiretlerden bir bölümü daha sonra iç ve dış düşmanlarca güdümlenerek Cumhuriyet'in karşısına dikildi. Cumhuriyet dönemindeki iç isyanlarda, ayaklanmalarda başka nedenler yanısıra, pek çok aşiretin Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarınca nasıl kullanıldığını da görmek gerekir.
Cengiz ÖZAKINCI, “Bütün Dünya”, Ekim 2017
cengizozakinci@butundunya.com.tr
cengizozakincibd@gmail.com
PDF