Darbeleri okuma kılavuzu -1- / Selcan TAŞÇI

Darbeleri okuma kılavuzu -1- / Selcan TAŞÇI

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Şub 28, 2010 12:39

Darbeleri okuma kılavuzu -1-

Devşirilmiş iktidarlar 10 yılımızı çalmakla mı yetindi?

“Her darbe ülkeyi on yıl geriye götürdü” nakaratını tekrarlar durur çoğu kişi. O keskin dönüşlerin yaşandığı virajlarda nelerin eşiğinden döndük, neleri ıskaladık, neleri teğet geçtik ve nelere boyun eğdik peki?

Darbenin ardı “bıçak gibi kesilen olaylar” mıydı sadece?

Bu sorunun cevabını arayacağız bu kez;
Anlayacağınız “oldu da ne oldu” demek üzere düşüyoruz yollara, anılara, satır aralarına...
Madem darbeler Türkiye Cumhuiyeti’nde inşa edilen demokratik düzeni sekteye uğrattı, madem darbeler Türkiye Cumhuriyeti’ni on yıllarca geriye sürükledi, madem darbeler Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanların üzerinden geçti, onları vurdu, onlara işkence yaptı, onları astı... Yani madem hedef şu veya bu içimde Türkiye Cumhuriyeti’ydi... Darbelerin neyi başardığını anlamak için neye tahammül edemediğe bakmalı önce. Ne olduğunu anlamak için, ne olmadığını görmeli. Yıkmaya çalıştığı yapıyı tanırsak, yapmak istediğini de anlamış oluruz değil mi?


Yarım kalan anlatı

TBMM’nin şimdi müze olan binasında, 29 Ekim 1923 günü, 159 milletvekili tarafından alınan ve 101 pare top atışıyla kutlanan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” tarihi kararından bugüne dalgalanmalarla yazıldı siyasi tarihi. Mustafa Kemal’in her alanda tam teslimiyetten, her alanda tam bağımsızlığa uzanan anlatısı yarım kaldı.

Belki bütün bunları öngörmüş olduğundan, büyük nutkun son bölümünde gençlere hitap etmeyi tercih etti Mustafa Kemal. Ve onlara manidar bir görev yükledi:


Ey Türk Gençliği!

Birinci Vazifen, Türk İstiklâli’ni, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir...

Cumhuriyet tarihi boyunca, dış güçlerin ülke yönetimine sızma girişimleri olarak da nitelendirebilecek “darbeler”in zeminlerinin her defasında “gençler”e (subaylar, öğrenciler, işçiler...) hazırlattırılmış olması bu sözün önemini daha da arttırdı. Atatürk’ün Türk gençlerinin damarındaki asil kana vurgusu “devşirilmeyin” uyarısı olmalıydı. Kaldı ki, Türk tarihinin başından sonuna askeri zaferlerle kurulan devletlerin siyasi hezimetlerle yıkılması “devşirilmiş” iktidarların marifetiydi...


Derin bir uçurum oluştu

Bir gazetenin sayfalarında, Cumhuriyet tarihini yeniden yorumlamak zor olsa da, yine uzun bir yola çıkıyoruz sizlerle birlikte. Bu dizinin amacı her darbede Türkiye’nin neler kaybettiğini ve darbeleri yapanların Türkiye üzerinden neler kazandığını göstermek olacak. 1923 ile 2010 arasında, hem toplum algısı hem de yönetenlerin basireti açısından oluşan derin uçurumu da, kendiliğinden ortaya koyacak olan bu çalışma da, öncekiler gibi siz Yeniçağ okurların katkılarına, tanıklıklarına, teyid ve itirazlarına açık olacak...


ABD darbeyi istiyorsa, bir nedeni olmalı

Türkiye’de, ABD’nin istemediği hiçbir darbenin olamayacağı söyleniyor. Ama ABD’nin istediği darbelerin, şahsi istikballerini emperyalizmin dümen suyunda arayan kişi ve kurumlara neler yaptırdığından kimse bahsetmiyor Şeyh Sait isyanı patlak verdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti henüz 2 yaşındaydı. ABD Deniz Kuvvetleri Tuğamiral’i Mark L. Bristol’ün, “İngilizler, Kürt durumuyla meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar” (Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları / Orhan Duru) raporu “Amerikan Gizli Belgeleri” arasında yerini aldığında ise, Cumhuriyet ilan dahi edilmemişti. Tarih 26 Ocak 1922’yi gösteriyordu.

Bir Amerikan subayının, yeni devletin nelerle uğraşacağını öngörebilmesi ve bu öngörülerinin, ’zamanı geldiğinde’ birer birer gerçekleşmesi, hiçbir şeyin ’bir anda’ ve ’sebepsiz’ olmadığını kanıtlıyordu.


Hepsini itiraf ettiler

Demek ki, ideali ’tam bağımsızlık’ olan bu yeni Türk devleti de, değişen dünya düzeninde, “paylaşımcı” rolünü devralacak güçler için, petrol, su, maden, tarım alanları ve ’şark tipi’ (kıyas ve analiz yeteneğini kullanmayan) işbirlikçi potansiyeli gibi “şifalı kaynaklar”a sahip olan Ortadoğu’nun kapısı, Orta Asya ve Kafkaslar’ın anahtarı durumundaki coğrafyasını, emperyalizmin uzun soluklu koşularına parkur olarak tahsis etmeye zorlanacaktı.
27 Mayıs 1960’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece, Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’nden Washington’a 30 adet mesaj çekildi.

Darbenin ertesi günü Orgeneral Cemal Gürsel’in “tavsiyelerini” almak üzere görüştüğü ilk isim de ABD Büyükelçisi’ydi.

Yassıada duruşmaları, MİT elemanlarının paralarının CIA tarafından ödendiğini ortaya çıkardı.

The Economist dergisinin 1972 tarihinde yayınlanan Blue Report özel ekinde, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırası ’CIA operasyonları listesi’nde gösterildi.

The Daily Telegraph, 12 Mart 1971’de “Ordunun girişiminden sonra Demirel Hükümeti’nin zorunlu istifasında, CIA ajanlarının eylemli katkıları...” bulunduğunu yazdı.

Türkiye’de ise ilk defa 1973’de, Talat Turhan’ın İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde verdiği ifade sırasında, “muhtıranın arkasında CIA’nın olduğu” zabıtlara geçti.

Abdi İpekçi, Amerikan Büyükelçiliği’nde görev yapan CIA ajanı Paul Henze’e ’bildiklerini’ anlattıktan sadece iki hafta sonra katledildi.

Aynı Paul Henze, 12 Eylül 1980 gecesi Damdaki Kemancı operasını izleyen ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar işi bitirdi” mesajını yollayan kişiydi.

Eski bir CIA ajanı olan Philip Agee, iki cilt halinde yayınlanan günlüğüne “faşizmin en büyük destekçisinin CIA olduğu” bilgisini kaydettikten sonra, şu notu düştü: “CIA Türkiye’de siyasi baskı ve işkence yapılmasında da başrolü oynamıştır.”

Türkiye’nin, darbe konusunda tecrübeli ailelerinden birine mensup olan Mehmet Altan, 2009 yılında Vatan Gazetesi’ne verdiği röportajda “Türkiye’de NATO’nun ve Amerika Birleşik Devletleri’nin istemediği hiçbir darbe olmaz” dedi.


Bir mesajınız var!

1977’den 1980’e kadar ABD Dışişleri Bakanlığı’nı yürüten Cyrus Vance, 2 Mayıs 1977’de Georgia Üniversitesi’nde düzenlenen İnsan Hakları Konferansı’nda, ABD’nin operasyonlarını “sadece askeri kuvveti ve ekonomik gücüyle teşvik ve ilhamla sınırlamadığını” söylüyor ekliyordu: “Önemli olan devrimlerinin mesajıdır!”

Yıllarca Amerikan müdahalelerinin “oluş biçimi” üzerine kafa yoran Türkiye, sonuçlarla yüzleşmekten kaçındı. Böyle olması şaşırtıcı da değildi aslında. Çünkü o “sonuçlar”ın uygulayıcısı, bilerek veya bilmeyerek yine Türkiye’ydi.

Washington’un “mesajı” doğrultusunda, aslında neye hizmet ettiğinin farkında olarak veya olmayarak, uluslararası ilişkiler, ekonomi, savunma, eğitim, kültür politikalarını değiştirenler, zaten bu “sonuçlar”a kafa yorması beklenen siyasiler, akademisyenler, gazeteciler, bürokratlar, sivil toplum kuruluşları ve hatta askerlerin bizzat kendileriydi.

Günün şartları içinde geçici körlük yaşamış veya gördüğünü paylaşacak yol arkadaşlarından yoksun bırakılmış, yalnızlaştırılmış, ’hayır’ dediği anda da etkisizleştirilmiş olanlar, şimdi geriye dönüp baktıklarında büyük fotoğrafı görüyor ve bugün aynı yollardan geçen haleflerine “Aman ha” diyorlar...


Bedel ödüyorlar

ABD’nin, “Ermeni meselesi”ni Demokles’in kılıcı gibi kullanmasına, kafalarına geçirilen çuvala “ittifak nişanı” muamelesi yapanlara, sırtlarını sıvazlatmak için “Mehmetçik ihracatı”na kalkışmalarına, sınır düşmanları kazanmak pahasına fiilen Amerika’nın savunma kalkanı olmanın eşiğine getirilmemize ve devletin yönetim katlarında “hesabı verilemeyen” Amerikalıların cirit atmasına bakılırsa, iktidarın bugünkü sahipleri, seleflerinden gelen uyarıları;
Ya, “muhaliftir, ne derse yeridir” önyargısıyla dikkate almamakta... Ya da, “bile bile lades” anlaşması yaparak sahip oldukları makamların “bedeli”ni ödemek zorunda olduklarından, eleştirilere kulak vermek işlerine gelmemektedir...


Külyutmaz olmak yetmiyor

Dediğimiz gibi, bugüne kadar hep “şartların olgunlaşması”ndan söz edildi. Ülke istikrarının nasıl bozulduğu, sokakların nasıl kan gölüne çevrildiği, demokrasinin nasıl kesintiye uğratıldığı, siyasilerinin nasıl kuklalaştırıldığı, kısaca “bir elin” nasıl bir gölge oyunu sahnelediği tartışıldı hep. Ve evet; ne mutlu bize ki, bugün bir çok gelişme karşısında, tabiri caizse “maymun gözünü açtı” diyebilir hale geldik. “Biz bu filmi daha önce görmüştük” demeyi öğrendik. Mr. Washington’un, darbe operasyonları için sahaya sürdüğü kişi, kurum ve gruplara verdiği her türlü taktik karşısında, pozisyonumuz: Külyutmaz!

Da... Hangi film ‘final sahnesi’ olmadan biter?

ABD Menderes’i sildi; 27 Mayıs, Demirel’i sildi; 12 Eylül, Erbakan’ı sildi; 28 Şubat...

Darbeyi indiren “o el”in, hacıyatmaz gibi, geri gidip gidip sonra aniden üzerimize çullanıverdiğini çözdük ya, “Bir daha aynı tuzağa düşmeyiz” diye bir güzel tedavi ediyoruz kandırılmış zihinlerimizi...

Gerisini koyver gitsin!

İyi ama, ya silinenlerin yerine yazılanlar? Şu bizim çocuklar psikopat mıydı yani? Haritadan bir ülke beğenip, “canım çekti, bir darbe yapıp geleyim” mi diyorlardı? “Yaşasın bugün de bir darbe yaptım anne” diyerek gerisin geri evlerine mi koşuyorlardı? Bu ABD için bile biraz fazlaca pahalı bir zevk değil mi?

YARIN: Yap-Boz’a dönen ‘Cumhuriyet felsefesi’


Selcan TAŞÇI, YENİÇAĞ, 24 Şubat 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Darbeleri Okuma Kılavuzu - Selcan TAŞÇI

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x