
CIA’cıların bütün kehanetleri tuttu
ABD Büyükelçisi Abramowitz Erbakan’ın yerine Erdoğan’ı işaret ettiğinde ortada ne 28 Şubat vardı, ne de AKP!
Kapatılan Refah Partisi’nin eski Genel Başkanı, eski başbakanlardan Necmettin Erbakan, 28 Şubat’ın yıl dönümünde konuşmacı olarak katıldığı konferansta, dönemin generallerinin ifadesiyle “post-modern” olan darbenin “Amerikalılar” tarafından organize edildiğini söyledi. Hatta iddiasını ispata dönük bir adım da atarak, bununla ilgili olarak, kasasında sakladığı bir “delil”den söz etti. Erbakan’ın bahsettiği “delil”, Şevket Kazan’ın 31 Ekim 1996’da, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan, Ankara Büyükelçiliğine yollandığını belirttiği ve “Erbakan hükümetini düşürmek üzere elden ne gelirse yapılması gerektiği” ihtarını içeren, Pentagon menşeli kriptoydu.
En kolay darbe
Daha Refah-Yol hükümeti kurulmadan önce, Milletvekili Hasan Mezarcı’nın TBMM’de söylediği “Selanikli biri benim Atam olamaz. Ben veled-i zina değilim” sözü, Erbakan’ın “RP, bir gün mutlaka iktidara gelecek ama bu geçiş dönemi tatlı mı olacak, kanlı mı olacak, buna halk karar verecek” çıkışı “Refah gelirse darbe olur...” tahminlerine, dolayısıyla da darbeyi olmadan normalleştirmeye yaramıştı.
Kaldı ki Refah Partililer iktidarda da boş durmadılar, Şevki Yılmaz “Ben Hizbullahım... Türkiye’nin %99’u Hizbullahtır. Hizbullah olmayanlar hizbulşeytandır” derken, Erbakan tarikat liderlerini iftarda Başbakanlık’ta ağırlayarak 28 Şubat fotoğrafının eksik parçalarını kendi elleriyle tamamladı. Aczimendi ’rüzgarı’ ve 21 Şubat’ta yapılan Kudüs Gecesi’nin de davetiye çıkarmasıyla önce tanklar Sincan sokaklarına indi, sonra da 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısında, Erbakan’a, kendisini iktidardan edecek sert “tavsiye metni” iletildi. Her darbede olduğu gibi şartlar müdahaleyi “meşru” kılmıştı. Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in 28 Şubat’la ilgili tespitinin ne anlama geldiğini yıllar sonra Irak işgali sırasında daha iyi anlayacaktık. Emperyalizmin “Demokrasiye balans ayarı” demek ki ya darbeyle, ya işgalle oluyordu.
Görünmeyen yüzü
Refah Partililerin ’katkılarıyla’ çekilen 28 Şubat fotoğrafının görünmeyen yüzüne bakınca, 1990’lar Türkiye’sinin verdiği kavganın ne “demokrasi”, ve “irtica” ile ilgili olmadığı anlaşılıyordu.
Refah-Yol Hükümeti, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’ye “Kürtlere özerklik” verilmesi baskılarını arttırıp ve PKK’yla masaya oturma çağrısı yaptığı, Almanya’nın, NATO antlaşmaları çerçevesinde verdiği silahların Güneydoğu’da sivil halka karşı kullanıldığı gerekçesiyle silah ambargosu krizi yarattığı dönemde kuruldu. Gümrük Birliği antlaşmasının imzalanması, Hazar Denizi petrol boru hattının Türkiye’den geçmesi projesi, özelleştirme defterinin açılması gibi, uluslararası konjonktürün Türkiye’deki maşa ihtiyacını pekiştirici gelişmeler yaşanıyordu. Oysa 28 Haziran 1996’da kurulan Refah-Yol’un bazı konulardaki “kızgın”lığı, bu “maşa”yı tutanların elini yakacağa benziyordu.
Refah Partisi “iktidardaki ilk büyük muhalefeti”ni PTT’nin T’sinin satışına karşı yürüttü.
Ve bugün Erdoğan’ı da zorlayacak gibi görünen İran konusu da Erbakan ile ABD arasında ateş hattıydı. ABD Dışişleri sözcüsü Nicolas Burns’un “Bu tür temaslar yarar sağlamaz” uyarısına aldırmayan Erbakan İran’a giderek ve 23 milyar dolarlık doğalgaz anlaşması imzaladı. Erbakan’ın, İran’dan MİT’e meydan okuması ve Yeniçağ okuyucularının CIA ajanı Mark Paris, ABD yanlısı eski gerilla Cengiz Çandar, provokatör Hasan Cemal ve Soroscu Can Paker gibi isimlerle aynı karede göreceği MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’ın İran konusunda yanıltıcı bilgiler verdiğini söylemesi de 28 Şubat’a giden kırılma noktalarından biriydi.
Çiller, üç yıl sonra, mensubu olduğu koalisyonu dağıtacak darbe davetiyesine dönüşeceğini bilmeden 15 Nisan 1994’te ABD’de Clinton’a “Bize ekonomik destek vermezseniz, Türkiye’ye aşırılar gelir ve bu da dünyayı, Müslüman-Hıristiyan savaşına götürür” demişti.
Nostradamus gibiler
Refah -Yol iktidarının henüz 20. gününde Washington’da düzenlenen panelde ’Erbakan’ın başbakanlığında Türkiye nereye gidiyor?’ meselesi! tartışıldı. Sonuç: Erbakan, ABD’nin aleyhinedir ve en kısa sürede başbakanlıktan uzaklaştırılmalıdır.
CIA görevlisi, ABD eski Ankara Büyükelçisi Abramowitz de aynı yıl, “Erdoğan, Erbakan’ın yerini almalıdır” diyecekti.
Erbakan 28 Şubat’la iktidardan uzaklaştırılınca, “o radikal gençler”e gün doğdu. 57. Hükümet döneminde, ülkenin Başbakan Ecevit’in hastane odasından yönetildiği veya bize öyle hissettirildiği günlerdeki ekonomik ve siyasi kriz ortamında güçlü bir muhalefet partisi olma şansını yakalayan Fazilet Partisi bölündü ve Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu yetkilisi Matt Bryza’nın (Ve daha birçok Amerikalının) “Kapatılması talihsizlik olur” diyerek kanatları altına alacağı AKP kuruldu.
Orduda tersine değişim
TSK’nın CIA ajanlarının eğittiği teröristlere karşı başarılı bir mücadele yürüttüğü 1996 yılında, Graham Fuller, Paul Henze ve üst düzey istihbaratçılar, katıldıkları bir panelde “Türk Ordusunun siyasal sistemin teminatı konumunu yitireceği” iddiasında bulundular. Sadece iki ay sonra Çevik Bir komutasında gerçekleştirilen 28 Şubat operasyonu bu iddiayı çürütüyor, dönemin tanığı olan siyasetçilerin ifadelerinden çıkan sonuca göre, TSK içinde, ABD’nin istediği siyasal sistemi kurmak konusunda ’teminat’ sayılabilecek bir yapı oluştuğunu gösteriyordu. 28 Şubat; orduda, Turgut Özal döneminde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın istifasıyla başlayan, Özel Harp Dairesi’nin Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürülmesi, bir NATO ordusunun başına ABD’yi “ziyarete gitmeyi reddeden” bir komutanın gelmesi, kuvvet komutanlarının PKK’nın arkasındaki gücün ABD olduğunu ve AB’nin Tükiye’yi bölmeyi amaçladığını dile getiren kuvvet komutanlarıyla kendini gösteren “milli” nitelikli yapısal değişime ket vurulacağının ilk önemli işaretiydi.
Balans ayarının silinmeyen hatıraları!
Kuruluşundan sadece 15 ay sonra girdiği seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkan AKP, ABD’den fakslandığı belgelenen parti programı doğrultusunda, son sekiz yıl içinde ekonomiyi, kültürü, dili, dini, siyaseti gayri-millileştiren girişimleri ile alanında egale edilmesi dahi güç bir rekora imza attı.
Türkiye’yi özelleştirme ve TMSF satışları ile Türk ekonomisini yabancıların kontrolüne sokan banka devirleri, aynı şekilde borsada yabancı payının yükselmesi, tarımsal ve yerli sanayi üretiminin, kamu yatırımlarının durma noktasına gelmesi, bakmayın siz dünkü “Sizi IMF’den kurtardık” yaygarasına; IMF denetimini en uzun süreye çıkarması, hatta ’denetim’i talep etmesi, zam isteyen memura ’IMF’yi ikna edin’ diye yol göstermesi, ’tezkere geçmezse memura maaş ödeyemeyiz’ demesi, Petrol Kanunu ile yabancılara verilen imtiyazlar, işgalci ABD askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için dua edilmesi, ABD ile “açıklanamayacak” gizli anlaşmalara imza atılması (Gül-Powell), Papa heykelinin önünde imzalanan “egemenlik devri sözleşmesi”, Yahudi cesaret ödülü alması, “alıp götürmüyorlar ya” diyerek vatan toprağının satışını savunması, askerinin kafasına çuval geçirilmesini “müzik notası mı verelim” dalgacılığıyla karşılaması, kafasındaki çuvalla Ortadoğu gerçeğini görmeden, sözde “bölgesel lider”liğe soyunması ve bu yolla ABD’nin Türkiye dahil birçok ülkenin sınırını ve rejimini değiştirmeyi öngören, haritası NATO toplantısında alenen görüşülen BOP’unda eşbaşkanlık yapması, bu yolla yürttüğü menfaat bekçiliği sayesinde “genç radikaller”in kurduğu parti 28 Şubat’ın, hafızamızdan hiç silinmeyen hatırası olarak kalacak...
Başladığı gibi bitiyor
TBMM Başkanvekili ve MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin’e, 28 Şubat’tan sonra dağılan koalisyonun İçişleri Bakanı kimliğiyle yaptığı değerlendirmede “Hiçbir darbenin; ister plan aşamasında kalsın, ister post moderni, ister e-muhtıralısı, ister gerçekleşmişi olsun ABD desteksiz fiiliyata geçmesi mümkün değil” sözlerini tekrarladı.
Akşener’e göre 28 Şubat süreci askerlerle birlikte, ABD tarafından desteklenen büyük sermaye ve büyük sivil toplum örgütleri tarafından uygulanmıştı. Ve sonuçta da “anti-Batıcı, anti-Siyonist, anti-Amerikancı” görüş AB’ci ve ABD’ciliğe devşirildi.
Emperyalist devletlerin “uzun soluklu” planları, Akşener’in bahsettiği devşirme işlemininin 28 Şubat’la değil de, mesela “ABD’nin devlet adamlarını yetiştirdiği” dönemlerde başladığını düşündürüyor. 28 Şubatçılara da devşirilenlere iktidar yolunu aralamak düşüyor...
‘Darbeleri Okuma Kılavuzu’nun sonuna geldik. Araştırmamız sırasında, “yanıldık” dememizi sağlayacak bir belgeye erişebilmek isterdik...
İsterdik ki bir kişi de çıkıp “Türkiye sömürülmedi” desin.
Maalesef...Yazıyı bitirirken, başlarken ortaya koyduğumuz tezin, ‘her darbenin bir hedefi vardı ve o hedeflere erişildiğinde sadece ABD kazandı’ tezinin, bolca tasdikinden başka bir şey yok elimizde...
Selcan TAŞÇI, YENİÇAĞ, 11 Mart 2010