Darbeleri okuma kılavuzu -9-
Siyasi mekanizma değişmedi
TSK İç Hizmet Kanunu, MİT, MGK ve Anayasa Mahkemesi’yle “yeni dengeler” yaratan 27 Mayıs’ın değiştirmediği tek şey; ABD himayesinde siyaset anlayışı oldu.
Milli Birlik Komitesi içinde başveren ayrılıklar, baskın biçiminde gelen yeni bir dalga ile 14 TSK mensubunun sürgüne yollanmasına yol açacaktı.
14 Kasım 1960’ta, daha sonra 14’ler olarak anılacak üyelerin ’görevlerinden affı’na dair kanun kabul edildi. 14’ler en az iki yıl yurda dönmemek üzere, 15 Kasım günü Dışişleri’ne bağlı olarak oluşturulan 14 Müşavirliğe atandı! Sürgün yerleri şöyleydi:
Alparslan Türkeş - Yenidelhi, Orhan Kabibay - Brüksel, Orhan Erkanlı - Meksika, Münir Köseoğlu - Stockholm, Mustafa Kaplan - Lizbon, Muzaffer Karan - Oslo, Şefik Soyuyüce - Kopenhag, Fazıl Akkoyunlu - Kabil, Rıfat Baykal - Tel-Aviv, Dündar Taşer - Rabat, Numan Esin - Madrid, İrfan Solmazer - Lahey, Muzaffer Özdağ - Tokyo, Ahmet Er - Trablusgarp.
ABD Büyükelçisi Fletcher Warren, Washington’a gönderdiği bilgi mesajında, Cemal Gürsel ile görüşmesi sırasında yanlarında bulunan Alparslan Türkeş’in ABD’nin “taahhütlerini ve tutumunu anlamaya yanaşmadığını” bildirmişti.
14’lerin programı
Darbenin ardından partileşme sürecine geçilmesini savunan 14’ler hızla endrüstrileşme, toprak reformuyla feodal düzeni sona erdirme, tarımsal üretimi arttırma, ülkü ve kültür birliği, sosyal devlet yapısını güçlendirmeyi temel alan bir programı savunuyordu. ABD ve İngiltere’nin Irak petrollerine ilgisine dikkat çeken 14’lerin programında “Kerkük ve Kerkük Türkleri”ne dönük eğitim ve askeri destek projesi de vardı. Buna göre Türkiye ile Kerkük arasında “özel iletişim hatları” ile bir “nefes borusu” açılması öngörülmüştü.
CIA ajanı Robert Amory’nin 31 Mayıs 1960’ta verdiği brifingde, “darbeden sonra oluşacak kargaşadan Kürtler’in yararlanabileceği” bilgisini verdiğini düşününce; ’ülkü birliği’ ve ’Kerkük’ yaklaşımının hayata geçirilmesinin engellenmesi sadece tesadüf müydü?
Yeni dengeler
Milli Birlik Komitesi Üyesi Numan Esin, ’sürgünde’ bulunduğu dönemde yazdığı mektupta, “İhtilalin sosyal ve ekonomik olabilmesi ve bu yolda başarıya erişmesi için doğuşundan önceki siyasal mekanizmayı temelinden yıkması, sosyal ve ekonomik düzeni olumlu biçimde değiştirmesi, sosyal güçleri yeni bir dengeye ulaştırması gerekir. Geçmişteki sosyal ve ekonomik mekanizma devam ediyorsa siyasal mekanizma da devam edecek demektir. Yeni sosyal güçler örgütlenmezse hiç değilse sosyal ve ekonomik değişiklikler yaratılamazsa önümüzdeki yıllar için karşı ihtilal alternatifi Türkiye’yi çok güç durumlara sokabilir” demişti.
27 Mayıs’tan sonra hazırlanan ve halkoyu ile kabul edilen Anayasa ile sendikal faaliyetler, fikir ve ifade gibi “özgürlükler” alanında ‘sosyal düzen’ değiştirilmişti. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “Cumhuriyeti Koruma ve Kollama” görevi veren ve bugünkü darbe tartışmalarının da merkezinde bulunan İç Hizmet Kanunu’nun kabulü, Milli Güvenlik Kurulu’nun kurulması, Milli İstihbarat Teşkilatı, Anayasa Mahkemesi, TÜBİTAK gibi kurumların tesisi ile “yeni dengeler” yaratılmıştı.
Siyasetin yörüngesi aynı
Bu yeni dengelerin hakimiyeti; 27 Mayıs’tan 12 Mart’a kadar geçen sürede Talat Aydemir’in idamını gerektiren darbe girişimleri, 9 Mart olayı, üst rütbeli subayların siyasilere ve gazetecilere ikaz mektuplarını engelleyemedi. Çünkü Türkiye’de değişmeyen bir şey vardı. Esin’in bahsettiği ’siyasal mekanizma’, işlemeye, 27 Mayıs öncesi kaldığı yerden devam etmişti. Darbenin sadece, Menderes’in son günlerinde gündeme getirdiği ’alternatif ittifaklar’ seçeneğini bertaraf ettiği ortadaydı. Ortak Pazar’a girildiği, Atatürkçülük’ün NATO ve CENTO ölçülerinde yeniden yorumlandığı, ABD’nin, Sovyetler’in nükleer üs yapmak istediği Küba’yı ablukaya almasından sonra ve Amerikan füzelerini barındıran Türkiye’nin, kendisini hiç ilgilendirmeyen bir konuda Rus tehdidiyle karşı karşıya bırakılmış olması, siyasi mekanizmanın halen ABD yörüngesinde olduğunu gösteriyordu. Bu yörüngeden çıkmak konusundaki en ufak bir işaretin dahi, nasıl hakaretamiz biçimde geri püskürtüldüğünü yarın inceleyeceğiz.
Bukalemuna döndük
New York Times Türkiye Temsilcisi Sabrina Tavernise “Türkiye’de yıllarca dokunulmaz olarak görülen ordu, siyasi kaidesinden şaşırtıcı katiyet ile düşürüldü. Geçen hafta, bazıları çok üst rütbeli, düzinelerce subay gözaltına alındı. Derisini değiştiren ve modası geçmiş bir doktrinden sıyrılan Türkiye bundan sonra neler olacağı konusunda gergin” yorumunu yaptı. Oysa, hafızasına başvurmayanların zannettiğinin aksine, bütün bu yaşananlar “eski bir filmin çağa uyarlanmış” ve elbette biraz daha “cüretkar” sahnelere sahip versiyonundan başka bir şey değildi.1938’den sonra, her gelen iktidar ve her inen darbe ile Türkiye’nin kabuğu renkten renge, şekilden şekle bürünmüştü.
Yassıada bilançosu
30 Mayıs 1960: İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuklu bulunduğu Harp Okulu’nda pencereden atlayarak şüpheli biçimde intihar etti.
26 Eylül 1960: 12 Temmuz 1960’ta ’vatana ihanet’suçundan Yüce Divan’a sevk edilen Celal Bayar, bel kemeriyle intihara teşebbüs etti.
3 Ağustos 1960: 235 general ve amiral emekliye sevk edildi.
17 Şubat 1961: Sağlık Bakanı Lütfü Kırdar, yargılandığı sırada kalp krizi geçirerek Yassıda’da hayatını kaybetti.
15 Eylül 1961: 14 Ekim 1960’ta başlayıp, 11 Ağustos 1961’de sona eren ve 1 yıldan kısa sürede 587 sanık ve 1063 tanığı dinleyerek, 15 kişiye ölüm cezası, 31 kişiye müebbet hapis cezası, 418 kişiye çeşitli cezalar verilen Yassıdada duruşmalarının, Yüksek Adalet Divanı kararları açıklandı. (Celal Bayar’ın cezası yaş haddinden dolayı müebbet hapse çevrildi. 12 ölüm cezası ise müebbet hapse çevrildi.)
16 Eylül 1961: Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan İmralı Adası’nda idam edildi.
17 Eylül 1961: Başbakan Adnan Menderes İmralı Adası’nda idam edildi.
YARIN: Johnson Mektubu
Selcan TAŞÇI, YENİÇAĞ, 4 Mart 2010