Darısı Başınıza! / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Darısı Başınıza! / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt May 14, 2012 15:36

Darısı Başınıza!

Adalet Bakanı Sadullah Ergin tarafından Silivri gezisine davet edilen on üç adet kadın ve erkek, öncelikle şunu bilecek konum, yaş ve zekâya sahip gibi görünüyorlar:

Sayın bay ve bayanlar;

Acaba hangi demokratik ülkede Adalet Bakanı, yanına ülkenin "önde gelen" gazetecilerini alıp cezaevi gezdirme ihtiyacı duyar?

Demokratik bir ülkenin Adalet Bakanı, ayağına galoş giyip yemekhanede mönü tadarken poz verir mi?

Geziye götürdüğü kadınlardan biri ile satranç oynuyormuş gibi yaparak şen kahkahalar altında fotoğraf çektirir mi?

Ülkedeki cezaevlerinin, cezaevi değil adeta tatil kampı olduğunu kanıtlamaya çalışır mı?

Eğer bir ülkenin Adalet Bakanı, böyle tuhaf hareketler yapıyorsa, biliyorsunuz ki o ülkede demokrasi filan yoktur.


Diyeceksiniz ki, "Biz zaten Türkiye'de demokrasi var demedik..."

"İleri demokrasi var dedik!"


Bakın o konuda haklısınız işte... Zaten, demokrasiye değil "ileri demokrasiye" inandığınız için Jolly Tur'un kırmızı otobüsüne bindirilip Silivri'ye götürülmüş bulunuyorsunuz..

İçinizden,

"Kardeşim, ben bu Jolly Tur'un kırmızı otobüsüne bindirilmişsem, yarın ne yazacağımdan emin oldukları için bindirilmişimdir"

diyecek kimse çıkmadığı için,

"Jolly Tur'un kırmızı otobüsü ile hapishane gezisine gidiliyorsa, ortada 12 Eylül'den bile daha zalim bir rejim var demektir"

muhasebesini yapacak bir adet vicdan çıkmadığı için,

gittiniz, gördünüz, gezdiniz, şakalaştınız, gülüştünüz, yiyip içtiniz ve şimdi bizden yazdığınız o yavan, o samimiyetsiz yazılara inanmamızı bekliyorsunuz.

Önce, günübirlik Silivri gezisine davet edilme şerefine nail olanların terkibine bir bakalım:

Bülent Korucu (Aksiyon Dergisi), Ahmet Hakan Coşkun (Hürriyet), Oral Çalışlar (Radikal), Aslı Aydıntaşbaş (Milliyet), Ergun Babahan (Star), Ruşen Çakır (Vatan), Rahim Er (Türkiye), Emre Aköz (Sabah), Utku Çakırözer (Cumhuriyet), Nagehan Alçı (Akşam), Tuncer Köseoğlu (Taraf).

Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, Aslı Aydıntaşbaş, Ahmet Hakan ve Ruşen Çakır'ı "objektif" gazetecilerden sayıp eleştiri oklarının dışında tutmuş...

Şayet Sayın Mutlu'nun yolu bir gün Silivri'ye düşecek olursa (Allah korusun, ziyaretçi olarak tabii..) Beş yıldır tutuklu olan Doğu Perinçek'e sorsun, "Ergenekon" adlı bir "örgütün varlığını" basında ilk kez kim kaleme alarak bugün geldiğimiz noktanın işaret fişeğini yakmış?

Cevap, Aslı Aydıntaşbaş olacaktır...

Ve Doğu Perinçek'e sorsun; Aydıntaş'ın mahkemede tanık olarak dinlenmesini istemiş mi, bu talebine mahkemenin tavrı ne olmuş?

Mustafa Mutlu, bu durumu bilerek Aslı Aydıntaşbaş'a "objektif gazeteci" payesi veriyorsa düşünmek gerekir. Bilmeden veriyorsa da kişilere paye dağıtmadan önce bilgilense iyi olur...

Şu işimlere bakın:

Bülent Korucu, Oral Çalışlar, Ergun Babahan, Emre Aköz, Nagehan Alçı, Tuncer Köseoğlu..

Bu şahısların kafalarında Silivri cezaevinin şartları konusunda bir soru işareti mi varmış, insanların haksız yere orada tutulduklarını savunup kamuoyunun Adalet Bakanlığı aleyhine tavır almasına mı neden oluyorlarmış ki , bu geziye çağrılıp "iknâ edilmek" istenmişler?

Yüzlerce muhalif, gazeteci, yazar ve subaya "terörist" damgası vurulan bu McCarthy sürecinde en insafsız vazifeleri onlar almamış mı?

Sütunlarında her gün polisten aldıkları iftiraları sorgusuz sualsiz, bire bin katarak yayımlamamışlar mı?

Zaten çantada keklik değiller mi?

Zaten ne isteseniz yazdırmıyor musunuz?


Silivri gezisinin ağırlık merkezini oluşturan bu tür şahıslara Ahmet Hakan, Ruşen Çakır vs. gibi üç-beş adet, muhalif desen muhalif değil, yandaş desen yandaş değil, ortadan konuşan ve de gayet renksiz; iş ciddiye binince sulandırarak uzaklaşan insanları eklemleyip felaket bir medya müsameresi sahnelediler.

Bir bu eksikti çünkü...

Televizyonlarda boy boy, soy soy yalaka, şaklaban, düzenbaz, kaltaban, laf ebesi, bozacı kılıklısı, cahili, yamuk ağızlısı, muhalif kontenjanından davet edilip de tuzluk vazifesi göreni, mahallenin delisi rolü yapanı, cırlak seslisi, bohçacı tiplisi, gizli tanığı, polis ajanı, direkt polis olanı..

yokmuş gibi, işin bir de "yazılı basın ayağını" organize ettiler..

Benim kendi adıma bu şürekâ içerisinde hakkında tek satır yazamayacağım kişi, Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer'dir.

Eski bir arkadaşım, sevdiğim bir insan olduğundan değil.

Cumhuriyet gazetesinin gelmiş geçmiş en soluk benizli, en kimliksiz ve en iz bırakamayan temsilcisi olduğundan.

Utku Çakırözer, bu özelliği ile "Ergenekon" sürecinde belki de tam da ihtiyaca denk düştü. Tek bir kelime yazamadı ki akılda kalsın, etki yaratsın, Mustafa Balbay'dan sonra kendisine müstakil bir "temsilci" kimliği sağlamaya yarasın.

Zaten Silivri gezisinden sonra yazı da yazmadı gördüğüm kadar.

Gördüklerini kendisine saklayarak bizleri ızdıraptan kurtardı. Kısa temsilcilik hayatının en akıllıca işinini de yapmış oldu böylece. Düşünün, kendinden önceki temsilcinin beton hücrede yattığı yere Adalet Bakanı ile gidip, "Yemekler çok temizdi, havalandırma avlusu da ferah gibi geldi bana" türünden şeyler yazacaktı.

Programda tutuklularla görüşme yokmuş!

Neden acaba? Yargısız infaz yağmuru altında beş yıldır yatan insanlar, boğazlarına yapışır diye mi korktular?

Karşılama kokteyli tertip ederlerdi belki de, nereden biliyorsunuz:

"Oooo! Şişman da buradaymış!"

"Şu kel olan var ya...Badem bıyık, süzme göz olan.. Benim Anıtkabir'i uçuracağımı yazıp "belgesini" bile yayımladı!"

"Ayyaş da gelmiş diyorlar...Aha orada bak, Bakan'ın koltuk altından sırıtıyor..."

"Kevaşe nerede kevaşe? Ahanda geliyor!"

........

Jolly Tur'un kırmızı otobüsünden inen hazirûn, cezaevi yetkililerinin kullandığı kapıdan giriş yaptı..

"Aaa satranç da var" dediler...

"Aaa! yemekler çok temiz" dediler..

"Aaa! Kütüphane bile var" dediler...

"Ay inanmıyorum! Kuş da besleyebiliyorlarmış!" dediler..

"Ya kemana ne dersin kemana? Düşün, isteyen keman bile çalabilirmiş'" dediler...

Sonra da sahte bir hüzünle iç geçirip

"Yine de cezaevi cezaevidir, Allah kimseyi düşürmesin"

temennisinde bulundular.

İzlenim yazılarının ortak teması da buydu zaten:

"Allah kurtarsın..."

Geçelim bu değerli zevatın yazılarına:

Nagehan hanım:

"Cezaevinde isteyene okuma- yazma öğretiliyor, isteyen ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar diploma alabiliyor. Mesela Dursun Çiçek İzmir'de hukuk okuyormuş. Bir de psikolojik destek, öfke kontrol kursları ve el sanatları gibi aktiviteler de var. Bunların dışında başka merak edilen nokta da kütüphane. Mahkumlar istedikleri kitapları dilekçe vererek alabiliyorlarmış.

Kütüphanenin çıkışına bir de pinpon masası var. Meğer Bakan sıkı bir pinpon ustasıymış. Kısa bir maç da yapıyoruz orada

(yazının tamamı: http://www.aksam.com.tr/silivrideki-dunya-6544y.html)

Düşünün, "TSK'ya sızmaktan" tutuklanan Genelkurmay Başkanı'nı eğer isterse psikolojik destek, el sanatları ve öfke kontrolü kurslarına katılabilirmiş!

Jolly Tur yolcuları arasında "Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz yahu!" diye isyan eden kimse yok!

Genelkurmay Başkanı'nı "TSK'ya sızmaktan" içeri atmışlar,

"arzu ederse el sanatları kursuna yazılabilir.."

diyorlar..


...............

Aslı Aydıntaşbaş hanımefendiyi okuyalım:

"Silivri bir saat gibi tıkır tıkıt işleyen, ancak soğuk bir mekân. Duvarlarda kötü reprodüksiyonlar, masalarda naylon örtüler var. (Kötü sanat eziyetlerin en büyüğü; naylon da öyle!)

Öğlen yemeğini, karavana yedik. Açıkçası bize sunular mercimek çorbası, tavuk budu ve bulgur ve çoban salata, tatminkârdı; hatta mercimek iyiydi."


Gördüğünüz gibi, bu hanımefendi de olaya "sanatsal"" açıdan yaklaşmış..Duvarlarda röprodüksiyon değil de Monet'nin orijinalleri olsa sorun kalmayacak yani...

Durun bitmedi; şöyle sone eriyor yazı:

"Dönüşte Sadullah Ergin 'Allah göstermesin. İnsanın başına ne geleceği belli mi? Bir trafik kazası sonucu kendini burada bulabilirsin. Buradaki insani standartları yükseltmek hepimizin görevi'dedi. Dayanamadım. 'Ama asıl buradaki insanları azaltmak lazım...' dedim. Başını sallayarak 'O da ayrı tabii' dedi."

"Dayanamayıp" sorduğu soruyu gördünüz mü?

"Asıl buradaki insanları azaltmak lazım"

demiş!

Ah bir de dayanabilse, neler soracak neler...

"Bu insanlar, aleyhlerinde delil olarak öne sürülenleri yüzlerce kez çürüttüler. Bilgisayarlara virüs yoluyla belge atıldığı uzman raporuyla kanıtlandı. Suç işlendiği öne sürülen tarihte yurt dışında olan bile var. Daha niye tutuyorsunuz bu insanları?"

İnanın, bu soruyu bile soracak... Ah bir "dayanabilse"

........

Emre Aköz; beyefendiden alıntı yapamıyoruz çünkü bu konuda yazı yazmadı. Galatasaray-Fenerbahçe derbisini yazdı!

Olayda haber değeri görmedi demek ki... Gezi esnasında yanına yeterince Scotch Whisky almadığı için gördüklerini hatırlamıyor da olabilir...

........

Ergun Babahan beyefendinin yazı başlığı şu:

"Her şey mükemmel ama Allah düşürmesin"


Evet, aynen böyle yazdı..Ergun Babahan bölümünü bu nedenle tamamen yorumsuz geçiyoruz...

.........

Ruşen Çakır yoldaş , cezaevi revirinin küçük çaplı bir tam teşekküllü hastanaye dönüştürülmesinden "etkilendiğini" yazdı

Velhasıl, yemekler güzel, mekanlar geniş, gardiyanlar güleryüzlü, Bakan demokrat, ekmekler fırından geliyor, gazete servisinde aksama yok, kuş bile var!

Herkes gözlerini kapadı ve sanki bu cezaevinde yatanlar gasptan, hırsızlıktan, kız kaçırmaktan yatıyormuş gibi, "devletin suçluya şefkatli davrandığına" şehadet ettiler, meselenin özüne zerre kadar dokunmadılar.

Bakan'a bu hukuksuz, mantıksız, vandal ve vicdan dışı tutuklamalar hakkında tek satır soru soramadılar.

Yazıların tümünde ortak bir 'rahatlama' da göze çarpmadı değil.

Öyle ya, insan böyle bir geziye davet edilen on üç şanslı kişi arasında yer alıyorsa, "Ergenekon"dan tutuklanma ihtimali yok derecesinde az demektir.

Oysa, Odatv operasyonları sırasında az uykusuz geceler geçirmedi Ruşen Çakır...

Aslı Aydıntaşbaş da, karargâhta beraber kivi yediği komutanların hepsinin şimdi çile doldurduğunu ve de Amerikan Büyükelçisi Ricciardone'nin hükümeti Ergenekon operasyonları konusundan eleştirmeye başlamasını düşündükçe hafif bir ürperti geçirmedi mi?

Bu "davetle" derin bir soluk aldılar.

Demek ki bu toprakların onların "objektif" kalemine her zaman ve her dönem ihtiyacı vardı!

Yine de çok rahatlamamak lâzım...

Ergenekon bu.

Hele de yanınızda "Adalet Bakanı" varsa,

Silivri duvarlarına dayana dayana yürümek en iyisi...


Baylar ve bayanlar..


Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 13 Mayıs 2012
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x