Olmadı Demirtaş Ceyhun...Bir anda yanar döner karanlığın şaşkınlığını yaşadım. Kendimi toparladım. İlk işim Tarık Akan’ı aramak oldu:
“Demirtaş’ı yitirdik!”
Az sonra İbrahim Yıldız girdi odama...
“Haberin var mı?”
Başımı salladım...
40 yıllık arkadaşım, dostum, kardeşim, ağabeyimdi o!
Birden 70’li yıllara gittim... Ozan’ın, Asya’nın çocukluk günlerini düşündüm... Eşi Günöz’ü...
Kimi zaman İzmir-Çeşme’de, kimi zaman İstanbul-Bebek’te içtiğimiz yıllardı.
İyi bir mimar, iyi bir öykücü, romancı...
Sesi kulağımda hâlâ:
“Bak Hikmet, bana laga luga yapma, Adanalıyık ona göre!”
Haziran başında hastalanmadan önce, Bodrum’dan Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Yıldız’ı arayıp takılmış Demirtaş:
“İbrahim, beni köşe yazarı yapmadın, bari gönderdiğim yazıyı kullan...”
Demirtaş Ceyhun’un ölüm haberini alınca önce o yazıyı buldum...
3 Temmuz 2009’da Cumhuriyet’in ikinci sayfasında çıkan önemli bir yazı:
“Gerçekten, Ottawa Sözleşmesi nedir acaba?”
Yazının bir bölümünde can alıcı, insanın içini sızlatan bir tümce var:
“Gerçekten bu sözleşmeyi imzalamamızın PKK ile savaşımda ne gibi etkisi olmuştur acaba?
Örneğin bu sözleşmeyi imzaladığımızdan bu yana şehit düşmüş, yaralanmış, sakat kalmış Mehmetçiklerin acaba yüzde kaçı mayın kurbanıdır.”
Bu yazıyı okuyabildi mi bilmiyorum Demirtaş...
Genç sayılacak bir yaşta bir “merhaba” bile demeden çekip gitti...
Demirtaş’ı anlatmak zor benim için!
70’li yıllarda İzmir geceleri... Sadun Aren’le, Ahmet Piriştina’yla gün ışığına dek Çeşme kumsalında yaptığımız tartışmalar...
***
Yazı masamın başındayım...
Bir başka yazı yazmıştım, Demirtaş’ın ölüm haberini alınca onu yedekte tuttum...
Aziz Nesin, Behice Boran, Şükran Kurdakul, Sadun Aren, Demirtaş Ceyhun ve Ahmet Piriştina...
Ahmet’i genç yaşta yitirdik!
Yukarıda saydığım adların hiçbirisi artık yaşamıyor.
Sosyalizmi içimizde yeşerttiğimiz, soluk alıp verdiğimiz yıllardı.
O yanar döner karanlığın şaşkınlığı içinde, çatlak sözleri, inatçı sesleri şairin dizelerinde görür olmuştuk.
Trajedinin o ilk senli-benli sözcükleri 30 yıl geride kalmıştı.
En sevdiklerimiz ölüyor, bizler de arkalarından yazılar yazıyorduk!
Ah benim Sevgili kardeşim, dostum, ağabeyim Demirtaş!
Bu sana yakışır bir ölüm değil biliyor musun?
Sen atak, sen savaşımcı, sen sözünü esirgemeyen!
Yüreği çocukça!
Sana ölümler vız gelirdi, vız.
Bak şimdi Bebek koyunda yürürken bir meyhane arıyorum senin için. İçki içmesem de şöyle bir oturup eski günleri anımsamak için.
Belki Arif Keskiner’in Çiçek Bar’ında dostlarla... Belki yakında gideceğim İzmir’de eski arkadaşlarla...
Çeşme’ye de uğrarım senin için... Bizim Özlem ve Bülent’in Aya Yorgi’deki yerine. ..
75 yaşında da çekilip gidilir mi be Demirtaş!
Diyeceksin ki Ahmet Piriştina, Amele Erol, Nevzat Şenol, öteki dostlar genç yaşta çekip gittiler...
Şu anda elimde kitapların var...
Asya ve Çamasan...
Sis çanı çalıyor Adanalı Demirtaş!
Sayfalarını karıştırırken Velimir Hilebnikov’un dizeleri geliyor nedense aklıma...
Bir İstanbul öğleden sonrasında yazımı da yetiştirmeliyim...
“Yıldızlara bakmak uzun uzun
Bir ölüm hükmü imzalamaktan
Çok daha hoş gelir bana.
Ve çok hoş daha hoş gelir
Çiçeklerin sesini dinlemek. ”
***
Yıldızların sesini dinliyorsun sen...
Yaşama ve aşka, sevgiye dair.
İnsanlığa dair.
Puştluğun ve ikiyüzlülüğün egemen olduğu günümüzde ezilmeden, bükülmeden yaşamı kucakladığın için.
Bilirsin bulut büsbütün kımıldamaz duruma gelince başlar yağmur...
Cumhuriyet’te çıkan o son yazın...
Solculuğun, yurtseverliğin!
Toplumcuydun, ulusalcıydın!..
Kültür emperyalizmine karşıydın!..
Düşüncelerinden ödün vermedin!..
Adam gibi adamdın!..
Biraz daha kalmalıydın, gökyüzüne ulaşmayı ertelemeliydin...
Seni odamın kapısında görüyor gibiyim...
Hınzır hınzır gülümseyip sesleniyorsun:
“Ne zaman gidiyoruz İzmir’e?”
Hikmet ÇETİNKAYA
Allah rahmet eylesin.