"Devlet PKK'nın siyasallaşmasının önünü açmalı"ymış

ARI, TESEV, Açık Toplum Vakfı, HYD, Genç Siviller, GTP, SODEV, Bianet, STGM, TÜSEV, MAZLUMDER, STEP, LGBTT, Barış ve Kardeşlik Forumu, Türk Demokrasi Vakfı, LDP, Küresel BAK vesaire...

"Devlet PKK'nın siyasallaşmasının önünü açmalı"ymış

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Oca 12, 2010 23:31

Diyarbakır'da dikkat çekici konferans

Demokratik Toplum Kongresi -DTK Diyarbakır'da “Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı” düzenleniyor. Bir çok ülkeden 30’a yakın siyasetçi, diplomat, hukukçu ve yazarın davet edildiği konferans 27 – 28 Şubat 2010 tarihleri arasında yapılacak.

İki gün sürecek olan konferansa, İsmail Beşikçi, Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Vamık Volkan, Şerif Mardin, Hasan Cemal, Mehmet Ali Birand, Ahmet Altan, Fehmi Koru, Etyen Mahçupyan, Cevat Öneş, Sami Selçuk, Akın Özçeri ve Nobel Barış Ödülü sahibi Marti Ahtisaari'de davet edildi.

Açılış konuşmasını Finlandiya eski Cumhurbaşkanı ve 2008 Nobel Barış Ödülü sahibi Marti Ahtisaari’nin yapması planlanan konferansa, Galler Ulusal Partisi Başkanı Dafydd Iwan, Sinn Fein Dış İlişkiler Sözcüsü Raymond Mc Cartney, Bask’ta Profesör ve Herri Batasuna’dan Avrupa Parlamentosu (AP) eski milletvekili Paco Letamendia, Bask ve Navarra Bölgesi’nde Aralar Partisi’nin Dış İlişkiler Sorumlusu Jon Abril davet edildi.

Konferans şu başlıklarla 6 oturum'dan oluşuyor;

- “Asimilasyon ya da çoğulculuk – Britanya Tecrübesi”

- “İktidarın Paylaşımı, Kollektif Katılım Ve İdari Reformlar – İspanya, Bask, Katalan Diyalog Süreci”

- “İktidar, Azınlık Ve Evrensel Hukuk – Diğer Ülkelerin Deneyimleri”

- “Uluslararası Toplumda Kürt Sorununun Algılanışı”

- “Deneyimler Işığında ‘Türkiye Çözümü’ – Resmi Tezler Muhalif Perspektifler Ve Aktörler”

- “Deneyimler Işığında ‘Türkiye Çözümü’ – Diyalog Yöntemleri Ve Çözüm Modelleri”

Katılımcılara gönderilen davetiyelerde, konferansın amacı şöyle açıklandı:

“Amacımız, dünyanın çeşitli yerlerinden müzakere ve barış süreci tecrübelerini yaşayan ve barış süreçleri hakkında birikim sahibi olan kişi ve kurum temsilcilerini buluşturmaktır. Aynı zamanda yaşanmış benzer sorunlar ve çözüm yöntemleri konusunda deneyimlerin paylaşılarak hem Türkiye’de Kürt Sorunu’nun hem de dünyadaki benzer sorunların anlaşılması ve çözüm yöntemlerinin üretilmesine katkı sağlanacağına inanıyoruz.”


İm (Kod): Tümünü seç
http://haberiniz.com/index.php?option=com_content&view=article&id=6273:diyarbakrda-dikkat-cekici-konferans&catid=137:poltka&Itemid=214
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

'Devlet PKK'nın siyasallaşmasının önünü açmalı'ymış

İletigönderen Türk-Kan » Sal Mar 02, 2010 8:26



'Sorun kendi Kürdünü yaratmakla çözülmez'

Diyarbakır’da kapatılan DTP’nin öncülüğünde kurulan Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) düzenlediği ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri’ konferansı başladı. Konferansa katılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, ''Kürt sorunu bugün izlenen ‘kendi Kürdünü’ yaratma politikasıyla da çözülemeyecektir'' dedi.

Resim

PKK’nın şehir yapılanması KCK'ya yönelik operasyonda tutuklanan kapatılan DEP eski milletvekili Hatip Dicle’nin sözcülüğünü yaptığı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) etnik sorun yaşamış ve çözüme kavuşturmuş ülkelerin taraflarını, Diyarbakır’da düzenlediği ‘Uluslararası Müzakere ve Deneyimleri’ konferansında bir araya getirdi. Konferansa katılmaları beklenen Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı Başpiskopos Desmond Tutu, Güney Afrika Devlet Başkanı Nelson Mandela’nın temsilcisi Essa Moosa ise katılmadı.

Büyükşehir Belediyesi Toplantı Salonu’ndaki toplantıya çeşitli ülkelerden çok sayıda bilim adamı, yazar, parti temsilcileri ve gazeteciler ile Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Kandil’den gelen 8 PKK’lı arasında yeralan Gülbahar Çiçek de katıldı.

'ÖZGÜRLÜK TALEBİ BÖLÜCÜLÜK OLARAK ALGILANIYOR'

İlk gün kimlik sorununun ele alındığı konferansın açış konuşmasını yapan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Türkiye’deki ekonomik ve siyasi bütün krizlerin ana kaynağının Kürt sorunu ve ülkede halen iç barışın sağlanamaması olduğunu iddia etti. Baydemir, “Kürt sorunu bir bilememe, bir tanımama sorunudur. Yani bu toprakların kadim halkı olan Kürtler, birlikte yaşadığı Türkiye halkı tarafından tanınmamakta, bilinmemektedir. Bu tanımama, bilmemenin sınırlarını ne yazık ki Türkiye’yi yöneten 80 yıllık politikalar çizmiştir. Kürt sorununun çözümünü kilitleyen başlıca nedenin bu politikalar olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin özgürlük talepleri bölücülük olarak algılanmakta ve kodlanmaktadır. Kürtçenin okullarda okutulma istemi Türkçenin dışlanması olarak algılanmaktadır. Kürtlerin yerelde kendi öz yönetimlerine kavuşma istemi, bölünme paranoyası olarak kendini göstermektedir” dedi.

'KÜRT SORUNU KENDİ KÜRDÜNÜ YARATMA POLİTİKASIYLA ÇÖZÜLEMEZ'

Kürtlerin ne istediği konusunda ise Baydemir, şunları söyledi:

“Kürtler kendi dilini, özgürce öğrenmeyi ve öğretmeyi, kültürünü yaşatmayı, kimliklerini özgürce taşımayı, kimliklerinin yasal güvenceye alınmasını, Kürt tarihinin ve kültürünün eğitim müfredatında yer almasını, Hasankeyf gibi tarihi ve doğal değerlerine, genel olarak da toplumsal ekolojilerine müdahale edilmemesini istiyorlar. Diğer yandan Kürtler kendi yaşadıkları bölgeler ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının ortadan kaldırılmasını, yoksulluk ve yoksunluk sorununun sona erdirilmesini istiyorlar. Nihai olarak Kürtler kriminal ve adli vakalar olarak görülmek istemiyorlar. Bugüne kadar Kürt sorunu ret ve inkarla çözülmedi. Kürt sorunu asimilasyonla da çözülmedi. Kürt sorunu savaş ve bastırmayla da çözülmedi. Kürt sorunu bugün izlenen ‘kendi Kürdünü’ yaratma politikasıyla da çözülemeyecektir. Kürt sorunu ancak Kürtleri de içine katan, onu kendi özgün kimliğiyle tanıyıp özgürlüğünü sağlamasıyla, insan ve halk olarak doğal haklarının tanınmasıyla çözülür. İşte o zaman gerçek anlamda bir kardeşleşme olur, işte o zaman Kürtler ve Türkler birbirini daha iyi tanır ve demokratik bütünleşme sağlanır. Kanımca bu da ortaklaşılmış bir vicdan hareketiyle gerçekleşebilir”

'KÜRT SORUNU ABD, NATO ve AB’NİN DE SORUNUDUR'

Konferansta konuşan Demokratik Toplum Kongresi Sözcüsü Yüksel Genç ise, Kürt sorununun Saddam rejiminin yıkılmasından sonra niteliksel bakımdan içerik değiştirdiğini; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin birbirinden izole edilmiş sorunları olmaktan çıktığını ve artık sadece Türkiye değil, tüm Ortadoğu’ya ait bir soruna dönüştüğünü söyledi. Kürt sorununun artık Irak’ta askeri varlığı nedeniyle ABD’yi, NATO’yu, Türkiye’nin aday üye olması nedeniyle AB’yi ilgilendirdiğini kaydeden Genç, “Kürt sorununu hiç kimse tek başına çözemez. Bu sorun Kürt halkının özgür iradesi temelinde bütün uluslararası demokratik güçlerin ortak katkılarıyla çözülebilir. Çünkü bu sorunun çözümü ilgili bütün devletlerin ve toplumların çıkarlarına uygundur. Çözümsüzlük ise, er ya da geç onların da çıkarlarına zarar verecektir” dedi.

'KANDİL VE MAHMUR’DAN GELENLERİN TUTUKLANMAMASI BARIŞA KATKI SAĞLADI'

Abdulah Öcalan’ın çağrısı üzerine kendisinin 1 Ekim 1999 tarihinde Türkiye’ye gelen PKK’lı gruplar içinde yer aldığını, ancak geldikten sonra tutuklandığını ve 5 yıl hapis yattığını belirten Yüksel Genç, şöyle devam etti:

“PKK, bizim olumsuz deneyimize rağmen, 19 Ekim 2009’de bir kere daha bizim gruplarımıza benzer grupları Türkiye’ye barış elçileri olarak gönderdi. Onlar tutuklanmadı ve bu da barış çabalarına büyük bir katkı yaptı. Bugün bu gruplarla ilgili kimi olumsuz tartışmalar yapılıyor olsa bile, şu bir gerçektir. Eğer Kürtlerin kimliği ve dili, o kimlikte ve dilde toplumsal ve siyasal yaşama katılma, kendisini Türklerle eşit olarak, özerkliği genişletilmiş benzer yerel yönetimlerde temsil etme hakkı tanınırsa, silahlı çatışma dönemi kesinlikle sona erecek ve dağdakilerin her hangi bir baskıya uğramadan barışçıl yaşama katılması sağlanabilecektir. Gerilla dağdan inme iradesi göstermiştir; devlet de dağdan inen gerillayı tutuklamamıştır. Şimdi soruyorum: Eğer bundan 10 yıl önce bizler, bizden 10 yıl sonra gelenler gibi tutuklanmasaydık, Türkiye barış ve çözüm yolunda bugün olduğu noktadan daha ileri bir durumda olmaz mıydı?”

ZANA: YAŞANAN TRAJEDİLERDEN HERKES DERS ÇIKARDI

Konferansta kısa bir konuşma yapan kapatılan DEP eski Milletvekili Leyla Zana, 20’inci yüzyılın herkesi çok zahmetli ve acı tercübelerle sınadığını dile getirdi. Zana, “Yaşanan trajedilerden herkes belli dersler çıkardı. Ancak ne yazık ki Avrupalı halkların ulaştığı olgunluk düzeyine, bu coğrafya henüz ulaşmadı. Oysa çatışmalar ölmeden ve öldürmeden de çözülebilir. Kürtler barış için kararlı ve ısrarcıdır. Kürtler uzatılan barış elini geri çevirmezler. Barış için vazgeçilmez olan samimiyettir. Barışın muhatapları samimi olursa halklarda karşılığını bulacaktır. Hükümetin bu girişiminin içtenlikli olup olmadığını yakında göreceğiz. Siz değerli katılımcılardan isteğim adil ve kalıcı bir barışa güç vermenizdir. Bu çağrımı Özellikle Türkiye iç dinamiklerine yapıyorum. Lütfen herkes yapıcı olmak için konuşsun, yıkıcı olmak için değil” dedi.

Resim

'TÜRK HÜKÜMETİ KÜRTLERE HAKKINI VERİRSE DAHA DA BÜYÜK BİR ÜLKE OLUR'

İngiliz parlamenter Lord Raymond Hylton, daha önce Güneydoğu’ya geldiğini ancak şimdi o arkadaşlarından bazısının hapiste olduğunu öğrendiğini ve çok üzüldüğünü söyledi. Hylton, “Burada dayanışma içinde Kürt insanlarına destek olmamız gerekiyor. Geçen ay Irak’ın otonom bölgesinin başkenti Erbil’deydim. Kürt insanlarına ve hükümetine baktığımızda gerçekten son 14 yılı çok iyi kullanmışlar. Kürdistan’ın kendisini nasıl geliştirdiğini gördüm. Türkiye’deki Kürt sorununa baktığımızda şu anki noktadan kimliğin tanınması noktasına nasıl varabiliriz. Ama bu konudalarda özellikle halkın eğitimi açısından önemli büyük çaplı bir kampanyasının olması gerekiyor. Hükümetin diyaloğu reddetmesi, DTP’nin kapatılması iyi değildir” diye konuştu.

Galler Ulusal Partisi Başkanı Dafyyd İwan ise, şiddetin hiç bir çözüm sağlamayacağını belirterek, “İşbirliği içinde bütün çatışmaları çözebiliriz. Bu konferansta Kürt insanlarına hak ettiği şeyleri verecektir. Bugün Britanya imparatorluğunda bütün diller canlı olarak kullanılıyor. Kürt halkının artık dilinin tanınması gerekiyor. Politikacıları ikna etmemiz gerekiyor. Ümit ediyorum ki sizde hak ettiğiniz şeyleri burda alacaksınız. Sizler cesur insanlarsınız, çok acı çektiniz. Uluslararası ortamın imkanıyla birlikte bunu alacaksınız. Türk hükümetinede bir çağrıda bulunmak istiyor. Kürt insanlarının haklarını tanırsanız gerçekten çok daha büyük bir ülke olacaksınız” dedi.

Resim


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/13952171.asp





Türkçe, Kürtçe, İngilizce, İspanyolca simültane çevirilerin yapıldığı ve uydu üzerinden canlı yayımlanan konferans katılımcıların konuşmalarıyla devam etti. Konferansa aralarında BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, kapatılan DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, BDP İstanbul milletvekilleri Sabahat Tuncer, Ufuk Uras, Prof. Norman Paech, Prof. Büşra Ersanlı, Prof. Doğu Ergil, Prof. Dr. Mithat Sancar, Doç. Dr. Fikret Başkaya, Dr. Fuat Dündar, MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, İngiltereli parlamenter Lord Raymond Hylton, BM eski Genel Sekreter Yardımcısı Hans-C. Von Sponeck, Galler Ulusal Parti Başkanı Dafydd Iwan, Bask Aralar Partisi Dış İlişkiler Sözcüsü Jon Abril, Güney Afrika’dan ANC Temsilcisi ve Anayasa Yürütme Kurulu üyesi Hassen Ebrahim, Cengiz Çandar’ın bulunduğu siyasetçi, akademisyen, diplomat, yazar ve gazeteciden oluşan 120 kişi katıldı.




'Devlet PKK'nın siyasallaşmasının önünü açmalı'

DTK'nın düzenlediği 'Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı'nda, konuşan Prof. Doğu Ergil, devletin kurtardığı ve halkına sunduğu bir barış olmaması gerektiğini belirterek, barışı halkın kendi arasında yapması gerektiğini söyledi. BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak da, PKK ve PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın sürece dahil edilmesi gerektiğini söyledi. Yazar Altan Tan da, devletin PKK'nin siyasallaşmasından korkmaması aksine önünü açması gerektiğine dikkat çekti.

....

Yazar Altan Tan da, 'Türkiye bu durumu devam ettirebilir mi?' sorusuyla konuşmasına başladı. Mevcut durumla Türkiye'nin devam edemeyeceğine işaret eden Tan, 'Halk yeni bir sürece girmesini yeni hukuku devleti haline gelmesini istiyor' dedi. Devlet, AKP ve PKK'nın üç büyük aktör olduğunu dile getiren Tan, 'Başbakan'ın açılım için 'bu bir devlet projesidir' sözünü duyduğumda eyvah dedim. Bu açılımda, içi boşaltılmış bir harekettir. Boşa gitme ihtimali gün geçtikçe geç kalınmaktadır' dedi. Tan, şu önerilerde bulundu: 'Devlet, kandırılmalarını devşirmelerini, taleplerinin içinin boşaltılmasını engelleyecek. İsteklerini meramlarını doğu anlatma ve anlaşılmasını sağlayacaktır. PKK bu süreçte tasfiye ve siyasallaşmaktan korkmamalı. Devlet de PKK'nın siyasallaşmasından korkmamalı, aksine önünü açmalıdır. KCK operasyonlarını maalesef bu arkadaşlar savunuyor.'

İm (Kod): Tümünü seç
Kaynak: Eşkıya sitesi






Cevat ÖNEŞ: Emekli MİT müsteşar yardımcısı; Diyarbakır’daki ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferası’nda, 28 Şubat’ta yapılan konuşma.


Kürt sorununda 'Türkiye çözümü'

Ak Parti'nin, muhafazakâr-demokrat kimliğinin şekillenişi çerçevesinde, yapılmakta olan eleştirilere rağmen, Kürt sorununun çözümü iradesini ortaya koyarak tartışma ortamının gelişimi için sağladığı koşullar ve atmakta olduğu adımlar, bilinen siyasi risklerde dikkate alındığında, önem kazanmaktadır[


CEVAT ÖNEŞ

Resmi tezler, paradigma

Çok önemli tartışmaların yapılmakta olduğu, tarafların mücadelelerini keskinleştirdiği, toplumu da saflaştırmakta olan Türkiye gündeminin konularının, birinci öncelikli meselesi olan Kürt sorunu ve çözümü için nitelikli bir konferans düzenlenmesini anlamlı buluyorum.
Uluslararası deneyimler ışığında meseleye yaklaşırken, model, yöntem, müzakere süreçleri yönüyle, zengin tecrübelerden, önemli sonuçlara, verilere sahip olunacağından şüphe etmiyorum.

Kürt sorununu tüm boyutlarıyla tartışmaya başlayan bir Türkiye gerçeğini öncelikle tespit etmeliyiz. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e yüz yılı aşan süreçte, ‘güvenlik’ sorunu olarak algılana gelen, hesaplanamayan maddi ve manevi kayıplara, acılara mal olan bir meseleyi ortaya çıkaran siyasi, ekonomik, hukuki, sosyal, kültürel, psikolojik vs. etkenler ile bölgesel, küresel bağlantılar ve jeo-politik, jeo-stratejik uygulamalar içerisindeki yeri gibi çok karmaşık verilerin, günümüzde daha açık şekilde görülebilir oluşu, çözüm için uygun şartları hazırlamaktadır.

Model üretimi

Sorunu tartışırken ve çözüm yöntemleri, modelleri üretimi için çalışırken, hangi düşünce ve sistem paradigmaları çerçevesinde, üretimin yapılmak istendiği hususu önem kazanmaktadır. 19., 20. yy’ın ulus-devlet ve ‘millet’ yaratma sürecinde yaşanan acılar ve verilen mücadeleler üzerinde 21.yy. da insanlığın kazanımları olan ‘evrensel değerler’in şekillendirdiği paradigmalara göre, düşünce ve uygulama bütünlüğünü üretebilecek çalışmalardan sonuçlar alınabileceğini görebilmeliyiz. İnsan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, adalet, eşitlik gibi kavramlar dünyasını ‘vicdan’ ekseninde ‘insan’ için, tüm toplumlar için hayata geçirmeye çalışan sistemin düşünce ve uygulama boyutları içerisinde, çözüm modellerini aramak zorundayız.

Söz konusu paradigma, bizlere evrensel-çağdaş değerlerin şekillendirdiği ve içselleştirdiği Demokratik Sistemi yaratıcı mücadele içerisinde yer alınması ihtiyacını göstermektedir.
Bugün gelinen nokta da sorunu şöyle formüle edebiliriz: Kürt sorunu, Türkiye demokrasisinin yetersizlikleri sebebiyle, çözümsüzlük süreci yaşamıştır. PKK silahlı mücadelesi de Kürt sorununun sonuçlarındandır.

Bu sebeple; resmi tezler, muhalif perspektifler ve aktörler üzerinde değerlendirmeler yapılırken, geçmişe, günümüzü ve geleceği temel alan, Türkiye demokrasisine kazandırılabilecek, katkı yapılabilecek kurumsal açılımlar ve zihniyet dönüşümü ile bakılabilmesinin önemine vurgu yapmak istedim.

Tarihi süreç içinde resmi tezlerin gelişim ve değişimi ile ortaya çıkan sonuçları, günümüzde daha şeffaf ortamlarda değerlendirebiliyoruz.

Süreçlerin ortaya çıkardığı kayıplara ve büyük acılara rağmen, Kurtuluş Savaşının kazanılmasında ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasında ortak iradeyi ortaya çıkaran ve Türkiye’nin gerçek sahipleri olan Anadolu halkları içinde Kürtlerin eşit olarak aldıkları yerin öneminin tekrarlanması yararlı olacaktır. Yaşanılan ve devam etmekte olan sorunlar, söz konusu ortak irade ve bütünlük ruhunu değiştirmemiştir. Çözümün en önemli temel unsuru da, bu ortak iradeye kazandırılması gereken ‘demokratik zihniyet’ olması gerekliliğini önemsiyorum.

1925 sonrası

1925’lerden itibaren gelişen, çoğulculuktan korkan siyaset ve kurumsal yapıların, zaman ve konjonktürlere göre değişen, asimilasyondan entegrasyona evirilen, baskı ve kontrol ağırlıklı uygulamalar, PKK silahlı hareketinin de önemli sebeplerindendir. Demokrasinin askıya alındığı, sivil siyasete derinlik kazandırılamayan dönemlerde artan baskılar, paradoksal şekilde sorunu derinleştirmiş ve Türkiye demokrasisinin gelişiminin en önemli engeli olarak gerçeklik kazanmıştır. Türkiye’nin süreç içinde, bölgesel ve küresel siyasetler için kazandığı önemin de etkisiyle, Kürt sorunu ve PKK üzerinde şekillenen dış faktörlerin rollerinin değerlendirilmesi de, demokratik Kürt siyasetlerinin önemli görevlerindendir.

Türkiye demokrasisinin yetersizliği içinde, Kürt siyasetlerinin de kurumsal yapılar oluşturamamaları, 1980’lerden itibaren de PKK’nın silahlı baskısıyla çoğulcu, demokratik gelişim sürecine devamlılık kazandırılamayışı, sorunun çözümünde ve silahlı hareketinin sonlandırılması şartlarının yaratılabilmesinin yanı sıra Türkiye demokrasi mücadelesine verilebilecek çok önemli katkıların ortaya çıkışını engellemiştir.

Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi (1999), Irak’ın işgali (2003), Obama’nın ABD başkanlığına seçilişiyle gelişen ve 2008 küresel ekonomi ve finans krizinin sebep ve sonuçlarının ortaya çıkardığı, bölgesel-küresel yeniden yapılanma arayışları çerçevesinde yapılacak Türkiye değerlendirmeleri, Türkiye siyasetlerine, özelde Kürt siyasetçilerine önemli görevler yüklemektedir.

Özetle ifade edersek, Türkiye bölgesel bir güç, küresel bir oyuncu olarak rol oynayabilme imkân ve kabiliyetlerine, potansiyeline sahiptir. Ancak Türkiye’nin bu rolünü oynayabilmesi için demokrasisine evrensel-çağdaş değerler çerçevesinde derinlik kazandırması, kurumsallaşması ve başta Kürt sorunu olmak üzere tüm temel sorunlarını, demokratik yöntemlerle çözmesi gibi bir zorunlulukla karşı karşıyadır. 2000’li yıllardan itibaren ivme kazanan AB süreci ile 2002 seçimleriyle ortaya çıkan halk iradesinin talep ettiği derinlikli demokrasi için verilmekte olan mücadelede, BDP’nin ve Kürt demokratlarının kurumsal yapılanışlarıyla ortaya çıkarabilecekleri ağırlığın önem kazandığına işaret etmek istiyorum.

İçinde bulunduğumuz sosyo-politik, sosyo-ekonomik, kültürel, psikolojik koşullar ile küresel ve bölgesel gelişmeler, Türkiye demokratik mücadelesinin önünü açan, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü bayrak edinen tüm güçlerin, asgari müştereklerde bütünleşerek saflarını güçlendirmeleri ve yeni bir anayasanın inşasına katkı vermeleri zamanıdır. PKK’nın silahlarının, belirtilen hedefler istikametinde bıraktırılması meselesinin de, bu çerçevede mütalaa edilmesi yararlı olacaktır.

Ak Parti’nin, muhafazakâr-demokrat kimliğinin şekillenişi çerçevesinde, yapılmakta olan eleştirilere rağmen, Kürt sorununun çözümü iradesini ortaya koyarak tartışma ortamının gelişimi için sağladığı koşullar ve atmakta olduğu adımlar, bilinen siyasi risklerde dikkate alındığında, önem kazanmaktadır.

AB süreci

AB sürecinin kazanımları, Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun talepleriyle gelişmekte olan demokrasi standartları, Kürt sorununda devletin resmi tezlerinin de değişim içinde olduğunu ve meseleye Türkiye demokrasisinin nitelikleri ve derinliği ile bağlantı kurularak yaklaşılması zihniyetinin şekillenme sürecinin yaşanmakta olduğunun söylenilmesi yanıltıcı olamayacaktır. Bu şekillenmede görülen önemli eksikliklerin, ihtiyaç duyulan dinamizmin gerçekleştirilebilmesi için, BDP’ye, Kürt siyasetlerine, bütün olarak Kürt demokratlarına önemli görevler düşmektedir.

Muhalif perspektifler

Muhalif perspektifler açısından; demokratik sistem dışı arayışların her geçen gün güç kaybetmekte olduklarını söyleyebiliriz. Mevcut statükonun koruyucusu ve otoriter sistem savunucularının, kitlesel desteklerinin giderek zayıflamakta oluşunu da görebiliyoruz. Muhalefetin, yaklaşan seçimler sebebiyle vermekte oldukları iktidar mücadelesinde, katı ‘milliyetçi’ yaklaşımları tırmandırarak, açılımı ve demokratik sürecin gelişimini engelleyici tutumlarında, 2011 seçimleri sonuçlarına göre değişimler olabileceği ihtimali de mevcuttur. Türkiye siyasi yelpazesinin dağılımı içerisinde çağdaş bir sol siyasi partinin boşluğunun devam etmekte oluşu da, temel sorunlarımızın çözümünü geciktiren sebeplerdendir. Kürt siyasetinin demokratik zihniyetinin, yöntemlerinin ve Türkiye’yi kucaklayan açılımlarının yaratabileceği atmosferle, sol siyaset boşluğunun doldurulmasında yapabileceği katkıların değerlendirilmesi de önemini korumaktadır. Böylesi ağır sorumluluğun taşınmasına Kürt siyasetine haksızlık yapılmıyor mu sorularıyla karşılaşabiliriz. Ama demokratik kazanımların bedeller ödenerek elde edilebildiği gerçeğini, örnekleriyle biliyoruz. Çağımız, demokratik olmayan zihniyet ve yöntemlerin dışlanarak, demokratik siyasetin şekillendireceği mücadeleye güç kazandırılmasını zorunlu kılmaktadır. Kürt siyaseti, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin etkili öncülerinden olabilmesi şansına da sahiptir. Türkiye halkları da bunun beklentisi içerisindedir. Kürt siyasetinin, Türkiye vizyonu çerçevesinde, demokratik siyasi mücadeleye yapabileceği önemli katkılar, siyasi iktidarın yanı sıra, diğer muhalefet aktörlerinin faaliyetlerine nitelik kazandırabilecektir.

Aktörler ve muhataplık

Aktörler ve muhataplık konuları da tartışılmakta olan hususlardandır. Kürt sorununun Türkiye’nin demokratikleşme standartlarının yetersizliğinden kaynaklandığı kabul edildiğinde, çözüm sürecinde rol alabilecek önemli ve öncelikli aktörlerin; TBMM, hükümet, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve genel olarak toplumsal iradedir. Türkiye şartlarında, Silahlı Kuvvetler, Yüksek Yargı gibi zaman içinde tayin edici roller üstlenebilen kurumsal yapıların, siyasi iradenin oluşumu ve hukukun üstünlüğünün kriterleri içinde yer almalarının gerekliliği, verilmekte olan demokratik mücadelelerin öncelikli meselelerindendir.

Aktörler arasında siyasi iktidar ve TBMM, sorunun çözüm iradesinin ortaya çıkarılışı, şekillendirilmesi ve çözüme süreklilik kazandırılması yönüyle öncelikle öneme sahiptir. Muhalefet partileriyle, özellikle BDP ile koordinasyon ve işbirliğinin geliştirilmesi ihtiyacını, sorunun önemi kaçınılmaz kılmaktadır.

2011 seçilerine kadar CHP ve MHP’nin çözüme yardımcı olmayan tutumlarını devam ettirecekleri görülebilmektedir. Ak Parti ile BDP’nin, Kürt siyasetlerinin ve örgütlü demokratik hareketlerin, seçim sürecinde, sorunların çözümünde temel unsur olan yeni bir anayasa yapımına imkân verebilecek somut önerilerle kitlesel desteği şekillendirebilmeleri durumunda, Türkiye de yeni aydınlık bir sürecin ivme kazanacağı umudunu yükseltebiliriz.

Yeni anayasanın; demokratik çoğulcu yapısı, farklılıkların eşitliği içinde bütünlük yaratan ilkelerinin yol açtığı gelişme sürecinde, demokratik siyasetlerin ideolojik yapılarını koruyarak, yarış halinde demokrasinin asgari müştereklerinde dayanışma kurabilmeleri imkânlarının yaratılabilmesi, öncelikle önemi haizdir. Seçimlere kadar, kısa vadede, seçim barajının indirilmesi, Kürtçe propaganda yasağının kaldırılması, yerel isimlerin kullanılabilmesi gibi gündeme alınan, alınabilecek tedbirlerin sonuçlandırılması, çözüm çalışmalarının ihtiyaç duyduğu güven ortamının hazırlanmasında etkili olabilecek hususlardandır.

Yeni bir anayasa

Önemli açılımları uygulamaya geçiren Ak Parti’nin, gecikmeden, seçim sürecinde, yeni bir anayasanın yapımının temel kriterleri ile demokratikleşme sürecinin kısa, orta ve uzun vadeli somut yol haritasıyla, kitlesel iletişimini gerçekleştirebilmesi durumunda, güçlendirilecek ‘güven’ unsuru, seçim sonrası çözüm şartlarının hazırlanmasına, önemli katkılar sağlayabilir.

PKK, Kürt sorununun çözülemeyişinin yarattığı sonuçlardan biri oluşu, destek alabildiği kitlesel yapı, koruyabildiği silahlı gücü ile dış bağlantılarının önemi giderek azalmasına rağmen, dikkate alınması gereken aktörlerdendir. 26 yıl gibi, nesilleri etkileyen çok uzun bir süreçte, yaklaşık 40 bin kaybın ve sınırsız mağduriyetlerin gerçekleştiği şartların tarafı olan PKK’nın, Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu üzerinde yarattığı psikolojik sonuçlar ve hukuki-meşru olmayan örgütsel kimliği sebebiyle, resmi muhatap olarak kabul edilebilmesinin mümkün olmadığını, Öcalan dahil herkes bilmektedir. Ancak nasıl değerlendirirse değerlendirilsin, bir PKK gerçeği ile karşı karşıya bulunduğumuz da bir vakıadır. Silahların bırakılması, silahlı gücün mensuplarına uygulanacak hukuki koşulların düzenlenmesi, bu düzenleme içerisinde lider kadronun yeri, rehabilitasyon ihtiyaçlarının karşılanması gibi düzenlemeler için devletin doğrudan ve/veya dolaylı olarak İmralı ve Kandil ile temas kurması, dünya pratiklerinde de yaşanan deneyimlerdendir.

Burada dikkatleri çekmek istediğim önemli bir husus da şudur: Öcalan’ın medyaya yansıyan açıklamalarında da görüldüğü gibi BDP’nin demokratik sistem dışı, hukukun üstünlüğü ilkeleriyle bağdaştırılamayan hiçbir illegal, yasalar dışı örgütler ve hareketlerle bağlantısının olmaması hususu, meşruiyetin ve toplumsal güvenin önceliklerindendir.

Meşru, demokratik siyasete dönüş mesajları veren Öcalan ve PKK liderliği de, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ‘güven’ yaratıcı adımların atılmasında oynayabilecekleri rollerin yaratabileceği sonuçları, daha da gecikmeden değerlendirmek durumundadırlar.
Gelişen süreçlerin kesişme noktasında, Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinin önünü açan her açılımı, evlatlarının öldürülmelerini sonlandıran her hareketi, tarih ve Türkiye toplumu değerlendirecektir.

Cevat Öneş: Emekli MİT müsteşar yardımcısı; Diyarbakır’daki ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferası’nda, 28 Şubat’ta yapılan konuşma.

İm (Kod): Tümünü seç
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=&ArticleID=982986






Diyarbakır'da yeni sayfa...

CENGİZ ÇANDAR, 2 Mart 2010

‘Sonuç Bildirgesi’ni okumak üzere bir ‘Politbüro’ misali, tüm salonu gören tüm salonun gördüğü masaya dizildik. En sola ben geçtim. Yanımda Osman Baydemir, onun yanında Leyla Zana, ortada Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Yüksel Genç, Barış ve Demokrasi Partisi’nin genel başkan yardımcılarından avukat Meral Danış ve Prof. Büşra Ersanlı. Üç saat boyunca ‘Sonuç Bildirgesi’ üzerinde çalışan ‘Yazım Komisyonu’ üyelerinden Osman Kavala’ya masada yer kalmadı, Prof. Doğu Ergil ise o sırada Diyarbakır’dan ayrılmak üzere havaalanına gitmişti. Yazıma katkıda bulunmak için görüşlerine başvurulan, BM eski Genel Sekreter Yardımcısı Von Spoleck, Nelson Mandela’nın Afrika Ulusal Konseyi’nin yöneticilerinden Hasan İbrahim ve bir Belçikalı da masada yer almadılar. Kürt-Türk bir Türkiyeli heyet olarak dizildik.

Devamı:
Yüksel Genç ağır ağır okudu, sonuç bildirisini. 1999’da Türkiye’ye ‘barış jesti’ amacıyla dönen silahlı unsurlardan; gelişinin ardından beş yıl hapis yatmış genç kadın okumayı bitirdikten sonra, itiraz ya da ekleme yapacak kimse çıkacak mı diye kısa bir süre beklemeyi düşünüyordu. Salondan aniden alkışlar yükseldi. Diyarbakır’da 2010 Şubat ayının son iki günü sabahtan akşama dek süren ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı’nın üç saat emek harcayarak, her sözcük ve virgül üzerinde durarak, uzlaşma sağlayarak kaleme aldığımız ‘Sonuç Bildirgesi’ tüm katılımcıların tartışmasız onayını almış, Konferans ‘başarı’ ile sonuçlanmıştı.

Kapanış konuşmasını yapmak için bizim dizildiğimiz masanın yanıbaşındaki kürsüye gelen BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, toplantının birlikçi ruhuna uygun bir konuşma yaptı. Kimileri, 1 Şubat’taki BDP Kongresi konuşmasına oranla çok daha esnek ve ‘ılımlı’ olduğunu söylediler. Demirtaş’ın ‘çözümü böylesine tartışmaya başlamış olduğumuza göre, zaten çözüm süreci içine girmişiz demektir’ mealindeki sözü dikkatimi özellikle çekti.

‘Açılım’a mersiye okuyanlara inat, ‘Açılım’, Türkiye’nin Kürt nüfusunun siyasi yüreği, Güneydoğu’nun merkezinde Diyarbakır’da şimdiler yeni bir ivme kazanarak yoluna devam edeceğini kararlılıkla ortaya koymuş oldu.

***
Türkiye’nin iki yakasının, -’Fırat’ın Batısı ile Doğusu’ diye tanımlarsak- ritmi ve nefes alış-verişi birbirinden çok farklı olduğu için, Diyarbakır’da 27-28 Şubat’ta başlatılan ‘yolculuk’un önemi ve değerinin, ‘Batı’da anlaşılması ve bunun ‘karşılığının bulunması’ için zaman geçecek. 27 Şubat sabahına İstanbul’da uyanıp, öğle vaktinden önce Diyarbakır’da Türkiye’nin o anki gündeminden çok farklı ama ‘tarihi gündemi’nin bir numaralı konusunun olanca yoğunluğuyla tartışıldığı ortamına düşüveren benim gibi birisi, bunun böyle olduğunu kavrayabilir.

Diyarbakır’ın tüm Türkiye’de ismi gayet iyi bilinen sivil toplum kuruluşu yöneticilerinden biri önemli bir tespit yaptı. Olan-biten her şeye, yaşanılan tüm acılara karşılık Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 27-28 Şubat 2010 tarihlerinde dikkate değer bir uluslararası katılımla ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı’ toplamış olmasını, ‘Kürt siyasi hareketinin bundan sonra barışçıl çözüme odaklanmasına dair bir stratejik karar’ olarak tanımladı.

Toplantıya katılanlar arasında İngilizler, Lordlar Kamarası’nın bir üyesi, Galler’den bir siyasetçi, bir İrlandalı, İspanya’nın Bask, Katalan ve Navarrolu şahsiyetleri, Güney Afrika’dan ANC Temsilcisi ve Anayasa Yürütme Kurulu’nun bir üyesinin ve eski BM Genel Sekreter Yardımcısı, Yunanistan’dan Papandreu hükümetinin bir danışmanının, İsveçli ve Alman Sol Parti temsilcilerinin ve birçok şahsiyetin bulunması ilginçti. Zira, Kuzey İrlanda, İspanya’da Katalunya ve Bask bölgesi’ne ve bu arada en önemlisi Güney Afrika’da apartheid rejiminden şimdiki döneme geçişin deneyimleri nakledildi, uluslararası deneyimler tartışıldı. Türkiye’de Kürt sorununun bunlardan ne ölçüde yararlanabileceği, nasıl özgün yönleri bulunduğu üzerinde duruldu.

Bütün bunlar ne anlama geliyor?

Çok basit: Türkiye’de Kürt siyaset sahnesinin en önemli aktörleri, tüm zihni enerjilerini, tüm siyasi irtibatlarını ve tüm bakış açılarını ‘silahlı mücadele’nin nasıl yürütüleceği ve bunun dünyadaki başarılı örneklerinden esinlenmeye değil; tam tersine Kürt sorununun diyalog ve müzakere yoluyla barışçı bir şekilde Türkiye’de nasıl çözüleceğine yöneltmiş durumdalar.

Diyarbakır Toplantısı işte bu açıdan çok çarpıcıydı.

Türkiye’nin bu yönde çok önemli ve olumlu katkılar yapabilecek bazı Kürt şahsiyetlerinin bizim toplandığımız yerin az ötesinde, hoyratça kelepçelenerek cezaevinde tutulmalarına rağmen, Kürtlerin diyalog, müzakere ve çözüm ısrarını önemle not etmek gerek.

Benim gözüm iki gün boyunca o salonda Fırat Anlı’yı aradı. En aklı başında, yaşı daha 40’a varmamış, yarının köprüsünü kuracak isimlerinden biri orada olmalıydı. Birçok belediye başkanı o salondaydı ama kimileri de hapisteki belediye başkanlarının vekilleriydi. Biz orada toplantıdayken, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, düzayak 15-20 dakika ötemizde Türkiye’de Fırat’ın doğusundaki en büyük kilise olan Surp Giragos’un restorasyonunun başlamasının törenine gelmişti. Surp Giragos, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş sayesinde yok olmaktan kurtuldu. Abdullah Demirbaş da hapis, onu ve orada bulunması gereken daha nicelerini gözler aradı. Yokluklarını ve bıraktıkları hüzünlü boşluğu hissettim.

Diyarbakır ve Kürtlerin omurgası, diyalog, müzakere ve çözüm aramak için yola koyulmuş iken, bunu en iyi becerecek kişilerin hapise atılması ve hapiste tutulması kabullenilecek bir durum değil.

Konferans’ın ‘Sonuç Bildirgesi’nde üzerinde durulan hususlar, onların özgürlüğe kavuşması ve barışçıl-siyasi çözüme değerli katkılarının sağlanması için de önemliydi.

***Niye mi?

Çünkü, bu ‘Sonuç Bildirgesi’nin öyle bir bölümü var ki, benzer toplantılarda ilk kez dile getiriliyor ve vurgulanıyor. ‘PKK’da dahil olmak üzere, Kürt siyasi hareketinin geçmişi tartışma açması ve yeniden değerlendirmesinin Kürt sorununun çözümüne çok olumlu bir katkı yapacağı’na ilişkin sözcüklerini taşıyan bölümü.

Bunu Kürt sorununa ilişkin olarak ‘devletin geçmişteki uygulamalarına ilişkin olarak süregelen ve Türk kamuoyunda tarihle yüzleşmek’ konusundaki çabalarla, hemen altındaki bir cümleyle birlikte ele almak gerekiyor. Ama ilk kez öncelikli olarak üstü kapalı biçimde ‘PKK’ya özeleştiri süreci’ne girmesi davetiyesi çıkıyor. Bölgenin önemli kanaat önderlerinden biri bana, “PKK’nın 1980 öncesi Kürtlere, 1980 sonrası Türklere yönelik şiddetinin yükünden kurtulamazsak, önümüzü açamayız. Bu yükten Kürtlerin kurtarılmasına PKK önayak olmalıdır” demişti.

Söz konusu ‘özeleştiri süreci’ gereğinin vurgulanmasına PKK’ya çok yakın bilinen isimlerden hiçbir itiraz gelmemesi ve hatta bunun öneminin altının onlar tarafından çizilmesi, yakın geleceğe ilişkin çok önemli, çok olumlu sinyaller veriyor.

Konferans’ta bir konuşma yapan ve konuşma metni dünkü Radikal’de yayımlanan Cevat Öneş’in şu değerlendirmesinin üzerinde durmak gerekiyor: “Meşru, demokratik siyasete dönüş mesajları veren Öcalan ve PKK liderliği de, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ‘güven’ yaratıcı adımların atılmasında oynayabilecekleri rollerin yaratabileceği sonuçları, daha da gecikmeden değerlendirmek durumundadırlar.

Yakın geçmişte ‘MİT Müsteşar Yardımcısı’ etiketi taşımış olan Cevat Öneş, dün Diyarbakır’da birlikte kahvaltı ederken bana, ‘Kürt siyasi hareketi bu yönde evrilirse, Türkiye’de demokratikleşmenin motor gücü olabilir” dedi.

Bu görüşünü Diyarbakır’da çok kişiye de açıklamış. Kürt siyasi hareketi dendiğinde, bunun içinde özellikle PKK’nın yer aldığı kimse için bir sır değil.

Ancak, bu hareketin şu an ana gövdesini, tümüyle legal zeminde kalacak, herhangi bir illegal örgüt ve faaliyetten uzak, o anlamda özerk ve ayrıca meşru bir siyasi parti olarak Barış ve Demokrasi Partisi oluşturmak zorunda.

İktidar partisinin de mutlaka ama mutlaka BDP ile işbirliği yapması şart. Bölgedeki seçmen üzerindeki rekabete kendini kaptırmadan, Anayasa değişiklik paketlerinde işbirliği için, Kürt sorununda muhataplık sorununu çözmek ve sorunun çözümünde eşgüdüm sağlamak için şart.

Bu konuya döneceğiz ve devam edeceğiz. Konu, önemli. Öyle önemli ki, bu konu üzerinden Türkiye’nin önü kapanabilir veya açılabilir.

İkincisi için iyimserliğimiz artmış biçimde Diyarbakır’daydık...


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=YazarYazisi&Date=&ArticleID=983232
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56


Şu dizine dön: Türkiye Ağı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x