Emperyalistler bastırıyor, AKP diz çöküyor!
Yüz yıl öncesini yeniden yaşıyor gibiyiz. Elbette bire bir değil ama ana dinamikler bu görüntüyü verecek şekilde seyrediyor. Nitekim yerli ve yabancı öndegelen aktörler ve kısmen resmen, açıkça; kısmen de yarı-resmi fakat bir şekilde devletle ilintili kaynaklar üzerinden veya örtülüce yahut takıyye yaparak sergilenen davranışlar, izlenen siyasetler, seslendirilen, yazıya dökülen düşünce ve hedefler, niyetler hatta yer yer punduna getirildiğinde birilerine dayatılan (dikte ettirilen) birtakım talepler, ister istemez bu algılamayı doğuruyor - hele tarihi biliyorsanız, biraz olsun tarih bilinciniz, bir parça vatanseverliğiniz varsa
Dünyada siyasal ve ekonomik güç dengesi hızlı bir değişim ve yenilenme sürecinde. Bu tabloda Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşları sonucunda şekillenmiş ve şimdilerde Geniş Ortadoğu olarak anılan coğrafya parçası yani Kuzey Afrikadan Afganistan-Pakistana dek uzanan yay üzerindeki devletleri kapsayan siyasal harita ABD derin devletince yeniden çizilmek istenmektedir. Bunun uzun vadeli stratejik plan ve hesapları çok önceden yapılmış olup şimdi bu doğrultuda maksatlı olarak seçtirilmiş (gerçekte fiilen ABD derin devleti tarafından atanmış) Barack Obama eliyle ve yeni bir yorumla sahneye konmaya başlamıştır.
Obamanın haçı çabuk gözüktü
Cumhuriyetçi Parti (baba / oğul Bushlar) ile Demokrat Parti (Clinton ve Obama) ABD içinde farklı sınıfsal fraksiyonların çıkarlarını temsil ediyor olsalar da bu durum sahnelenen oyunun emperyalist içeriğini değiştirmemektedir. Senaryo özünde hemen hemen aynı kalırken sadece yeni rejiyle yorum tarzı değişmektedir. 20. Yüzyıl ABD tarihine şöyle bir göz atın, belki hayretle göreceksiniz ki genelde Demokrat Parti yönetimleri tüm sempatik söylemlerine karşın saldırganlıkta, emperyalist bir çizgi izlemekte aslında hiç de antipatik söylemli Cumhuriyetçi Partiden geride değillerdir!
Obamanın bunun güncel bir örneği olacağından en küçük bir kuşkum yoktu (ve bu sütunda da dile getirmiştim). Sadece Nisan ayı içinde 20 günde Türkiyenin başına gelenler bunun hem Türkiye, hem de dünya için bir siftahı olmuştur!
20 günde Türkiyeyi doğrudan ilgilendiren ve AKP hükümetine yöneltilen başlıca emperyalist dayatmaları anımsayalım:
* NATO Genel Sekreterliği seçiminin olağan tarihinden çok daha önceye rastlatılması ve bu makama başka kimse yokmuş gibi Danimarkanın İslam ve Türkiye düşmanı eski başbakanı Rasmussenin seçilmesi.
Bildiğim kadarıyla kimse üstünde durmadı (sadece birkaç yazar bu seçimin erkene alınmasına nedeni hakkında yorum yapmadan değindi) oysa bu olay bile başlı başına bir mesajdı. Şöyle: Bilindiği gibi, 6-7 Nisanda, İstanbulda Medeniyetler İttifakı 2. Forumu düzenlendi. Burada kast edilen medeniyetler Hıristiyan ve İslam Medeniyetleri idi. Tüm NATO ülkelerinin de katıldığı zirvede normalde NATO gibi bir savaş örgütünün yeri olmaması gerekirken o da vardı ve Genel Sekreteri ile temsil ediliyordu! İşte bu Genel Sekreterin tam da hem Roj TV, hem de Hz. Muhammedi aşağılayan karikatürlere hoşgörüsüyle tepki çeken ve militan anti-İslamcı bir tavır sergileyen Rasmussen olması önceden planlanmıştı ve tam da bu planın doğal bir uzantısı olarak bu Zirve sırasında NATO adına boygöstermesi öngörülmüştü. Onun için seçim tarihi bu zirveye yetişecek şekilde öne alınmıştı. Bu başlı başına maksatlı bir mesajdı.
Çünkü yine bu Medeniyetler İttifakının eşbaşkanı İspanya Başbakanı Zapateronun deyişiyle 21. Yüzyıla uygun bir NATO yapılanmasında, stratejisinde terörist yaftası yapıştırılan İslama, İslam ülkelerine karşı gerektiğinde sıcak savaş yürütmek bu askeri ittifaka verilen yeni roldür. Dünya kamuoyunda İslama karşı kışkırtıcı bir psikolojik saldırının tezgahlandığı ve buna o tarihte sözde fikir özgürlüğü adına kol-kanat geren bir devletin eski başbakanı olarak ün yapmış birinin bu göreve seçilmesi çok açıktır ki yeni bir psikolojik ve siyasal savaş hamlesidir. Kesinlikle rasgele bir tasarruf değildir, kesinlikle rastlantı değildir. Hem İslam ülkelerine, hem de Hıristiyan ülkelere verilmiş bir mesajdır bu.
Bu mesajın içeriğini söz açılmışken kısaca belirginleştirelim: Sözde Medeniyetler ittifakının Hıristiyan üyeleri İslam ülkelerine Zirvede dostluk adına gül uzatmışlardır ama bu gül, silah namlusuna sarılı olarak uzatılmıştır. NATOnun yeni hasmı İslam ülkeleridir, Rusya değil. Sözde Medeniyetler İttifakı zirveleri Müslüman halkların gözünü boyamak, siyasal uyanıklıklarını uyuşturmak işlevi görürken; NATO da Medeniyetler Çatışması stratejisinin askeri ayağı olarak işlev görecektir. Bu durumda Batılı ülkelerde militan Hıristiyanlık ve İslam karşıtlığının önümüzdeki dönemde yeni psikolojik savaş yöntemleri ve siyasal savaş hamleleriyle artarak sürdürüleceği bellidir.
Türkiyeye çok yönlü kıskaç
Maalesef Türkiye Başbakanı konumundaki Tayip Erdoğanın Rasmussene karşı sözde direnmesi; başta Fransa ve Almanya olmak üzere diğer NATO üyelerinin oybirliği ve ısrarla Rasmussenden başkasının adını bile anmamaları; Obamanın, Berlusconinin 4-5 Nisanda NATO Zirvesine katılan Gülü ve telefonla Erdoğanı ikna için çocuk kandırır gibi güya birtakım ödünler vermesi/vaatlerde bulunması (Rasmussenin Müslümanlardan özür dilemesi; Roj TVnin kapatılması; NATO Genel Sekreterliği Yardımcılığına bir Türkün seçilmesi) ve sonuç iyi bilinmektedir: Türkiye havasını almıştır! Prestiji zedelenmiştir! Sözler yutulmuştur!
NATOnun tek Müslüman üyesi olarak Türkiyenin İttifak içindeki konumu son derece nazik bir mecraya girmiştir bilmem asker / sivil devlet büyüklerimiz bunun farkında mı? Şimdiden ABDde, Almanyada, Fransada çeşitli odaklar medyada Türkiyenin NATOdan çıkartılması gerektiğini dillendirmeye başlamışlardır. ABye zaten alacakları yoktur, fazladan NATOdan atılması da ufukta belirmiştir! Bunun ne demek olacağı iyi düşünülmelidir.
Yine bu Zirve sırasında Obamanın Türkiyeye gelmesinin ve yaptığı atraksiyonların zehirli meyveleri de bir bir ortaya çıkmaya başladı. Çok önceden başlamış olan 24 Nisan şantajını Obama inandırıcı bir şekilde zirveye çıkardı ve Gül Babacan üzerinden hem Kürtler, hem Ermeniler lehine ve Erdoğana da diz çöktürerek istediklerinin ilk ikisini ayağının tozuyla elde etti! Sırada: Afganistana asker gönderilmesi; Iraktan çekilecek ABD askerlerinin Türkiyeden geçmeleri (geçecekler mi, sonu belirsiz bir geçici mola mı verecekleri yoruma açık); Öcalanın iç barış ve siyasal çözüm adına ilkin sivil cezaevine taşınması, sonra bir kuzey Avrupa ülkesine sürülmesi; KKTCnin Kıbrıs Cumhuriyetinin bir eyaleti statüsüne indirilmesi ve Enosisin önünün açılması; Heybeliada Ruhban Okulunun Fener Rum Patrikhanesinin mutlak egemenliğinde eğitime açılması; Fener Patriğine resmen ve Lozan Antlaşmasına aykırı biçimde ekümeniklik statüsünün devletçe tanınması ve Patrikhanenin fiilen bir Ortodoks Vatikanı (devlet içinde devlet) statüsüne yükseltilmesi
Daha sayayım mı?
Bu taleplerin tek tek her biri Türkiye açısından sonderece sakıncalıdır. Hatta kimilerinin yerine getirilmesi düpedüz tehlikeli, kiminin de ihanet derecesinde vahim olacaktır. Ne yazık ki Cumhur reisi bu talepleri karşılamaya yatkındır; başbakan da direnme güç ve iradesinden yoksundur. (Her ikisi ile de bu teşhisimizi doğrulayan örnekleri yaşadık - perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.)
Ermenistan açılımı
Türkiyeye bu ay içinde şantaj eşliğinde dayatılan ikinci ağır talep:
* Ermenistan sınırının Ekime kadar tam açılması ve olağan diplomatik ilişki düzenine geçilmesidir.
Türkiyenin kendisine dayatılan bu talebi öngörülen şekilde yerine getirmesi getirisine kıyasla götürüsü çok daha fazla olacak ve uzun vadede Türkiyenin güvenliğini tehlikeye sokacak bir geri adım olacaktır. Çünkü sorun Ermenistan Anayasasında yer alan ve Doğu Anadoluyu Ermenistan sınırlarına katma emelini resmen dile getiren maddeler gibi heveslerden ibaret değildir. (Suriye de haritalarında Hatayı kendi sınırları içinde gösteriyordu; buna rağmen diplomatik ilişkimiz de vardı, kapılar da açıktı. Kıymet-i harbiyesi yok!)
Asıl büyük sorun Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasına yeniden set çekilmesidir. (Zaten ABDnin ve ABnin esas amacı budur. Ki bu Moskovanın da işine gelir.) Nitekim Aliyev, soluğu Moskovada almıştır. Bu koşullarda Kazakistan da aslında pek istemediği halde Rusya ile ilişkisini daha sıkılaştırmak gereğini duymaktadır. Oysa Nazarbayev en azından son iki yıldır yakın bir zamana dek çok dikkat çekici bir siyasal söylem tutturmuştu: Rusya ile dost ama tam bağımsız, egemen bir Kazakistan. SSCB dönemindeki bir Finlandiya veya bir Bulgaristan değil. Azerbaycanın düşmesi Moskova karşısında Kazakistanın da elini zayıflatmaktadır, zincirleme olarak diğer Türk devletlerinin de
Bunun başlıca vebali bugün Gül Erdoğan ikilisinin izlediği teslimiyetçi dış politikadadır. Bu ikili, Arap ülkelerini defalarca ziyaret ederken, şeriatçı Somali yönetimiyle sarmaş dolaş koklaşırken, sadece Azerbaycanı resmen ve fiilen satmaktan gayrı, KKTCyi satmaya hazırlanmaktan başka diğer Türk Cumhuriyetleri ile de mesafelidirler. Arap şeyhliklerini defalarca ziyaret eden Gül ve Erdoğan en son ne zaman, hangi Türk Cumhuriyetine gitti, hatırlayanınız var mı? Türke ait her şey bunlara uzak ve yabancı! Abdülhamit bile Abdullah Gülden daha Türkçüydü!
Yunanlıların Büyük Felaketi ne olacak?
24 Nisanda ve Türkiyenin Azerbaycanı harcamak pahasına verdiği onca tavize rağmen Obamanın (bu konuda daha önceki ABD başkanlarından daha ileri giderek) soykırım sözcüğünün Latincesini veya İngilizcesini olmasa da Türkçede Büyük Felaket demenin Ermenicesini seslendirmesi; 1,5 milyon Ermeninin Türkler tarafından kıyıma uğratıldığını ileri sürmesi tamamen Türkiyeyi düşmanca hedef alan bir tavırdır. Bunun ardından Tazminat ve Toprak taleplerinin (en azından bir kısım Ermeninin eski topraklarına dönmesi ve sonra onlara da yerel özerklik tanınması aynen Kürtler için dayatılan şekilde; en sonunda da ne olacağı belli) yine Diaspora, Ermenistan, Batılı devletler ve içimizdeki işbirlikçileri, hainler tarafından seslendirilmesinin geleceğini öngörmek için kahin olmak gerekmiyor.
Bitmedi. İşin bir başka ilginç yanı daha var. Yine kimse dillendirmiyor! Büyük felaket sözünü bir de Yunanlılar kullanır 1919da Anadoluyu işgale yeltenip de denize dökülmelerini ve ardından Anadoludaki Yunanların da Yunanistana tehcir edilmelerini nitelemek üzere
Ne olacak şimdi? İşgale direndik, ulusal direniş savaşı verdik diye Yunanistandan özür mü dilememiz gerekecek? Haydi canım demeyin! Yunanistan çoktandır 19 Mayısı soykırım anlamında büyük felaket olarak anmaya başladı bile. Birçok Yunan Belediye Meclisi bu yönde karar aldı. Dahası Yunan Meclisi bu yönde karar aldı. Pontusçular, Süryaniler ABDde sıraya girdi
Gülünç gelebilir ama bunlar çok ciddi ve asla hafife almamak gereken şeylerdir.
Hele başımızda Yeni-Osmanlı diye meydana çıkan yalancı pehlivanlar ola ola Sultan Vahdettin gibi davranırlarken
Bakalım 19 Mayısda önümüze ne konacak? Kardaka Türk bayrağını diken komandoların başının Ergenekon bahanesiyle tutuklanması yoksa şimdiden bunun özrü müydü Atinadan? Ya gelecek 24 Nisana neyi satacağız?
NAZIM GÜVENÇ, Gerçek Gündem