
Pazar günü 17 Şubat 2003’tü. Çoğu kişi için sıradan bir gün. Lakin bazı günlerin “Hukuki” anlamı farklıdır. Farklıdır çünkü kimi konularda “Zaman aşımı” diye bir durum vardır. İşte 17 Şubat 1993’te “Şüpheli uçak kazası”na uğrayan Orgeneral Eşref Bitlis için ilgili 20 yıllık süre doluyordu. Nitekim doldu da. Bir anlamda beklenen oldu aslında!
Bu konuda ilgili savcıların iyi niyetli çabalarından hiç kuşkum yok. Lakin ben olaya biraz daha “Üst perde”den bakıyorum. Bu ise “Hukuki çerçeve”lerin standart kalıplarını aşıyor. Bazı suikastlar vardır. Bunlar sittin sene geçse “Çözülemeyeceği” bilinerek işlenen suikastlardır. O “Teminat” altında gerçekleşirler. Teminatı veren ise kişilerden çok “Sistem”in kendisidir. Bana göre Eşref Bitlis’in başına gelen de, Türkiye’de halen “Aydınlanmayan” birçok cinayet de bu kategoridedir. Olaya bu “Mercek”ten bakmak lâzımdır!
Peki niye mi böyle “Karamsar” düşünüyorum? (Aslında “Karamsar” değil, gerçekçiyim!) Çünkü Türkiye’de şeklen “Vesayet”ler el değiştirebilir, yeni vesayetçiler eskilerinin üzerine gidebilir. Ortalığı toz duman götürebilir. Büyük bir “Kapışma” yaşandığı izlenimi edinilebilir. Toplum “İşte kurtuluyoruz!..” diye düşünebilir. Aydınlar, özellikle de liberal olanları zil takıp oynayabilir ama gerçekte bir şey değişmez!
Çünkü Türkiye’de aslında ne “Askeri” ne de “Sivil” vesayet vardır. Daha doğrusu bunlar işin “Maskelemeleri”dir. Herkes kendine bu yönde sadece bir “Saf” seçer ve “Ne iyi demek bizimkiler duruma hakim” diye düşünür. Boş yere “Sevindirik” olur!

Aynı nedenle asıl vesayetle, yüzleşmeyen, hesaplaşmayan ister “Sağ” ister “Sol” hiçbir iktidar o vesayetin (Öznel niyeti ne olursa olsun!) bir aracı, oyuncağı konumuna düşer. Sadece duruma uygun yeni “Makyajlar” yapılır, sahneler kurulur!
O yüzden sanılanın aksine ortada –“Teknik” manada olsa da- bir “Zaman aşımı” süresi yoktur. Daha doğrusu o “Zaman aşımı” olayın hemen ertesine “Buzlanma” açıklaması yapıldığı an bitmiştir. Kalanı sadece “Süre doldurmak”tır. O “Süre” de dolmuştur. Gerisi illüzyondur!
Eşref Bitlis suikastı “NATO’cu konseptler” doğrultusunda ”NATO’cu vesayet”in “Garantörlüğü”nde yapılmıştır. Dolayısıyla ona “Rağmen” bir “Çözülme” beklenemez. Türkiye’nin 60 küsur yıllık “Macera”sının trajik özeti budur!
“NATO’cu rüya” bir “Kâbus”a dönüşmüştür! Ondan uyanan bir Türk komutan emperyalist bir komplo neticesi öldürülüyor ve Türk devleti onun “Hesabı”nı halen soramıyorsa, devletin bütün birimleri adeta ortak karar almışçasına suspus kalıyorsa ortada “Zaman aşımı”ndan daha “Ciddi” bir sorun var demektir. Bu sorun “NATO’cu vesayet”in sürekliliğidir!
Onu kırmaya çalışan Eşref Bitlis bu yüzden öldürülmüştür. Türkiye’nin kendi “Kırmızı çizgi”leri sandığı durum aslında “NATO’cu cu vesayet”in kırmızı çizgileridir. O çizgiyi geçmeye çalışan şerefli bir Türk komutanının hayatına kastedilmiştir.
Vebali başta “Silah arkadaşı” pozları altında hava atanların, o gün olayı başka mecralara çekip, zihin ve delil karatmaya çalışanların başınadır!..
Atilla AKAR, 19 Şubat 2013