
28 Şubat süreci başlamadan, Milli Savunma Bakanlığı’nın izni alınmadan, Emniyet Teşkilatı, ağır silahlarla donatılarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı alternatif bir ordu yaratılma çabalarına girişilmişti.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından, önce 4 Şubat 1998 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir yazı gönderilerek: ‘’…Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde bulunan ağır silah, mühimmat ile araç ve malzemenin muhtemel bir seferberlik-savaş halinde askeri maksatlarla kullanılabilecek olanların envanterinin çıkarılması’’ istendi.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün envanterinde bulunan ağır silahlar listesi korkunçtu:
1) 60’lık havan (28 ilde, 326 adet)
2) RPG-7 roket (35 ilde, 377 adet)
3) 40 Launcher (43 ilde, 1634 adet)
4) MG3 Makineli Tüfek (38 ilde, 438 adet)
5) 12.7 Makineli Tüfek (39 ilde, 239 adet)
6) M-60 Makineli Tüfek (19 ilde, 50 adet)
7) FN-240 Makineli Tüfek (25 ilde, 75 adet)
8 ) 40 mm Laun MK/19 (38 ilde, 114 adet)
Ve ağır silahlarla kullanılabilecek külliyetli miktarda mühimmat…
Zamanın Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin, İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği 17 Şubat 1998 tarihli yazıda: ‘’…Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ağır silah ve araçlara ihtiyacı olmayacağı değerlendirilmektedir… Askeri amaçlı savaş silahlı olarak mütalaa edilen listede yazılı silahların Genelkurmay Başkanlığı’na devredilmesi’’ istendi.
Ve böylece, ağır silahlarla donatılmış (F) tipi bir ordu yaratılmasının önü 28 Şubat sürecinde kesilebildi.
Edirne’de verdiğim bir konferans sonrası, bir kurmay albayımız yanıma geldi: ‘’AKP yetkilileri, AB’nin desteğini sağladı. Hudut bölgelerimizin savunması Türk Ordusu’ndan alınıp, yeni kurulacak bir örgüte devredilecek ve bu örgütün elemanları son derece modern silahlarla donatılacak. Haberiniz olsun diye söylüyorum: ülke bütünlüğümüze ve laik Cumhuriyetimize daima sahip çıkan ve bundan sonra da çıkacak olan Türk Ordusu’ndan rahatsızlık duyan çevreler: hudutlarımızı koruma bahanesiyle, gerektiğinde Türk Ordusu ile savaşabilecek nitelikte ‘(F) Tipi Ordu’ kuruyorlar’’ dedi.
Ben de, ‘’Merak etme Genelkurmayımız, Ordumuzun varlığına kastedenlerin bu oyununu da mutlaka bozacaktır’’ dedim.
Bir süre sonra 27.03.2006 tarihli Zaman Gazetesi’nin internet sitesinde şu haber yayınlandı:
‘’Sınır güvenliği için profesyonel teşkilat kuruluyor… 70 bin kişiden oluşacak… 8 yılda tüm sınırlara yayılacak… 3 Milyar 700 bin Euro’luk proje, İçişleri Bakanlığı’na bağlı ‘’Entegre Sınır Yönetimi Proje Uygulama Müdürlüğü’nce hazırlandı… Projenin maliyetinin %60’ı Avrupa Birliği tarafından karşılanacak… 2014 yılında tamamlanması öngörülen proje ile sınırlar profesyonel ekipler tarafından korunacak… Kurulacak teşkilat, ‘Sınır Muhafaza Genel Müdürlüğü’’ yada ‘’Sınır Muhafaza Daire Başkanlığı’’ adı altında kurumsallaşacak…’’
Egemen Bağış’ın son beyanlarından, bu projenin hayata geçmesi için tüm hazırlıkların tamamlandığı anlaşılıyor.
Tüm anayasalarımızda, ‘’Vatandaş suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez’’ hükmü varken; Anayasamız’ın 38. Maddesine, 7 Mayıs 2004 gün ve 5170 sayılı yasa ile, ‘’Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez hükmü konmuştur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 8 Ekim 2004 tarihinde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asemblesi’nde yaptığı konuşmada: ‘’Gerçekleştirdiğimiz reformlar arasında Uluslararası Ceza Divanı’na ülkemizin taraf olmasını sağlayacak yasal değişiklikler de bulunmaktadır. Hazırlıklarını tamamlamış olarak bugün bu kürsüden Türkiye’nin yakın bir gelecekte Roma statüsünü onaylayarak Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olacağını da ilan ediyorum’’ demiştir.
15 Ekim 2005 tarihli Yeniçağ Gazetesi’nde haklı olarak şu uyarı yapıldı: ‘’AKP hükümeti, ABD’nin bile reddettiği bu mahkemeyi tanıyan karara imza atarsa, Uluslararası Ceza Mahkemesi Türkiye’den isim isim istediği Türk generallerini, yargılayarak cezalandıracak!’’
İçine düşürülmek istendiğimiz tuzak bellidir: ABD ve AB yetkilileri, ülkemizi bölme amaçları doğrultusunda, PKK eylemlerinin daha da yaygınlaşması için desteklerini artıracaklar; gereğini yapan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ise, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde sanık sandalyesine oturtulacak…
Nasıl ki, Anayasa değişiklikleriyle Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun AKP’nin güdümüne sokulması ‘’Karşı Devrim’’in gerçekleştirilmesinde en önemli adımlarsa; Hükümet’in ‘’Kürt Açılımı’nda en önemli kilometre taşları da, ülkemizin bölünmesinde en önemli adımlar olan söz konusu bu iki projenin hayata geçmesi…
ABD ve AB, bunun için aydınlarımızı ve askerlerimizi susturma ve sindirme operasyonu olan Ergenekon Soruşturma ve Kovuşturmaları’na destek veriyor; (F) Tipi Örgüt ve Ajan Gazeteciler, bunun için Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı ‘’Psikolojik Harekata’’ hız verdiler.
Vural SAVAŞ / SÖZCÜ, 25 Aralık 2009