Fetullahçı İstihbaratçıların Operasyon Örnekleri / Dr. Necip HABLEMİTOĞLU

Devrim Tarihçisi Yazar / Devrim Şehidi

Fetullahçı İstihbaratçıların Operasyon Örnekleri / Dr. Necip HABLEMİTOĞLU

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Oca 08, 2010 7:34

Fetullahçı İstihbaratçıların Operasyon Örnekleri

Farklı istihbarat birimlerine sızmış olan fetullahçılar, öncelikle "hasım"larını izlemekte, atacakları her adımı önceden saptamak suretiyle önlem almak yoluna gitmektedirler. Devletin gücünü, devlet savunucularına karşı kullanma aşamasına gelmiş olan fetullahçıların, operasyonel anlamda kayda değer başarıları mevcuttur. Operasyonlarında, amaca ulaşmada her yolu mübah sayan ve her türlü sınır tanımaz fırsatçılık, ahlaksızlık, takiyye unsurlarını içeren bir konsept çerçevesinde hareket eden fetullahçı istihbaratçıların kullandıkları yöntemler şöyledir:

Telefon dinleme, tehdit, sahte belge üretimi ve montaj, çarpıtılmış bilgiye yönelik kampanyalar, hırsızlık, kundakçılık, şantaj amaçlı kadın pazarlama ve görüntü kaydı, her türlü illegal kayıt kullanımı (böcek, gizli kamera vb.), rüşvet, gasp, darp, bilgisayar sahtekarlıkları, ev ve işyeri kurşunlama, emniyeti suistimal, "hakim kiralama" ve diğerleri...

Fetullahçı organizasyonu, Türkiye'nin en büyük sivil istihbarat örgütü ve arşivini oluşturma yolunda girişimlerini sürdürmektedir. Kendi organizasyonları açısından potansiyel risk taşıyan politikacılar, gazeteciler, TSK komuta kademesindeki yer alan hedef subaylar, bürokratlar, öğretim üyeleri vd. hakkında "yerler bir" etmeye yönelik ya da en hafifinden "şantaj" değeri taşıyan ses ve görüntü kasetlerinin, her türlü ailevi-yakın çevre ve de kişisel istihbari bir merkezde toplanmakta olduğuna ilişkin duyumlar gelmektedir. Türk yasalarına göre böyle bir oluşum, girişim aşamasında olsa bile ağır suçtur. Bu duyumların doğruluğunun araştırılması, Türk istihbarat birimlerinin deneyim ve yeteneği dikkate alındığında hiç de zor değildir.

Ne var ki, aradan geçen bunca süre içinde, bu yasadışı organizasyonu dağıtmaya yönelik kayda değer resmi soruşturmanın açılmamış olmasının, devlet içindeki ilgili birimlere sızmış fetullahçı kadroların gücü ile doğrudan ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu güç, yasadışı yapılanmaya örtülü bir "dokunulmazlık" kazandırırken, hasımlarını da "çok yönlü" etkisizleştirmeye yaramaktadır. Bir başka ifadeyle, sahip oldukları yasal güç, fetullahçı istihbaratçıların, istihbarat birimlerinin dışında, başta üniversiteler, sivil toplum örgütleri olmak üzere hemen her yerde, cemaatlerinin çıkarları doğrultusunda operasyon yürütmelerini sağlamaktadır.

Kaynak: Dr. Necip Hablemitoğlu - Köstebek


Dr. Necip HABLEMİTOĞLU
En son Oğuz Kağan tarafından Prş Eki 11, 2012 13:24 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kez düzenlendi.
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Fetullahçı İstihbaratçıların Operasyon Örnekleri

İletigönderen borabey » Cum Oca 08, 2010 13:23

ETKİ AJANLARI-NÜFUZ CASUSLARI VE FETHULLAHÇILAR RAPORU
Dr. Necip Hablemitoğlu / KÖSTEBEK / http://www.hablemitoglu2002.cjb.net


Küreselleşme sürecine uyum sağlamak isteyen ulusal-uluslararası düzeydeki kurumların pekçoğu kabuk değiştiriyor. Hiç şüphesiz değişen bu kurumların başında da istihbarat örgütleri geliyor. Değişen tanımlar ve kavramlara koşut olarak, istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri artık nostaljik 007 kalıplarından oldukça uzaklarda. Örneğin, dünya üzerindeki her türlü kitle iletişimini kontrol eden "Echolon Ağı", uzaydan her türlü görüntüyü sağlayan uydu sistemleri, klasik casusların tüm işlevini fazlasıyla üstlenmiş durumda. Sanayi casusluğu hâlâ önemini korurken, istihbarat terminolojisinde yeni kavramlar, konseptler ön plana çıkmakta: "Sosyal-Ekonomik-Siyasal-Dinsel-Kültürel İstihbarat" kavramları gibi. İstihbarat ve Karşı İstihbarat Servisleri, gelişmiş ülkelerde eskiden olduğu gibi tam bir gizlilik içinde işlerini yürüten kurumlar değil artık. Şimdilerde, Dışişleri, İçişleri, Ekonomi-Maliye, Adalet Bakanlıkları, Kızılhaç, özel servis veren pilot üniversiteler, enstitüler, vakıflar, özel misyonu olan kardinaller, piskoposlar, hahamlar ve tüm misyoner örgütleri, yurtdışında yatırım yapan şirketler, yurtdışında temsilciliği olan medya kuruluşları ve haber ajansları ile de -gerektikçe- içiçe çalışılıyor. İstihbarat servislerinin rolü, koordinasyon, finansman, lojistik destek ve yönlendirme ile sınırlı. Artık hedef ülkelerde özellikle istihbarat-ajitasyon faaliyetlerinde deşifre olma riskine girilmiyor; bu iş genellikle doğrudan yada dolaylı olarak servisle ilişkili yerli işbirlikçilere, taşeronlara sipariş ediliyor. İşte literatürde bu yerli işbirlikçilere-taşeronlara "etki ajanları", "yönlendirici ajanlar" ya da kapsamlı bir deyişle "nüfuz casusları" deniliyor.

Öncelikle kullanılan ajanları üç ana grupta toplamak gerekir: "Profesyoneller", "Satınalınabilir Aydınlar" ve de "Sempatizanlar" (amatör muhipler). Profesyoneller yurtiçinden ya da yurtdışında yaşayanlar arasından seçilir ve bilahare kendi ülkelerinde özel eğitime tabi tutulur. "Satınalınabilir Aydınlar" özellikle ulus-devlete geçiş aşamasının sancısını çeken toplumlarda, özellikle de Üçüncü Dünya Ülkelerinde en çok rastlanılan metadırlar, borsa değerleri vardır; özellikle medyada, bürokraside ve siyaset sahnesinde boy gösterirler. Örneğin, "yönlendirici ajan" statüsünde etkili bir gazeteciye ya da medya patronuna sahipseniz, yüzbinlerce okuyucuyu ve siyasal iktidarı doğrudan etkileyecek bir silâha da kavuşmuş olursunuz. Keza, bir tarikat-cemaat şeyhini satın almışsanız, yüzbinlerce müridini de "yularından tutma" ve de gelecekte güdümünüzde bir halk hareketi başlatma gücüne sahip olursunuz. "Sempatizanlar" ise hedef ülkelere yoğun biçimde yönlendirilen kültürel emperyalizmin kesintisiz silahı olan kitle iletişim, eğlence ve eğitim araçlarından (sinema, müzik, moda, internet, televizyon vb.) olumsuz biçimde etkilenen tüketicilerdir. Parasal ya da siyasal güç için en güçlü bir devletin himayesi altına girmeye can atanların yanısıra, örneğin "green card" için ulusal onurundan ve gururundan gönüllü olarak vazgeçebilenler de bu gruba girerler. İşte bu kesimi sürekli zinde tutabilmek için örneğin ABD'nin her yıl gerçekleştirdiği tüm dünyada 50.000 şanslıyı (!) belirleyen lotaryaları hatırlamak yeterlidir. Etki ajanları, her üç kategoride de özellikle kendi ülkesine ve toplumuna aidiyet duygusu zayıf, parasal ve siyasal güç için her türlü ilişkiye girme eğilimli, ulusal bilinci gelişmemiş, tercihan da etnik-dinsel (laik sistemde kendilerini ezilen kabul edilen sünni şeriatçılarla, sünniler karşısında kendilerini ezilen kabul eden aleviler ya da süryaniler, nasturiler, bahailer, yehova şahitleri, bahailer vd.) özürlü azınlık ırkçıları arasından seçilirler.

İşte, iki yıl önce yayınlanan ve etki ajanı-nüfuz casusluğu kavramını tarihsel süreçte anlatmayı ve örneklendirmeyi amaçlayan raporda, "Türkiye'deki Etki Ajanı Borsası: Fethullahçılar" ara başlığı altında aşağıdaki bilgiler yeralmıştır:

"Mevcut şeriatçı yapılanmalar içinde eğitime, dolayısıyla insana en fazla yatırımı yapan; ABD'nin tüm dünyada tarikatlara öngördüğü modeli ülkemizde en iyi uygulayan fethullahçılar, laik Cumhuriyetimizin öncelikli en büyük tehdidi konumunda. Arkalarındaki dış desteğin ABD olduğunu bugün artık Türkiye'de de, dünyada da bilmeyen yok. Bilindiği gibi, bu illegal yapılanmanın liderinin müritleri tarafından verilmiş 'hocaefendi' ünvanı da Devrim Yasalarına göre suç. Ancak, suç olmasına karşın ülkemizdeki kimi etki ajanlarının, üstlendikleri tüm resmi sorumluluklara karşın, sözkonusu elebaşıları tanımlamakta kasden 'hocaefendi'yi kullanmakta ısrar etmeleri, diğer illegal şeriatçı yapılanmalar için de özendirici faktör oluşturmuştur. Artık, süleymancılar, nakşiler, vilayet imamları için bile hocaefendi ünvanını alenen kullanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla yurtiçinde ve dışında laik hukuk devleti aleyhine faaliyet gösteren hocaefendilerin yanısıra, hatta ahirete intikal ettikten sonra bile müritleri tarafından bu ünvana lâyık (!) bulunan hocaefendilerin sayısında da tuhaf bir artış gözlemlenmektedir.

Konumuza dönersek, işte bu hocaefendilerden biri, bir yılı aşkın bir süredir ABD'de 'zorunlu ikâmette'. Nedeni, şayet dönerse, büyük bir olasılıkla, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızma girişimine azmettirmek ve bu amaçla gizli teşekkül oluşturmak suçlaması ile açılacak davalardan yargılanacak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden Yargıtay'a, kendi deyimleri ile adliyeden mülkiyeye, maariften emniyete kadar kadro gücünü kanıtlayan; avrasya ölçüsünde dağıtımı yapılan bir gazete ile 'yeryüzü kanalı' iddiasındaki bir televizyona, yılda 1 katrilyon TL'nı aşan ciro yapan yüzlerce şirkete, yurtiçinde ve dışında 300 civarında okula, onbinlerce ışıkevine, yüzlerce öğrenci yurduna, yüzlerce dersaneye, yurt içinde ve dışında üniversitelere, -çoğu iyi derecede yabancı dil bilen öğretmen ve dış ticaret uzmanı- onbinlerce profesyonel personele, en az 25 milyar dolarlık bir mal varlığına sahip bulunan bu illegal yapılanmanın hocaefendisi, iç ve dış desteklerine, DGM'de sırf vatanına dönebilmesi için özel (!) surette TCK 313'e indirgenen davasına rağmen, Türkiye'ye dönemiyor. Oysa, dönse, belki de Başbakan dahil TBMM'nde grubu bulunan tüm partilerin liderleri 'geçmiş olsun' ziyareti için sıraya girecek. Ama nerede? İmralı'da mı, işte o dönmediği-dönemediği için de hiç kimse ziyaretçi kabul edeceği resmi koğuş binası hakkında bir tahmin yapamıyor.

Sözkonusu hocaefendilerden biri olan malûm zât, kalabalık maiyeti ile -buna 24 saat yanından eksik olmadığı söylenen doktorları dahil- Pennsylvania Eyaletinde Philedelphia yakınlarında özel bir çiftlikte yaşıyor. Çiftliğin bulunduğu bölgenin FBI koruması altında, refakat memurlarının (conducting officer) gözetiminde olduğu ve buralardaki çiftliklerde yaşayanlara birinci derecede özel öneme sahip koruma programının (countursurveillance faaliyeti) uygulandığı kaydediliyor. Örneğin, telefon rehberinde hocaefendinin ya da bir başka Türkün adı yok. Özel çiftlik arazisine girme yasağını belirten levhaları ve de refakat memurlarını geçmek mümkün değil. Gerçekte bu çiftliğin, cemaatin gazetesinin sorumlularının da aralarında bulunduğu, ABD yasalarına göre kurulan 'Altın Nesil Vakfı' adına FBI tarafından fethullahçılara 1991'in başında tahsis edildiği ve aynı yılın ortalarında YÖK ya da MEB bursu ile bu ülkeye gönderilen fethullahçı yüksek lisans öğrencilerinin bir yaz kampı oluşturarak sözkonusu çiftlikte örgütlenme toplantıları gerçekleştirdikleri biliniyor. Üstelik, CIA yetkililerinin Eyalet Valisi ile temasları sonucu, cemaatin eyalet sınırları içinde bu yıl bir de okul açtığı gelen -teyidi alınmış- duyumlar arasında.

Fethullahçılar, bugüne kadar A.B.D. derin devleti (NSA, CIA, FBI, SDDS, NSC vd.) ile ilişkilerini inkâr edecek bir açıklama yapmaktan sürekli kaçındılar. Hatta bu tür şüpheleri, hem de hocaefendilerinin ağzından 'dünya jandarmasının arkalarında olduğu' kanısını uyandıracak, kamuoyunda kendilerine daha bir olağanüstü güç hamlettirecek açıklamalarla artırmak için özel çaba sarfettiler (4). Diyelim ki böyle bir durum yok, ileride takiyye yaparak bu girift ilişkiyi inkâr edebilirler. Şimdi, fethullahçı yapılanmasının istihbarat tekniğine dayalı kısa bir irdelemesi, sizleri olası bir inkârın tüm dayanaklarını ortadan kaldıracak verilere götürecektir. İsterseniz en basitinden başlayalım, daha teknik ayrıntı ve bilgileri DGM Savcısı ile Askeri Savcıya bırakalım:

a) Hocaefendilerin tümünü 'masum' varsayalım: A.B.D.'nde ikâmetin yasayla belirlenmiş katı koşulları bulunmaktadır. Hiç kimse yasal olarak, resmi başvuru yapmaksızın ve de gerekçesini belgelemeksizin -defactor statüsü hariç- bu ülkede altı aydan uzun bir süre kalamaz. Kaldı ki bu hocaefendilerin en ünlüsü, Haziran 1999'da Show TV'de Reha Muhtar'a yaptığı bir saati aşan açıklamada, 14 gün sonra Türkiye'ye döneceğini taahhüt etmiştir. Tabii ki hem de kamuoyuna yapılan bu taahhüt sahibi tarafından bugüne kadar hâlâ yerine getirilmiş değildir. Hocaefendilerin tümünün yeşil karta sahip olmaları teknik açıdan olanaksız, çünkü yasal koşullar uymamaktadır. Bu ülkede yaşayanlar, sıradan insanlar için lotarya şansı (!) dışında yeşil kart almanın zorluğunu ve formalitelerini çok iyi bilmektedirler. Gerçekte, ABD'de derin devlet koruması altındaki hocaefendilerin, 'kaç!' komutunu aldıkları andan itibaren CIA 'İltica ve Taraf Değiştirme Departmanı'nın acil (exfiltration) planına dahil olarak kendilerine tanıdığı kolaylıklardan yararlandıkları bilinmektedir. Bu arada, Merve Kavakçı gibi ABD vatandaşlığına alınmışlarsa o başka. O zaman her şey apaçık ortada olacağı için bu irdelemenin ayrıca bir anlamı kalmaz. Bu arada, ABD Büyükelçiği ve Konsoloslukları, hocaefendilerini ziyaret amacıyla cemaatten usulüne uygun gönderilen tüm ziyaretçilerin vize problemini -10 yıllık vize vererek- çözümlemektedir. Cemaatten sızan bilgilere göre, cemaate dahil dış ticaretle iştigal eden tüm şirketler, temsilcilik açarak bu ülkeye sermaye aktaracakları taahhüdünde bulunmuşlardır. Hocaefendinin haleflerinden biri olan Amerika Kıta İmamı ve aynı zamanda cemaatin ABD Başkanı İ. İsmail Büyükçelebi, -Başkanlık (imamet ve riyaset) merkezi New Jersey'de bulunmaktadır- ülke (yeni vatan) çapındaki sistematik örgütlenme çalışmalarına 11 Haziran 2000'de ABD'nin en kuzeybatısındaki Seattle'daki bölge toplantısı ile start vermiştir. Bugüne kadar daha ziyade saf insanlarımızdan para çarpmak için düzenledikleri himmet toplantıları, örgütlenme toplantıları ile çeşitlilik göstermiş bulunmaktadır. Aynı toplantıların Kanada'yı da kapsayacağı, cemaatin burada da sermaye aktarımı yoluyla göçmen vizesi kolaylığından faydalanarak koloniler oluşturacağı önesürülmektedir. Zaman gazetesinden Nuh Gönültaş'ın deyimi ile 'Amerika'nın zorunlu keşfi' başlamıştır. Herhalde hocaefendileri, tarihe pekçok sapkınlıklarının yanısıra, müritlerinin ikinci Kristof Kolomb'u olarak da geçme niyetindedir...

b) Hocaefendilerin aldıkları ilkokul mezunu emekli maaşı ile bunca süre ABD'de nasıl -hem de Mayo Fethullahçı Kliniği dahil- tedavi görüp, 24 saat süreyle doktor gözetiminde nasıl kalabildiğini; çiftlikte rutin harcamaların yanısıra, kâhya, aşçı gibi personelin maaşlarını nasıl ödeyebildiğini; her hafta onlarca, bazen yüzlerce misafirin ağırlama masrafını nasıl karşılayabildiğini kerametle açıklayan müritlere inanmak ne derecede olanaklı?!. Keza, ilkokul mezunu olmanın verdiği yabancı dil düzeyi (!) ile İngilizcenin güncel terminolojisini de kullanarak 'Fountain' dergisine yazdığı akademik (!) düzeydeki makalelerin kerameti -her ne kadar inanmasak da- nereden geliyor? Amazon şirketi, ingilizce yazılmış kitaplarını nasıl pazarlıyor? CIA ile organik dayanışma içindeki ABD üniversitelerinden hangilerinde hocaefendilerinin bilimsel (!) çalışmaları ile ilgili onlarca doktora çalışması yürütülüyor? Paul Henze, Graham Fuller, Lois Freeh, Carey Cavanaugh gibi ünlü istihbaratçı ve malûm kişilerle, hatta çiftlikte beraber kalıp, eyaletleri birlikte gezdikleri istihbarat memurları (handolder) ile hangi dil düzeyi ile iletişim kuruluyor? Hiç şüphesiz bunlar küçük ve önemsiz sorular.

c) Fethullahçı yapılanma, CIA'nın öngördüğü tarikat (sözde sivil toplum cemaati) modeline -Mormon, Moon, Scientology vd. gibi- tıpatıp uymaktadır. Modelin amacı, tarikatları, birer sivil toplum örgütü (NGO) olarak yeniden yapılandırmak; küreselleşme sürecinde mevcut düzene karşı çatışma görünümü yaratmadan uysallaştırmak... Öncelikle müridin toplumsallaşması ile başlatılan süreç, suya bir taşın atılmasıyla oluşan halkalar gibi müridi kuşatan çevreler yaratmaya dayanıyor. Bu çevreler; sosyal çevre/yakın çevre olarak ailenin ve müridin içinde bulunduğu bir anlamda özel alan olan cemaat; cemaatın kendi ekonomik, eğitim, sağlık, teknolojik, politik ve kültürel sistemlerine dayalı kamusal alan (cemaatın kendi gereksinimlerini karşılarken, bu sistemler aracılığıyla cemaatin sürdürülebilirliğine, gelişmesine ve yayılmasına olanak sağlamaktadır); tüm bunları da içine alan, cemaatın inanç-düşünce sistemine göre oluşturulan yönetim sisteminden oluşmaktadır.

d) Yönetim sisteminde, kâinat imamından, düz müride kadar inen hiyerarşik sıralama önem taşımaktadır. ABD için hiyerarşinin sadece tepesini kontrol altında tutmak yeterlidir, çünkü cemaat disiplini nedeniyle tabanda sıkıntı yaşanmayacaktır. Oysa, ulus-devlet yapılanması içinde sömürüye dur diyenler her zaman var olacaktır, dolayısıyla da hedef ülkeye yönelik her yatırımının maliyeti ve riski yüksek olacaktır. ABD'nin tarikatlara öngördüğü modelde, önemli olan hiyerarşinin tepesinde yer alan tek karar vericiyi ve veliahtlarını-varislerini sımsıkı kontrol altında tutabilmektir. Bu modelde, hocaefendinin yanısıra, kıta imamları ülke imamları ve de az sayıdaki danışman ABD'ne (CIA) muhataptır. Dolayısıyla istihbari gizlilik sadece bu üst kesim için sözkonusudur. Daha altta yer alan bölge imamları, il-esnaf-semt-ev imamları, ortaokul-lise ağabeyleri, serrehberler ve şakirtler, cemaatin özgün gizlilik kuralları çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Örneğin, ışıkevlerinin gizliliği, en az emniyetteki kadroların gizliliği kadar önem taşımaktadır. Yurtdışı faaliyet göstermeye tam yetkili muhatapların mutlaka kod adları (alias) bulunmaktadır. Örneğin, hocaefendilerinden birinin Türkçe kod adları arasında 'Abdülfettah Şahin', '***' (üç yıldız), 'Molla', 'Dahhak' (arapça gülen anlamında) bulunmaktadır (CIA nezdinde geçerli ingilizce kod adları henüz deşifre olmamıştır).

e) Pennsylvania'daki çiftlik adresinin gizliliği, en tepedeki hocaefendinin Türkiye'deki eski ikâmetgahı konusu için de geçerlidir. Örneğin, resmi makamlara (mahkemelere) hâlâ ikâmet adresi olarak (Accommodation Adress) bir aracı adres verilmektedir. Adres incelendiğinde, İzmir'de faaliyet gösteren cemaate ait bir yayınevi çıkmaktadır. Tüm resmi yazışmalar, İzmir Kemeraltı'daki bu adres üzerinden yapılmaktadır. Hatta adıgeçen, ABD'de yaşadığı halde, bu ikâmet adresinde hala 150.000.000 TL (yüzellimilyon TL) maaşla redaktör olarak çalışıyor gösterilmektedir. Aynı kişinin İstanbul'daki resmi ikâmetgahı ise kayıtlarda yeralmazken, okul, dernek ve vakıf binalarında kendisine tahsis edilen özel katlarda kaldığı, faaliyetlerini buralardan sürdürdüğü ve her ziyaretçi grubundan sonra sık sık adres değiştirdiği bilinmektedir. Legal, devlet karşıtı olmayan, salt dinsel ya da siyasal faaliyetlerde bile bu olağanüstü gizliliğe gerek duyulmazken, fethullahçıların bu aşırı duyarlılığının özel nedenleri olsa gerektir. Bu örgütsel yapı ve gizliliğe verilen aşırı önem, fethullahçıların bir Ajan Şebekesi (Agent Net) olduğuna ilişkin kuşkuları kuvvetlendirmektedir.

f) Sayıştay ve Danıştay başta olmak üzere adli ve idari yargıya, Anayasa Mahkemesi'ne, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları dahil devletin stratejik önemi haiz tüm kurum ve kuruluşlarına ötedenberi sızma çabası içinde bulunan fethullahçılar, Türk Silahlı Kuvvetleri içinse özel bir (infiltration) stratejisi izlemektedirler. Saptanan fethullahçı ajanların ordu ile ilişkisi Yüksek Askeri Şura kararları ile kesilse de, bu stratejinin mimarlarının ve yöneticilerinin yaptıkları bugüne kadar yanlarına kâr kalmaktaydı. Şimdi, gecikmeli de olsa, bu sızma girişimlerinin sorumluları da -başta hocaefendileri, bölge ve il imamları, askeri okul sınavları için özel ders veren dersane yönetici ve öğretmenleri olmak üzere- geriye dönük olarak hesap vereceklerdir (gelecek sayıda, fethullahçılara uygulanacak askeri ceza mevzuatının yanısıra, İmralı ve diğer askeri hapisanelerde --beyazsaray- konuklar için uygulanan günlük program verilecektir. Takip eden yazılarda da fethullahçı yapılanmanın tüm sorumluları; şûra üyeleri, kıta ve ülke imamları, bölge ve il imamları, medya ve eğitim sorumluları, temsilciler, emniyetçiler ve de üst düzey bürokratların isimleri çarşaf listeler halinde deşifre edilecektir -N.H.).

g) Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre, hocaefendileri, yakın zaman öncesine kadar Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı; bir başka ifadeyle gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amacın örtülmesine yönelik olarak (second cover)- Türk ilgili makamlarına iletmekteydi. CIA ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre daha devam etti. CIA bağlantısı, fethullahçıların ve de hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmeleri (defection in place) sonucuna yol açtı; ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT farkedinceye kadar kamuoyu onları 'barışın, hoşgörünün, uzlaşmanın' simgesi olarak tanımaya devam etti...

h) Fethullahçılar, bir yandan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sızmaya çalışırken, diğer taraftan malûm hasım ülke istihbaratçıları tarafından öngörülüp geliştirilen (active opposition) stratejisi çerçevesinde alternatif aktif direniş oluşumunu da hızlandırdılar. Pompalı tüfek satışlarındaki patlamanın, yaz kamplarında uzak doğu dövüş sanatlarının öğretilmesinin yanında, çok daha etkili olarak Polis Kolejlerine ve Polis Akademisine el attılar. Alternatif silahlı kuvvetler, böylece 1975'lerden itibaren giderek güç kazandı. Buralardan mezun olan fethullahçılar, tercihan polis okullarına, eğitim, istihbarat, personel, bilgi-işlem birimlerine dağılıp kadrolaştılar. Emniyet içindeki Cumhuriyetçi müdürler marifetiyle, yakın tarihte bir ilk olarak fethullahçılar aleyhine -eksik de olsa- bir rapor yayınlandı. Ancak bu raporu yayınlayanlar, yaklaşık on yıldır süregelen ama hiç kimseyi rahatsız etmediği anlaşılan 'telekulak' skandalı gerekçe gösterilerek tasfiye edildiler. Cüretlerini iyice artıran fethullahçı emniyetçiler, son kaset olayından sonra ABD'ne sığınan hocaefendilerine resmi koruma sağlama çabası sergilediler. Hiç şüphesiz, hakkında DGM tarafından hazırlık soruşturması yürütülen hocaefendiyi devletten maaş alan emniyetçilerin tabiri caizse -kulağından tutup- Türkiye'ye getirmeleri gerekmekteydi. Ama öyle olmadı, devletin parasıyla -hem de tüm yasal harcamaları karşılanarak- bu ülkeye gönderilen bir başkomiserin moral anlamda 'koruma' görevini üstlenmesi, etki ajanlarının gücünü gösteren bir çelişkiyi de ortaya koydu. Özellikle sözkonusu başkomiserin görevini uzatma belgesinin altında imzası olan Sadettin Tantan'ın hâlâ görevini sürdürüyor olması ve de diğer imza sahibinin (dönemin İçişleri Müsteşarı) şimdi Ankara Valiliği görevinde bulunması, sözkonusu çelişkinin boyutlarını gösteren çarpıcı örnek oldu. Bilindiği kadarı ile, gerek basında yeralan emniyetçi fethullahçılara ilişkin haberlere, gerek devletin diğer istihbarat kuruluşlarının arşivinde mevcut bilgi ve belgelere ve gerekse de MGK'nın yakın takibine rağmen, Emniyet Disiplin Yönetmeliği, bu şeriatçı organize suç örgütü üyelerine değil de, onlara karşı olan memurlara karşı işletildi. Örneğin, geçtiğimiz yılın sonunda, fethullahçı kadrolaşmaya karşı dikkat çeken Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün ünlü raporuna katkıda bulunan emniyetçilerin tamamı dahil, 38 kişiye çeşitli disiplin cezaları verilirken, aralarında hiç fethullahçının bulunmaması oldukça dikkat çekiciydi. Oysa, 'telekulak' olayının gerçek faillerinin fethullahçılar olduğunu duymayan kalmamıştı. Hatta, Alaattin Çakıcı ile Eyüp Aşık arasındaki telefon görüşmesinin kasetlerinin, keza Korkmaz Yiğit ile ilgili kasetlerin hükûmeti sonlandıracak sonuçlar vermesi, fethullahçıların MİT ve Genel Kurmay İstihbaratı'na muadil ve alternatif bir sivil istihbarat örgütü kurma çabalarını hızlandırdığı kaydedilmişti. Bu örgütün, (audio surveillance) hizmeti, cemaati gizlemeye yönelik yanıltıcı bilgi (build up material) üretme hizmeti dahil, tüm teknik hizmetlerini fethullahçı emniyetçilerin yürüteceği, siyasilere ve de hedef kişilere yönelik tehdit-şantaj amaçlı özel bilgi bankası gibi çalışılacağı öğrenilmişti. Bu duyumların üzerine gidildi mi? Kim gidecekti? Başbakan mı, yoksa yardımcıları mı, yoksa İçişleri Bakanı mı? Yoksa, diyorsunuz, 'mütareke İstanbulu'nun işbirlikçi Osmanlı devlet adamlarının ruhları Ankara'da mı dolaşmakta?!.'

Fethullahçıların ABD casusu, etki ajanı, yönlendirici ajanı ya da kısaca nüfuz casusu olmadığını bugüne kadar iddia eden çıkmadı. Hatta kendi yayın organlarında bile bu yolda bir inkâr sözkonusu olmadı. Fethullahçılar, hocaefendileri ABD'nde (refugee) statüsünde kalıcı olmadığını iddia etseler de, CIA nezdinde tüm fethullahçılar, (walk-in) tabir edilen bir kategoride tutulmaktadırlar; yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetini talep ederek gelmişlerdir. Fethullahçılara göre, nasıl Humeyni zorunlu sürgün sonrası bir gün İran'a dönmüşse, hocaefendileri de öyle anlı-şanlı bir biçimde dönecek ve doğrudan Çankaya'ya oturacaktır. Bu beklentinin devamında, ABD ise, küreselleşme önünde en tehlikeli bir ulus-devleti ortadan kaldırmanın, yerine kendi ılımlı, uysal müslüman patriğini getirmenin nimetlerini görecektir. Ancak çift taraflı bu beklentiler, fethullahçı gerçeğini ifadeye yeterli olmamaktadır. Fethullahçılar, asla ve asla ABD'ye sığmayacak, CIA ile yetinmeyecek büyük ihtiraslara sahiptirler. 'Kâinat İmamlığı'nı hiyerarşide en üst makam olarak kabul eden fethullahçılar, her konuda olduğu gibi ajanlık konusunda büyük düşünmekte ve büyüğe oynamaktadırlar. Bir yandan ABD ile ilişkiyi sürdüren fethullahçılar, diğer yandan Vatikan, Fener Rum Patrikhanesi, Musevi Hahambaşısı derken, farklı ülkelerin istihbarat servisleri tarafından yönetilen-yönlendirilen çeşitli uluslararası kuruluşlarla da paslaşmaya başlamışlardır. Kimi zaman Lordlar Kamarası'nda İngiltere Kraliçesi adına Lord Rotherham'ın elinden 'İngiltere'ye Üstün Hizmet Ödülü' alan fethullahçılar, kimi zaman İspanya'da 'Leaders Club', 'Editorial Office' gibi kuruluşlardan ya da Orta Asya'da faaliyet gösteren 'Booruker Vakfı' gibi NGO (!)'lardan ödül almaktadırlar. Örneğin, Özbekistan'da 21 okulun, Hong Kong'da ise 1 okulun kapatılmasından sonra, gerek Çin Halk Cumhuriyeti'nin ve gerekse Özbekistan'ın üzerinde büyük nüfuz sahibi olan Almanya ile de temas kuran fethullahçılar, Alman dış istihbarat servisi olan BND'nin tavassutuyla, ilk adımda Afganistan'daki okul sayısını 6'ya yükseltmişlerdir. BND bağlantısı dolayısıyla Almanya'nın iç istihbarat örgütü olan 'Federal Anayasa'yı Koruma Teşkilâtı'nın desteğini de otomatikman alan fethullahçılar, yaklaşık 2.400.000 vatandaşımızın yaşadığı bu ülkede, himmet parası toplama ve yandaş-mürit kazanma amacına yönelik olarak Köln, Hanover, Münih, Ausburg, Stuttgart gibi Türklerin yoğun olara yaşadıkları tüm şehirlerde 'Y. Burg A.Ş.' gibi şirketlerin yanısıra, 'Dost Yolu Derneği', 'Türk Alman Akademisyenler Birliği', 'İslâm Din Birliği' gibi çok sayıda aktif çalışan örgüte sahip olmuşlardır. Anlaşılacağı üzere, fethullahçılar sadece CIA hesabına çalışan tek taraflı ajan değil, (double-agent) olarak da piyasalarını yükseltmişlerdir. İngiltere'de de okul açan ve Londra'da büyük bir merkez binası satın alan fethullahçılar, İngiltere'nin dahilde yabancılara dönük faaliyet gösteren MI5 ve dış istihbarat servisi MI6'nın Uzak Doğuya yönelik faaliyet gösteren departmanı (CIFE) ve Orta Doğuya yönelik faaliyet gösteren departmanı (MEIC) ile okullar konusunda müşterek çalışma yürütmektedirler. Daha çok yakın zamana kadar Nakşibendiler ve İsmailiye mezhebi mensupları üzerinde tartışmasız kontrol gücüne sahip olan İngiltere, fethullahçıları desteklemekle Türk müslümanları konusunda da söz sahibi olma niyet ve iradesini ortaya koymuştur. Örneğin Lord Rotherham, Londra'daki sözkonusu ödül töreninde, fethullahçıların toplam okul sayısını kendi okulları gibi kabul ile övünerek '50'den fazla ülkede 500'den fazla müessese' olarak açıklamıştır. Keza, fethullahçıların Balkanlarda Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Moldova gibi ülkelerdeki okullarının sayısını artırma çabalarının yanısıra, Yunanistan'da da okul açma pazarlıkları bilinmektedir. Fethullahçıların şirket-okul açma, örgütlenme çabası içinde oldukları diğer ülkeler ise aynen şöyledir: Fransa, Belçika, İsveç, Norveç, Hollanda, Finlandiya, Danimarka, İspanya, Kanada, Çin ve Japonya. Tüm bu ülkelerdeki okulların açılmasında Türkiye'nin sözkonusu ülkelerle imzaladığı ikili kültürel antlaşmalar kesinlikle devredışıdır. Dolayısıyla fethullahçıların yurtdışındaki okullarında Milli Eğitim Bakanlığı'nın herhangi bir denetimi de sözkonusu değildir. Diyelim ki olsa bile bu denetimi yapacak birimin başında hâlâ militan bir fethullahçının bulunması, devletin ve sistemin aczi adına oldukça manidardır. Dolayısıyla tüm bu okulların açılma izni ve denetimi, ilgili devletlerin istihbarat servislerine aittir. Dolayısıyla, fethullahçıların ikili ajan rolü oynadıklarına inanmak da doğru olmaz, onlar multi-ajan statüsü ve işlevi dahilinde hareket etmektedirler. Fethullahçılar, Türkiye'nin hasmı olan ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturmuşlardır. İyi derecede yabancı dil bilen, hocaefendilerine 'dog' sadakati ile bağlı, okul ve şirket açma izni karşılığında her şeye, kendi devletine, ulusuna, gerektiğinde kendi söylemlerine bile ihanet edebilen -örneğin, Doğu Türkistan Türklerini, Kosova Türklerini, Kerkük Türklerini yok sayacak kadar sağırlaşabilen- fethullahçılar, artık ulusal bir cemaat değildirler. Olsa olsa uluslararası bir ajan borsası: Okul-şirket açma izni ver, istediğin kadar ajanı tepe tepe kullan!" (50).

Raporun yayınlanmasından sonra, tepki gösteren malûm çevreler içinde başı, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan çekmiştir. Tantan'ın "İçişleri Bakanlığı'nı yayın yolu ile tahkir ve tezyif" gerekçeli suçduyurusu dikkate alınmış; ancak İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi, E. No. 2001/222, K. No. 2001/260 sayılı kararla, raporun yazarı olan şahsımla birlikte, raporun yayınlandığı Yeni Hayat Dergisinin Sorumlu Yazıişleri Müdürü Veli Bayır'ı aşağıdaki kararla aklamıştır:

"Sanıklar haklarında İçişleri Bakanlığı'nı yayın yolu ile tahkir ve tezyif etmek suçundan kamu davası açılmış ise de, yapılan yargılamaya, sanıkların savunmalarına ve yazı içeriğine göre yazının tümü itibariyle eleştiri mahiyetinde olduğu, yazı içeriğinde tahkir ve tezyif edici sözcüklerin olmadığı ve sanıkların suç kasıtlarının da bulunmadığı anlaşıldığından, sanıkların atılı suçlarından ayrı ayrı BERAATLERİNE"...

Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi de, yine dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan tarafından açılan 25.000.000.000 (Yirmibeş Milyar) TL tutarındaki manevi tazminat davasını şu gerekçeyle reddetmiştir:

"... Davaya konu yazı, tümü ile incelendiğinde yazıda; Türkiye'deki şeriatçı ve fethullahçı yapılanma ve bunun önlenmesi için yapılması gerekenler açıklanarak davacının Bakan olarak görev yaptığı İçişleri Bakanlığı ve diğer devlet kademelerindeki mevcut uygulamaların eleştirilmesi amacı ile kaleme alındığı, doğrudan davacıyı ve kişiliğini hedef alan bir ibare bulunmadığı görülmektedir. Bakan olarak davacının da bu eleştirilerden etkilenmesi ve bu eleştiriler nedeniyle biraz da olsa kişilik haklarının saldırıya uğraması kaçınılmazdır. Siyaset ile uğraşan ve özellikle Bakan olarak devlet yönetiminde görev alan davacının, kendi uygulamaları nedeniyle ulaşan durumlardan dolayı sert eleştirilere katlanması zorunluluğu bulunmaktadır. Siyasetçi ve devlet kademelerinde görev alanlar açısından eleştiri sınırlarının kişilik haklarına tecavüz açısından biraz daha geniş tutulması gerektiği yerleşmiş Yargıtay kararları gereğidir. Bu nedenle davalının yayınladığı yazıdaki belirtilen hususların eleştiri sınırları içinde kaldığı, tazminat sorumluluğunun doğmadığı, yazının hukuka uygun olduğu kabul edilmiş, davanın TÜMÜ İLE REDDİ GEREKMİŞTİR".

Sadettin Tantan'ın kim olduğunu, İçişleri Bakanlığı görevinde ne yapıp, ne yapmadığını tüm kamuoyu bilmektedir. Tantan'ın İçişleri Bakanlığı döneminde, fethullahçı istihbaratçıların faaliyetlerine ilişkin örneklere, bu dosya içinde ayrıca yer verilecektir. Ancak, bu raporla ortaya çıkan çok yönlü baskılar, devlet erkini elinde bulunduranların, bu gücü devleti savunanların aleyhine nasıl kullanabileceklerini, kullandıklarını gösterme açısından önem taşımaktadır.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

Re: Fetullahçı İstihbaratçıların Operasyon Örnekleri

İletigönderen borabey » Cum Oca 08, 2010 13:27

Kutadgu Bilig'e teşekkürler...
Bu karanlık günlerde AYDIN İNSAN ŞEHİT HABLEMİTOĞLU'NU BİE KEZ DAHA HATIRLAMA VE ANMAMIZA VESİLE OLDUN.


M.İ.T. VE DİĞER İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN İLGİLİ RAPORLARI
Dr. Necip Hablemitoğlu / KÖSTEBEK / http://www.hablemitoglu2002.cjb.net


Fethullahçı imamların ellerindeki "İstihbarat Evrakı" içinde yer alan, ekleriyle birlikte 65 sayfadan oluşan tek M.İ.T. Raporu'nda, bu yasadışı yapılanma hakkında değerlendirmeler yapılırken, tek cümleyle bile olsa, Emniyet teşkilâtı içindeki ya da kendi içlerindeki kadrolaşma tehlikesinden söz edilmemektedir:

"... Başarılı dış açılımların gelecekte, güçlü bir yapılanma ve destek ile içte yönetimi ele geçirme amacına yönelik olduğu düşünülmektedir. Örnek olarak, lider F. Gülen'in cemaat üst yöneticilerine hitaben Haziran 1995 ayı içerisinde yaptığı bir konuşmada, 'Türkiye'nin şu an demokrasiye ihtiyacı olduğunu, 15 yıl sonra ise, cemaatin kendi sistemini kurabileceğini' söylemesi, bu görüşü doğrular mahiyettedir.

... Gülen Grubunun yurtiçi ve yurtdışındaki eğitimi ile bunu destekleyen finansal faaliyetleri, Türk Cumhuriyetlerindeki uygulamaları, diğer dini grupların aksine bugün laik Türkiye Cumhuriyeti ile Atatürk'ü savunur görünmesi, zaman zaman aydın ve yurtsever kişilerin de beğenisini kazanmaktadır .

Ancak, barışçı ve devletle uzlaşmacı bir tutum içinde yandaşlarını eğitim ve okumaya teşvik eden, okumuş, çalışkan ve devlet kademelerinde görev almaya hazır nitelikte elemanlar yetiştiren, zaman içerisinde dev bir organizasyonu gerçekleştiren, bu organizasyonu idame ettirmenin yanısıra geliştirebilen ve bu nedenle yakinen kontrol altında tutulması gerekli görülen F. Gülen Grubunun;

Kısa vadede; devlet kademeleri ve Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde kadrolaşma çabalarını arttıracağı ve ayrıca halihazır çizgisini değiştirmeyerek, uzlaşmacı tavır ve uygulamalarını aynı çerçevede sürdüreceği,

Orta vadede; uzlaşmacı ve barışçı politikasını değiştirerek, uzun vadeli amacı olan şeriata dayalı bir Türk İslam Devleti kurulması için ilk girişimlerini başlatabileceği, bu maksatla alışılmış tutum ve uygulamalarında, devlet ve toplumun kabul edebileceği dozajda yoklamalar yaparak esas amaca ulaşacak zamanı belirleyeceği,

Uzun vadede; diğer İslamcı grupların aksine kendi yetiştirdiği inançlı fakat iyi eğitilmiş kişilerle, özellikle üst düzey bürokratik makamlar dahil, yönetimde kesin söz sahibi olacak şekilde devletin tüm organlarında kadrolaşabileceği,

Kadrolaşmanın sağlayacağı avantajı da kullanarak, kendisine amaçları doğrultusunda en büyük engeli teşkil eden Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sızabileceği,

Uzlaşmacı politikasıyla ve aynı zamanda sağlayacağı dış destekle Türkiye'deki tüm tarikat ve mezhepleri eylem birliğine yönelterek, birleştirici bir dini lider durumuna gelebileceği, bu aşamadan sonra;

Kendi partisini kurarak veya ele geçirdiği bir siyasi partiyi destekleyerek, siyasi iktidarı ele geçirebileceği ve son aşamada;

İktidarda esas amacı olan şeriat devletinin temellerini atarak Türkiye Cumhuriyeti'ne uzun vadede bir tehdit olacağı değerlendirilmektedir.

Peter M. Senge'nin '5'nci Disiplin' adlı kitabında 'bir kurbağanın kaynar suya konması durumunda sıçrayıp çıkmaya çalışacağı, ılık bir suya konması durumunda ise korkmadığı için kaçmayacağı ve yavaş yavaş ısıtılması halinde de sersemleyerek haşlanmayı bekleyeceği örneğine yer verilmektedir. F. Gülen izlediği strateji ile hedefine bu örnekte olduğu gibi ağır ve kararlı yaklaşan bir görünüm sergilemektedir.

Grup, imkân ve kabiliyetleri, yaratılan taban, teşkilatlanma, gençlik kesiminde etkinlik, kaliteli eğitim, finansman, yurtdışına açılma gibi yönlerden incelendiğinde, ana doğrultularda devlet benzeri bir yapılanma içinde olduğu, içte ve dışta misyonerlik benzeri bir çalışma tarzı benimsediği görülmektedir. Bu itibarla, grubun, ülkemizde belirli bir vadede devleti ele geçirmek ve kendi islami anlayışı içinde bir düzen oluşturmak amacıyla faaliyet gösterdiği, bunda da önemli mesafeler aldığı söylenebilir.

Teklifler:

Geniş bir organizasyon ile taraftar kitlesine sahip, aynı zamanda eğitilmiş ve yönetime hazır kadroları bulunan F. Gülen ve grubunun oluşturacağı tehdidi önlemek amacıyla;

Teşkilat yapısı ile lider kadrolarının belirlenerek, takip edilmesi,

Kısa vadede şirket ve kuruluşlarının vergi denetiminden geçirilmesi, bu kuruluşların kontrol altında tutularak, Cumhuriyetimize yönelik bir hareket girişiminin başlandığına ilişkin emarelerin tespit edilmesi halinde, uygun bir şekilde tasfiye yoluna gidilmesi,

Örgütün malı olmayan fakat hibe yoluyla örgüte destek sağlayan şirket ve kuruluşların, kontrol altında tutulması,

Vakıf ve derneklerinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün haricinde, özel surette takip ve kontrol edilmesi,

Okullarındaki müfredat uygulamalarının sık sık denetlenmesi,

Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızmasını önlemek üzere;

Her sene uygulanan önlemlere karşı aldıkları yeni tedbirler tespit edilerek, askeri okullara öğrenci sokma girişimlerinin engellenmesi,

Muvazzaf personel, bunların aileleri ve askeri öğrencileri elde etmek için yaptıkları girişimlerin engellenmesi maksadıyla gerekli tedbirlerin alınması,

Örgütle ilişkisi tespit edilen personel ve askeri öğrenciler hakkında tüm Türk Silahlı Kuvvetleri çapında müşterek uygulama yapılması,

Devlet organlarında kadrolaşmasının ve ayrıca örgüte çeşitli yollardan destek sağlayan, halen devlet kadrolarında görevli bulunan personelin, bu konudaki girişimlerinin önlenmesi, aynı zamanda bu personelin tasfiye/pasifize edilmesi,

Dergah ve benzeri yerlerin kapatılması,

Yasal yayınlar haricindeki video ve teyp kasetleri, broşür, risaleler vb. gibi propaganda malzemesinin dağıtımının önlenmesi,

Diyanet İşleri Başkanlığı ve TRT'de yayınlanacak din öğretisi programlarında, örgütün dine ilişkin uygulamalarındaki çarpıklıkların üstüne gidilmesi,

F. Gülen ve grubu hakkında elde edilecek her sansasyonel nitelikli bilginin, özellikle dinci kesimin yayın organları başta olmak üzere geniş bir kampanyayla tüm medyada afişe edilmesi,

İrticai faaliyetlere karşın, iptal edilen 163'ncü maddenin oluşturduğu boşluğu dolduracak bir kanun çıkartılması,

Gülen'in özellikle ABD'deki temas ve girişimleri hakkında bilgi edinilerek, gerekli tedbirlerin alınması,

Yurtdışı temsilciliklerinin kontrol altına alınarak, zararlı faaliyetleri tespit edilenler hakkında gerekli işlemlerin yapılması maksadıyla diplomatik temaslarda bulunulması, uygun mütalaa edilmektedir" (51).

Bu raporun, konuyla ilgili olarak eleştirilecek pek çok yönü bulunmaktadır. Şöyle ki:

1. Yasadışı fethullahçı yapılanma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından hem iç ve hem de dış tehdit odağı konumundadır. Oysa, M.İ.T. raporunda bu konuya gerekçeli vurgu yapılmamıştır. Hatta, raportörlerin, bu yapılanmaya -hayranlık demeyelim- pek olumsuz bakmadıkları da, bazı atıflarından anlaşılmaktadır: "Ancak, barışçı ve devletle uzlaşmacı bir tutum içinde yandaşlarını eğitim ve okumaya teşvik eden, okumuş, çalışkan ve devlet kademelerinde görev almaya hazır nitelikte elemanlar yetiştiren, zaman içerisinde dev bir organizasyonu gerçekleştiren, bu organizasyonu idame ettirmenin yanısıra geliştirebilen ve bu nedenle yakinen kontrol altında tutulması gerekli görülen F. Gülen Grubunun ..." ya da "... Başarılı dış açılımların gelecekte, güçlü bir yapılanma ve destek ile içte yönetimi ele geçirme amacına yönelik olduğu düşünülmektedir" ya da "... Gülen Grubunun yurtiçi ve yurtdışındaki eğitimi ile bunu destekleyen finansal faaliyetleri, Türk Cumhuriyetlerindeki uygulamaları, diğer dini grupların aksine bugün laik Türkiye Cumhuriyeti ile Atatürk'ü savunur görünmesi, zaman zaman aydın ve yurtsever kişilerin de beğenisini kazanmaktadır" veya "... ancak, barışçı ve devletle uzlaşmacı bir tutum içinde yandaşlarını eğitim ve okumaya teşvik eden, okumuş, çalışkan ve devlet kademelerinde görev almaya hazır nitelikte elemanlar yetiştiren, zaman içerisinde dev bir organizasyonu gerçekleştiren, bu organizasyonu idame ettirmenin yanısıra geliştirebilen ve bu nedenle yakinen kontrol altında tutulması gerekli görülen F. Gülen Grubunun..." M.İ.T. raportörleri, yasadışı bir oluşum için, terminolojideki organize suç şebekesi, yasadışı örgüt, cemaat, tarikat ya da benzeri sıfatları kullanmak yerine, "Kitap Grubu", "Kadınlar Grubu", "Müzisyenler Grubu", "Tiyatro Grubu" gibi, düzeyli ve fonksiyonel bir oluşumu çağrıştıran bir sıfatı, "Fethullah Gülen Grubu"nu kullanmayı yeğlemektedirler. Bu tercih bile, en iyimser ve kuşkucu olmayan yorumla, raportörlerin, mevcut tehlikeyi tam anlamıyla algılayamadıklarını, konularını tam olarak "öğrenememiş olduklarını" ortaya koymaktadır.

2. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün hazırlamış olduğu sözkonusu Fethullah Gülen Raporu'nda, "Fethullah Gülen'in bu hususta bir hayli yol aldığını inkâr etmek mümkün değildir. Son zamanlarda ordu, polis ve MİT teşkilâtları arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği bilinmektedir" denilmektedir (52). Aynı şekilde, geçmişte M.İ.T. içine sızma faaliyetlerinde fethullahçılara destek veren iki eski M.İ.T yöneticisinden söz edilmektedir. Bunlardan biri, ağırlıklı olarak fethullahçılara ait bir kanalda yayınlanan televizyon programlarında boy göstermekte ve her fırsatta eski kurumunu eleştirmektedir. Diğeri ise, sığındığı A.B.D.'nden eski kurumuna eleştiri ötesinde hakaretler yağdırmaya; kendi internet sitesinden dezenformasyon kapsamındaki gizli bilgileri ve belgeleri deşifre etmeye devam etmektedir (53). Aynı kişi, fethullahçılarla organik ilişkisini el'an sürdürmeye devam etmektedir (54). Tüm bunlar bir rastlantı olarak değerlendirilemezse, M.İ.T.'in içine geçmişte sızdığı anlaşılan fethullahçı kadrolara yönelik özel bir çalışma yapılıp yapılmadığının da sorgulanması gerekir. Konunun bir diğer önemli tarafı ise, Ankara Emniyet Müdürlüğü raporunda fethullahçıların M.İ.T. içine sızma faaliyetlerinden söz edilirken; M.İ.T. raporunda ise, Emniyet Teşkilâtı içindeki, deyim yerindeyse duyma engelli sultanın bile duyduğu fethullahçı kadrolaşma hakkında bir tek cümleyle bile bahsedilmemesi düşündürücüdür. Örneğin, Jandarma Genel Komutanlığı 23'ncü Jandarma Sınır Komutanlığı'nın "Hizbullah Terör Örgütü ve Diğer İrticai Faaliyetler" başlıklı raporunda bile, bu tehlikeli olguya atıfta bulunulmaktadır (55). Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kendi içindeki fethullahçı unsurları, yılda iki kere Yüksek Askeri Şura kararları ile temizlediği; buna karşılık Emniyet Teşkilâtı'nda hiçbir savunma önlemi alınamadığı ortadayken, M.İ.T.'nın bu konudaki duyarsızlığını hangi gerekçeye dayandırmak gerekir?

3. Rapordan da açık biçimde anlaşılacağı üzere, M.İ.T., Fethullahçı yapılanma sistemini çözememiştir; sistemin işleyişi hakkında bilgi sahibi olmadıkları, masabaşında hazırlanmış olduğu anlaşılan klişe çözüm önerilerinden ortaya çıkmaktadır. M.İ.T.'nın soruna çözüm önerilerinden kaçını uygulamaya soktuğunun ve kaçından sonuç alındığının sorgulanması gerekmektedir. Örneğin, bugüne kadar fethullahçı yapılanma içinde yer alan kaç şirket ve kuruluş M.İ.T. yönlendirmesiyle özel vergi denetlemesinden geçirilmiş; kaçı tasfiye edilmiştir? Teşkilât yapısı ve lider kadroları gerçekten belirlenmiş midir? Belirlenmişse, yasadışı örgütün yasal yönden dağıtılması için ilk ve tek fırsat olan Ankara 2 No.lu D.G.M. Başkanlığı'na bu listeler ve diğer deliller ulaştırılmış mıdır? Ulaştırılmamış olması, M.İ.T.'nın Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi ile bağdaşmakta mıdır? Örgütün malı olmayan fakat hibe yoluyla örgüte destek sağlayan hangi şirket ve kuruluşlar, kontrol altında tutulmaktadır? Kaç şirket ve kuruluş hakkında gereği yapılmıştır? Vakıf ve derneklerinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün haricinde, özel surette takip ve kontrol edilmesi, elbette son derecede önemlidir; ancak bugüne kadar yasadışı yapılanmaya ait kaç vakıf kapatılmış ya da en hafifinden "rahatsız" edilmiştir? Aksine, yasadışı bu yapılanmanın dezenformasyona dayalı operasyonları ile eşzamanlı-bütünlük arzeden M.İ.T. raporları sözkonusudur (56).

4. Okullarındaki müfredat uygulamalarının sık sık denetlenmesine yönelik öneri, fethullahçı yapılanmanın hala anlaşılamamış olmasının bir göstergesidir. İzlenmesi gereken, bu okulların müfredat programı değildir; M.E.B. Müfredat Programı'na, sistemli sapmalarla birlikte genellikle uyulmaktadır. Esas izlenmesi gereken, yurtlarda ve ışıkevlerde yürütülen "kamp eğitimi"dir. Yüzbinlerce öğrenci, buralarda zihinsel tasalluta uğramakta; Atatürk ilke ve devrimlerine karşı, Cumhuriyetin tüm değerlerinden nefret eden şeriatçı kimliğini buralarda kazanmaktadırlar. M.İ.T. bugüne kadar kaç fethullahçı yurduna ya da ışıkevine operasyon gerçekleştirmiş ve kaçını kapattırmıştır?

5. Her sene uygulanan önlemlere karşı aldıkları yeni tedbirler tespit edilerek, askeri okullara öğrenci sokma girişimlerinin engellenmesi; muvazzaf personel, bunların aileleri ve askeri öğrencileri elde etmek için yaptıkları girişimlerin engellenmesi maksadıyla gerekli tedbirlerin alınması; örgütle ilişkisi tespit edilen personel ve askeri öğrenciler hakkında tüm Türk Silahlı Kuvvetleri çapında müşterek uygulama yapılması, gibi önerilerin yaşama geçirilmesinde, M.İ.T.'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hangi katkısı sözkonusu olmuştur ve de olmaktadır? Devlet organlarında kadrolaşmasının ve ayrıca örgüte çeşitli yollardan destek sağlayan, halen devlet kadrolarında görevli bulunan personelin, bu konudaki girişimlerinin önlenmesi, aynı zamanda bu personelin tasfiye/pasifize edilmesi, diye öneri getiren M.İ.T., bu konuda bir tek olumlu adım, olumlu örnek gösterebilir mi?

6. Dergah ve benzeri yerlerin kapatılması, önerisi ise yapılanma hakkındaki bilgisizliğin bir başka tezahürüdür, diğer tarikatlarla karıştırılma sözkonusudur. Fethullahçıların dergahı, tekkesi, zaviyesi yoktur; onların kolej adını verdikleri okulları, vakıfları, dernekleri, şirketleri, yurtları, ışıkevleri bulunmaktadır ve hepsi de -ışıkevleri dışında- yasal boşluklardan yararlanan, kâğıt üzerinde yasal kuruluşlardır.

7. Yasal yayınlar haricindeki video ve teyp kasetleri, broşür, risaleler vb. gibi propaganda malzemesinin dağıtımının önlenmesi, bir öneri olarak raporda belirtilirken, bu konuda bugüne kadar ne mesafe alındığının da ortaya konulması gerekmektedir. Sözkonusu yayınlar, yasadışı yapılanmaya ait kitabevlerinde, kırtasiyecilerde ve yayınevlerinde serbestçe satılmaya devam etmektedir.

8. Diyanet İşleri Başkanlığı ve TRT'de yayınlanacak din öğretisi programlarında, örgütün dine ilişkin uygulamalarındaki çarpıklıkların üstüne gidilmesi, önerisi hakkında bugüne kadar ne yapılmıştır? Fethullahçılık, bugün sadece Türkiye'nin geleceğini, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliğini, laik hukuk ve ulusal eğitim sistemini değil, gerçek İslam dinini de tehdit etmektedir. Allah ile kul arasına hiç kimseyi sokmayan bir din adına, din tüccarı şarlatanlar, samimi inançlı milyonlarca insan arasında aleni faaliyet gösterirken, Diyanet İşleri Başkanlığı, bunlar hakkında bir tek cümle bile olsa eleştiri getirmemekte, mücadele vermemektedir. TRT'de yayınlanan din programları da ortadadır. Tüm bu olumsuzluğun giderilmesinde, öneri sahibi M.İ.T. ne yapmıştır ya da ne yapmaktadır?

9. F. Gülen ve grubu hakkında elde edilecek her sansasyonel nitelikli bilginin, özellikle dinci kesimin yayın organları başta olmak üzere geniş bir kampanyayla tüm medyada afişe edilmesi, önerisinin bugüne kadar somut bir sonucu, maalesef sözkonusu değildir. Örneğin, fethullahçıları kamuoyu nazarında sıfıra indirecek çok önemli bir kasedin, M.İ.T. arşivinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kaset, bugüne kadar yasadışı yapılanmayı izleyen araştırmacılar tarafından ele geçirilememiştir. Fethullah Gülen, 1995'de İstanbul'da Bölge İmamları ile yaptığı özel bir toplantıda, demokrasiye en fazla 15 yıl daha katlanacaklarını, sonra kendi sistemlerini egemen kılacaklarını söylemiştir. M.İ.T., sansasyonel nitelikli bilgiyi içeren bu kasedi, bir şekilde afişe etme beceri ve iradesinden yoksun mudur ki, hem öneride bulunacak ve hem de gereğini yerine getirmekten kaçınacaktır?

10. "İrticai faaliyetlere karşın, iptal edilen 163'ncü maddenin oluşturduğu boşluğu dolduracak bir kanun çıkartılması; Gülen'in özellikle ABD'deki temas ve girişimleri hakkında bilgi edinilerek, gerekli tedbirlerin alınması; yurtdışı temsilciliklerinin kontrol altına alınarak, zararlı faaliyetleri tespit edilenler hakkında gerekli işlemlerin yapılması maksadıyla diplomatik temaslarda bulunulması, uygun mütalaa edilmektedir" de, bugüne kadar bu yasadışı yapılanmaya hangi darbe vurulmuştur? Yurtdışına yasadışı yollardan para kaçıran "fahri konsolosların" tutuklanması ve yargı önüne çıkarılması; yurtdışındaki zararlı örgütlenmenin önlenmesi; mevcut örgütlerin mürit yöneticilerinin etkisizleştirilmesi; Fethullah Gülen'in A.B.D.'deki temas ve girişimleri konularında Dışişleri'nin ve Ankara 2 No.lu D.G.M.'nin bilgilendirilmesi konusunda neler yapılmış, hangi mesafeler katedilmiştir? Örneğin, Başbakan Bülent Ecevit'in fethullahçılar hakkındaki kanaatini değiştirecek hangi somut bilgi ve belgeler sunulmuştur, kendisine? Bağlı olduğu Başbakanı'nı bile ikna edemeyen bir ulusal istihbarat örgütü, tüm Türk kamuoyunu nasıl bilgilendirip doğru yönde yönlendirecektir ki?!.

Tüm bu olumsuzluklar karşısında, Fethullah Gülen, büyük bir rahatlıkla ve basın aracılığı ile Türkiye'ye şu mesajı göndermiştir: "Devleti ele geçirmek her vatandaşın hakkı" (57). Gerçekten de adıgeçen şahıs, bu dosyada anlatılan zaafları ile hangi istihbarat örgütümüzden çekinecektir ki, böyle bir demeç vermesin!.. Özetle, bu pervasızlığa yolaçan örnekleri artırmak mümkündür. Biraz eskiye gidecek olursak, M.İ.T.'nın Susurluk Raporu'nda Fethullah Gülen'in adının tam 5 sayfalık bir bilgi notuyla, 59 kişilik bağlantılı isim listesi içinde yeraldığını görürüz. (58). 17.12.1996'da Başbakanlığa teslim edilen sözkonusu raporda, M.İ.T.'nın Susurlukla bağlantılandırdığı işadamları, mafya bağlantılı ülkücülerin, politikacıların, emniyetçilerin, askerlerin ve de M.İ.T. mensuplarının arasında Fethullah Gülen'in adına da yer verilmesi, bağımsız irade göstermek açısından bu kuruluşumuz adına son derecede önemlidir. Bu gelişmeye ilk tepki veren kişi, üzerinde yorum yapmaya bile gerek kalmayacak biçimde hemen herkesin bir fikir sahibi olduğu Mesut Yılmaz olmuştur: "Türkiye'de kanunsuz işlere karışacak en son kişi Fethullah Gülen'dir. Adının M.İ.T. listesinde yer almasını şaşkınlık ve üzüntüyle karşılıyorum" (59). Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, listede Fethullah Gülen'in adının yeralmadığını açıklarken, Fethullah Gülen de, adının listeye sonradan eklendiğini iddia etmiştir. Ne var ki, dönemin M.İ.T. Müsteşarı Köksal Sönmez, TBMM Susurluk Komisyonu önünde, geri adım atmayarak rapordaki bilgilere sahip çıkmıştır.

Fethullahçı yapılanma ile yasal mücadele konusunda görev ve yetkilerinin gereğini yerine getirmeyen istihbarat birimleri arasında değerlendirilen M.İ.T.'nın, elbette ki gizli yürüttüğü ve elde ettiği bilgi ve belgeleri kamuoyuna açıklaması, kurumsal reklama gitmesi düşünülemez ve de beklenemez. Ancak, M.İ.T., sadece topladığı bilgi ve belgeleri tasnif eden salt bir arşiv dairesi de değildir; gereğini yerine getirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Fethullahçılar, artık salt bir dinsel cemaat olmaktan çıkmış; yabancı istihbarat servisleri ile ilişki halinde bir taşeron örgüte dönüşmüştür. Bir başka ifadeyle, konunun kontr-espiyonaj yönü, yadsınamayacak bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Bunun da Türkiye'deki tek muhatabı, Milli İstihbarat Teşkilâtı'dır. Mesut Yılmaz'ın söylemleri doğrultusunda, kurumun bunca yıllık teamüllerini bir kenara bırakarak "kürtçe anadilde eğitim ve yayın" konusunda alışılmamış açıklamalarla görüş bildiren halihazırdaki M.İ.T. Müsteşarı Şenkal Atasagun, fethullahçı yapılanma konusunda da aynı "açıklığı" pekala gösterebilirdi, göstermesi gerekirdi. M.İ.T. Müsteşarı'nın görevinin, Batılı istihbarat servislerinde olgunlaştırılan kampanyalarla Türkiye'yi köşeye sıkıştıracak, ulus-devleti parçalamaya yönelik istem, söylem ve kampanyalara -gerekçesi hiç önemli değil- olumlu görüş vermek yerine; bu kampanyaları organize etmek üzere Türkiye'ye gelen dost ve müttefik ülke istihbaratçılarını izleme ve etkisizleştirme, kısaca kontr-espiyonaj faaliyetlerinin gereğini yerine getirmek olduğunu, bu konunun uzmanları çok iyi bilmektedirler. Ama bu olmamıştır. Tıpkı, Türkiye'de 1983'den bu yana yasadışı faaliyet sürdüren Alman vakıflarına örtülü destek veren 6 Kasım 2001 tarih ve 15998 sayılı "Çok Gizli" M.İ.T. raporunda olduğu gibi (60). Tıpkı, aşağıdaki basın açıklamasıyla, Türkiye'nin en büyük iç ve dış tehdit odağı olan fethullahçıları küçümseme, tehlikesiz gösterme, basite indirgeme çabasına girmesi gibi: "FETHULLAH'TAN BİR DÖNEM BANA SÖZ ETTİLER. İŞTE KASETLERİNİ SEYRET, ETKİLİYOR, ÖNEMLİ ŞEYLER SÖYLÜYOR, DİYE. SEYRETTİM, AĞLAYAN, SÜMÜK ÇEKEN BİR ADAM" (61)...
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

Re: Fetullahçı İstihbaratçıların Operasyon Örnekleri

İletigönderen Deli Haydar » Prş Şub 25, 2010 15:43

borabey yazdı:Gülen Grubunun yurtiçi ve yurtdışındaki eğitimi ile bunu destekleyen finansal faaliyetleri, Türk Cumhuriyetlerindeki uygulamaları, diğer dini grupların aksine bugün laik Türkiye Cumhuriyeti ile Atatürk'ü savunur görünmesi, zaman zaman aydın ve yurtsever kişilerin de beğenisini kazanmaktadır.

Börü Budunsal bilgi alma örgütünün gözünden de hiçbir şey kaçmıyor gerçekten...



Reha Muhtar'ın, Gazi ile ilgili tek tümcelik düşüncesinin ardını istemesinden sonra Hocaefendi, nasıl da süt dökmüş yavru kedi kesilip, boynunu büküyor, gözlerini yere çeviriyor... İnsanın içi eziliyor vallahi!

"Laik Cumhuriyet'e karşı bir söz söylediğimi ispat etsinler, ülkeden ayrılırım"

Liberal barış elçileri, demokrat sevgi kelebekleri, satılmış toktamışlar bu adamı nasıl sevmesinler peki... Hem mahzun bir mor menekşe gibi ağlak ve utangaç, hem de sözünün eri bir yiğit liberal demokrat!

God savesin the Hocaefendi'yi...
Feragat-ı nefs.
İstihkar-ı hayat.
Kullanıcı küçük betizi
Deli Haydar
Meydan Delisi
Meydan Delisi
 
İletiler: 714
Kayıt: Çrş Eki 14, 2009 11:21


Şu dizine dön: Necip HABLEMİTOĞLU

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x