
Türkiye geri vitese takmış gidiyor.
Milli Eğitim milli olmaktan çıkarılmıştır. Öğretmenler sözleşmeli çalıştırılarak hem modern köle haline getirilmiş, hem de sesleri kısılmıştır. Küçük esnaf zaten bitirildi. Uygulanan tarım ve hayvancılık politikaları ile hayvan ithal eder duruma geldik. Şimdi hedefte çiftçiler ve tabiî ki tarlaları var. Tohum üzerinde oynanan oyunlar malum. Tarlalar ekilmiyor, zaten ekmeyene para vererek ekilmemesini sağladılar. Trakya ve Ege’de tarlalarda kredi dağıtan kilise bankası, borcunu ödeyemeyen çiftçilerin tarlalarına el koyuyor. Sümeyra Yılmaz’ın Yeniçağ gazetesindeki haberinde; “MHP’li vekil Erdal Sipahi, ‘İzmir Kiraz’da 31 köy, tarlalarını ipotek karşılığı yabancı bankaya feda etti’ dedi. CHP’li Ensar Öğüt ‘Çiftçi icralık. 58 bin liralık borç 280 bin olmuş! Kendini yaksa ödeyemez! Birçok ilde tablo aynı’ diye konuştu.” diye yazıyor.
Çiftçi uzun süredir “sinsice” yürütülen politikalarla bertaraf edilmeye çalışılıyordu. Yalova gibi ılıman bir iklime sahip olan yerde bile birçok tarlada satılık ilanını görünce gerçekten şaşırdım. Yalova toprağın bereketini anlatmak için “baston diksen yeşerir” denilen bir yer. Böyle bir yerde tarla satılıyor. Türk insanı asla toprak satmazdı. Toprak satan ayıplanırdı. Şimdi tarlalarda satılık ilanından geçilmiyor. Belli ki çiftçi üzerinde oynanan oyunlar sonuç vermeye başlamış. Benim çocukluğumda ekilmemiş tarla bulamazdınız.
Bankalar büyük oranda yabancıların eline geçti. Çiftçi de işte bu bankaların eline terk edildi. Bankalar zaten tefeci gibi çalışıyor.
Düşük kur politikaları ile tekstilin canına okundu.
Dağ-taş, maden yatakları yabancı şirketlere verildi. Sularımız kontrol altına alınıyor.
Sıcak para girişiyle ayakta tutulan sanal ekonomi göz boyuyor. Türk halkı sürekli fakirleşirken, yabancı yatırımcılar sürekli kazanıyor. İş yok, aş yok…
İngiliz dergisi The Economist son sayısında, “Türkiye, mobilya, arabalar, çimento (dünyanın en büyük ihracatçısı), ayakkabı, televizyon ve DVD cihazları üretiyor. Bir bakıma Avrupa’nın BRİC’idir: Avrupa’nın Çin’i denebilir.” diye yazdı. Yani demek istiyor ki, Türkiye Avrupa’ya ucuz işçi olacak. Türk vatandaşı zaten kendi ülkesinde kiracı konumuna getiriliyor. Bu konuda da çok yol alındı. Kendi ülkesinde kiracı olan halk, AB-D rahat etsin diye ucuz işçi olacak. İşte bu yüzden bütün çalışanların 4-C’li olması dayatılıyor. İş güvencesi olmasın, tazminat ödenmesin..
Kısacası Türkiye her alanda geri vitese takmış durumdadır.
Nerede bir yara varsa o yarayı kaşıyan, açık yara haline getirdikten sonra üzerine tuz basan bir başbakan var. Bizi millet yapan ne varsa bizzat hükümet edenler tarafından parçalanıyor, dinamitleniyor.
Yaratılan korku toplumu sayesinde herkes birbirinden şüphe eder duruma geldi. Yargıya güven yok. Yargıçlar biriken dosyalara yeterli zaman ayıramadan karar veriyor.
Çok sayıda kadın vesika almak için sıra bekliyor. Bir o kadar kaçak çalışan kadınlar var. İnsanlar evlerinde iken evlere hırsız giriyor. Bir yılda iki bin çocuk kayboldu ama konu bile edilmiyor.
Kısacası Türk Halkı savaş kaybetmiş bir millet gibi her alandan tasviye ediliyor. İstanbul, İskenderun ve Mardin dışında Hristiyan cemaat yok ama ha babam kilise açılıyor. Herhalde ithal edecekler, ya da misyonerlere çok güveniyorlar(!)..
Peki bu çöküş yaşanırken Sayın Kılıçtaroğlu ne yaptı? Biz türbanı çözeriz dedi. Ülkenin her problemi çözüldü, tek derdimiz türban kalmıştı(!).. Kılıçtaroğlu Erdoğan’a can simidi uzatmış oldu. Şimdi türbanla yatıp türbanla kalkıyorlar. Böylece yukarıda saydığım bataklığın üzeri türban denen deve hörgücü ile kapatılmış oldu. Gemi batarken şezlong kavgası yapanlara zeka(!) ödülü vermek lazım.
Gül’ün Harcamaları
Müslüman Cumhurbaşkanı(!), açlığın kol gezdiği bir ülkede, eski parayla 116 trilyon 900 milyar lira talep etmiş. Kendileri saraylarda büyüdü ya(!).. Peki A. Necdet Sezer döneminde kullanılan miktar ne kadar? 33 trilyon. Yani din tacirlerinin dinsiz dediği Sezer...
Dini olanın vicdanı da olmalı değil mi?
Topkapı Müzesini gezenler bilir. Kanuni Sultan Süleyman’a gelene kadar bütün padişahların kıyafetleri son derece sadedir. Kanuni Sultan Süleyman ilk gösterişli elbiseleri giyen padişahtır. Bana göre kendisi çöküşü de hazırlayan padişahtır. Zaten evlat katilidir. Çöküş dönemlerinde ise, oklar bile mücevher kakmalıdır.
Dünyada da bu böyledir. Üçüncü dünya ülkelerinin yöneticileri şaşa içinde yaşarken halk aç ve sefildir.
Hayrünnisa Hanım da köşkü yeni baştan yaptırıp milyarları dökmüştü. Ne de olsa saraylarda büyümüştü(!).. Topkapı Müzesindeki tarihi eserlerden bazılarının köşke gönderilmesini istemişti(!)..
Aslında bunlarla uğraşana kadar biraz giyinmeyi öğrenseler diyeceğim. Hayrünnisa ve Emine hanım bu kadar para vererek bu kadar kötü giyinmeyi nasıl başarıyor bilmiyorum. İkisi de son derece zevksiz, jan janlı kağıtlarla ambalajlanmış kötü bir hediye paketi gibiler. Madem kendileri bu kadar zevksiz, bari yardım alsınlar.
TGB'nin Çalışmaları
TGB’li gençleri dikkatle izliyorum. Gerçekten aklı başında, Atatürkçü, Atatürk’ün “bağımsızlık benim karakterimdir!” sözünü içselleştirmiş pırıl pırıl gençler.
Aslanoğlu köyünde yaptıkları okul ile bir çoban ateşi yaktılar. Kendilerini gecikmeli de olsa kutluyorum.
Füze Kalkanı
Zurnanın zırt dediği yer işte burası. ABD Türkiye’nin korunmayacağı füze kalkanını Türkiye’ye kurmak istiyor. ABD Türkiye’yi kaybederse belki de çöküşü hızlanacak. Recep Bey zor durumda… Ülkede kendisi için ne kadar engel varsa kaldırdı. Recep bey için artık ne bir hız kesici, ne bir kırmızı ışık kaldı. Recep Bey kendine engel gördüğü kırmızı ışıkların aslında kaza yapmasını önleyen bir nimet olduğunu görecek donanıma sahip değil. Artık hiçbir engeli olmayan Recep Bey’in kendisini iktidara taşıyan güce bahane bulma şansı kalmamıştır.
Bugün de yeni bahanelerle Genelkurmay’ın Elektronik Sistemler Daire Başkanlığına girildi. ABD füze kalkanı talebine “evet” demeyen Genel Kurmay’a mesaj mı yolluyor? Sahi, Ar(h)ınç’ın salata-maydanoz şifreli(!) suikastına ne oldu? Hatırlayan kaldı mı?
Yani Recep Bey, devleti kimler için “şeffaf oda” yapıyorsunuz bilmiyorum ama, artık şah ta sizsiniz, şahbaz da…
Dolayısı ile Faturayı ödemek de size düşer!
Bilmem anlatabildim mi?
Suç Duyurusu
Bir ileti aldım. İleti “ikaz” diye gönderilmişti. Gönderenin ileti adresi şöyleydi:
"mehmet a yiğit" mehmetayigit@gmail.com
1-Ekim-2010
başörtülü kadınlar sıfatını başöörtüsü mefhumunu ağzına almazsan iyi edersin.. anıtkenef gibi bir gün mezarına tükürülmesini istemiyorsan!. "
Bu terbiyeden nasibini almamış, anıtkabiri kastederek “anıtkenef” diyen şahıs hakkında basın yoluyla suç duyurusunda bulunuyorum. Şayet bu ülkede bir Cumhuriyetin savcısı kaldıysa…
Zahide UÇAR, 26 Ekim 2010, İnternetajans
Z_eucar@yahoo.com.tr