Hukuk Adamı Hilmi Bey, Hissiyat Adamı Aytaç Bey / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Hukuk Adamı Hilmi Bey, Hissiyat Adamı Aytaç Bey / Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Nis 01, 2012 20:36

Hukuk Adamı Hilmi Bey, Hissiyat Adamı Aytaç Bey

TSK üst düzeyinin neredeyse dörtte üçünün tutuklu veya tutuksuz sanık olarak yargılandığı "Balyoz" davasında savcının mütalaâ vermesi, davada karar aşamasına gelinmesi olarak yorumlandı.

Savcının mütaâsının bütününü okumuş değiliz, basına yansıyan bilgiler çerçevesinde baktığımızda iki unsur göze çarpıyor:

1. Savcılar, sanıkların lehine olan durumları, çürütülen suçlamaları, sahte olduğu kanıtlanan delilleri zerre kadar gözönüne almadıkları gibi, bu çürütülmüş deliller üzerinden ceza talep ediyorlar...

2. Yine basına yansıyan bilgi doğru ise savcı, 350 sanığın tümü için 20'şer yıl hapis cezası talep ediyor. Oysa, bir darbe girişiminde herkesin üstlendiği rolün, gerçekleştirdiği eyleminin vs. farklı olması gerekmez mi? Nedir bu standart ceza dağıtımı? Savcıların talebi mahkeme tarafından kabûl görürse, karargâhta darbe planı yapan Orgeneral de, alayda darbecilerin iaşe sorunun çözmekten sorumlu albay da, evrak getirip götüren astsubay da aynı cezayı alacak!

Bu da gösteriyor ki bu davada yargı sadece "sekreterya" görevi yapmakta, kendisine dikte edilen kararları uygulamaktadır.

Zaten tarihteki bütün siyasi davalar böyle değil midir? Burada hırsızlıktan, zimmete para geçirmekten, kız kaçırmaktan bahsetmiyoruz; o halde kendimizi ve karşımızdakileri aptal yerine koyarak "bağımsız yargının kararlarıdır, saygı duymak lazım" geyiklerini bir yana bırakmalı.

Konu siyasi davalardan açılınca, geçenlerde sözünü ettiğimiz Kemal Tahir'in Kurt Kanunu romanından size ibretlik bir bölüm aktarmak isterim:

İstiklal Mahkemesi'nin yargılaması sonucunda, 10'ar yıl sürgün cezası alan Sivas milletvekili HalisTurgut Bey ile eski İçişleri Bakanı İstanbul milletvekili Çerkes İsmail (İsmail Canbulat), Kazım Karabekir, Ali Fuat, Cemal ve Refet Paşa'larla birlikte bir geminin ambarına konulup İzmir'e yollanırlar..

Halis Turgut ve İsmail Canbulat beyler, mahkemede ifade vermeyi reddetmiş, buna karşın yapılan yargılama sonucu on yıl müebbet hapsine çarptırılmışlardır. Oysa Mustafa Kemal'e suikast planlandığı tarihlerde ikisi de yurtdışındadır.

Yolda ikisine bir pişmanlık gelir, aldıkları cezayı hazmedemezler. Biraz da birbirlerine gaz vermenin etkisiyle, "Savunma yapmamakla hata ettik, biz tekrar mahkeme huzuruna çıkmak istiyoruz" demeye başlarlar.. "Suçlu olarak yaşayamayız, biz bu cezayı haketmedik.." vs..diyerek ambarın kapısını dövmeye başlarlar. Oysa kesin hüküm verilmiştir, kararı değiştirmek nasıl mümkün olacaktır? (İstiklal mahkemelerinin kararı temyiz edilememektedir)

Siyasi davalarda herşey mümkündür. İsmail ve Halis Turgut beylerin isteği derhal kabul olur, Ali Fuat Paşa'nın "Yapmayın etmeyin, siyasi mahkûmluklar zamanla düzelir" uyarısına rağmen koşarak mahkemede ifade verirler. Belli ki mahkeme heyeti de ikisi hakkında verdiği karardan pişmandır ve yeni karar şöyle açıklanır:

"Sürgün cezasının idama çevrilmesine..."

Yakın tarihimizin bu klasik orta oyununu defalarca seyretmiş insanlar olduğumuza göre, Balyoz davasından çıkacak sonucu da kestiriyor olmamız gerekir. Hiç kimse mahkemeden savcıların talepleri dışında bir karar beklememelidir.

Hatta Yargıtay'dan da öyle..Balyoz davasında sona yaklaşılması ile "yargıda reform" adı verilen sürecin eşzamanlı tamamlanması tesadüf değildir. Yargıtay'ın bütün üyelikleri tek tek değiştirilmiş, eski yargıçların yerine yenileri atanmıştır. Temyizden çıkacak karar da çok büyük ihtimalle farklı olmayacaktır.

"Peki bu kadar hukuk ihlali ne olacak?"
diye soracak olursanız, çürütülen bütün suçlamalar nasıl kös dinlendiyse, mahkeme savunmaları nasıl yokmuş gibi yaptıysa, Yargıtay da aynı şeyi yapacaktır. Kararı baştan verilmiş davalardır bunlar.

Bu gibi davaların tamamen siyasi iradenin elinde olduğunu hakimler de çok iyi bilirler.Onun için bizler kürsüde "hukuka aykırılık" diye kendimizi paralarken önlerindeki bilgisayrda iskâmbil oynarlar. Bu büyük fırtınada savrulup gitmekten korkarlar. Ortada bu kadar hukuk cinayeti bırakılması bir bakıma faydalıdır, çünkü yarın öbür gün siyasi şartlar değiştiğinde, Ali Fuat Paşa'nın demesi gibi siyasi mahkûmluklar da zamanla düzelir. İşte bu "düzeltmeleri" yapmakta pek faydası olur hukuku çiğneyerek verilen kararların...

Balyoz davasının sonuçlanması, iki adet Ergenekon davasının, Islak imza, Andıç, Odatv vesairenin, Erzincan'da şurda burda açılmış bir çuval davanın da sonuçlanmasını hızlandıracaktır.

Önce "darbe" tescillensin ki, ona yardım edenler, medya ayağı, siyaset ayağı, vatandaş ayağı vs. netleşsin öyle değil mi? Olmayan darbenin "örgütlenmesi" mi olurmuş?

Tabii artık hukuk filan aramıyoruz ama Balyoz'da sona yaklaşılırken orta yerde çok büyük bir kararsızlık, çok büyük bir boşluk bulunuyor. Hukuki açıdan olduğu kadar siyasi açıdan da büyük bir boşluktur bu..

O da şu:

Balyoz darbe planı, hiyerarşik bir darbe girişimi miydi, yoksa "cuntasal" bir girişim mi?


Tutuklananların yüksek profiline baktığımızda, varolduğu söylenen bu darbe girişiminin hiyerarşik, yani en tepeden aşağı doğru, emir komuta zinciri içinde olduğu izlenimine varıyoruz..

Balyoz'da kuvvet komutanları tutuklu,

Andıç'ta bir Genelkurmay Başkanı "TSK'ya sızmakla" suçlanıyor...

Öyleyse, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebir ve silah zoruyla düşürmeye kalkışan" girişimin bir "cunta faaliyeti" olduğunu söyleyemeyiz...

O zaman garip olan şu:

Eğer Balyoz, hiyerarşik bir darbe girişimiyse, darbe hazırlıklarının yapıldığı en sıcak dönemde görev yapmış bir adet Genelkurmay Başkanı ile bir adet Kara Kuvvetleri Komutanı neden ısrarla bu işin dışında tutulmaktadır?


Bırakın sanık olmalarını, mahkemeye "tanık" olarak ifade vermelerinden bile neden ısrarla kaçınılmaktadır?

Bu kadar ağır bir soruyla, bu derece mahşerî bir sorumlulukla karşı karşıya bulunanlardan Hilmi Bey, bir sustu iki sustu, baktı olmayacak, Aslı Aydıntaşbaş'a konuştu:

"Ben hukuk adamıyım!"

Nasıl yani?

Bu kadar başarılı bir askerlik hayatının içinde bir de "hukuk adamlığı" gizliydi öyle mi?

Şöyle dedi Hilmi Bey:

"Gidip gitmemek bana bağlı değil. Mahkemenin kararı. Şahitliğin nasıl yapılacağı ceza kanununda yazıyor. TCK'da diyor ki, 'Mahkeme çağırırsa sadece cumhurbaşkanının gitmeme hakkı var, onun dışında gerekirse zorla getirin.’ Nitekim Ergenekon’da çağırdılar, gidip ifade verdim. Mahkeme çağırırsa gitmeme hakkım yok.

Başından beri Çetin Doğan Paşamız Hilmi Özkök diyor. Ama tek söyleyebileceğim, Genelkurmay her orduda seminerçalışması yapar. Genelkurmay Başkanı’nın rolü sadece iki senede bir tatbikat programlaması yapıp bunu her orduya yollamaktır. Onun dışında davanın hukuki veçhesiyle ilgili bir yorum yapamam. Çağrılırsam giderim. Ama diyorlar ki ceza kanununun bir maddesi var; ısrar ederse o da dinlenir. Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda...

...Prosedür neyse odur. Ben hukuk adamıyım; hukuku severim. Hukuk hepimizin koruyucusudur. Hukuk ne isterse yaparım. Ama hukuku da zorlamam. Hayatım boyunca yapmadım. Gel dediler, gittim. Ama çağrıya bağlı..."


Şimdi bu laf kalabalığı içinde iki nokta önemli. Birincisi,

"Ama diyorlar ki ceza kanununun bir maddesi var; ısrar ederse o da dinlenir. Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda..." kısmı...

Israr et o zaman, silah arkadaşların göz göre sahte delillerle okkanın altına gidiyor!

Etmez, "hukuku zorlamaz" kendisi. Çünkü Hilmi Bey biliyor ki, dava açısından bu derece kilit noktada olmasına rağmen Mahkeme tarafından asla "tanıklığa" çağrılmayacak; Çünkü anlaşma öyle.. "Ama mahkemenin ısrarla hayır dediği bir durumda..." diyerek de mahkemeye "Aman çağırmaya filan kalkışmayın.." mesajı veriyor, "işbölümünü" hatırlatıyor bir nevi..

İkincisi, "Gel dediler geldim, git dediler gittim" kısmıdır ki bu söz ayrıyeten yorum gerektirmez. Lafı söyleyenin kişilik yapısı cümlenin kendisinde saklıdır..

Günahkârlık hissinin ağırlığına dayanamayan Hilmi Bey, bir kaç gün sonra Cumhuriyet'ten Utku Çakırözer'e konuştu:

"Ben dönemin Genelkurmay başkanı olarak bugün bir şey söylesem yargıya müdahale gibi algılanır. Sadece şunu söyleyebilirim: Hepsi silah arkadaşlarım. Çok büyük üzüntü duyuyorum tabii ki. Mütalaa savcının takdiri. Mahkeme değerlendirecektir. Ancak olayın bir de şu boyutu var. Bu insanları bir şeylerle suçluyorsunuz. O kişi sonrasında beraat etse ne olacak? Yine bühtan kalacak."

Arkadaşlarının o yaşta zindanda çürümeleri, isimlerinin lekelenmesi karşısında, elinden hiç bir şey gelmeyen ama üzüntüden kahrolan bir asil insan pozu..

Ağlayası geliyor insanın...

Bir de "darbe planlarından" Başbakan Tayyip Erdoğan'a bilgi verilip verilmediği meselesi var...

Star gazetesinde yayımlanan haberde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın Ergenekon soruşturması kapsamında verdiği ifadesinde "Darbe planlarını bana Özkök gösterdi" dediği belirtiliyor.

Tutuklu sanık, dönemin Üçüncü Kolordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygun da mahkemede verdiği savunmada "Plan seminerlerinin kasetleri, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a, Başbakan tarafından verilmiştir" diyor.

Yani, darbe girişimi olarak izlenen faaliyetler konusunda Erdoğan, Özkök veYalman arasında bir bilgi alışverişi var..

Hilmi Özkök, bu konuyu külliyen reddediyor:

"Ben bahsedilen seminerden sonra 3 yıl daha komutanlık yaptım. Bu konular Başbakan ile aramızda hiçbir şekilde gündeme gelmedi. Ben emekli olduktan 2 sene sonra ortaya çıktı bunlar."

Yalman’ın "Bana Özkök gösterdi" sözlerinin hatırlatılması üzerine de Tayyip Erdoğan'ın deyimiyle orta sahada top çeviriyor ve "Bunları kendisine sorun" karşılığını vermekle yetiniyor..

Hafta sonunu İzmir'deki sakin yuvasında huzurla geçiremeyeceği anlaşılan Hilmi Bey, duramayıp bir de Fikret Bila'ya konuştu:

"Mahkemeye sanık davetiyle gitmem!"

Utku Çakırözer ile konuştuktan sonra 48 saat düşündü ve "ortadan" tavırları bir yana bırakıp hepten gitmemeye karar verdi demek ki paşamız!

Ne yapacağız şimdi? Ürküttük gül gibi paşayı, oysa ilk demecinde "Israr ederse tanık olarak dinlenir deniyor ama.." gibi bir şeyler gevelemişti. Belli ki içinde kalan vicdan kırıntsıyla mücadele etmekteydi, düşündü ve "tanıklık" mefhumunu defterden silmeye karar verdi...

Şöyle devam ediyor:

"Yaşar ve İlker Paşa sanık olarak dinlendi. Yaşar Paşa benim 2. Başkan’ımdı. İlgili evraka sahip olanlar, toparlayanlar ve bizlere rapor verenler de onlardı. Bizim bilgilerimiz de onların verdiği bilgiler zaten. Biz Yaşar ve İlker Paşa’nın söyledikleri dışında bir şey söyleyebilir miyiz? Mahkemeye ben yine giderim ama sanık davetiyle gitmeyi uygun bir yol olarak görmem"

Mahkeme zaten "Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesinin bir katkı sağlamayacağı" kanaatine varmış, bize daha neden "sorumluluk sahibi üst", duyarlı komutan", "babacan asker", "ileri demokrat paşa" numarası yapılıyor ki?

Çok rahatsızsan eğer, mahkemenin kararına rağmen tanıklık başvurusunda bulunursun. Kabûl edilmezse, temyiz nezdinde bu da bir eksiktir.

Sonra sanık avukatları çalışıp araştırıp kendisinin sanıklar tarafından davet edilmesine cevaz veren bir madde bulmuşlar. Buna göre, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 178. maddesini kullanarak Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi için harekete geçtiler. Bu madde hükmüne göre, mahkeme istemese bile sanıklar yol ve iaşe bedelini mahkeme kalemine yatırarak tanık olmasını istedikleri kişileri mahkemeye çağırabiliyorlar.

Fikret Bila, gül gibi paşamıza bunu da hatırlatıyor. Cevap şöyle:

“Böyle bir davetle gelmem. Uygun bir yol olmaz. Ben daha önce de belirttiğim gibi mahkeme davet ederse giderim. Sanık davetiyle gidip mahkemeye ne diyeceğim? Hâkimler bana, sanık davetiyle gelmişsiniz, buyurun söyleyin diyecekler. Bu uygun bir yol değil. Oysa mahkeme çağırırsa o zaman ben gidip, hâkimlere buyurun çağırmışsınız, derim ve varsa soruları yanıtlarım.."

Daha dün "Ben hukuk adamıyım" diyen paşa, bugün CMK'nın 178. maddesini yok sayıyor. Nazlı assolistler gibi "mahkeme çağırmazsa gitmem" diyerek kendi kendine usûl, yol belirliyor...

Hilmi Bey'in "cevherleri" okumakla, yazmakla bitecek türden değil. Örneğin, CD'lerin dahte olduğunun ispatlandığı kendisine hatırlatıldığında, "Böyle kanıtlar söz konusuyken davayı kaybederlerse tabii o avukatlarının sorumluluk alanına girer" diyor.

Yani, avukatlar beceriksizdir, iyi savunma yapamamışlardır. Yoksa yüce mahkememiz de, yüce hükümetimiz de "adil yargılama" diye can atmaktadır!

Sükûnet konusunda otuz Hilmi Özkök gücünde olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman da, baktı ki ismi fazla dolanıyor, o da bir yazılı açıklama yaptı.

Şöyle:

"Çok büyük bir baskı altındayım. Bundan dolayı fevkalade müteessir olduğumu belirtmeliyim. Hatırlanacağı üzere, ilk demecimde, ‘Ben davanın muhatabıyım’ dedim. İkinci demecimde ise ‘Balyoz Planı ve davasıyla ilgili hiçbir bilgi ve belgeye sahip olmadığımı’ belirttim. Bu kezde davanın çözümünde hayati bir konuma getirilmiş olmam nedeniyle bu açıklamayı yapmak mecburiyetinde kaldığımı belirtmeliyim.”

İşte hissiyatlı bir paşamız daha!

Şimdiye kadar yapılan darbelerimizin tümü Kara Kuvvetleri'nce planlanıp gerçekleştirilmiş. Hisli Paşa'nın döneminde darbe planlamaktan yatan yüzlerce üst düzey subay arasında Deniz Kuvvetlerii Komutanı bile var...

Kendisinden sanık olmasını isteyen de yok, sadece tanık olarak bildiklerini anlatması isteniyor...

Kendisini çocuk yuvası projelerine vakfetmiş hissiyatlı paşamız sanki Tapu Kadastro Genel müdüründen hesap soruluyormuş gibi

"Çok büyük bir baskı altındayım, fevkalade müteessirim" şeklinde ağlamaklı açıklamalar yapıyor...

Bizler de fevkalade şaşkınlık içindeyiz paşam. Ayrıca, "Bunlarla mı savaşa gidecektik" diyen cıvık insanlar haklı çıktığı için fevkaldenin fevkinde mahcubuz..

Paşanın açıklamasında yer alan "Ordumuzun iki bin yılllık şanlı tarihi..vicdan borcum, milletimie olan saygımın ifadesi .." türünden boş lafları geçiyoruz..

Ama şu lafa dikkat isterim:

"Bir tarafta gönül ve hizmet birliği yaptığım, hayatını vatanın bütünlüğüne ve milletine armağan etmiş, can borcum olan arkadaşlarım, diğer tarafta milletinden aldığı yetki ile hukukun adil bir şekilde tecellisine çalışan adalet sistemi..."

Hukukun adil bir şekilde tecellisine çalışan adalet sistemiymiş!

Sirkatin söylerken bile şecaat arzediliyor..

Bir de yol gösteriyor, yardımcı oluyor hisli paşamız;

"Benim arkadaşlarıma yardımım ancak hukuk içinde kalarak mümkün olabilir özellikle bu aşamada. Bütün bu zorluklara rağmen bugüne kadar davanın muhatabı arkadaşlarımın özgürlüklerine kavuşması için; Balyoz Planı ile ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığımı açıkladım. Zamanın Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile görüşerek davada tanık olmama yardımcı olmasını talep ettim. Rahmetli avukatım Sayın Tarık Kale tarafından sanık avukatları aracılığı ile tanık olma arzum mahkeme başkanlığına iletildi. Bu husus zabıtlara intikal etti. CMK’nın 178. maddesinin hükümleri uyarınca mahkemeye müracaat edilerek tanık olmam için girişimlerde bulunulması hususu ilgililere iletildi. Bu geldiğimiz aşamadan sonra mahkemeye çağırılırsam gidip tanıklık görevimi yapacağımı özellikle belitmek isterim."

Sanık avuklatlarının bulduğunu sandığımız maddeyi bile üşenmeyip kendisi bulmuş Hisli Paşa.

Hiç bir şey bilmiyorsan Paşam, tanıklık talebinin ekinde teferruatlı bir dilekçe ver; tanıklık kapsamında senden sorulması muhtemel her hususu da bu dilekçende anlat. Dosyaya girsin, böylece tanıklığın engelleniyorsa şayet, -hani "için yanıyor" ya- arkadaşların için bir şey yapmış olursun..

Akıl vereceğine iş yap, vicdanını rahatlat.

Sonuç olarak, neden mahkemeye gidip tanıklık etmiyorlar, neden bin dereden su getiriyorlar?

Arkadaşlarının gözünün içine bakmak zorunda kalacaklar da ondan.

Amansız sorular gelecek de ondan.

Bu sorular üzerine bir takım ilişkiler ifşâ olacak da ondan.

Birinin
"haber verdik" dediği, diğerinin "haber vermedik" dediği "Başbakan'la münasetler olayı" deşilecek, ortaya bilinmedik ayrıntılar çıkacak da ondan.

Bu zalim süreçte üstlendikleri
"vazife" tarihin kara kaplı defterine mıh gibi kazınacak da ondan.


Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN) - 1 Nisan 2012, Açık İstihbarat
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x