İhanetin Kod Adı: Çarçella / Erdal SARIZEYBEK

Emekli Jandarma Albay - Yazar

İhanetin Kod Adı: Çarçella / Erdal SARIZEYBEK

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Mar 17, 2011 19:24

İhanetin Kod Adı: Çarçella

“Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon’dakiler, Dumlupınar’dakiler de elbet ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,

siz toprak altında ulu köklerimizsiniz, yatarsınız al kanlar içinde.

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, siz toprak altında derin uykudayken düşmanı çağırdılar, satıldık, uyanın! Biz toprak üstünde derin uykulardayız, kalkıp uyandırın bizi! Uyandırın bizi!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!”


Nazım Hikmet, 1959

Çarçella bir tabiat harikası ama ne yazık ki Çarçella gerçek bir efsaneye dönüştürüldü hainler için. Sadece efsane değil, aynı zamanda şiirlerin yazıldığı büyülü bir yer oldu. Gerçi bizim zamanımızda akıl nedir bilmeyen bu dağlılar, artık terörist demiyoruz onlara çünkü terörist kim onlar kim, pek şiir yazmazlardı eskiden. Belki de insan canına kıymaktan vakitleri olmamıştı. 90’lı yıllarda, belki de köy yakmaktan, kadın- kız kurşuna dizmekten vakit bulamamışlardı. Sizler için aradık bulduk bir Çarçele şiiri. Ararken de epey şaşırdık, çünkü ne de çok şiir varmış, bu dağların uğruna yazılmış! İşte bir şiir, bizim dağlılardan, 1999’da yani bizim Çarçele’de dolaştığımız yıllardan pek çok sonraları yazılmış. Şiirin adı Zagros Çiçeği. Yazan Dola Koke kod, Asmen Uçurum;

“Kapa gözkapaklarını, Yağmur sisleri ardına, Çarçella doruklu Zağros çiçeği,

Gizemli bir kuyu annem, ardına düştüm Zağros,

Anamın saçlarına dokunuş özlemiyle tutundum sana, dal mı dersin,

Bilmem ama buldum seni, işte bu yüzden özlüyorum...

Bir kızın var şimdi esmer bir düşte doğdu,

Ellerimde acının tadını bırakarak, yeni intiharlara Çarçella…”


Böylesi bir şiiri yazmış olan yüreğin sağlam ve saf olduğunu düşünebilirsiniz ama değil, doğru değil bu. Bu şiir duygusallıktan değil, acıdan yazılmıştır, yürek acısından. Çarçella demek acı demektir onlar için, umut değil, sevgi değil. Aynı zamanda hesapların sorulduğu yer, özeleştirilerin verildiği yer, intiharların yaşandığı yerdir Çarçella. Ne acıdır ki çok insan, çok masum insan, kandırılmış kaçırılmış çok insan Çarçella’da can verdi, öldürdüler, onları dağa çıkaranlar öldürdü tıpkı Hakurk’ta ya da Kandil’de öldürdükleri gibi. Bakmayın siz ülkemizin faili meçhul cinayet haberleriyle yandığına, doğru değil bunlar. İşbirlikçilerin ve medyasının bize ‘devletin işlediği cinayet’ gibi algılatılmaya çalıştığı adam öldürmelerin büyük bir çoğunluğu, insanlarımızı dağa çıkaran, katil yapan, dağda tutan ve yöneten kadrosunun işlemiş olduğu cinayetlerdir.

PKK’nın bu cinayetlerini kamuoyuna duyuran bir kişi varsa, o da Cem Ersever’dir ama sesi duyulmamıştır, duyurulmamıştır.
İki kitap yazmıştır öldürülmeden önce. Sonraları çok kişi Ersever hakkında kitap yazmıştır ama Ersever’in bizzat kendi kaleminden çıkan iki kitabı vardır. Üçüncüsü ise yarım kalmış, bunu tamamlamaya ömrü yetmemiştir. Yaşasaydı ‘Şam’daki Kemancı’ adını vererek bizlere duyuracağı, yarım kalmış bu üçüncü kitabı, gazeteci Tutkun Akbaş tarafından bir şekilde elde edilmiş ve Akbaş’ın da son dönemdeki yaptığı araştırmalarla birleştirilerek bir kitap haline getirilmiştir. Kamuoyunca bilinmeyen birçok PKK cinayeti, bu kitapta Ersever’in ve örgüt mensuplarının anlatımıyla açıklanmıştır. Kitap için Akbaş şöyle diyor, “Ahmet Cem Ersever, “Faili Çok Meçhul Cinayetler” adını verdiği bölümde;

“PKK içinde şimdiye kadar hiç ortaya çıkmamış cinayetlere ve eylemlere yer veriyor. PKK hakkında bugüne kadar bazı bilinenlerin yetersizliğine dikkat çeken Ersever, PKK’nın gizli arşivinden bir infaz listesine yer veriyor kitabında, PKK’da dengeleri değiştirecek olan bu bölümde, örgüt içindeki infaz ve provokasyonlar isim isim anlatılıyor…”

Şimdi de Ahmet Cem Ersever’den dinleyelim bu cinayetleri;

“…PKK’nın şimdiye kadar açığa çıkmamış eylemlerinden ve yine şimdiye kadar fazla alışılmamış cinayet taktiklerinden vereceğimiz bazı örnekler, PKK ile ilişki içerisinde olan vatandaşlarımızın ve gene PKK militanlarını bekleyen tehlikenin hangi boyutta olduğunu göstermeye yetecektir. Tehlikenin boyutları anlaşıldıkça, bugün yaşayan birçok örgüt sorumlusu belki de, hala nasıl yaşadıklarına bakıp şaşıracaklardır… Öncelikle PKK, bazı olaylarını açıklığa kavuşturmak için gerekli olan arşivi kamuoyuna asla açmayacaktır. PKK’nın karanlıkta kalan faaliyetlerini bilen birçok militan, gene PKK tarafından öldürülmüştür. Bazı kişiler de korku nedeniyle gerekli bilgileri verecek durumda değildir. Bu durumda, PKK’nın ortaya çıkış sürecini, uygulaya geldiği taktikleri ve bugün geldiği aşamayı iyi kavrayabilmek için gerekli kaynakların eksikliği nasıl giderilecek ve PKK cinayetleri nasıl aydınlatacaktır? Bize göre, karar çıkarıp bu kararı uygulayabilecek tek oluşum, insan hakları dernekleridir.

Şimdi biz, İHD’ye yardımcı olabilmek maksadıyla, PKK örgütünün kurucularından ve gene Apo isimli yaratık tarafından öldürtülen (Semir) Çetin Güngör’ün yazdıklarını okuyalım;

“1979 ortası. Doğubayazıtlı Salih Ceylan, PKK Merkez Komitesi’nin talimatıyla öldürülmüş ve cesedi Ağrı’da fosseptik çukuruna atılmıştır…1979 ortası. Kars PKK Bölge Komitesi üyesi Mehmet Hoca, işkence ile öldürülmüş, cesedi gizlenmiştir…1982 baharı. Bingöl’ün Genç ilçesinden Selahattin (Kod adı Hüseyin), PKK yönetimin sebep olduğu bunalım sonucu, örgütten ayrılamayınca çıkmaza düşmüş ve intihar etmiştir…1982 yazı. Halfetili Abdullah Hoca, PKK ile çelişkisini çözemeyince bunalıma düşmüş ve intihar etmiştir…1980 yazı. Ali Rıza adındaki kişi, PKK Karakoçan İlçe Komitesi, tarafından, ajan olabilir düşüncesiyle yargılanıp öldürülmüştür… 1980 sonbaharı. Tunceli’nin Mazgirt ilçesinden Sakine Kırmızıtaş adlı bayan devrimci, bir gurup arkadaşının gözleri önünde intihar etmiştir…1980 sonları. Pazarcık’ın Bayramgazi köyünden Besey isimli bir bayan arkadaş, PKK yönetiminin ısrarlı olumsuzlukları karşısında kendini bir türlü anlatamayınca, Beyrut’ta çıldırmıştır, akıbeti bilinmemektedir…1892 başları. Diyarbakır Cezaevi direnişi önderlerinden Hamili Yıldırım’ın eşi Ayten Yıldırım, ajan olabilir zannıyla sürekli şüphe altında bırakılınca bunalıma düşmüş ve çıldırmıştır, akıbeti bilinmiyor…1979 sonrası ve Siverek. Önce siyaset adamı ve hem de Siverek’te belli bir saygınlığa sahip olan Ferit Uzun öldürüldü. Cinayet, çok kişinin kolayca inanabileceği M.C.Bucak’ın üstüne atıldı. Ardından cenazeye sahip çıkıldı ve intikam yeminleri edildi… Kırvar aşiretinden iki kişi PKK tarafından vuruldu ve birkaç ev yakıldı. Olaylar Bucak’ın üstüne atılınca, Kırvar aşireti PKK’nın yanında saf tutmayı kabul etti…”

Dilerim, okuyunuz Binbaşı Cem Ersever’i, o anlatsın size gerçeği, siz de gerçeği bir de ondan dinleyiniz. Yeri geldi, birkaç sözünü aktaralım sizlere, ilk sözü şudur Ersever’in;

“PKK, Kürtlere rağmen icat edilmiş bir katiller çetesidir.”

Bir başka sözü ise şudur;

“Bir tek ölenler en doğru şeyi yapmışlardır. Övgüye layık olanlar, ölenler olmuştur. Apo, ölümden başka hiçbir şeye prim vermemiştir.”

PKK cinayetleri saymakla bitmez, örgütün arşivi elde olmadığından ve de ülkemizi yönetenler bunu açığa çıkabilmek için gayret göstermediğinden, pek çok şey gizli kalmış ve gerçeğe ulaşılamamıştır. Belki de en acısı, kutsal insan hakları adına hareket ettiklerini açıklayan insan hakları dernekleri, kandırılmış, kaçırılmış, tecavüze uğramış ve öldürülmüş pek çok insanımızın akıbetini ise araştırmamaktır, çünkü bu işin ucu PKK’ya uzanmaktadır. Anlattığımız öldürülenlerdir. Peki ya bu ünlü Çarçella dağlarında tecavüze uğramış bayan yoldaşlar, hevaller, teröristler, dağlılar, onları hiç gündeme taşıyan var mıdır? Yoktur.

Orta çağdan kalma feodal yapı, Doğu’da, insanlarımızın özgür iradesini yok etmiştir. Sözde bu terör örgütüne katılanların akıbetinin bilinmemesi bir yana, araştırmaya kalkmak dahi Doğu’da bir cesaret işidir. Doğu’da yaşayan insanlarımız bir yanda ağaların elinde, öte yanda PKK’nın elinde kalmıştır. Aileler çocuklarının haklarını bile arayamamaktırlar. İşine gelirse eğer, PKK ya da onun çizgisindeki sözde insan hakları dernekleri bazı olayları araştırmaktadır. Bu araştırmalar da gerçeğe ulaşmak için değil, kamuoyunu yanıltmak ve askere karşı düşman edebilmek amaçlı yapılmaktadır. Dağa çıkan ya da çıkarılan bir insan baştan ölüdür, kaydı yoktur, arayanı soranı da yoktur. Dağa çıkanın peşinden giden bir devlet yönetimi de yoktur.

Bugün insanlarımız, ‘Çarçella’ denilerek kandırılmakta, kaçırılmakta, dağlara çıkarılmaktadır. Çarçella’ya çıkanın ise sonu şimdiden bellidir; tecavüz ve ölüm!

Bu gerçeği de ilk dile getiren yine Cem Ersever’dir. Bakın Apo denilen hainin yaptıklarına;


“Apo sefili, bugüne kadar tecavüz ettiği kadınların birçoğunu öldürtmüştür. Cinsel ilişkiyi kabul etmeyenler, tecavüze uğradıktan sonra anlaşılmaması için ajanlık suçlamalarıyla katledilmiştir. Kurtulmayı becerip kaçabilenler konuşunca, “Parti önderliğine komplo kuruyorlar, zayıf düşürmeye çalışıyorlar” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır. Şimdi Apo isimli alçağın tecavüz ettiği kadın militanlara bir göz atalım: Kod adı Evin. Bu militan Kahraman Maraş’ın Pazarcık ilçesindendir. 1986 yılının başlarında Apo, bu bayan cinsel ilişkide bulunmayı dayatır. Baskı sonucu ilişki kurulur ancak bu sapık ilişkiye dayamayan Evin, mevcut ahlaksızlığı yanındaki diğer kadın militanlara anlatır, Apo’nun kendisine tecavüz ettiğini söyler. Olayın ortaya çıkmasıyla Bekaa Vadisi’ndeki Mahsun Korkmaz Akademisi/Helvi Kampı bu skandalla sarsılır. Apo hemen komplo yöntemlerini devreye sokarak Evin’in ajan olduğunu ilan eder ve ‘Parti önderliğini yıpratma çabası içindedir’ diyerek derhal tutuklatır. Ölüm cezası verilir ve hemen infaz edilir...”

Ersever’in bire bir örnek verdiği böylesi pek çok olay vardır; Ankaralı Zehra, Kod Medya, gerçek adı Kürdi Abdullah, Suriye Kamışlı’dan, Abdullah Bedro’nun kızı, hepsi aynı akıbete uğrayan sözde terörist kızlar ve kadınlardır. Ersever dayamayıp haykırıyor artık kitabında, sesini duyun diye;

“Irza geçme becerisi çok gelişmiş Abdullah Öcalan isimli bu sefil ve alçak yaratık, savaşa davet ediyorum diye; Pazarcıklı (Evin) kod, Ankaralı (Zehra) kod, Tuncelili (Delal) kod, Lübnan Kürtlerinden (Roza) kod, Suriyeli (Canda) kod, yine Lübnanlı (Adife-Saadet) kod bayanlara ve PKK Merkez Komite üyesi (Sarı Hüseyin) Kod’un karısı Elazığlı Nafiye’ye tecavüz etmedi mi? Bilmiyorsanız öğrenin. Kod adı (Medya) olan Suriyeli Kürdi Abdullah’a tecavüz etmedi mi? Bu bayanların bir bölümü şu anda Kuzey Irak’ta, Saho ve Dohuk kentlerinde yaşıyor. Çaresiz kızlara, kadınlara tecavüz etmekle uzmanlaşan ve gün geçtikçe ahlaksız ilişkilerde pervasızlaşan Apo, gençleri savaşa değil yatağına davet etmektedir…”

İsterseniz bakın bir Apo’ya, sözlerine bir bakın ve görün Apo denilen gerçeğin ne olduğunu;

“Kızlar karşıma çıkıyor, en değme artistin ulaşamayacağı kadar ulaşıyorum. Bazen bakıyorum, Yeşilçam’ı da geçiyorum yani. Oldum bir baş aktör, rejisör… Yılmaz Güney bile karşımda çocuk gibi kalıyor. Çok erken yaşta fıstık ağacının altında otururken, babamın söylediği söz çok açıktı; yani Abdullah’ın alnında fetih işareti var, o gittiği her yeri fetheder diyordu…”

Bu yazılanlar bir gerçek, bu gerçeğin başka örneklerine bizler de şahidiz, hepsini anlatacağız bir bir. Bu satırları okuyan ve bu kitapta geçen türküleri yazmış, şiirleri dökmüş, govend tutmuş, ister dağda ister ovada olanlara sesleniyoruz. Bu yazdıklarımız bizim bildiklerimizdir, peki ya bilmediklerimiz? En iyisini ve doğrusunu sizler bilirsiniz, onca web sayfalarına gece gündüz demeden şiir yazıyorsunuz, biraz da bunları yazsanız ya! İşte biz buradayız ve gerçeği anlatıyoruz, peki ya sizler, şu ya da bu şekilde başınıza gelenleri, neden kamuoyuna anlatmıyorsunuz? Peki ya anneler babalar, evlatları dağa çıkarılmış olanlar, bir fırsat bulun ve kızlarınıza sorun, çocuklarınıza sorun, neler gelmiş o garip başlarına, o yalnız dağlarda, bir anlatsınlar sizlere!

Bu olayın bir trajik yanı ama bir başka trajik boyutu daha var, onu da anlatalım. Dağdan inmiş ve başına olmadık iş gelmiş bir kız çocuğu, bu ülkede derdini kime anlatacak? Var mı böylesi bir kurum? Yok. Peki ya devlet? Dağdan indireceğim, diye Habur’a kırmızı halı seren, şehit katilleri için davul zurna ekibi kuran bu devleti yöneten AKP siyasetinin, dağdan inenler için bir projesi var mıdır? Yok, ama olmalı, şart bu. Neden şart? Çünkü inenlerin hepsi psikolojik sorunlu, hasta. Nasıl olmasın ki, nasıl ruh sağlığı bozulmasın ki, Apo vampirinin eline düşen de hayır mı kalır! Öyleyse, bu devlet devlet ise eğer, derhal bir plan proje yapmalı, insanı yaşatmalı, öldürmemeli.

İşte Çarçella budur, ama hepsi bu değildir, dahası var…

Tüm bu anlattıklarımızı bugünün Türkiyesine taşır iseniz, içine düşürüldüğümüz bu durum bize, devlet güç ve otoritesinin zayıflamış olduğunu açıkça göstermektedir. Osmanlı tarihinde de buna benzer otorite zaafları yaşanmış, bu zafiyet hep Anadolu’ya yansımış ve bunun doğal bir sonucu olarak da, devlet içinde devlet gücü kullanan derebeylikler ortaya çıkmıştır, şimdi ki Çarçella derebeyliği gibi ya da Barzan bölgesinde Hakurk derebeyliği gibi veyahut Diyarbakır’da sırtını bu derebeyliklere dayamış Baydemir beyliği gibi.

Anadolu’da derebeylik kurmak yani devlet içinde devlet olmaya kalkışmak, Osmanlı’da da, bugünün Türkiye’sinde de ateşle oynamaktır. Bu kutsal topraklarda ateşle oynayanların sonu ise şimdiden bellidir, tıpkı geçmişte belli olduğu gibi; tepelenmek.

Sözlerimizin daha da ötesini bir Osmanlı Paşa’sı anlatsın, anlayan da anlasın, Mustafa Nuri Paşa Netayüc ül-Vukuat’ta şöyle yazıyor;


“Saltanat-ı Seniyye’nin sefer uğraşıları ortadan kaldıktan sonra, epey bir süredir Anadolu’nun ve Rumeli’nin her yerinde ortaya çıkıp, derebeyi ve ayan deyimleri ile adlandırılan, Devlet-i Aliyye’nin buyruklarına gereği gibi boyun eğmeyen kişilerin ortadan kaldırılıp yok edilmeleri işine girilirdi. Bunlardan Tekeli Oğlu, Kalyoncu, Dağ Deviren Oğlu ve daha adları belli kişiler, üzerlerine görevlendirilen vezirler ve komutanlar elleri ile asılarak şerleri ve fesatlıkları ortadan kaldırılırdı. Serezli Yusuf Bey, Karaosman Oğlu ve Cebbar Zade gibi derebeyler, güçlü ve ünlü olmakla birlikte, şimdi devlete itaat üzere bulundukları ve seferde hizmetleri görülmesi gibi nedenlerle, bunlara dokunulmadı…”

Tanzimat sürecinde Rumeli’deki derebeylerin en ünlüsü Vidin’deki Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa’dır. Kırk yıla yakın bu görevde kalmış olan hırslı ve aç gözlü Ali Paşa, Yanya Sancağı’ndan başka Yenişehir(Tırhala), Selanik ve Manastır Sancakları içinde 200’den çok büyük çiftlik sahibi olmuştur. Kendisi Rusya, Avusturya ve Fransa savaşlarında yararlılıklar göstermiş olduğundan dolayı, oğlu Veli Paşa’ya vezirlik, öteki oğlu Muhtar Paşa ile Salih Paşa’ya ve torunu Mehmet Paşa’ya beylerbeylik ihsan edilmiştir. Topçu adı ile sekiz-on bin kadar düzenli askeri örgüt kurmuştur. Zenginliği ve gücünü günden güne artmakta ve o bölgede başına buyruk hareket etmeye ve hükümeti dinlememeye yönelmektedir. Sonunda Sultan II. Mahmut’un sabrını taşırdı. Ve bu namlı derebeyi Tepedelenli Ali Paşa da tepelendi, 24 Kasım 1822...

Anlatılanlar Rumeli’de geçer, bir de Anadolu yakası vardır, Anadolu’da hükümete başkaldıran derebeyleri vardır. Bunlardan biri de Sait Bey’dir, yıl 1838. Bu bey de, İstanbul’da saray entrikaları yüzünden devletin zayıf düştüğünü, otoritesinin zayıfladığını düşünmüş olacak ki, başına buyruk davranmaya başlamıştır. O tarihlerde Mısırlı Mehmet Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa da, aynı düşüncelerle, Osmanlı’ya isyan etmiş ve Nizip’e doğru ilerlemektedir. Hafız Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu Diyarbakır’a doğru yol alırken, Mehmet Paşa komutasında bir öncü kuvvet çıkarmış ve bölgenin astığı astık, kestiği kestik derebeyi olduğunu sanan ‘Sait Bey’e karşı harekât başlatmıştır. Öncü kuvvet, bugünün Çarçella’sına benzer bir arazide kurulmuş ve aşılmaz geçilmez denen Sait bey kalesini kısa sürede kuşatmıştır.

Devamını, Osmanlı Ordusu’nda görev yapan Alman subayı Moltke’den dinleyelim;

“12 Mayıs 1838. Bütün gün pazarlıkla geçti. Sait Bey oğlunu rehine olarak vermeyi kabul ediyor fakat kaleden hür olarak çıkmak istiyor... Fakat Paşa onun bizzat gelmesini istiyor. Az sonra Paşa beni kabul merasiminde hazır bulunmaya davet etti… Paşa, şimdiye kadar düşmanı olan kişiyi büyük çadırda kabul etti. Alay ve Tabur kumandanları her iki yanında oturuyorlardı… Bir Kürt sarp tepeden ağır ağır aşağıya doğru iniyordu, yarım saat sonra Bey (Sait Bey), çadırımızın önünde atından indi... Paşa’ya doğru yürüdü ve onun elini öper gibi yaptı… Güzel bir kaleyi birçok zenginlikleriyle birlikte teslim ediyordu… Bey, Paşa ile benim aramda oturdu, çubuklar kahveler getirildi. Sanki sadece basit bir anlaşmazlık olup geçmiş gibi görüşmeler başladı… Şimdi kale yerle bir edilecek, pek yazık ama lazım; buraya bir kumandanla bir garnizon yerleştirilecek olursa, bu kumandan da çok geçmeden bir Sait Bey olup çıkar…“

Türk tarihi böylesi olaylarla doludur, “ne oldum” dememek lazım, “ne olacağım” demek lazım. Aksi halde Türk Tarihi’nin gücü böylesi Sait beyleri silip atıyor, tıpkı Tepedelenli Ali Paşa’yı silip attığı gibi…

Bu noktada şu Çarçella sayfasını bir kapatalım,
Çarçella’yı Çarçella yapan tarihsel olayları masaya yatırabilmek için Bembo Vadisi’ne bir geçelim. Vadide bizi bekleyen tarihi bir şahsiyet var, Yüzbaşı Hilmi Bey, sizi onunla tanıştıralım. Allah-u Ekber dağlarında Sarıkamış trajedisini yaşamış, zorluklarına katlanmış, on üç yıl Güneydoğu’da ve üstelik Cumhuriyetimizin ilk yıllarında görev yapmış, vefakâr, çilekeş ve cesur bir jandarma zabiti, onu seveceğinizden eminiz. Sonra, onunla birlikte, Anadolu’nun kayıp Hıristiyan topluluğu Nesturileri tanıyalım. Nesturiler ile Nakşî Kürt şeyhleri Barzaniler üzerinden, hem Osmanlı’ya hem de Genç Türk Cumhuriyeti’ne, kimlerin, hangi dönemde, nasıl bir saldırı ve isyanlar tertiplemiş olduğunu bir hatırlayalım. Ardından Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası ile Cemal Paşa’nın Gazze seferlerini Mekke Şerifi Hüseyin’in penceresinden size anlatalım. Daha sonra, Şemdinli’de, Nakşibendî Halifesi Nehrili Kürt Seyyid Taha’nın mezarını birlikte ziyaret ederiz. Göreceksiniz bütün yollar Çarçella’ya çıkacaktır…


Erdal SARIZEYBEK, 16 Mart 2011
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Erdal SARIZEYBEK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x